Regresyon, benim de defalarca deneyimlediğim ve çok da faydasını gördüğüm harika bir çalışma. Fakat deneyimleyene kadar da ne olduğunu pek anlamamıştım. Bu noktada da okurlarımızı bilgilendirmek adına, Türkiye’nin bu konuda önde gelen iki ismi, Dünya Regresyon Terapileri Birliği (EARTH) kurucularından Tülin Etyemez Schimberg ve benim de regresyon terapistim olan M. Reşat Güner ile regresyon üzerine kapsamlı bir söyleşi yaptık.

Hasan Sonsuz Çeliktaş:

Regresyon denildiğinde ilk başta benim zannettiğim şöyle bir çalışmaydı: Gelecekler, beni hipnoz edecekler, geçmiş yaşamlarımı görecekler ve anlatacaklar…  Neden böyle düşünüyordum?  Çünkü zamanında televizyonda bazı hipnoz gösterileri yapan arkadaşlarımız olmuştu.  Ve ben de ilk kez Reşat’a geldiğimde böyle bir şeyler bekliyordum.  Fakat sonradan gördüm ki regresyon, çok daha derin ve bambaşka bir şey ve şimdi konunun üstadlarına soralım.  Regresyon, gerçek anlamıyla nedir, sadece hipnoz ile geri döndürme çalışması mıdır, yoksa başka başka şeyler midir?

Tülin Etyemez Schimberg:

Regresyon ne demek?  Diye bize çok soruluyor.  Kelime anlamına baktığınızda, “geriye götürme” demek.  En basit anlamıyla şöyle açıklayabiliriz: 

Sorunlarımızın, problemlerimizin kökenine gitmek ve onu yeniden yapılandırmak.  Hipnozla çok karıştırılıyor.  Ya da insanlar öğrenip bize telefon ettiklerinde, “Beni hipnotize mi edeceksiniz, ben şimdi hipnoz mu olacağım, ben kendimi kaybedecek miyim?”  diye soruyorlar.  Yani, kontrolüm elimden gidecek mi? İnsanların en büyük korkusu…  Aslına bakarsanız, insanların anladığı anlamdaki derin seviyedeki hipnoza, herkes öyle kolay kolay giremez.  O derecede derin hipnoz olabilen kişi sayısı, %9 ya da daha azdır.  Ayrıca da bu gerekmiyor.  Nedeni ise:  Siz, derin hipnoz, trans seviyesine girdiğinizde, çok fazla konuşabilecek ya da bir takım bilgileri açığa çıkartabilecek durumda olmazsınız.  Genelde, hipnozu yapan kişi tarafından o kişiye hipnotik telkinler verilir ve bilinç dışı bazı şeylerin düzeltilmesi hedeflenir ya da amaçlanır. 

Şimdi biz konuşurken, dikkatiniz nereye dönük?  Dışarıdaki dünyaya.  Ama gözünüzü kapattığınızda dikkatiniz nereye dönüyor?  Hislerinize, duygularınıza ve düşüncelerinize…  Peki biz, geçmişteki anılarımız dediğimiz zaman, geçmişteki anılarımızı nasıl hatırlarız?  Biz, ya görüntü yani imge olarak hatırlarız, ya onun vermiş olduğu duyguyu ya da onun bedenimizde yaratmış olduğu bir hissi hatırlıyoruz.  Yani, anı ya da geçmiş dediğimiz şey aslında:  görüntülerden, duygulardan ve hislerden ibaret.  O zaman da Regresyonda geçmişteki bu anılara gitmek, kişinin yapısına göre görselse, oradaki görüntülere, kinestetik ise hissetmesine  (ki bizim toplumumuzun çoğu kinestetik).  Yani  içsel olarak seziyor, içine doğuyor. 

Mesela derKi’de ve The Wise’da senin seanslarındakileri paylaştıklarından sonra herkes, film gibi göreceğini zannetti.   Aldığımız telefonlardan ya da bizimle bağlantı kuranlardan, “Hep acaba böyle mi göreceğim, film gibi izleyecek miyim?”  sorularını aldık. Senin görselliğin çok yüksek çünkü filmlerle uğraşıyorsun ve o alanda iyisin.  Ama çalışmaların herkeste farklı etkisi var.  Kimisi bunu his olarak sezinliyor.  Ama sonuçta; geçmişe gidiyoruz, oradaki anılara ulaşıyoruz.   Geçmişte olanları değiştiremeyiz ama onun bizim üzerimizde yaratmış olduğu hisleri, blokajları ve eğer duygularımızı dondurduysak ve kapattıysak onları, ya da o bizim içimizde başka duygular  (çaresizlikler, başarısızlıklar, tıkanmalar)  yarattıysa, onları değiştirebiliriz.   Senin ekleyeceğin bir şeyler var mı Reşat?

M. Reşat Güner:

Evet.  İnsanların yaşadıkları problemler var.  Bizim normal hayata konsantre olduğumuz bir bilinçli yönümüz var, bir de bilinç dışı dediğimiz ki bilinçaltı diye de tabir ediliyor.  Hemen hemen aynı şeyi ifade ediyor aslında fakat ben bilinç dışı demeyi daha çok seviyorum.  Yani, bilinçli olarak farkında olmadığımız, ama bizim varlığımızın çok değerli bir bölümünü, esas bölümünü oluşturan bir kısmımız var.  Bilinçli olarak hatırlayabildiğimiz şeyler çok fazla değil.  Çocukluk anılarımızı bile bilinçli olarak çok fazla hatırlayamayız.  Hatırlayabildiklerimiz, çok belli başlı şeylerdir.  Diğerleri silinmiştir.  Fakat, hayatımızın %95’i bilinç dışı tarafından yönetilir.  Çok özel farkındalık çalışmaları  (ağır meditasyonlar ve uzun süreli farkındalık çalışmaları)  yapılmıyorsa eğer, normal şartlarda her şey bilinç dışı kalıplarla yürür.  Fakat bilinç dışı, normal psikolojik çalışmalar içerisinde:  Kişinin sadece şimdiki hayatında biyografik geçmişi ile sınırlı tutuluyor.  Doğduğundan bugüne kadar olan geçmişi ile…  Eski çalışmalarla, daha modern çalışmaların ışığında görüyoruz ki:  Bilinç Dışı dediğimiz şey, çok derin ve geçmiş yaşamlar da diyebileceğimiz anıları her şeyimizle birlikte bizim içimizde barındırıyor. 

Elbette ki bu hayatımızdaki anılarımızı da barındırıyor.  Atalarımıza ait bazı anıları da içerisinde barındırıyor.  Bunların hepsi bizi etkiliyor.  Etkiliyor değil, bizim kimliğimizi,  kişiliğimizi, varlığımızı oluşturuyor fakat biz bunun farkında değiliz.  Zaten benlik dediğimiz şey, insanın benliği, kimliği, anılardan başka bir şey değil.  Yani anıları çek al ve hepsini ortadan kaldır, ortada ne kimlik kalır, ne benlik kalır.  Bunların hiçbirisi kalmaz.   Dolayısıyla bunlar bizim şu anki                varlığımızı oluşturan unsurlar.  Şimdi tabii bilinç dışındaki anıların hepsi güllük              gülistanlık ve mükemmel durumda değil.   İnsanlık tarihine baktığımızda;  insanların yaşadığı acılar, sıkıntılar, çatışmalar, savaşlar vs. Bu dünyanın kanunu.  Bir düalite içinde her şeyin yürümesi ve bu düalite içerisinde öğrenmek…  Senin yazılarını takip edenler zaten biliyorlardır.  Böyle bir durumda hiçbirimiz tertemiz bir durumda değiliz.  Ve bilinç dışı düzeyde halledilmesi gereken pek çok sorunları da beraberimizde taşıyoruz ki bunun adına da genel olarak Karma deniyor. 

Regresyon, özellikle 1960’lardan sonra gelişti.  Bu işin öncüleri olan terapistler şunu fark etmişler:  Normal terapi yöntemleri ile insanların bütün problemleri hallolmuyor ve gerçek anlamda bir dönüşüm yaşayamıyorlar.  Bazı insanların yaşamış olduğu psiko-spritüel krizler var.  Yani hayatında spritüel olarak öyle şeyler yaşıyor ki, bunlarla baş edemiyor.  Örneğin, kendisini bazı enerjilerin altında           hissedebiliyor, geçmiş yaşam anıları bir anda ona hücum edebiliyor veya birtakım garip rüyalar görüyor.  Ve bunlarla baş edemiyorlar.  Şimdi Transpersonal psikoloji var. Özellikle de Stanislav Grof buradaki çok önemli figürlerden birisidir.   Grof,  LSD vererek ve Holotropik nefes yöntemi ile  insanları farklı bir bilinç haline sokup, bilinç dışındaki bir takım tıkanıklıkların ve malzemenin dönüştürülmesi ve giderilmesi için çok güzel çalışmalar yapmıştır.  Bunlar da Regresyon’a ilham veren çalışmalardır. 

Sonrasında;  Roger Woolger, Hans Ten Dam ve bizim öğretmenlerimiz olan Jeffrey Ryan ve Janet Cunningham ve Amerika’da birlikte çalıştıkları insanlar,    yavaş yavaş bir şeyleri denemeye başlamışlar.  Problemlerin kökenleri ile çalışmaya başladıklarında nerelere uzanabiliyoruza bakmışlar.  Ve problemle ilgili çalışıldığında görüyorlar ki bunun arkasında bir takım geçmiş yaşam anıları ortaya çıkıyor.  Ve kişi, bu anıları açığa çıkarttığında ki sadece bunların         açığa çıkması yetmiyor, bunların üzerinde uygun yöntemlerle çalışılması              gerekiyor. Buna biz Yeniden Çerçevelendirme adını veriyoruz.  İnsanların hayatlarında çeşitli derecelerde fakat bazılarında bir seansta çok büyük değişiklikler olabiliyor.  Bazılarında birkaç ya da daha uzun seansta olabiliyor.  Sonuçta, başka bir yöntem ile başka herhangi bir yöntemle dönüştürülüp, değiştirilemeyecek problemler, çok kestirme yoldan hallolabiliyor.  Bu da kişinin ruhsal gelişiminde, çok önemli aşamalar kaydetmesini sağlıyor.  Biz bunu kendimizde de tecrübe ettik ve canlı örneklerini de gördük. 

Ayrıca, bizim de içinde olduğumuz, European Association for Regression Therapy (Avrupa Regresyon Terapileri Birliği) şimdi adını değiştirerek, Earth Association for Regression Therapy (Dünya Regresyon Terapileri Birliği)  oldu.  Çünkü, uluslararası bir kurum haline geldi.  Bu arada da bu alanda çok farklı ülkelerde çalışan çok kıymetli arkadaşlarımız da var.  Özellikle Hollandalılar, Portekizliler ve Brezilyalılar bayağı bir ön plana    çıkıyorlar.  Biz de 2011 yılında kurduğumuz Unicorn’da bu alanda çalışmalar yapıyoruz, eğitimler veriyoruz.

Bu, çok güçlü bir alan ve senin de dediğin gibi ve tecrübe ettiğin gibi bunun için öyle derin bir trans lazım değil, aksine çok hafif bir trans hali içerisinde geçmiş yaşam anılarına ulaşmak mümkün.  Neden?  Çok basit.  Çünkü bir kişi, geçmiş yaşamda yaşadığı ve kendi içinde taşıdığı anılardan dolayı bir problem yaşıyorsa, bunun kökü, onun psişesinde yani kendi bilinç dışında zaten duruyor demektir.  Örneğin,  bir kişi:  Ben, topluluk karşısına çıktığımda, sebepsiz yere çok büyük bir korku yaşıyorum ve neden bu korkuyu hissettiğimi          bilmiyorum.  Diyorsa, o kişi zaten o anda, o hissettiği korkuyla, onun kökünü, yani onun nereden kaynaklandığını ve onu meydana getiren anıyı, kendi enerji alanında, kendi içinde ve kendi psişesinde o anda taşıyor ve oraya getiriyor zaten.  Dolayısıyla biz, o duygudan yani onu onda meydana getiren o duyguyu geri sararak, onun kökünde ne olduğunu çok kestirme bir şekilde bulabiliyoruz.  Bu tabii ki biraz insanların buna hazır olmasına bağlı.  Çünkü Regresyon illaki geçmiş yaşamlarla ilgili değil, bu yaşam için de kullanılabilir.  Bu yaşamdaki veya mesela anne karnındaki gelişim sürecindeki bazı anıları da Yeniden Çerçevelendirmek için kullanılabiliyor

Hasan Sonsuz Çeliktaş:

Regresyonda, terapistin önemi tam anlamı ile ne? Ayrıca iyi bir regresyon terapistini nasıl bulabiliriz? İnternette regresyon terapistiyim diyen birisi ile karşılaştığımı düşünün.  Yani gerçekten yapıyor mu, yapabiliyor mu, eğitimi var mı?  Bunu nereden anlayacağız?  Çünkü düzeltmek ile birlikte yamultup, bırakmak da mümkün.  Bu, spritüel çalışmalarda çok sık rastladığımız bir durum.  Sadece spritüel çalışmalarda değil, diğer birçok   şeyde de cahil cesareti ile insanları suistimal edebiliyorlar ya da eskisinden daha beter hale de getirebiliyorlar.

Tülin Etyemez Schimberg:

İlk sorunla başlayalım: Terapistin elinde sihirli bir değnek var ve dokunuyor da her şey düzeliyor mu?  Keşke öyle olsa.  Ama aslında o değnek, bizim elimizde değil, danışanın elinde.  Fakat bunun farkında değil.  Regresyonda yürüdüğünüz yolu aslında danışan yürüyor.  Ve terapistin rolü burada ona eşlik etmek.  Ben, danışanlarıma ilk geldiklerinde hep:  Bu, senin yürüyeceğin bir yol ve bunu senin hızında yürüyeceğiz.  Ben sana eşlik edeceğim.  Aslında kişi, kendisini kendisine ne kadar çok açarsa ve o anlamda iyileşmeyi ne kadar çok ister ve ona niyet ederse, tek seansta, iki üç seansta çok büyük açılımlar ve çok büyük değişimler meydana getirebiliyor.  Ama şöyle      düşünmek lazım:  Diyelim senin bir penceren var ve sol alt köşesindeki aralıktan bakıyorsun.  Yaptığın çalışma ile pencerenin aralığı büyüyor.  Bazen      bu açılım, hayata birden yansır, bazen de bu açılımı sağlamak için zaman gerekir.  İnsanların beklentisi şu:  Bir an önce her şey değişsin…  Halbuki, getirdiğimiz kalıplar, çok uzun dönemlerde meydana geliyor.  Bazılarının   oluşması için pek çok yaşamlar yaşıyoruz.  Buna rağmen istiyoruz ki birdenbire her şey değişsin.  Buna da en çok bizim kendi bilinçdışımız itiraz ediyor ve o kadar kolay değişmek istemiyor.  Durum ne kadar kötü olursa olsun (size kötü davranan bir evlilik içerisinde olun,  fiziksel olarak taciz ediliyor olun, aşağılanan bir durum içerisinde olun, o bizim bildiğimiz bir durum olduğu için biz onu kolay kolay terk etmek istemiyoruz.  Acılarımıza çok fazla bağlı kalırız ve beynimizde acı ile beraber üretilen hormonlara bağımlı hale geliriz.  Zaten toplumumuza bakarsan, ne kadar çok acıdan beslenen bir toplum olduğumuzu görebilirsin.  Şarkılarımıza, dizilerimize her şeye bu yansıyor.  Tümünü dinleyip, izledikçe bu duyguyu tatmin ediyoruz.  O, duyguların vermiş olduğu hislere bağımlı hale geliyoruz.  Onun içimizde yaratmış olduğu duygu durumlarına bağlı hale geliyoruz.  O zaman neyi anlıyoruz?  Bunun bir süreç olduğunu ve bu sürecin de danışandan danışana değiştiğini.  Yeter artık! Dediğin noktada, çok büyük değişimler oluyor.  Yani bardağın taşma noktasına gelinceye kadar kişinin hayatta pek çok süreçlerden geçmesi gerekiyor. 

Uzmanın rolü neydi?  Danışana eşlik etmek, doğru yerlerde doğru soruları sormak. Çünkü kişi, acısı ile o kadar özdeşleşir ki ondan ayrılamaz.  Oradaki    durumu ile eş koşar. Terapistin görevi, O’nu, eş koştuğu şeyden çıkarmaktır.  Onu ayrıştırır, dışarıdan baktırır ve böylece O kişinin dışarıdan bakarak bir anlayış geliştirmesini sağlar.  Hipnozda bu olmaz.  Çünkü bağlantıları kişi o anda göremez.  Siz bir telkinde bulunursunuz.  Diyelim ki, sigarayı ya da herhangi bir davranışı yapmayı bıraktı.  Ama kişinin önce bilmesi gereken, neden o davranışı yaptığıdır.  Ya da mesela bize gelenler hep: “Neden aynı insanları çekiyorum?” “Niye hep aynı kadınları ya da niye hep aynı erkekleri hayatıma alıyorum?” diye sorarlar.  Ya da “Beni hep değersiz hissettiriyor.”  Biz hep karşımızdakini suçlarız.  “Bana hep şöyle hissettiriyor.  Bana şunu yapıyor.  Beni öfkelendiriyor.”  Gibi…  Halbuki bunların hepsi, bizim kendi içimizde oluşur. 

Ve terapistin rolü:  Seni ondan ayrıştırmak, farklı bir bakış açısıyla dışarıdan baktırtmak, daha sonra ona kaynak yüklemek  (çünkü bizim varlığımızda o kaynaklar var)  En etkili ve en güzel dönüşüm sağlayan terapilerin içerisinde bu sistem mevcut.  Ayrıştırmak, gerekli temizliği yapmak (onun neden olduğunu ve bağlantıları görmek),  kaynak yüklemek ve tekrar onun içerisinde bütünleşmek.  Çünkü o parça, bizim parçamız.  İster buna geçmiş yaşam deyin, isterseniz Jung’un dediği gibi kollektif bilinçten çekiyorum deyin, isterseniz bilinç altımızın ya da bilinç dışımızın uydurması deyin.  Çünkü genelde insanlar:  “Ya, ben bunu uyduruyor muyum?”  derler.  Biz deriz ki:  Bırak, uydur!  Senin bu öfkenin bir filmvari hikayesi olsaydı, bu nasıl bir hikaye olurdu?  Çünkü görüyoruz ki;  doğru ya da yanlış değil, geçmiş yaşam değil, uydurma ya da değil.  Biz onu çözdüğümüz zaman, kişinin problemi çözülüyor.  Önemli olan, öykünün kendisi değil, sonuçta bilinç dışının bize ne mesaj verdiğidir. 

Şimdi, Regresyon uzmanı olmak ve bu çalışmaları yapabilmek için tabii ki eğitimler alınması gerekiyor.  2006’da Avrupa Regresyon Terapistleri Birliği, Avrupa’dan gelen ya da bu alanda kendisi el yordamı ile çalışan 30 uzmandan oluşan bir toplantı düzenledi.  Biz de iki arkadaş, Frankfurt’taki bu toplantıya gittik ve birden kendimizi yönetimde buluverdik.  Biz çalışmaya gitmiştik halbuki.

Bu süreç, bizler için çok öğretici oldu.  Ben Yönetimde 6 sene bulundum.  30 kişi ile başladık, şu anda 300 kişiyiz.  O kadar genişledi ki, tüm dünyadan da bu alandaki uzmanları kapsadı.  Oradaki amaç da şuydu:  Bunu yapan insanlara belli kriterler getirmek ve sürekli eğitimi sağlamak.  Çünkü bu hakikaten çocuk işi değil.  Ve siz, insanlar için çok özel ve çok hassas olan noktalara dokunuyorsunuz ve bunun gerçekten de ehil ellerle, bilinçli bir şekilde yapılması gerekiyor. Bu anlamda da her sene sürekli toplanıyoruz, bir araya geliyoruz, birbirimizi eğitiyoruz.  Hatta 2011’de Kuşadası’nda 4. Dünya Kongresini de gerçekleştirdik.  Ben oturum başkanlığını yaptım.  29 ülkeden 130 uzman geldi ve birbirleri ile tekniklerini paylaştılar.  Böylece, farklı teknikler öğrenerek, yelpazenizi genişletmiş oluyorsunuz.  Çünkü herkes, patır patır geçmiş yaşamlarına gidecek diye bir şey yok.  Bazen de bizi en çok etkileyen bölümler bu hayatımızda oluşuyor.  Bu yaşam Regresyonu da çok önemli. 

Uzmanlara ulaşmak için ise, iki merkez mevcut.  Bir tanesi, Amerika’da Sertifikalandırma Komitesi var (İnternational Board for Regression Therapy, ibrt.org)  Orada, o ünite tarafından tüm dünyadaki sertifikalandırılmış uzmanların listeleri var.  Aynı zamanda eğitim programları da mevcut.  Ama biz, daha önce Avrupa diye başlayan ve daha sonra Dünya olup, genişleyen organizasyona da  (eart-association.org)  adresinde de hem öğrenci üyeler, hem de profesyonel olanlar ülkelere ayrılmış olarak var.  Biz gururla söyleyebiliriz ki orada,  Türkiye’den de sertifikalı, bu alanda eğitimlerini almış epeyce uzmanımız var.  Biz, onlara başvurmalarını öneriyoruz. 

Hasan “Sonsuz” Çeliktaş:

Herkes regresyon alabilir mi, herkese uygun bir teknik midir? 

Tülin Etyemez Schimberg:

Tabii ki herkese uygun bir teknik değil.  Uygun olmayanlar:  Şizofren vakaları, ağır psikotik durumda olanlar.  Yani aslında çalıştığımız insanlar; senin, benim gibi hayat içerisinde belli bir noktada ilerleyen, ilişkilerinde, iş hayatında, ailesinde bir takım blokajlar, sorunlar yaşayanlar.  Çok aşırı ya da derin kişilik ayrışmaları yaşayanlar değil.  Onların zaten başka uzmanları var. 

Ben burada bir örnek vermek istiyorum: Bir danışanım, sürekli sırt, bilek ve dizlerindeki ağrılar için bana başvurdu.  Doktora gidiyor, her türlü test yapılıyor fakat hiçbir şey bulunamıyor ve psikolojik deyip, yollanıyor.  Bunun üzerine biz, o ağrıların kökenine gittiğimizde, bir geçmiş yaşam anısı içerisinde:  köy basılıyor ve köyün erkeklerini topluyorlar. Kadınlarla çocukları ise o savaş olmadan önce başka bir yere gönderiyorlar.  Bu kişi, köyün liderinin eşi.  Erkekleri öldürmeye başlıyorlar.  Köydeki erkeklerin bir kısmı kaçınca, onların nerede olduklarını öğrenmek için lider eşini ele geçiriyorlar ve konuşturmaya çalışıyorlar.  O da konuşmuyor.  O’nu boğarak öldürüyorlar ve bir nehre atıyorlar.  Nehre attıkları yerde, sırtı kayalara çarpıyor.  Esas oradaki tetikleyici nokta:  Bütün bunlar, bugünkü hayatında O, 30 yaşına geldiği zaman birdenbire başlıyor.  Ve can alıcı nokta ise diğer hayatında öldüğünde de 30 yaşında…  Yani, yaş tetiklenmesi meydana geliyor.  30 yaşına geldiği anda bedeni, yaş tetiklenmesiyle o anıları taşımaya başladığı için ağrıları başlıyor. 

Yaptığımız şey ise şu:  Bütün öyküyü aldıktan sonra, ölüm anına gidiyoruz ve ölüm anında, O’na bir psikodrama uygulayarak, (oradaki pozisyonuna girip)  kayaların üzerinden O’nu alıp, “Artık öldün.” , “Artık o bedende değilsin.” , “Ve orada her ne olduysa, artık bitti!”  diyerek alıp, O’nu yana geçirmek. Ve kişi zaten o anının içerisinde.  Siz dediniz ya “Bedenim, hemen tepki vermeye başladı.”  Çünkü bizim anılarımız, düşüncelerimiz ve duygularımız.  Ve bunlar, aynı zamanda bedenimize de yansıyor.  Ve O’nun oradaki umutsuzluğu ve çaresizliği, sırtına yapışmış durumda.  Ve beden, diğer yaşamdaki o ölüm anını ve kayaları hatırlıyor.  Burada bedene diyorsun ki: “Artık öldün ve sen artık orada değilsin!” 

Ve o parçayı alıp bütünleştirdiğinde ve kişiyi oradan çıkartıp, o parçasıyla ilgili olarak  (ki bunları yaparken pek çok diyaloglarımız var) oradaki verememiş olduğu tepkileri verdiğinizde, çünkü beden orada kendisini savunamamış, çaresiz kalmış, yapabileceği şeyi yapamamış, bütün insanlar ölmüş… Orada pek çok döngü var.  Ve siz, bütün bu öyküyü tamamladığınızda, bedene soruyorsunuz:  Artık bu ağrıları taşımana gerek var mı? 

Bilinç dışı zaten onu çözdüğü için diyor ki:  Hayır yok! 

Ya da, o hayattan bu hayata ne getirdin?  Oradan buraya ne taşıdın?  O hayat şimdi seni nasıl etkiliyor?  Kaybederim diye Aileye sahip olmuyor örneğin. Diyelim ki orada çocukları öldü.  Kişi diyor ki “Ben çocuk sahibi olmayayım.  Kaybederim.” 
İşte bu döngüler, sizin bu hayatınızdaki ilişkilerinizi, bu hayatınızdaki seçimlerinizi etkiliyor.  Siz bunu çözdüğünüzde, bilinç dışı artık o döngüyü devam ettiremediğinde, fiziksel ağrılar kendiliğinden geçiveriyor.

M. Reşat Güner:

Aynen öyle.  Çünkü bilinç dışı çok katmanlı bir yapı.  Bizim zihnimiz de çok katmanlı bir yapı.  Bizim bir somatik zihnimiz var yani bedenimizin kendine has bir hafızası ve kendine has bir sinir sistemi var.  Enterit denilen bağırsaklarımızda ve kalbimizde yerleşen ayrı bir beyin var bedenimizde ve bunun taşıdığı bazı anılar var. Duyguların hiçbiri havadan gelmiyor.  Bazı insanların, bazı şeylere çok sivrilmiş yetenekleri var.  Onlar da havadan gelmiyor.  Ben müzisyen olduğum için müzik alanında dikkatimi çeken çok örnekler oluyor.  Gencecik çocuklar, o yaşta öyle bir olgunlukta ve öyle çalıyor ki o kadar sürede bunu öğrenebilmesi mümkün değil.  Onun için doğal olarak bunların arkasında tabii ki geçmiş yaşamlarda sarf edilen emekler var.  Ve bir şekilde bunlar birbirlerine bağlanıyorlar.  Dolayısıyla;  bu duygular, hisler, düşünceler, inançlar yani o bilinç dışı materyal, bizim farkında olmadığımız ama bizim kimliğimizi oluşturan o materyal, bizim için bilinir bir şey değil ve biz onun farkında değiliz.  Ona ait farkındalığımız yok ama yine de bizi hayatın içerisinde etkiliyor.   İşte bu noktada, eğer kişi kendi hayatında, geçmiş yaşamda tecrübe etmiş olduğu anılardan kaynaklanan blokajlar yaşıyorsa, Regresyon çalışmaları hedefi 12’den vuruyor.  Ve bu konuda çok ilginç ve çok otantik diyebileceğimiz durumlar var.  Yani bu çalışmanın nasıl isabetli olduğunu doğrulayan bazı vakalar var.  Şöyle ifade edeyim: Benim en azından bu şekilde olan 5 tane seansım oldu.  Danışan geliyor ve hiçbir şekilde Regresyon, geçmiş yaşam gibi konulardan konuşmuyoruz.  Bir takım problemleri için gelmiş ve daha 1. Seans…  Koltuğa oturuyor ve gözlerini kapatıyor.  O anda, problemi ile alakalı geçmiş yaşamının içerisinde.  Direkt…  Hiçbir şey söylememişiz daha.  Normalde geçmiş yaşam anılarını uyandırmak ve bu anıları çıkartmak için kişiye göre özel olarak uyguladığımız çeşitli yöntemler var ama biz hiçbir şey yapmıyoruz.  Gözlerini kapatıyor ve onun içerisinde…  İşte bu bize neyi gösterir?  Hiçbir konuşma yok, hiçbir ön bilgi ya da bilgi yok.  Bu demektir ki: insanların yaşadıkları problemlerin arkasında bir takım anılar var.  İşte bu anılar bazen bu şekilde ortaya çıkartılır ve az önce Tülin’in de özetlediği şekilde bunların üzerinde çalışılır.  Dolayısıyla sorun kalmaz.  Bunun etkisi de o kişinin hayatında çalışmaya devam ediyor.  Zaman zaman tek bir seans yaptığımız insanlarda, bilinç dışı düzeyde yavaş yavaş orada meydana getirilen o enerjetik değişiklik derinse, o kişinin hayatında ve çeşitli düzeylerde kendisini yaymaya ve oluşturmaya devam ediyor.  Çünkü o enerjetik seviyedeki değişiklik orada yapıldığında, bir süre sonra beyin, sinir sistemi ve bedenin sinir sistemi onu hazmettikçe, ona uyum sağlamaya başlıyor.  Ve işte bunun adına, Dönüşüm diyoruz. 

Hasan “Sonsuz” Çeliktaş:

Bizler biraz bilgisayara benziyoruz ve bu bizim geçmişten taşıdığımız programlara benziyor.  Düşünün…  bilgisayarınız, zaman içinde ağır çalışmaya başlar.  Niye?  Çünkü diğer tarafta bir sürü program çalışıyordur ya da virüs girmiştir ve farkına varmamışsınızdır.  Size boşu boşuna enerji harcatır.  Ve siz, olması gereken performansı alamazsınız.  Regresyonu, bu gibi durumlarda o alt taraftaki çalışıp, boşa enerji tüketen programları ortaya çıkartıp, kapatma ya da temizlemeye çalışması gibi özetleyebiliriz diye düşünüyorum.  Sizlere verdiğiniz bu çok değerli bilgiler için çok teşekkür ediyorum. Söyleşilerimiz devam edecek…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...