“Balans ve Manevra’ adlı filmin önceki gece gerçekleşen gala gecesinde ilginç anlar yaşandı. Filmin cüretkar sahnelerinin bol olması ve şiddet içermesi, izleyicilerden bir kısmının filmin sonunu beklemeden salonu terk etmesine neden oldu.  (Sabah-Günaydın 11 Mart 2005)

 

Bu galanın ardından Sinan Çetin’den çok büyük tartışmalar yaratan açıklama geldi:

“Türkiye’de yapılmış ilk gerçek sanat filmi budur. Benim filmlerim de buna dahil. Samimiyetle, büyük bir inançla yapılmış ilk gerçek yönetmen sineması. hiçbir kural ve kaygı gözetmeden, içtenlikle yapılmış. seyirci bu filmi umarım değerlendirir. karşımızda gerçek bir sanatçı, gerçek bir yönetmen, gerçek bir söz ve senaryo yazarı var.””

 

Bu sözler, “Balans ve Manevra” bir sanat filmi midir yoksa değil midir tartışmalarını bir yana bırakırsak, akıllara sanatta özellikle de yedinci sanat olarak nitelendirilen sinemada şiddet ve cinsellik sahnelerinin ne derece yer alması gerektiği sorusunu getirdi. Yani sanat, eğer birçok insanın savunduğu gibi hayata karşı bir ayna görevi görmeliyse, bu toplumsal ahlaki değerleri veya özellikle belirli bir yaşın altındaki çocukların psikolojik gelişimlerini hiçe sayabilmelidir anlamına mı geliyor?

İzlemeyenler için Teoman’ın filminde özellikli tepki toplayan sahnelerle ilgili ufak bir bilgi:

 

Filmde eşini canlandıran Seda Akman’la kavga edip Akman’ı döven Teoman, aynı sahnenin devamında kendini bıçakla kesti. Çıkışta gazetecilerin “Bu sahne Müslüm Gürses’in konserlerini hatırlattı, ondan mı esinlendiniz?” sorusuyla karşılaşan Teoman, “Film icabı bir sahne o, alakası yok. Kavga sonrası kendime zarar verip karşımdaki insana vicdan azabı çektirme amaçlı bir hareketti” diye konuştu. (…)  Teoman’ın filmde eşini canlandıran Seda Akman’ı dövmesi, filmin sonun beklemeden salondan çıkan izleyici sayısını artırdı. (…). Filmdeki eşi Teoman’la sorunlu bir ilişki yaşayan Seda Akman, çıplak görüntülerinin yanı sıra cömert sevişme sahneleri ve tecavüze uğradığı sahne ile geceye damgasını vurdu. Akman, çekimlerde zorlanmadığını söyledi.” (Sabah-Günaydın 11 Mart 2005)

 

“Balans ve Manevra”, aslında bu konuda türünün ilk örneği değil. Bundan önce özellikle dünya sinemasında şiddet ve cinsel unsurların sanat başlığı altında en uç derecelerde işlendi. Teoman’ın filminin bu kadar tepki toplamasının sebebi Türk sinemasının bu tür “aykırı” unsurlara alışkın olmamasından kaynaklanıyor. Yurtdışındaki yapımlarda artık iş birkaç kanlı sahnenin veya kadın oyuncunun göğsünün birkaç saniye ekrana yansımasının çok ötesine geçmiş durumda.

 

Örneğin  1980 yapımı bir İtalyan filmi olan Cannibal Holocaust’ta penis kesiminden tecavüze, çocuk ölümlerinden hayvan katliamlarına kadar kadar bir çok insan tarafından rahatsız edici olarak nitelendirilen görüntüler yer alıyor. Bu nedenle film 18 ülkede yasaklanmış, 50 ülkede ise sansürlenmiş. Oğlunu haberlerdeki vahşet sahnelerini izlerken görünce medyanın bu tür görüntülere odaklanması filmin yönetmeninin dikkatini çekmiş ve bu konuda bir film yapmaya karar vermiş. Filmin savunucuları bunun “iğrençliklerle dolu herhangi bir film” olmadığını, tam tersine o iğrenç sahnelerin filmin sonunda verilen mesajın bir parçası olduğunu söylüyorlar. Ve hatta filmin büyük kısmını kapsayan bu “rahatsız edici sahneler”i aslında hiç de rahatsız edici bulmayanlar var.

 

Bu derece uç örnekler bir yana bırakacak ve sinemadaki daha kabul edilebilir ölçülerde görülen örneklere bakacak olursak cinselliğin ve şiddetin sanat adına değişik biçimlerde filmlere serpiştirildiğini görebiliriz. Bu iki unsurun kullanımı kimi zaman seyirciye bir mesaj vermek amacıyla yapılsa da çoğunlukla daha fazla seyirci toplamak için kullanılan bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor. İnsanların seks ve dövüş sahnelerine karşı apaçık bir ilgisi var. Bunu, biraz Freudist bir yöntemle bastırılmış öfkelerimizi ve cinsel dürtülerimizin beyaz perdedeki yansımalarını görmekten haz alışımız olarak açıklamak mümkün. Ancak insanların bu psikolojik zaafının sinema sektörü tarafından kullanılması hatta yer yer sömürülmesi etik değerlere ne kadar uyuyor?
 

Şahsi fikrim cinselliğin ve şiddetin hayatın diğer unsurlara kadar yer alması gerektiği, hatta bunun biraz mecburi olduğu. Nihayetinde cinsel dürtüler ve öfke insanın iki temel en doğal duyusundan biri. Bunların bastırılışı ve yasaklanışı tamamen insanlığın sosyolojik gelişimindeki güç dengelerinin düzenlenmesiyle ilgili bir durum. Ahlaki normlar açısından bir kadının çıplak bedeninin ekrana yansıması uygun kaçmasa da sanat zaten bu tür normlardan bağımsız ve hatta onları değiştirmeye yönelik bir oluş.

 

Örneğin Duvara Karşı filmi yurtdışında ödüllere boğulurken bizde uzunca bir süre yerden yere vuruldu. Bunun nedeni filmde oynayan Sibel Kekilli’nin geçmişinin yanı sıra filmde bolca yer alan çıplak sahneleriydi. Filmde aynı zamanda şiddet içerikli seks sahneleri ve çeşitli kanlı intihar sahneleri yer alıyordu. Seyirciler, aynı “Balans ve Manevra”da olduğu gibi filmin yarısına gelmeden rahatsız olup sinema salonunu terk ettiler. İnsanların bu tür görüntülerden rahatsızlık duyma haklarını asla görmezden gelemeyiz. Nihayetinde sanat adına da olsa kimse bileklerden akan kıpkırmızı kanı veya iki insanın birbirlerini tokatlayarak cinsel ilişkiye girmelerini izlemekten keyif almak zorunda değil. Ancak bu, Duvara Karşı filminin etik değerlere aykırı davrandığı anlamına gelmemeli. Yani sanatçı (bu durumda yönetmen) ele aldığı konuyu kendini hiçbir şekilde kısıtlanmış hissetmeden, her yönüyle işleyebilmeli, ancak değerlendirme kısmı seyircinin kendisine bırakılmalıdır.

 

Irreversible filmini ele alalım. Bu film içinde yaklaşık 9 dakikalık bir tecavüz sahnesi barındırıyor. Filmi izleyenlerin bir kısmı bu sahne esnasında kusma veya salonu terk etme gibi tepkiler verdiler. İngiltere sansür kurulu, bir psikiyatristin filmdeki tecavüz sahnesi için, “sunumu itibariyle cinsel olarak tahrik amacıyla tasarlanmamış olduğu”nu teyit etmesi üzerine filme vize verdi. Bu filmde seyircilerin gösterdiği tepkiler oldukça doğal. Çünkü tecavüz oldukça ağır ve psikolojik bir olay. Bunun gerçekçi bir şekilde ele alınışının izleyicide büyük rahatsızlık yaratması kabullenilebilir bir durum. Ancak bu, yönetmenin bu sahneyi çekmesine engel olmamalı. Amacı sadece para kazanmak bile olsa filmin afişine gereken uyarı koyulduğu takdirde her filmde her çeşit sahne yer alabilmeli.

 

İşin asıl ilginç olan yönü ise bu tür hayatın içinden “gerçek” karakterlerin yaşamlarını işleyen filmlerde yer alan bu tür “gerçek” sahnelerden rahatsız olan insanların Terminatör gibi tüm kurgusunu şiddet üzerine yatırmış olan filmlerin hasılat rekorları kırmasını sağlayan insanlarla aynı kişiler olması. Günümüzde şiddet unsuru bilgisayar oyunlarından çizgi filmlere kadar en ufak çocukların erişebileceği her tür alana ve tamamen finansal kaygılarla sıçramışken aynı konseptin bir temayı işleyen ve seyirciye bir şeyler anlatmayı hedefleyen bir filmde yer almasını böylesine yargılamak çok da doğru olmasa gerek.

 

Otomatik Portakal(A Clockwork Orange), Stanley Kubrick’in başyapıtı. Bu film sayesinde Kubrick dahi ilan edildi. Film, bir distopyada geçiyor. Bu disyoptada bir çetenin başı olan genç bir vandalın (Alex) yanlışlıkla bir kadını öldürmesinden sonra devlet tarafından deneysel bir yöntemle topluma kazandırılışı, daha iyi bir tabirle zorla evcilleştirilişi işleniyor. Kaçınılmaz olarak, distopyanın ve karakterin tanıtımı amacıyla, filmin özellikle ilk yarısında tecavüz sahneleriyle yaşlı bir adamın çete tarafından sopayla ölümüne dövülmesi örneğinde olduğu gibi şiddet sahneleri sıkça yer alıyor. Bu sahnelerin rahatsız edici olmadığı söylemek mümkün değil. Ancak bu, seyircinin filmi kültleştirmesini engellemiyor. Bu da belki yurtdışındaki seyircinin bakış açısındaki farklılığa dayanıyor. Belki de filmin gerçekten “sanatsal” bir amaçla yapıldığının apaçık ortada olmasına….

 

Özetlemek gerekirse neyin sanat olduğu neyin ise olmadığı belirlemek mümkün değil. Bu nedenle adını koyamadığımız bir sanatın içinde cinselliğin ve şiddetin yerini etik açıdan tartışmak çok kolay olmuyor. Ancak kişisel sanat anlayışıma dayanarak bir şeyler ifade etmek isteyen her insanın bunu yapmaya hakkı olduğunu ve bunun hiçbir topluluk tarafından kısıtlanmaması gerektiğini düşünüyorum. Sanatçı, söylemek istediklerini dilediği biçimde söylemeli, ancak bu söylenenlerin ne kadarını alacağı seyirciye bırakılmalıdır. Burada dikkat edilmesi nokta insanlara herhangi bir psikolojik rahatsızlık verebilecek olan eserlerde gerekli uyarının önceden yapıldığından emin olunmasına ek olarak çocukların mutlak olarak onların gelişimine zarar verecek sahneler içeren filmlerden uzak tutulması. Yani bunun bir takım ahlaksal normlara dayanarak değil bilimsel nedenlerden dolayı yapılması. Sanatın denetlenmesi veya sansürlenmesi değil sadece onu izleyen insanların seçici davranma hakkının ön plana çıkarabilinmesi…

Bu açıdan “Balans ve Manevra”nın sadece bir günah keçisi olduğuna inanıyorum. Problem Teoman’ın arada kullandığı ve yukarıda örneklediğimiz filmlerle kıyaslandığında çok daha az rahatsız edici diyebileceğimiz sahnelerde değil, problem izleyicinin bakış açısında da değil. Problem, sanatı hala şekle sokmaya çalışan zihinlerde. Teoman’ın filminin sanatsal olup olmadığı tartışması bir yana, ortaya konulmuş bir ürün olarak baktığımızda bile içinde her tür sahneyi barındırmaya hakkı vardır, olmalıdır. Herhangi bir filmi beğenip beğenmemek nasıl izleyenin elindeyse bu sahnelere vereceği tepkiler de yine izleyicinin elindedir. Filmin yapılış amacı tamamen “daha fazla para kazanmak” olsa bile ortaya konulan üründe kısıtlama yapılması hiçbir şekilde doğru olamaz. Daha öncede söylediğim gibi sadece izleyicinin tercih hakkını ön plana çıkarmak gerekir.

Yoksa sansürlenmiş bir sanat çıkar karşımıza ki bu sanatın işlevini tamamen yitirmesinden, yaratıcılığın ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmasından aşka bir şey olamaz.

E. B.