Birden kendimi derKi’nin ilk sayısını yazdığım günde hissettim. O sayıda “her şey insan için” deyişinin altına saklanıp, insanları sömürüp soğurmada yine insanların ne kadar önde koştuğunu irdelemiştim kendimce.
Sevgili Sonsuz “bu ay kürtaj yazılacak onu da sen yap dedi” ve ben yine aynı soruyu sormaya başladım. Soru “her şey insan için mi?”.

Var olan yasaların genellikle insanları korumak adına çıkartıldığı savunulur. Bana kalırsa asıl amaç insanları korumak değil yönetmek, baskılamak, soru sormalarını engelleyip, başa geçebilenlerin istedikleri gibi diğerlerini kullanmalarına, sömürüp var olan kaynaklarını soğurmalarına olanak sağlamaktır. Becerebiliyorsan sen de başa geç…

Sözde insanı diğer insandan korumaya yönelik bu yasalar bazen çiftleşmek, üremek ve çoğalmak gibi son derece doğal bir olayı bile zapta rapta almaya yönelik oluyor. Bakıyorsunuz ülkenin birinde nüfus patlaması var, doğum kontrolü sadece teşvik edilmekle kalmıyor, aile başına bir çocuktan fazlasına izin vermeyen yasalar bile çıkarılıyor. Bir bakıyorsunuz bir başka ülkede nüfus yetersiz, üreme azalmış ve halk giderek yaşlanıyor, devlet adamları “haydi bakalım, çocuk yapın para verelim” diyor. Aynı enerjinin iki karşıt ucunu tutan bu ülkelerin hepsi “her şey insan için, biz halkımızı koruyoruz” diyor.

Daha aşırı uçlarda olan ve recm etme cezasına kadar uzanan yasalarıyla ünlü olan devletlerin de aynı söylemin arkasına saklandığından söz etmeye bilmem gerek var mı?

Doğum kontrolünü yeterli derecede yerleştirememiş ülkelerde etkin bir kontrol yolu olarak kürtaj da kullanılıyor. Aslında çeşitli nedenlerle anne sağlığına hatta yaşamına yönelik tehdit oluşturan gebeliklerde, anneyi korumak adına yapılan kürtaj işlemi, daha sonra istenmeyen çocukların ortadan kaldırılması için de oldukça uygun görülen bir yol olmuş. (Görüyorsunuz değil mi “her şey insan için” söylemi burada “her şey annenin sağlığı için” şeklini almış durumda.)

“Her şey insan için” diyen büyüklerimiz, belki kendileri de rahat etmek istediklerinden içeride canlı duran bebeğin alınmasına izin veren yasaları da çıkarmışlar sonunda. Anne sağlığı tehdit altına girmeyecekse ve bebek henüz bizim anladığımız biçimini almaya başlamamışsa ailenin özgür seçimine uygun olarak aldırılabilir. Yani bir çok ülkede, yasa koyucu kendi sistemi içinde yetiştirdiği hekimlerin beyanına uygun olarak “evet onuncu haftaya kadar olan gebeliklerde bebeğin aldırılmasında anne sağlığına yönelik bir tehlike yoktur” dedi ve kürtajı serbest bıraktı. Çocuğun durumu ise Allah’a kaldı. O henüz canlı sayılmıyor ki…

Elbette kürtaj yasal olmadan önce de uygulanıyordu ve gizlilik yüzünden bazı uygunsuz koşullarda da yapılıyordu ve “en iyisi madem her halde yapılıyor, bari yasallaştıralım” dediler bazıları. Böylece hijyen ve ekipman konusunda uygun koşulları sağlamak ve hiç olmazsa annenin yaşamını korumaya almak olanak kazandı. Bu yasaları çıkaranlara tüm yaşamı kurtulan anneler adına teşekkür ediyorum.

Belki de “her şey yaşamakta olan, annesini ve babasını bir şekilde atlatıp, ille de doğacağım diye tutturmuş ve dünyaya gelmeyi yasalara rağmen başarmış canlı insan için” şeklinde değiştirseler iyi olur. J Kürtajın yasal olarak uygulanabilmesi yüzünden dünyaya gelemeyen çocuklar için de birileri teşekkür eder mi acaba?

Şimdi ben böyle söyleyince sakın beni kürtaj karşıtı ve önüne gelen her şeyi yerden yere vurarak eleştiren biri olarak görmeyin dostlar. Ne yazık ki benim de bu yasalardan nasibini almış bebelerim var. Umarım kendi dünyalarından bana “iyi gözlerle” bakıyorlardır. Ben işin bu yönünü yasa koyucunun ve onunla işbirliği içinde olan kişilerin vicdanına bırakıp, benim şu anda baktığım yerden gördüklerimi anlatmak istiyorum.

Anlayacağınız bu yazıda amacım birilerini yargılamak değil. Kürtajla ilgili içsel dünyamda yaşadığım çelişkileri ve o çelişkilerim sonucu ulaştığım görüşleri dayandırdığım temeli paylaşıyorum işte öylesine.

Yazılarımda sık sık Bert Hellinger ve onun önce Avrupa’ya sonra tüm dünyaya yaydığı Aile Dizimlemesi Yöntemi’nden söz eder dururum. Bu kişiye saygım sonsuz. Düşünsenize onun yöntemi ile tanışana dek neredeyse hiç tartışmadan olduğu gibi kabul ettiğim pek çok gerçekle yeniden yüzleşmek durumunda kaldım. Bu yüzleşmeler yaşama bakışımı ve hayata dair tüm düşüncelerimi derinden sarstı. Bir yanım çok daha hoşgörülü olurken öte yanım, kendi yanlışlarım da dahil sayısız toplumsal hatamızı anlamaya başladı.

Kürtajla yaşamlarına son verilen çocuklarla ilgili görüşlerim de bu sistemi tanıyıp kendi yaşamımda da sonuçlarını gördükten sonra tamamen değişti. Bert Hellinger herhangi bir birlikteliğin asıl –ve gizlide kalan- amacının çocuk yapmak olduğunu savunuyor. Bir yerde “seks sevgiden üstündür” diyor. Siz kendi öğrendiğiniz doğrulara göre bakınca adama kızıyor, küplere biniyorsunuz, o ise hiç sükunetini bozmadan “ne kadar saf ve temiz olursa olsun, salt sevginin hiçbir meyvesi olmaz, istediğiniz kadar birbirinizi sevin, aşık olun, bundan meyve çıkmaz, oysa seksten çocuk doğar, o yüzden seks sevgiden öncedir” deyip, tüm öğrendiklerinizi allak bullak ediyor. En azından bana öyle oldu.

Elbette cinsel ilişkide tek amaç çocuk yapmak değil. Taocu öğreti, cinselliğin de tıpkı yaşamın tüm diğer alanları gibi dişi ve eril enerjilerin bitmeyen savaşının iki cins insan arasındaki tezahüründen söz ediyor. Bu öğretiye göre amaç fiziksel boşalmaya ulaşmak değil, tam tersine karşı tarafın boşalmasını sağlayarak savaşı kazanmak. Bir başka deyişle, işi mastürbasyon sanıp boşalan taraf savaşı kaybediyor.

Sevişme ne kadar uzun sürer, iki ayrı bedendeki enerji alanları ne kadar birbirleriyle temas halinde olursa, eril enerji ile dişi enerjiler o kadar süre boyunca birbiriyle kaynaşıyorlar. Bu durum partnerlerin kendi içlerindeki karşıt enerjiyi harekete geçirip daha yüksek bir enerji dengesine ulaşmalarına yardım ediyor. Ayrıca dişi/erkek enerjiler arasındaki bu savaş ortaya Qi denilen ve hareketten doğan yaşam enerjisinin bolca çıkmasına da sebep olduğundan cinsellik aynı zamanda yaşamı destekliyor. Ben cinsellikten sonraki fiziksel reaksiyon sonucu ortaya çıkan bebeğe kadınla erkeğin birlikte ürettiği yaşam enerjisinin bedenlenmiş hali diyorum.

Bu açıdan baktığımızda Bert Hellinger’in söyledikleri o kadar da kötü görünmemeye başlıyor. Üstat, herhangi bir ilişkinin kürtaj yoluyla bebeğin alınmasından sonra fiilen sona erdiğini iddia ediyor. Ona göre birbirleriyle birlikteliğe söz vermiş olan bu iki insan birlikteliklerinin asıl meyvesini ortadan kaldırarak daha önce verdikleri tüm sözleri iptal etmiş oluyorlar. Ayrıca, ilişkiyi sürdürmek isteyen çiftlere, olaydan hemen sonra temsili bir birlikteliği yineleme sahnesi yaratmalarını öngörüyor. Bunun yapılmaması halinde, kısa bir zaman sonra evliliğin kağıt üstünde olmazsa da yaşam içinde gerçekten sona ereceğini savunuyor.

“Birliktelikten doğan bedenlenmiş yaşam enerjisini ortadan kaldırdığınızda, o birlikteliği destekleyen ve besleyen enerjide azalma olur bu yüzden kısa sürede ilişki sona erebilir” de biçiminde de açıklayabiliriz bu durumu.

Birçok dizimleme seansına katılmış ve bir çoğunu da yönetmiş bir insan olarak, ben Hellinger’in savını tutarlı ve haklı bulduğumu söylemeliyim. Siz kendi özgür seçiminizle ister onaylayın ister reddedin. Bana sorarsanız, bu konu üzerinde biraz daha düşünün. Hatta saçma bile bulsanız, işinizi sağlama alıp, eşinize, partnerinize temsili bir ritüelle[1] “yeniden birlikte olma kararı almayı” önerin. J Ne kaybedersiniz ki? Neyse biz dönelim konumuza…

Kürtaj sonrasında iş sadece birlikteliğin fiilen sona ermesiyle kalsa, “eh, özgür seçim gezegeninde yaşıyoruz, seçtiklerimizin bedeli neyse öderiz” der geçerim. Ne yazık ki iş o kadarla kalmıyor.

Tam da şu anda Radyo derKi dinliyorum ve bir sanatçı “kaza ile kaza olmuş şu dünyaya gelişim” diyor. Bu şarkıyı ilk kez duyuyorum. Rastlantının bu kadarı… (Editörün notu: Şarkı Ömer Aysan’ın söylediği “Mış Mış”. Sadece Radyo derKi’den dinlenebiliyor bu şarkı, çünkü maalesef başka bir yerde kaydı yok.)

Bazen öyle durumlar yaşıyoruz ki, çocuk kazayla oldu sanıyoruz hepimiz. Gerçekten kaza sanmamız gerektiğinde, ya doğum kontrol hapını almayı unuttuğumuzdan, ya rahim içi araçta sorun çıktığından gebe kalabiliyoruz ve buna da “görünmez kaza” diyoruz. Oysa evrende rastlantı diye bir şey yok diyen öğretiyi içselleştirebilsek, o kazayla gelen bebeğin aslında belli bir plana uygun olarak bedenimize yerleştiğini de görebiliriz sanıyorum. Yani öğreneceklerimiz varsa, “Plan C” ortaya çıkıyor ve birden istenmeyen kaza gebeliğiyle yüzleşiyoruz…

Hal böyle olunca ne yapalım, ya tek ebeveyn olmaya hazır değiliz, ya maddi ve manevi olarak ona tüm istediklerimizi verebilecek durumumuz yok, ya eşimiz/diğer çocuğumuz/annemiz/babamız/kardeşimiz hasta ve şimdi ona zaman ayırmalıyız. Haklı sebeplerimiz olmazsa kürtaj yaptırır mıyız?

Çocuk bu! Yetişkin gibi düşünemiyor ki… Pek çok kez “uygun ortamı buldum ollleeee dünyaya gidiyorum, oyun alanına ineceğim” diye sevinen bebeğin yolunu kesiverince, o da kaprise giriveriyor. Anlar mı o sizin haklı sebeplerinizden?

“Madem siz beni istemediniz, ben de size buradan hiç iyi gözlerle bakmayacağım, hoş enerjiler göndermeyeceğim, anneme babama küstüm ben” dercesine devam ediyor ruh kaprisli şımarık çocuk yoluna. Hele bir de daha ileri bir tarihte başka çocuk yaparsanız, yukarıdaki yerinden “hem beni istemediniz geri gönderdiniz, hem benim yerime başka çocuklar yaptınız, küsüm işte ben size, kardeşim de iyi olmasın” dercesine davranıyor. Anlayacağınız ruh (bilinç) dediğiniz ölmüyor ve bir yerlerde yoluna devam ediyorsa eğer, kırgınlık içinde de yapabiliyor bu yolculuğu.

Kürtajdan kısa bir zaman sonra, oluşan yeni koşullar uygun görünüp dünyaya bir bebek getirdiniz ya! Aldırılan ve kırgın büyük kardeşin yolladığı titreşimler sürekli bir şeyden habersiz ve suçsuz küçük kardeşin yolunu kapatıyor ve yeni doğan bebek daha ilk günden türlü aksiliklerle başlıyor yaşamına. Ne yapsa, nasıl yaşasa bir türlü yerleşik, sağlam bir plan tutturamıyor. Başarısızlık, yetersizlik, çaresizlik duyguları içinde geçip gidiveriyor yaşamı. Sebebini hiç bilemiyor bu aksiliklerin. Ne iyi bir evlat oluyor, ne sağlıklı bir ebeveyn, ne de başarılı bir iş yaşamı kurabiliyor kendisine. Bana sorarsanız bu da sizin “kaza” dediğiniz ve rastlantısal gibi duran planın bir parçası. O ruh (bilinç) bu durumun üstesinden gelmeyi seçerek yani en içte, en derinde bu durumu bilerek geliyor aslında dünyaya ve özellikle sizin ailenize.

İstediklerinden/beklentilerinden biri de kürtaj yaptırmanızın sorumluluğunu görüp ele almanız ve kardeşinin kaderini onurlandırarak kendi yolunu açmanız.

Bu arada sizin “o hiçbir şey anlamaz daha çok küçük dediğiniz” ve bu kürtajdan önce doğmuş çocuklarınız varsa, onlarda da sebebini bilemedikleri bir “eksiklik duygusu” ortaya çıkıyor. Nedenini ve ne olduğunu bile bilemedikleri bir özlem duygusu içinde yitip gidiveriyor günleri sessizce. İçlerinde asla doldurulamayan bu boşluk duygusuyla yaşarken “neden” sorusunu soruyorlar kendilerine sık sık.

Arka plandaki tehlike çanlarını duyuyorsunuz. Anlamı? Gizli plan işbaşında… Bu kardeş de, ileride istenmeyen gebelikler konusunda daha dikkatli olması gerektiğini öğrenmeyi mi seçti acaba? Ya da “eksiklik duygusu ile baş etmenin 10 yolu” kitabını mı yazacak büyüyünce? Kim bilir belki de sadece “tevekkül içinde evrensel planı kabul etmeyi” öğrenmek durumundadır.

Bütün bu yazdıklarımın her kürtaj edilen çocuk için geçerli olmadığını, bazı ruhların sessiz bir olgunluk içinde kaderlerine razı gelip yollarına sevgiyle devam ettiklerini de anımsatmak isterim. Bazılarınınsa daha yarı yolda korkup, oyun alanından geri çekilerek kendi başlarına dünyadan ayrılamadıkları için, sizi böyle davranmaya zorlayacak enerjileri hissettirdikleri de yabana atılmayacak başka bir gerçeklik olasılığı.

Özetle, “pek çok ailenin hiç önemsemediği kürtajla alınan çocuklar, tüm ailenin yaşamında asla konuyla bağdaştıramayacakları pek çok soruna sebep olabiliyor” demek istiyorum. Tıpkı tüm Aile Dizimleme çalışmalarında, kürtajla alınan çocuklarla yüzleşme ritüelinde söylediğimiz gibi “o zaman daha iyisini bilmiyordunuz ve ne yazık ki bazı kereler kürtaj yaptırdınız” ise ve pişmanlık duyuyorsanız, şimdi oturup düşünme zamanıdır. Bayanlar; ya tekrar gebe kalmayın, ya da kalırsanız –bence- aldırmamaya çabalayın. Baylar; partneriniz her ne derse desin koruyucu olmadan birlikte olmayın ki istenmeyen bir durumla karşılaşmaktan kendi iradenizle korunabilesiniz[2].

Belki de siz çok adalete inanan bir yapıdasınız ve bütün bu yazdıklarımın adalete aykırı olduğunu düşünüyorsunuz. İşin aslını isterseniz insanların uydurduğu ve tartışmasız doğru kabul edilen adalet anlayışına sahip olduğum zamanlarda ben de böyle düşünüyordum. Oysa asıl adalet mekanizmasının bizim öğrendiğimiz ve işimize öylesine geldiği için kolayca kabul ettiğimiz dişe diş, göze göz tertibi ile hiç ilgisi olmadığını düşünüyorum. Hatta, “ben babanın günahını oğulda ve hatta yedi nesilde arayan kıskanç bir Allah’ım” diyen Tevrat’taki ayetin bile asıl adalet mekanizmasını yeterince açıklayamadığına inanıyorum.

Kürtaj yaptırmayı ve bunun getiri ve götürüleri ile yüzleşmeyi seçtikse, derin ve asla şaşmayan evrensel adalet mekanizmasının bize daha önce göremediğimiz ve başka nesillerin de göremediği kendi soyumuzla ilgili bazı gerçekleri görmek için şans tanıdığını, bizden önceki nesillerde sıkışıp kalmış enerjileri araştırmamız için bu yolla bir fırsat tanındığına inanıyorum. Yani asıl adalet mekanizmasının intikam değil, sevgi ile sunulmuş fırsatlardan oluşturulduğunu doğru kabul ediyorum.

Bütün bunlar benim kürtajla ilgili şu anda var olan görüşlerim ve hepsi de beni bağlar. Sizler, bütün bu söylediklerime deli saçması deyip geçebilirsiniz. Beni fazla optimist bulup, Polyanna’ya öykünen bir aptal addedebilirsiniz. Bazılarınız ise, sorumluluk taşımamak için, kaçmaya yol hazırladığımı düşünebilirsiniz. Görüşünüz ve inancınız nasıl olursa olsun, derin bir anlayışla karşılar özgür seçimizin önünde saygıyla eğilirim.

Yine de, “yaşamda en büyük düşmanlarımızdan birinin kendi egomuz olduğunu anımsatmama izin verin. Egomuz zihnimizle aynı paralelde kalıp, karşılaştığımız her olayı mantık çerçevesine yerleştirmeye çabalar. Egomuz bizi korkutarak ve suçluluk duygularını sevgiyle kabul ederek, körüklenen bu korkuyu kullanabilenlere boyun eğdirmeye çabalar. Böylece egomuz yalnızca zihnimizi değil, bizimle ilgili tüm yönetimi ele geçirebilir kolayca. Kürtaj da tüm diğer olaylar gibidir zihnimiz için. “Neden kürtaj?” sorusuna son derece mantıklı yanıtlar getirerek asıl sorunu gözünüzün önünden kaldırıverir sessizce.

Böylece her nasılsa bütün bu bilgilere doğal biçimde sahip olan yasa koyucunun sizi istediği gibi yönetirken aslında “her şey insan için” söyleminin altını oyduğunu göremezsiniz. “Memleket büyük, nüfus küçük, çocuğu destekle, memleket küçük, nüfus büyük, kürtajı öner…” böyle sürüp giden bir döngüde, var olan tüm nesiller birkaç aileye çalışıp durur, onlar isteyince çoğalınır, istemeyince azalınır. Ohhh ne ala! O birkaç aileye hizmet eden devlet adamlarınız da sizi korkutarak yönetmeye devam ederler. Bu insanların “her şey sizin için” söylemleri arasına sıkıştırdıkları yasaların korku enerjisini destekleyip, aslında özgür seçimlerinizi ellerinizden aldıklarını anlayamaz olursunuz. Bütün bu oyunlar olmazsa dünya sıkıcı mı olur acaba?

Egonuza sizi istediği gibi yönlendirme izni vermeden yukarıdaki açıklamaları düşünmeye biraz aman ayırır mıydınız?

[1] Bunu uygulamak isterseniz, partnerinizi ya da onu temsilen bir kişiyi karşınıza alın, “bu bebeği aldırdıktan sonra fiilen sona eren birlikteliğimize yeniden başlamak istiyorum. Benimle yine berabere olur musun?” deyin. Karşınızdakinin size “evet seninle birlikte olmayı istiyorum” demesini sağlayın. Sonra tekrar söz alın “benimle birlikte olmayı seçtiğin için sana çok teşekkür ediyorum, önünde saygı ile eğiliyorum” deyin ve belinizi öne bükerek gerçekten eğilin. Sonra aynı şeyi partnerinizin de yapmasını sağlayın. Yani o da sizin önünüzde saygı ile eğilsin. Eğer taraflardan biri bunu yapmakta zorlanırsa, o birliktelikte saygı sorunu olduğundan, eğilemeyen kişiye biraz süre tanıyıp, ritüeli yinelemekte yarar görüyorum.

[2] Bu arada ister kürtajla bebeğini aldıran bir anne, ister partnerini bu işe zorlamış bir baba, isterseniz bu konuda çalışmış, kendine düşen pay yüzünden pişmanlık duyan bir doktor olun. Hiç merak etmeyin, her derdin olduğu gibi bu derdin de çözümü var. Dileyenleriniz Bert Hellinger Enstitüsü Türkiye Temsilcisi Sayın Psikolog Mehtmet Zararsızoğlu’na, onun sistemini katı bulanlar Aile Sergisi adıyla bu işi yapmak adına Almanya’dan ülkemize dönüp yerleşen Sevgili Halise Baydar’a, yok ben Alman ekolü istemem, farklı bir şey yeğlerim diyenleriniz, yıllar içindeki bilgimi de katıp geliştirdiğim ve “ZSG Derin Dengeleme” adını verdiğim temelde aynı ve uygulamada farklı ve gerçekten daha derinlerde çalışan bir yöntemle çözüm arayışında olan bana başvurabilirsiniz. Reklam gibi olduysa da ama bu kadarcık reklamı hak ettim sanırım.

Zeynep Alan Sevil Güven