Sonsuz:
Sevgili Nilgün, seninle ilk kez Festiva fuarında tanışmıştık. O zamanlar EMF uygulayıcısıydın ve bu konuda Türkiye’de önde gelen isimdin; hatta EMF deyince akla ilk sen geliyordun. Sonra ne oldu anlamadım birden sesin soluğun kesildi bir süre ve ardından da seni Eric Pearl’ün asistanı olarak görmeye başladık TV programlarında. Amma velakın bu birliktelik iyi mi oldu, kötü mü bilemedim ben; çünkü EMF yaparken hani deyim yerindeyse marka bir isme doğru gidiyordun, ama Eric’le birlikte başka bir şeye doğru dönüşüm oldu. Şimdi de onunla yolunuz ayrıldı. Tune’a geçmeden önce bu süreçleri biraz anlatabilir misin? Neden EMF’yi bıraktın da Reconnection’a geçtin ve şimdi neden Eric’le yollar ayrıldı?

Nilgün Sarar:

Evet çok iyi hatırlıyorum Hasan. Senin “ Bu Spiritüalizm Ne Ola ki?” kitabını okumuştum. Çok da hoşuma gitmişti. O zamanlar EMF yapıyordum. Daha başka çalışmalarım da vardı tabii, ama EMF üzerine yoğunlaşmıştım. Hatırlarsan Kryon henüz basılmamıştı Türkiye’de.  Sene 1997-98. Yeni Çağ Enerjisinin ilk adımları. İngilizce olarak aldım okudum mor kapaklı Kryon kitabını ve EMF ile ilk orada karşılaşmıştım. Bilirsin sende bir şey olması gerektiğinde, eş zamanlılıklar başlıyor. Doğru yolda olduğunu gösteriyorlar. Oğlumu ABD’de okula götürmek üzere hazırlanıyorken, EMF seminerinin oğlumu götüreceğim okulun 200 kilometre yakınında olduğunu gördüm.

Neyse, ben soruna geri döneyim. Benim EMF öğrendiğim sene 1999’du. Sonra 2000 senesinde eğitmeni oldum ve bu tekniği Türkiye‘ ye getirdim. Birçok da uygulayıcı yetiştirdim. İşte sen de beni tam o sıralarda tanıdın. Tekrar Bağlantı ile de 2002 senesinde tanıştım. İşin enteresan tarafı, – bunu kimseye söylemedim bile- bana Eric’ten ilk bahseden EMF’nin yaratıcısı Peggy Dubro‘dur. Bir seminer esnasında bize Tekrar Bağlantı‘dan bahsetti. Ben de internetten girip araştırdım. Bir baktım Berlin‘de semineri var; ben de Berlin’de oturuyordum. Tamam, ona da giderim dedim. Berlin’i iptal etti gerçi ve ben 2002 Ekim ayında Paris’te tanıştım Tekrar Bağlantı şifasıyla. Seminerde 60 kişi ya vardık ya yoktuk.

İşte o andan itibaren benim için bir şeyler belirlenmişti. Yukarda oturmuşlar karar vermişler ve demişler ki: Eric’le kanka olacaksın. Kitabını Türkiye’de yayınlanmasına ön ayak olacaksın. Sonra dört kere İstanbul’da seminer yapacaksın. İzmir’e getireceksin, Ankara’ya götüreceksin. Tekniğin adını tercüme ederken Tekrar Bağlantı diyeceksin. Bunu da 10 sene içinde yapacaksın 2011 de bitecek. Bitmesi gerekecek, çünkü artık bütün bildiklerini önce kendi halkına sunacak ve onlarla paylaşacaksın. Adına TUNE (Ayar) diyeceksin ve insanları yaşama, yeni hayata, farklı bir ortama ayak uydurabilmeleri için çalışacaksın.

Eric 2005’te İstanbul’a geldiğinde, bana “Bak, sen eğer Tekrar Bağlantı (TB) seansı yapıyorsan; şimdiye kadar yaptığın ve öğrendiğin çalışmaları bırakmak zorundasın; eğer bu TB felsefesini anlamamışsan tabii. Karar senin,” dedi. Uzun uzun konuştuktan sonra, bana zaman ver Eric dedim ve TB yapmaya devam ettim. Hakikaten farklıydı. Çok farklıydı. Başka tekniklerle çalışmaya başlar başlamaz hemen TB frekanslarına giriyordum. EMF diye başlıyordum, ama devamı gelmiyordu. Theta diye başlıyordum, TB frekanslarına geçiyordum.  Yaklaşık 6-7 ay sonra, diğer bütün çalışmalarımı bıraktım ve sadece TB ve Eric’e bağlandım. İnandığım ve gerçek olduğunu yüzde yüz bildiğim için. Dürüst olduğum için. Sonra Eric’le birlikte Avrupa turlarımıza çıktık. İnanılmaz yoğun bir tempoda, nerdeyse bütün Avrupa’yı dolaştık diyebilirim.

İlerleyen zamanda yardımcı eğitmen (Associate Instructor) oldum. Kolay olmadı tabii, sadece 24 kişiyiz tüm dünyada. 2011 senesine kadar Avrupa’da marketing manager (pazarlama yöneticisi) olarak çalıştım. Herşey çok güzel ilerledi. Ben olmasaydım başta Türkiye olmak üzere The Reconnection, Yunanistan’a, Romanya’ya. Almanya’ya, İtalya’ya, Macaristan’a, Çek Cumhuriyeti’ne çok geç ulaşırdı. İstanbul’da Eric bir hafta kaldıysa mesela, her gün iki TV kanalında çıktık. Seyretmişsindir sen de, web sayfası kilitlenmişti. Çok çalıştım ve severek attım her adımımı. Uzun süre çok şey paylaştık Eric’le ve tüm dünyadaki değerli insanlarla… 60 kişilik seminer oldu sana 1000 kişilik seminer… Büyüdü yayıldı genişledi…

Seansıma gelenler Nilgün Hanım ne zaman bize öğreteceksiniz demeye başladılar. Ben de bu istekleri Eric’e taşıdım. O kadar doluydu ki onun programı ve zaten dört kere gelmişti daha önce İstanbul’a. Türkiye‘ye gelemiyordu son beş senedir. Ayrıca hiç birimize Aşama I-II öğretme izni vermiyordu. Ben kendisine bir Türk olarak yurt dışına çıkmanın zor olduğunu; vize, lisan, yabancılık ve maddi olarak çok yüklü olduğunu anlatamaya çalıştım. Ben bunu küçük sınıflar halinde kendi halkımla paylaşayım, öğreteyim kendi ülkemde, kendi dilimizde dedim. Üç sene kadar sabırla bekledim. Ha bugün ha yarın derken, bunun bir oyalamaca olduğunu anladım.  Binbir bahane bularak geri çevirdi isteğimi. Vardır bir bildiği dedim ve hiç zorlamadan ayrıldım TB şirketinden. Altını çizerek vurgulamak isterim: Eric’ten ayrılmak bu frekanslardan kopmak değil. Tabii ki halen TB en üst uygulayıcısı olarak seanslarıma devam ediyorum. Benimle aynı durumda olan, diğer yardımcı eğitmenlerden de ayrılanlar oldu. TB 2012’de bambaşka bir ekip ile yoluna devam ediyor.  İyi ki olmuş hepsi Sonsuz, şimdi TUNE ile karşınızdayım.

Sonsuz:
Peki nedir bu Tune? Reconnection’ın başka bir türlüsü mü? Adının yanında reserved işareti yer alıyor. Malum ABD’lilerin taktiğidir, bir enerji tekniği üretirler, onun markasını alırlar ve sonra Dünya’ya pazarlarlar. Sonra da o ismi kullanarak yapılan her çalışmadan pay alırlar. Böyle bir enerji çalışmaları pazarı kurmuşlardır. Şimdi senin Reconnection TR gibi bir isimle çıkmayıp da TUNE olarak çıkmanın altında, Eric’in marka haklarına sahip olması mı var? Yoksa TUNE başka bir şey mi? Nedir o zaman?

Nilgün Sarar:
TUNE, evrenin sonsuz zekasıyla insan bedeninin mükemmel uyumunu yeniden ayarlanmasını sağlayan bir şifa sistemidir. Bir TUNE seansı, kişiyi yaradılışın kaynağına götürmeyi, evrenin uygun gördüğü sürece ve alana bağlı kalarak, saygı ve sessizlik içinde şifanın akmasını izin vermeyi amaçlar. Kim olduğumuza sahip çıkma zamanı geldiğini hatırlatarak, bu muhteşem ruh beden ve zihni yaratan bilgeliğin yeniden hareketlenmesi için bir katalizör vazifesi görür.

TUNE benim 25 senelik birikimlerimin, öğrettiklerimin, öğrendiklerimin seanslarımın, uluslararası tecrübelerimin, gördüklerimin, bildiklerimin sıkıştırılmış halidir de aynı zamanda. TUNE sana bilmiyorum ama öğrenmeye açığım dediğin ve evrende herkese açık olan; herkesin ulaşabileceği enerjiyle bağlantı kurmanı sağlayıp, bu yaşama ayak uydurman için sana bilgi veren; farkındalığını yükselten ve bu yaşamda yaşarken karşına çıkacak olaylara, doğanın akışına ayak uydurman için öğrenmek ve uygulamak isteyeceğin bir çalışmadır. İddiasızdır; çünkü egosuz, BEN’sizdir. Tapınmaca yoktur,  öğrenmesi kolaydır, çünkü evrenin desteği vardır. Saf ve açıktır, çünkü Tanrı bunu ister.

Espri yapıyorum bazen, TUNE diyorum bir gün kapını bir uzaylı çalarsa kalpten gitmemi sağlayacak bir çalışmadır. 🙂

TUNE ne değildir biliyor musun? Sürekli bir ruhani hal alma, seni bu yaşamdan kopartıp, sadece meleklerle, onaylamalarla, seni geçmişinle delik deşik etme değildir. Hadi git geçmişine bul onu, getir şimdi ve salıver gitsin diyen bir şey değildir. TUNE kapat gözlerini ve üç kere bağışladım diye tekrarla diyen bir şey de değildir. TUNE, gel senin tepe çakran kapalı, kalp çakran tıkanmış diyen bir şey hiç değildir. TUNE, ayarlanmak, dengelenmekle gelen şifadır.  

TUNE’nun The Reconnection ile bir alakası yok. Yani senin dediğin gibi bir taktik falan da yok. Bütün ENlerin birleştiği bir çalışmadır TUNE. Paylaşımdır.


Sonsuz:

Eric’le vaziyetler biraz fena olmuş desene. Peki bu noktada sorumu tekrarlayayım: TUNE, farklı adda bir Tekrar Bağlantı mı? Yoksa bambaşka bir şey mi?

Nilgün Sarar:
Eric benim kalbimde benim tanıdığım Eric olarak kalacak. İnsanlığa zaten hep var olan frekansları çok güzel bir şekilde sunuyor. Her zaman takdir edeceğim ve sevgi ile hatırlayacağım görevli arkadaş.  Kendisinin de seminerlerinde defalarca söylediği gibi bu frekanslar hepimize verilen bir hediye. Herkes bunu kullanma hakkına sahip. Şimdi sana ilk başta şunu söylemiştim. Nasıl ben TB öğrendikten sonra hep bu frekansta kaldım, EMF ayrı, Reiki ayrı, Teta ayrı, diyemedim; şimdi de ayırt etmem imkansız. Ben zaten uzun yıllardır değişen frekansların içindeyim. Cımbızla bile ayıramazsın. Şunu daha geniş açıklamak isterim. TUNE yaptığım çalışmalar sırasında hissettiğim daha farklı, daha güçlü çalışmaların biriktirilmiş, depolanmış hali. Ben on senedir TB yapıyorum ve sadece öğrendiğim şekilde uyguladım ve öğrettim. Ne bir damla az, ne bir damla çok. Ama ne oluyordu seanslarımda… Başka titreşimler hissetmeye başlamıştım son iki senedir. Hatta ara sıra arkadaşlarıma, hadi gelin size farkı bir seans yapayım dediğim oldu. İşte o sırada yaşadıklarım, hissettiklerim, gördüklerim farklıydı. Not aldım, yazdım, çizdim, şekilleri denedim. Bu durum gittikçe yoğunlaşıyordu ve aynı anda diğer arkadaşlardan da aynı şeyleri duyuyordum. Yeni hatlar, yeni noktalar. Yani TUNE bir birikimin, yoğunluğun, bir farklılığın toparlanmış, öğretilir hale getirilmiş ve herkesin uygulayabileceği bir çalışma. İki günlük çok yoğun bir tempoda öğretiyorum bunu. Ve kişi sayısını kısıtlı tutuyorum. Bunu yılların getirdiği tecrübelerime dayanarak yapıyorum. Bire bir çalışma yapıyorum seminerimde ve seanslarımda da.

Sonsuz:
Şu anda ruhsal şifa çalışmalarında birbirinden farklı isimlerle ve hepsi de çok iddialı birçok teknik var. 1995’te bu yolculuğa yeni başladığım dönemlerde biyoenerji diye bir şey varmış, elini basına koyunca geçiriyormuş diye konuşmalar duyardık. İşte oramız buramız ağrıyınca telkinlerle ağrıları geçirmeye çalışıp, sonra aaa biz birşeyler yapabiliyormuşuz derdik. Sonra Reiki çıktı ve yayıldı; ardından da bir enerji teknikleri tsunamisi yaşandı. Hepsi de bir öncekinden daha iyi olduğu iddiasıyla ortaya çıkıyor. Şimdi böyle bir ortamda hangisi gerçekten insana faydalı, hangisi fasa fiso anlayabilmek çok güç. Bir megamarketin deterjan rafına dalmak gibi hani. Hemen hepsi de temizlik yapıyor, ama kimisi cidden sağlam temizlik yapıyor; kimisi temizler gibi yapıyor ama alerjik tepkiler yaratıyor vs. vs. Şimdi böyle karman çorman bir ortamda, sen de bir iddiayla karşımızdasın. Eyvallah başımız üstüne de, ben neden gelip TUNE öğreneyim?

Nilgün Sarar:
Önce hemen şunu söyleyeyim. Kesinlikle iddiam yok. Bu böyle bilinsin. Zaten ben çok iddialı bir yapıyla çalışsaydım yirmi beş senedir, her gün TV’lerde olurdum. Okuduğum bütün kitaplardan kırpar, ekler, çıkartır bir sürü kitap yazar görünürdüm. Nerede tanınmış artistler, şarkıcılar, VIP’ler varsa onların yanından ayrılmazdım, patlayan flaşlara pozlar verirdim. Ben bundan 20 sene önce İstanbul’a Reiki-master olarak gelmiştim, bak sen şu potansiyele? Görünüşüm de yabancı gibi. Sarışın, mavi gözlü.  Kasıp kavururdum ortalığı ve bir Guru oluverirdim.

Hasan, bu iş çok hassas bir konu. Deponda mal var hadi pazarla işi değil. Beni tanıyan, kulaktan kulağa birebir anlatımlarla tanıyor tavsiye üzerine. Sana seansa gelen kişi, ağzının içine bakıyor sen ne diyeceksin diye. Benim o anda, o insana duyduğum saygı o kadar derin ki… İçimi titretir her seferinde. Sana gelmiş ve kendini teslim etmiş.

Şimdi bir şifacı var, sen bana bir ay boyunca her gün geleceksin diyor, bağlıyor seni kendisine. Bir de benim gibi olanlar var: Bilemem ama deneriz; bakarız, diyen. Yani, Hasan Bey, buyurun siz alın bu deterjanı deneyin, alerjik etkisi olursa hemen getirin değiştirelim, diyen satıcı var. Bu satıcı sana bunu söylüyor zaten; korkutmuyor ki seni, tamam diyorsun; rahatsın. Alerjik etki yapsa bile, olsun geçer ama kokusu çok güzel kalsın diyorsun. Yani sen kendin karar veriyorsun. İşte bir de satıcı var ki, olur mu canım geri vermek diyor sana, ama komşun illa onu al demiş, sen de alıyorsun ve alerji yapıyor, kokusu kötü. Ama geri dönüşün yok. Almışsın. Bir daha alır mısın? Hayır! Bu kaosu görüyorum, duyuyorum.  Bana çözümü soruyor gibisin. Bunun çözümü birebir deneyim. Seni o kişiye yönlendiren araç ve gereçler. Yukardan yapılan ayarlar. Ruhsal polis olamazsın ki, karışamazsın da. Ona gitme bana gel de diyemezsin. Bana bir çok terapizede geliyor. “Şuna gittim, mahvetti beni, toparlanamıyorum.” ya da “Ya sormayın Nilgün hanım, iki aydır gidiyorum ona, kocamla aram açıldı, iki yabancı gibiyiz, bütün geçmişte yaşadıklarım hortladı bir türlü kendime gelemiyorum. Boşanacağız bu gidişle…” diyenler mesela.

İnsanlara sürekli korkularınla barış, yüzleş diyemezsin ki. Geçmiş yaşamlarını kurcala karıştır karıştır, getir bu güne diyemezsin. Hayret ediyorum bazen. Şu sıralar herkes pek çok şey, hatta nerdeyse her şeyi biliyor. Şöyle olduğun gibi oh diyemiyorsun; hemen geliyor arkasından: bak demek ki sende olan bir şey sana ayna oldu, sen hemen git çalış bunu. Başla tekerlemelere… Yok madem istiyorsun, otur niyet et, canlandır gözünde, git as duvara onun resmini. Efem şöyle yap, efem böyle yap. Çakran kapalı, çakran açık. Valla saymakla bitmez. Bunu ancak on seansta çözerim falanca hanım, günde otuz kere kendimi seviyorum diyeceksin falanca bey vs. Ben buna spiritüel tüccarlık diyorum. Kimse kızmasın bana, ama bu gerçek. Ne çok şey biliyorlarmış meğerse diyorum. Hemen her şeyi nerdeyse. Benim bunlara cevabım kısa ve öz: Yaptığım şey Allah ile benim aramda; sorumlusu benim. Ne demiş Einstein: “I want to know God’s thoughts, the rest are details.” (Ben Tanrı’nın ne düşündüğünü bilmek isterim, gerisi detaydır.)

Sonsuz:
Aslında açıkçası şunu düşünüyorum ben: Sen EMF yaparken, saygı duyulan bir isimdin. Maalesef enerjini kendine değil Eric’e harcamayı seçtin ve adamı ihya ettin. Aslında buradan hepimiz adına çıkartılacak mesajlar var. Çünkü bu alemde eli ayağı düzgün olan kişilerin, kendilerine özgüvenleriyle ilgili sorunları vardır. Daha doğrusu çoğu görebildikleri için kendilerini az sanırlar; ama kimileri de vardır ki azıcık bilgileri vardır ve her şeyi bildiklerine emin yaşarlar. Tavukla balık gibi. Balık bin yumurtlar sesi çıkmaz, tavuk bir yumurtlar ortalığı yıkar. Sen balık gibi çalıştın, ama Eric adına yumurtladın. Neyse kendi adına dersini almışsın şükür. Gerçi şu fıkra aklıma gelir: Kervancıbaşı, böyle babayiğit bir adamı kervanını korusun diye işe alır. Günlerden bir gün kırk haramiler saldırır kervana, kervancıbaşı bu adamı der hadi kurtar bizi. Adamda tık yok. Sonra kırk haramiler başlarlar bu adamı düzmeye. Bir harami, iki harami, on harami, yirmibeş harami, otuz haramı, otuzdokuz derken… Son harami adamı düzmek için tam uçkuru çözer; bu ada hieeeeeyt diyerek çeker kılıcı teker teker tüm haramileri öldürür. Sonra kervancıbaşına gelir. Kervancıbaşı der ki: “Çok teşekkürler ama seni kovuyorum.” “Niye seni kurtarmadım mı?” der adam. Kervancıbaşı yanıtlar: “Ulan her seferinde seni otuzdokuz haraminin düzmesini mi bekleyeceğiz…” Bizim olayımız da buna benziyor. Haramiler geçiyor üzerimizden dizi dizi de akıllanmamız geç oluyor. Peki TUNE’daki amacın nedir? Neyi hedefliyorsun? Nerelere uzanmayı istiyorsun? Ayrıca eğitim süreci nasıl işliyor? Seviyeleri var mı? Eğitmenlik eğitimi gibi çalışmaları olacak mı? Terapileri nasıl? Birazcık anlatır mısın?

Nilgün Sarar:
Söylediklerinde gerçek payı var tabii. Kitap yazıyorum. Evet ben de.  Ama o kadar saygılıyım ki yazar camiasına, o kadar hassasım ki, ayıp olmaz değil mi diye düşüne düşüne bir hal oldum. Yapamam ben Türk Malı kopyacı şifacılarımız gibi. Al yabancı kitapları, oradan kes, buradan ekle, kelimeyi değiştir, olsun sana efem Nilgün kitap yazmış. Tabii hemen TV kanalı, hemen röportajlar. Zor ve uzak tarihlere verilen randevular… Benim yolum hiç bir zaman bu olmadı ve olamayacak. Severek yaptım her şeyi ve aynen öyle devam ediyorum. Çok emek verdim haklısın, ama bunu EMF için de yaptım, Theta için de…  Benim görevim bu köprüyü kurmak. Yaşantımda da hep böyleyimdir. Sahne arkasında bütün senaryoyu yazarım, her şeyi idare ederim. Kulis arkasını terk ettim mi, sahnedeki sanatçılar patır patır dökülür.   Aklıma sahneye çıkmak hiç gelmez. Ama bu sefer geldi işte. Hem sahne arkasında hem sahnedeyim. Amatör ruhumla ama profesyonelce. Komik bir şey söyleyeceğim sana: Sen sahne arkasında çalışıp çabalıyorsun, A’dan Z’ye kadar yaratıyorsun.  Sonra sahneye senin tabirinle dünkü tavuklar çıkıyor, bir yumurtladıktan sonra ortalığı yıkıyorlar. Seni tanımazlıktan geliyorlar, halbuki onu besleyen yem fabrikasını sen kurmuşsun. Ne bir şükran duygusu, ne bir alçak gönüllülük, ne bir paylaşım duygusu var. Buna bir de yabancı hayranlığını ekle. Diyorum ki bazen, kendimi Helga von Falkenhausen diye tanıtsaydım bugün beni tanıyan bir milyon kişiyse, herhalde o zaman iki – üç milyon falan olurdu.

TUNE’daki amacım ise Türkiye’nin merkez şehirlerine ulaşmak ve oralarda seminerler yapmak. Nasıl Avrupa’da dolaştıysam, şimdi de Türkiye’de dolaşmak. Kimin hedefinde TUNE varsa, onlar için belirgin olmak. TUNE Semineri iki günlük bir seminer. Cumartesi günleri TUNİNG (Temel TUNE Aşaması): TUNE seansının derinliğine giriş, frekanslara uyumlanma, değişim, yüksek bilgelikle güçlü bağlantı ve iletişim süreci, kişisel ve evrimsel gelişim çalışmalar; pazarları ise FİNE TUNİNG (Gelişmiş TUNE  Aşaması): Uygulayıcı olmanın ilk adımları, evrenin mükemmel ve sonsuz titreşimiyle kişinin çoklu alanlarda yeniden dengelenmesi ve yaşama ayarlanması çalışması oluyor. ATTUNEMENT yani ileri Aşama Mentor ve asistanlık semineri ise üç gün sürüyor. Yılda bir kez gerçekleştirilen bu çalışmaya, TUNE 1 ve 2 seminerlerine katılmış ve bu seminerlerde edindiği bilgileri uygulamış ve de şifa konusunda kendisini daha ileri seviyeye taşımak isteyen kişiler katılıyor. Katılımcılar, önce sözlü ve yazılı sınavdan geçiyor; bununla birlikte iletişim, davranış, uygulama becerileri doğrultusunda değerlendirilerek sertifika almaya hak kazanıyorlar. Daha sonrada eğitmenlik için de kurslarım olacak tabii ki.

Terapi seansları ise birebir yapılıyor. Seans süresince konuşma, anlatma, teşhis koyma, yönlendirme, soru sorma gibi diyaloglar yok. Seans sessiz geçiyor. Bir, bir buçuk saat ayırmak gerekir. Seni seansımda serbest bırakıyorum. Ben değilim şifayı veren sana, ayarı yapan. Aşçı evren. Yemeği pişiren evren. Sen bütün istenilen malzemeleri hazırlayansın. Sen fişi prize takansın. Akım evrenin sonsuz zekasından. Ne gibi faydaları var, niyeti var diyeceksin. Sayayım bir kaçını: Kişisel gelişimde artış, olumsuz duygulardan arınma, tüm alanlarda iyileşme ve farkındalık (zihinsel, ruhsal, duygusal ve bedensel), kendine güvende artış, iş ve amaçların daha anlamlı hale gelmesi, mükemmel dengelenme duygusu, hafiflik hissi, daha iyi ve kaliteli uyku, daha az yargılama, daha az korku, daha fazla sevgi, daha fazla odaklanma, daha barışçıl olma, daha fazla neşe ve keyif.


Sonsuz:

Peki o zaman vatana, millete, insanlığa hayırlı olsun diyelim TUNE için. Sen bu çalışmalar içinde saygın ve güvenilir bir isme sahipsin. Bu referansla TUNE’a daha dikkatle bakıyor insan ve hepsinden önemlisi bu senin kendi sistemin. Biz ithalata çok meraklı milletiz ve spiritüel alanda da en ufak azı yok bu durumun. Yurtdışından ne varsa toplayıp getiriyoruz mal bulmuş mağribi şeklinde. Ama esas cevher bu ülkede. Ben şahsen dünya çapında olduğu söylenen nice ismi, bilgisi ve deneyimleriyle katlayabilecek isimler tanıyorum bu topraklarda. Dünya çapında olmak demek, dünya çapında pazarlamasını iyi yapmak anlamına geliyor maalesef mevcut dünya düzeninde ve spiritüel öğretiler de bu düzenle birlikte gidiyor. En azından biraz da biz ihraç edelim hani. Sistemse sistem, öğretiyse öğreti. İyidir değildir, faydalıdır sadece çıkarınadır; bunun vebali senle evren arasında… Denenir ve görülür. Ama her yabancı çalışmaya elimizde tuzla koşuyorsak; en azından “güvenilir“ Türk isimleri de dinlememiz gerektiğini düşünüyorum ben. (Tabii her enerji, sistem ürettim diyene de koşacağız anlamına gelmiyor bu.) Bu noktada TUNE’un yolculuğu hayırlı olsun demek istiyorum sana.

Nilgün Sarar:
Aynen katılıyorum sana Hasan. İşte ben de çalışmalarımı Türk insanıyla daha çok paylaşmak, bu çok derin ve köklü milletin eşine rastlanmayan hoşgörüsünü, yardımseverliğini, dostluğunu açığa çıkarmak, insanların kendileriyle daha barışık olmasını sağlamak ve Türkiye’nin o güzel enerjisini daha fazla ışığa kavuşturmak istiyorum. Benim için harcadığın o kıymetli zamana çok teşekkür ederim.

Sonsuz:
Ben de teşekkür ederim sana. 

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...