Yoga, kimseye ait değil. O, binlerce yıllık bir geçmişe sahip, herkesin kabulüne ve kullanımına açık bir yaklaşım, disiplin. Yani kimsenin yogası “daha doğru” değil, sadece bana/sana daha yakın, bana/sana göre ya da bana/sana daha uygun. Yoga zaten, farkındalık gelişimine, bütünlük hissine giden yollardan birisi. Zen’in de, Budizm’in de, meditasyonun da, yoganın da sonunda varacağı yer samadhi, tanrıyla bütünleşme hali. Dolayısıyla herhangi bir spiritüel yaklaşım diğerinden üstün ve yoga içindeki değişik okulların hiç birisi diğerinden önde değil. Bugün dünyanın her yerine yayılmış bu disiplinin nerede daha iyi öğrenileceği de aynı yaklaşımla değerlendirilebilir.

Yoga, bütünlük demektir. Dualitelerin, yani karşıt ikiliklerin kendi doğalarını koruyarak bütünleşmesi. Yin-yang sembolü gibi. İki karşıt olan siyah ve beyaz bütünleşerek bir bütün daire oluşturuyor, birinden bir parça diğerinde de yer alıyor.

İnsan beyni de sağ ve sol olmak üzere ikiye ayrılır. Sol beyin mantıklı, analitik düşünür, parçalara bakar ve düşünceleri yönetirken, sağ beyin sentezleyici, bütüne bakan, hissetmeye ilişkin taraftır. İkisi birlikte işler. Biri diğerinden bağımsız çalışamaz, biri diğerinden daha üstün değildir; dünyanın iki yarısı gibi.

Dünyanın batısı, beynin sol yarısı gibi mantığı, parçalara ayırma ve detayları inceleme yolunu seçmiştir. Dünyayı anlamak için pozitif bilimi geliştirmiş, kurallarını metodunu oluşturmuştur. Doğu, makro sistemin mikro sistemde de varolduğu düşüncesi ile evreni bütünüyle anlamak için, onun yansıması olan insana yani zihin-beden organizmasına bakmıştır. Her ikisi de aynı şeyi arar; kimiz, neden burdayız… İkisinin de yöntemi farklı ve eşit önemdedir.

Yoga, dünya haritasının doğusunda ortaya çıkıp, uzun yıllar burada yaşanmış, ancak İngiliz sömürgesi dönemindeyken varlığı sönmüştür. Bu dönemdeki batı anlayışını en güzel, Oryantalizm terimiyle Edward Said anlatır. Zengin doğu ülkelerinin kaynaklarını elinden alabilmek için oradaki yaşamı, tarihi, geleneği ve düşünceyi bastırması gerekmiş, bunun için de kendi yaklaşımını, bilimi ve parayı üstün görerek diğerini “zayıf öteki” haline getirmiş, yani beyninin sağ yarısını bastırmaya başlamıştır. Kolonyalist batı düşüncesi, doğunun sadece ekonomik kaynaklarını değil, yaşam tarzından sanatını, ekonomisinden politikasına her şeyini sömürerek semirmiş, işine yaramayacağını düşündüklerini de bir kenara atmıştır.  Doğadan kopmuş, onu hırpalayarak kendine yer açmıştır. Sanki, güneşin doğuşunu kaçırarak her gün, sadece gün batımını görmek gibi… Zamanla kendini iyice beynin sol yarısına kaptıran insanlık, doğal olarak sol yarının önceliklerini daha üstün görmeye başlamış ve hiç bakmayarak körelttiği yanını dövmeye devam etmiştir. Bir sağ beyin aktivitesi olabilecek inancı da kurallar bütünü ve bastırma mekanizması haline getirmiştir.

Buna rağmen yoga, doğası gereği yaşamaya devam etmiş ve 1900’lerin başında Hindistan’da yeniden yükselişe geçmiştir. Bu yükselişte en büyük rolü, şehir şehir gezerek demonstrasyonlar yapan, zor yoga asanaları sergileyip insanlarda yogaya karşı ilgi uyandıran yogilerin oynadığını da not olarak belirtelim. Yoganın batıya taşınması da aynı tarihlere denk geliyor. 1893’te Swami Vivekananda’nın Chicago’daki Dünya Dinleri Buluşması’nda raja yoga üzerine yaptığı konuşma dinleyicileri şaşkına çeviriyor ve bir kaç yıl içinde Vivekananda New York’ta Vedanta Okulu’nu kuruyor. Aynı yıllarda Almanya’da Sanskritçe pek çok eser çevriliyor. Artan ilgi üzerine 1920’lerde pek çok yoga üstadı Amerika’ya gelmeye başlayınca, Amerikan Hükümeti Hint göçmenlerini sınırlıyor ve Amerika’dan Hindistan’a seyahatler bunun üzerine başlıyor. Bugün de yaşayan, Amerika kökenli pek çok iyi öğretmen bilgiyi kaynağından alarak batıya taşıyor.

Oryantalizm zihniyetinin bastırdığı bu öğretiyi doğu kadar batı da çabucak kabulleniyor.

Dünyaya bakışı birbirinden farklı ama eşit derecede önemli olan doğu ve batı, yogayı da kendi bakış açısı, yaşam deneyimi ve anlayışıyla değerlendiriyor. Her ikisinin değerlendirmesi de, yoga deneyimini doğal olarak farklılaştırıyor.

Kendi anlayışıyla yogayı değerlendiren batı, kimi zaman ona sadece bir spor olarak yaklaşmış, kimi zaman sadece felsefesiyle uğraşmış ama beyninin sağ yarısıyla tanıştıkça mutlaka bir değişim olmuştur. Zaten yoganın amacı iki tarafın dengelenmesi, yani samasthiti halidir, birinin diğerine dönüşmesi değil.

Batıda yoganın bedensel aktivite olarak anlaşılması da gündelik hayat tecrübesinin doğal bir sonucudur. Hayatı günlük telaştan ibaret ve bedenine ait en büyük kaygısı görünüm olan modern (ya da postmodern) batılı insanı ilk ilgilendiren bedensel aktivite olmuştur. Bu da yogayı zedelemez. Yogaya nereden başlanacağı bireye özel bir durumdur. Kimisi felsefesini öğrenerek, önce zihnini besleyerek başlar, kimisi felsefeyle hiç ilgilenmeden bedensel aktivite olarak yaklaşır. Bu durum, sadece asana pratiğinde kalınacağı anlamına da gelmeyebilir.

Bugün Hindistan’ın önemli yoga okullarından birini yürüten T.K.V Desikachar, yoganın büyük hocalarından Sri T. Krishnamacharya’nın oğludur. Babası her gün yüzlerce insana yoga öğretir, pek çoğunu yoga terapi ile tedavi ederken o mühendislik okumuş, yogadan uzak durmuştur. Okulunu bitirmiş, Delhi’de iyi bir şirkette iş bulmuş, gitmek üzeredir ki, bir gün evin önünde otururken bir araba durur. İçinden batılı bir kadın ağlayarak çıkar ve koşarak, kapının önüne çıkan Krishnamacharya’nın kollarına atlar. Yarı çıplak gezen babasının kollarında ağlayan bu kadını gören Desikachar, zamana göre gayet sıradışı olan bu davranış karşısında önce utanır. Babasına neler olduğunu sorunca Krishnamacharya, kadının yıllardır uykusuzluk çektiğini, ilk defa bir önceki gece rahatça uyuduğu için kendisine teşekküre geldiğini anlatır. Çok etkilenen Desikachar, Delhi’deki işe gitmekten ve mühendislikten vazgeçer ve babasıyla yoga çalışmaya karar verir. Ama bir şartı vardır: tanrıdan bahsetmek yok! Krishnamacharya gülümser ve kabul eder. Sadece asana çalışırlar. Desikachar der ki, yıllar süren asana pratiğinden sonraydı, ben tanrı fikrine kavuştum… Aynı şekilde, B.K.S. Iyengar da sutraları çalışmaya, yıllar süren asana pratiğinden sonra başladığını söyler.

Hayat değişimdir. Her an her şey değişir. Buna direnmek, bir ağacın büyümesini durdurmaya çalışmak gibidir. Hiç bir canlının büyümesini durduramayız, değişimi engelleyemeyiz, evrimi durduramayız. Evrensel bir bilgi olan ve kimseye ait olmayan yoga, dolaştığı her yerde farklı bir anlayışa kavuşuyor, tıpkı her bedenin her asanayı farklı yaşaması gibi, hem de her seferinde.

Bu çeşitlilik, herkesin kendine uygun olanı seçebilmesi için de büyük bir fırsat yaratıyor. Pek çok yaklaşım, pek çok isim olabilir ama dürüstçe öğretildiğinde, gidilen yer aynı. Sadece zihne hapsolarak buna karşı durmak ve yogayı doğuya hapsetmek istemek, yüzyıllardır batının doğuya ettiğini tekrar etmekten farksızdır. Çünkü bilgi her yerde bilgi ve ona açık olan her insanın erişiminde. Yoga artık, Hindistan’da geleneksel aşramları ziyaret ederek de, Amerika, Avrupa veya Türkiye’de de öğrenilebilir, tıpkı Hindistan’da mühendislik eğitimi alınabilmesi gibi.

Konuk Yazar