Hayatınızda hiç karnınızda yoğun bir kasılma hissettiniz mi? Peki bu kasılma sonrası bedeninizi panik, korku, endişe, kızgınlık, kırgınlık, öfke, şiddet gibi duygulardan birisi ya da birkaçı birden sardı mı? Birisine vurmak, hatta onu öldürmek istediniz mi bu duyguların peşi sıra… Gözleriniz karardı da kendinizi tanıyamaz hale geldiniz mi hatta… Dilinizden lanetli cümleler döküldü mü? Bıçak gibi kullanıp o dili karşınızdakinin üzerinde delikler açtınız mı o anlarda… Aslında daha da çeşitlendirebilirim yapabileceklerinizi o kasılma sonrasında, nitekim insanlık tarihi boyunca neler yaptı atalarınız neler… Ama itiraf edeyim, tüm bunların ardındaki sebep benim… Gölge, karanlık, kötülük, şeytan… Sayısız adım vardır benim… Şimdiyse bir insanoğlunun içindeki beni fark edişinin hikayesini okuyacaksınız…

Bölüm 1

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

Terapist, koltukta oturup gözlerini kapatmış adama sordu: “Söyle bakalım, bedeninin neresinde bir yoğunlaşma hissediyorsun?” Bu, adamın artık iyi bildiği üzere birlikte gerçekleştirdikleri regresyon terapilerinin başlangıç cümlesiydi. Fakat o, daha Terapist’i bu cümleyi kurmadan önce görmeye başlamıştı vizyonları. Hatta karnının üzerinde siyah bir bulut vardı kaç gündür. Ruhsal metan gazı diye nitelendirmişti bu kısılıp kalmış dumanı. Aslı neydi bilemiyordu, ama çalışmaya girmeden önce Terapist’e bahsetmişti bu dumandan. Fakat şu anda karnından bıçaklanan bir adamın görüntüsü geliyordu gözlerinin önüne. İtalya’da olduğunu biliyordu. 1400’lerde olduğunu biliyordu. Bir kıyı şehrinde olduğunu biliyordu. Fakat görüntüler çok belli belirsizdi. Son dönemlerde para sıkıntısı yaşıyordu ve bu görüntüler ona, acaba Venedikli bir tacirdim de orada bir şeyler yaşadım da onun işareti mi bu, diye düşündürtüyordu.

Karnım kasılıyor diye yanıtladı Terapist’in sorusunu. Ama ne kasılmaydı bu öyle, resmen kıvranıyordu olduğu yerde. Terapist, “Bu duygunun içinde kal bakalım” dedi. Ama kalması öyle kolay değildi, çok zorlanıyordu nefes almaya bile. Karnımdan bıçaklıyorlar beni dedi. Terapist eline bir sopa alıp, bıçaklar gibi soktu adamın karnına: “Şimdi nasılsın?” diye sordu sonra. Kasılma halen devam ediyordu, ama hafifler gibi olmuştu. “Hadi o zaman, bu karnındaki kasılmanın kaynaklandığı hayatına gideceğiz, hazır mısın?” deyip saymaya başladı. Adam, Venedik taciriyle tanışacağız düşüncesiyle kendini bu görüntülere hazırladı. Terapist, “Bir iki üç” dedi ve üçün duyulmasıyla birlikte görüntüler akmaya başladı.

Vatikan – Ortaçağ’da bir zaman

Kardinaller kendi aralarında konuşurken Papa tavanı izliyordu. Ne muhteşem bir manzaraydı. Ne büyük zenginlikti. Üzerindeki kıyafetlere baktı. Gücün üzerine yapışmış haliydi o kıyafetler. Güç… Güç… Güç… Ömrü boyunca hep bunu istemişti. Daha yetimhaneye bırakılmış küçücük bir çocukken başlamıştı güç arzusu onda. Sonra kilisenin himayesine girmiş ve zekasıyla hızla ilerlemeye başlamıştı. Küçücük bir kiliseden, tüm Katolik dünyasının liderliğine… Yolculuğu onlarca yıl sürmüştü ve o artık yaşlı bir adamdı, ama ne gam. Kendisini gücün bedenlenmiş hali olarak görüyordu o. Tek bir sözüyle ülkelerin kaderini değiştirebiliyor. Yüzbinleri ölüme yollayabiliyordu. Zengindi. Hem de çok zengindi. Ama onun derdi sadece güçtü, zenginlik o güce giden yoldaki araçtı sadece. Güçlü bir ailenin himayesine girdiğinde zaten zenginliği de bulmuştu artık. Soylu ailenin başı, bu genç rahipteki zekayı ve hırsı fark etmiş, onu desteklemeye karar vermişti. Hatta onun geçmişini bile silmişti o aile, o kadar güçlülerdi. Bir gün genç rahip en tepeye çıktığında ise elbette ki yatırımlarının karşılığını alacaklardı…

Yıllar ilerlemiş ve sonunda Katolik dünyanın tepesinde buluvermişti işte kendini. Hak ederek gelmişti buraya. Çok çalışmıştı, çabalamıştı. Yo hayır! Tanrı için değil. Kendisi için çalışmıştı sadece. Tanrı sadece bir araçtı. İnanmazdı, aldırmazdı bile hatta ona. Tek derdi güçtü ve bu yolda her şey kullanılabilirdi; Tanrı da bu şeylerden birisiydi sadece. Gerektiğinde rüşvetle, kimi zaman birilerinin ayağını kaydırarak veya doğrudan suikastle, birçok karanlık ilişkiyi kullanarak gelmişti bu noktaya ve şimdi üzerinde bembeyaz cübbeyle oturuyor, dinliyordu kardinallerinin konuşmasını… O, gücün dünyada bedenlenmiş haliydi ve bundan müthiş zevk duyuyordu…

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

Koltuktaki adam, üzerindekileri ve etrafında gördüklerini tarif ediyordu. Terapistin üç demesiyle birlikte önünde bir tünel açılmış sanki ve kendini bir anda bambaşka bir mekanda bulmuştu. Duvarlar çok şatafatlıydı, üzerindeki kıyafetler de… Üzerimde beyaz bir cübbe var ve çok ama çok güçlü bir adamım… cümleleri döküldü dilinden ve sonra bir anda kim olduğunu anladı, Ben Papayım! Evet, ben bir Papayım… diye haykırdı.

Vatikan – Ortaçağ’da bir zaman

Konuşmalar halen devam ederken yaşlı Papa geçmişine doğru ilerledi düşüncelere dalıp… Bu noktaya nasıl geldiğinin hikayesini hatırlayıp böyle keyiflenirdi zaman zaman, ama o anda aklına eski kilisesi ve onun rahibi; sapık rahibi aklına geldi aniden. Çocukluğu boyunca tecavüz etmişti adam ona ve sesini hiç çıkartamamıştı. Gidebileceği hiçbir yer, yapabileceği hiçbir şey yoktu. Her seferinde dişini sıkıp, işini bitirmesini bekliyordu o sapığın. Ama her birinde de atıyordu bir çentik ruhundaki duvara. Zaten gücü ilk geçirdiğinde de hesabını toplu halde kestirmişti o rahibin. Önce kiliseden aforoz ettirmişti. Sonra da adamlarına ırzına geçin onun emrini vermişti. Fakat bununla da yetinmemiş ve İtalya’nın en gözü kara kiralık katillerini yollatıp onu parça parça ettirmişti. Sonra da köpeklere ve domuzlara yedirtmişti parçalarını… İmkanı olsa öte dünyaya geçer orada bile parçalatırdı onu, ama öte dünya var mı onu bilmiyordu, zaten umurunda da değildi. Tüm güç elindeydi ya…

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

Bu Papa ama zerre aydınlık yok içinde. Zifiri karanlık bir adam bu. Dini sadece kendine güç edinmek için kullanıyor. Yoksa güçten başka hiçbir şey umurunda değil onun. Offf nasıl bir karanlık bu…

Vatikan – Ortaçağ’da bir zaman

Sonra oğlu geldi aklına. Pardon piçi. Hayatında farklı hissettiği tek nokta o olmuştu. Hatta tek zaafı denilebilirdi oğlu için. Annesini kardinalken küçük bir kasaba ziyaretinde tanımıştı. Yörede bilinen bir şifacıydı genç kız. Çok güzeldi ve temiz bir insandı. Zaten o temizliği çekmişti onu ve kadına yaklaşmak istemişti bir şekilde. Fakat niyeti hemen algılanmış ve reddedilmişti. Siz bir din adamısınız, nasıl olur! sorusunu duyunca kararmıştı gözleri ve hiçbir şey söylemeden ayrılmıştı oradan. Sonra engizisyon görevlilerini yollatıp cadılık ihbarını araştırtmıştı sözde. Genç kızı hemen suçlayıp, sonra da yakalayıp hapsetmişlerdi. Diğerlerinin aksine yakmamışlardı ama kızı; çünkü kardinalin işi vardı onunla. Bir zindana kapatılmıştı genç kadın büyük şehre götürülüp ve kardinal canı istediğinde tecavüz ediyordu ona. Hem de büyük bir hırsla, kapkara bir nefretle… Derken hamile kaldı kadın. Normalde öldürün atın derdi, ama nedense bir şeyler onu tutmuştu. Bu çocuğun dünyaya gelmesi lazımdı sanki. Bunun bir zaaf olduğunun farkındaydı ve güç yolunda hiçbir zaafa yer yoktu; fakat yapamadı nedense, ölüm emrini veremedi kadının o anda ve çocuk geldi dünyaya…

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

Çocuk dünyaya geldikten sonra artık ihtiyacı kalmamış kadın ve öldürtmüş onu. Çocuğu da alıp gizlice büyütmeye başlamış. Hayatındaki tek aydınlık çatlak bu olmuş işte Papa’nın. Geri kalan yaptığı her şey karanlık…

“Peki o zaman hadi onun öldüğü zamana gidelim. Bakalım ne yaşanmış?” diyerek ilerletme komutunu verdi Terapist. Hikayeler uzar giderdi, fakat önemli olan hikayenin, danışan üzerinde yarattığı tıkanıklıkların şifalandırılmasıydı. Bu yüzden hikayenin ayrıntılarına değil de en önemli noktalarına ilerletirdi danışanlarını…

Karnından bıçaklıyorlar Papa’yı. Arkasından iki kişi tutuyor ve karnından bıçaklanıyor… “O zaman şimdi  öldükten sonrasına gidelim.” Hayır! Hayır! Ben ölemem! Ölemem ben! Ölümsüzüm! Öldüremezler beni! diyerek  titremeye başladı koltukta adam. “Bedeninden ayrılmadı mı?” diye sordu Terapist. Hayır! Hayır! Hayır! Ses tonu değişmişti artık adamın. Gırtladığından hırıldayarak ve tıslayarak konuşuyordu. Ölmedim, ölemem ben!

Vatikan – Ortaçağ’da bir zaman

Papa’nın karnından kanlar, mermerden zemini kırmızıya boyarken, ruhu çıldırmış haldeydi. Sürekli bedenine girmeye çalışıyordu. Öyle deniyordu olmuyordu, böyle deniyordu olmuyordu. Çevresinde ne var, ne yok hiç bakmıyordu bile. Tek istediği bedenine yeniden girmekti. Hiçbir huzur, sakinlik, hafiflik yoktu üzerinde. Bedeni, sadece bedeniydi istediği…

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

“Öldüğünün farkında değil mi?” dedi Terapist. Adam yanıtladı: Kabullenmiyor bir türlü. Ölümü asla kabullenmiyor. Bedenine girmeyi deniyor, giremiyor ve çıldırıyor resmen. “Hadi cenazesine gidelim o zaman, neler göreceksin?” Görüntüler hızla ilerledi… Çok büyük, şatafatlı bir cenaze töreni. On binlerce kişi katılıyor. Tabutunun başında ise oğlunu görüyor. Artık yükselmeye başlamış genç bir rahip o. Sonra kendini öldürten kişiyi de görüyor. Geleceğin papası olacak o ve öldürttüğü kişinin oğlunun da farkında. Ona iyi davranıp himayesine alacak ki babasının gücünden faydalanabilsin papalığı yolunda. Tüm bunları görüyor ruh ve çıldırıyor hiçbir şey yapamadığı için…

“Hadi onu karşımıza alalım ve şunları söyleyelim: Artık bunların hepsi bitti, sen öldün…” Çıldırıyor, çıldırıyor, bana saldırmaya çalışıyor ama yapamıyor… İşte o anda Terapist sihirli sorusunu patlattı: “Onun gözlerine iyi bak Hasan. O senin yaşadığın bir hayat mı, yoksa başkasının mı?” Adam durdu. Daha önceki çalışmalarından attachmentların ne olduğunu iyi biliyordu. Başka enerjilerin bir şekilde bir bağlantı sebebiyle, başka ruhlardan beslenerek bir nevi asalak yaşam sürdürmeleriydi. Geçmişte Papa olan bu varlık, onun bedeninden besleniyor olabilir miydi? Karşına aldı varlığı ve gözlerinin içine baktı ve dudaklarından şu sözler döküldü: Hayır, o ben değilim. Fakat bu konuştuklarımızın çok daha derininde bir şeyler daha var. Şu anda yüzeyde geziniyoruz. Oraya girmemiz lazım…

Terapist, “Tamam oraya da gireriz, ama önce yapmamız gerekenler var…”

Astral Boyut – Dünya Tarihi ile 14 Nisan 2014 Pazartesi

Yüzyıllardır kapalı kalmıştı bu boyutta. Araf diyordu kimileri burasına. Bedeniniz yoktu ve ruhunuz daha ötesine gidemiyordu da… Dünyadaki illüzyonlara kendilerini çok kaptırmış ruhların ızdırap alanıydı burası ve Papa yüzyıllardır hapis kalmıştı bu boyutta. Bir hayalet olmuştu deyim tam yerindeyse… Aradan uzun zaman geçtikten sonra, küçük bir çocukla bağlantıya geçmişti. Çocuk onun farkında değildi, ama onun da geçmişinden getirdiği bir şeyler sebebiyle Papa’nın enerjisi çocukla uyumlanmış ve Papa, onun enerjisinden beslenmeye başlamıştı. O kadar uzun zamandır kapalı kalmıştı ki bu boyutta, çocuktan aldığı enerji ona iyi gelmişti. Çaktırmadan da olsa beslenip durdu onlarca yıl ondan… Fakat şimdi o çocuk büyümüştü ve Papa’nın varlığının farkına varmıştı. Hatta gözlerini onun gözlerine dikmişti merakla ve şefkatle… Papa bir şeylerin değişmekte olduğunun farkındaydı… Her şey bitmek üzereydi ve bunu kabullenemiyordu bir türlü…

 

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

“Hasan, ilk ne zaman gelmiş hayatına bak bakalım?” diye sordu Terapist. Adam, aklına gelen ilk yanıtı hiç düşünmeden söyledi. Artık biliyordu ki regresyon çalışmaları esnasında, düşünceyi devreye sokmadan akla ilk gelen yanıtı söylemek gerekiyordu ve beş yaşında yanıtını verdi. “Beş yaşında ne olmuş, Hasan?” Annemle babam yine kavga ediyorlar ve bu benim enerji alanımda boşluk yaratmış. Bu enerji de gelip yapışmış bana… Ayrıca bana yapışmış olan tek enerji bu değil, başkaları da var. Ama hepsinin daha derininde bir şeyler var, oraya girmemiz lazım. Bu sadece üst yüzeyi görünenin…

Terapist “Tamam merak etme, gireceğiz oraya. Şimdi Papa’yı karşına al ve söylediklerimi tekrar et…”

Astral Boyut – Dünya Tarihi ile 14 Nisan 2014 Pazartesi

Artık büyümüş o küçük çocuk gözlerine bakarken, arkadan gelen konuşmayı da duyuyordu Papa. Nasıl ölebilirim ki ben, ölmedim, ölmedim, geri dönebilirim, dönebilirim… diye şiddetle direniyordu. Fakat karşısındaki varlığın ona bakışlarındaki şefkati görünce direnci gittikçe erimeye başladı. Sonrasında da yaşadığı tüm sahneyi değiştiren bir cümle yankılandı evreninde… “Hadi o zaman o varlığın, hayatında zarar verdiği herkesi karşısına çağıralım…”

Papa, arkasını döndü ve karşısında duran milyonlarca ruhla göz göze geldi…

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

Şu anda milyonlarca ruh var karşısında. Hepsi onun kararları yüzünden acılar çekmişler. İşkence görmüş insanlar, Haçlı Seferleri’ne katılmış askerler, savaşlarda ölmüş insanlar, halklar, yakılarak öldürülmüş kadınlar, siyasi düşmanı olup da öldürülmüşler… Milyonlarca varlık var karşısında şu anda…

Astral Boyut – Dünya Tarihi ile 14 Nisan 2014 Pazartesi

Boynunu eğdi. Onların yüzlerine bakamıyordu. Ne yaptığını çok iyi biliyordu. Önceden olsa görmezdi bile onları, hissetmezdi bile varlıklarını ama o yıllardır beslendiği çocuktan yayılan şefkat eritiyordu bütün savunmalarını. Birden dizlerinin üzerine çöktü ve affedin beni diye ağlamaya başladı… Karşısındaki kitle hareketsiz durmuş ona bakıyordu sadece… Derken arkadan bir ses yankılandı, çocuğun düşüncelerinden yankılanıyordu sanki o ses… “Artık her şey bitti, hepiniz bu dünyadan ayrıldınız, öldünüz. Hepiniz kaynağa geri dönebilirsiniz. Tamamlandı artık…” Sesle birlikte ortama yayılan şefkat enerjisi de artmaya başladı ve bu enerji tüm durağanlığı eritiyordu. Milyonların üzerinde parlak bir ışık gibi yayıldı ve aradaki kalıpları yok etti.

Kalabalığın önündeki ruhlardan birisi Papa’ya doğru adım attı. Papa tarafından öldürtülmüş bir arkadaşıydı aslında o dünyada iken. Eğildi ve yerdeki Papa’nın elinden tuttu. Ayağa kaldırdı ve ona sarıldı. Birden tüm ruhlar Papa’nın etrafını sardılar ve hepsi birden hem ona, hem de birbirlerine sarıldılar. Tek bir bütün oluşmuştu. Tıpkı bir kumsalda birikmiş bir kum yığını gibi… Az sonra da bir deniz dalgası geldi ve tüm kum yığınını denizle bütünleştirdi… Artık hepsi kaynağa dönmeye hazırlardı. Fakat Papa’nın gitmeden önce yapacağı son bir iş kalmıştı.

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

Hasan, aniden dikleşti oturduğu yerden. Terapist’e döndü ve ona teşekkür ederim dedi. Bu aslında onun aracılığıyla bir zamanlar Papa olan varlığın teşekkürüydü. Yıllarca beslendiği bu adam ile Terapist’i onu özgürleştirmişlerdi ve o bunun için her ikisine de teşekkür etti. Sonra önlerinde saygıyla eğildi ve kaynağa geri döndü. Papa’nın hikayesi böylece tamamlanmıştı…

Bölüm 2

Zamanın başlangıcından beri var oldum ben. Hiç sorgulamadım ben neden böyleyim diye. Yapmam gerekenler için yaratılmıştım elbet. Ötesini düşünmeye gerek yoktu ve düşünmedim de… Başlangıçtan beri var oldum ve sonuna kadar da var olacağım… Hepinizin içinde… Kiminizde daha az belki de hiç yok, kiminizde daha çok hatta tamamen benden ibaret şekilde…

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

Hasan, koltukta yerine yerleşmişti yeniden. Papa, gitmişti belki ama derinlerde daha yoğun bir enerji hissediyordu ve Terapist’e tekrarladı: Daha derine inmemiz gerekiyor… “Hadi o zaman inelim bakalım orada neler var? Şimdi o yoğunluğun içine gir ve hisset bakalım…” Terapistin bu cümlesiyle birlikte bambaşka bir boyutun kapıları açılacaktı…

Bilinmeyen Mekan, Bilinmeyen Zaman

Karanlıktı… Zifiri karanlık… Bilinen dünyaya benzemiyordu burası. Bambaşka bir gezegendi sanki. Karanlıktan bir gezegen… Hasan, havada süzülüyor ve nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Hissettiği sadece karanlık ve karanlığın içindeki varlığıydı… Etrafına bakındı. Hiçbir şey göremedi. Fakat hissediyordu… Bir şeyler vardı… Terapist’in sesi duyuldu arkadan “Hadi ölüm öncesi anına gidelim o zaman…” Ölmüş müydüm diye düşündü Hasan, ama komutu dinledi ve hızla hareket etti. Kendini bir bedende buldu. Kocaman bir bedendi bu. Dünyada var olan varlıkların hiçbirisine benzemiyordu. Etraf yine karanlıktı. Çevresinde kendisi gibi başka koca bedenler de vardı. Bir yerlere saldırıyorlardı. Fakat önemli olan bu kocaman bedenler, onun kim olduğu, bu gezegenin neresi olduğu değildi. Karanlık kaplamıştı her yeri ve yanıt o karanlıkta gizliydi…

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

Bedenlerde geziyorum ben. Evet, kocaman bedenlerdeydim de hiç fark etmiyor. Ben evrenin her köşesinde varım. O bedenden çıkarım, diğerlerine girerim. Tüm bedenlerde var olabilirim ben. Ben karanlık enerjiyim. Benim hangi kimliği aldığım önemli değil. En başından beri varım bu hikayede ve sonuna kadar da olacağım…

Hasan, sözlerini tamamladıktan sonra Terapist sordu: “Peki senin bedenine kaç yaşındayken girdi bu karanlık?” Yanıt hemen geldi: Üç buçuk yaşında. “Ne oldu da üç buçuk yaşında?” Annem… Annem aracılığıyla girdi bu. Benim kalkanımda çatlağı açan annemdir ve bu enerji o çatlaktan doldu içeriye… Şimdi anlıyordu Hasan, neden alma konusunda sıkıntıları olduğunu. En güvendiği varlığa kendini açmış, ama o onun içine bu enerjinin dolmasına yardım etmişti kendisi farkında olmasa bile… Karanlık onun içindeydi artık… Teşekkürler anne…

Ruhsal Boyut – Dünya zamanıyla 14 Nisan 2014 Pazartesi

Karanlık bir an şaşırmıştı. Beslendiği varlıklardan birisi onun varlığını fark etmişti. Sadece bununla kalsa iyi, gözlerini ona doğru dikmişti. Nadir de olsa yaşardı bu durumu ve her seferinde de şaşkınlıkla karşılardı bunu. Halbuki ne kadar iyi gizlenmişti. Zaten gizlenmeye bile gerek duymuyordu çoğu zaman aslında. Varlığı görülse bile çoğu kişi onun gerçekliğine kafa çeviriyordu, hepsi seviyordu ondan beslenmeyi, o da onlardan besleniyordu elbet. Birlikte alan memnun veren memnun yaşayıp gidiyorlardı. Fakat fark edilmişti işte ve bu beden üzerindeki hakimiyeti azalıyordu gitgide…

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

“Hasan şimdi o enerjiyi karşına al ve ona bak bakalım ne olacak?” Terapistin sözleriyle birlikte gerçeklik bir anda değişmeye başladı.

Ruhsal Boyut – Dünya zamanıyla 14 Nisan 2014 Pazartesi

Hasan gözlerini karanlığın içinde açtı yeniden. Etrafında zifiri bir karanlık vardı, ama gözleri yavaş yavaş buna alışıyordu. Alıştıkça da zifiri karanlık yerini gittikçe önce karanlığa, sonra da siyahlığa bıraktı. Sonrasında da karanlık enerjiyi karşısına alıp devam etti. Karanlık, bir varlıkçasına yoğunlaşmıştı önünde ve o simsiyah varlığın arkasında çok koyu lacivert bir gökyüzü belirdi. Sanki gerilerden bir yerlerden ışık vuruyordu ortama… Ama tüm dikkatini karanlığa yöneltti önce. Onun varlığının içine baktı. Ne olduğunu, kim olduğunu, neden olduğunu, nasıl olduğunu hissetti. Karanlığın ardındaki var oluşu hissetti. Yüreğinde hissetti o oluşu… Karanlık ona baktı, karanlık da ona… Karanlığın neden var olması gerektiğini biliyordu artık. Özellikle yaratılmıştı ve hep var olacaktı… O da evrensel varlığın bir parçasıydı ve yapması gerekeni yapıyordu işte… Varlığını böyle sürdürüyordu…

Ve sonra Karanlık dağılmaya başladı yavaş yavaş. Görevini tamamlamıştı. Karşısındaki varlığın, ona yüreğinde yer verdiğini hissediyordu ve bu şefkat önce onun gücünü azaltmış, sonra da varlığının özünü tetiklemişti. Varlığın özü tetiklendiğinde ise çözülemeyecek hiçbir şey yoktu bu evrende. Evrenin yapısı gereğiydi bu. Artık bu bedenle vedalaşacağını biliyordu. Ona hiç unutamayacağı anılar, öğretiler, dersler bırakmış ve onun büyümesine yardım etmişti. Evrende bunu yapacağı daha sayısız ruh mevcuttu… Ve gittikçe eridi eridi eridi…

*****

Karanlık dağılınca etrafına bakınmaya devam etti Hasan. Koyu lacivert gökyüzü, koyu maviye dönüşmüş ve yeryüzüyle birleşmişti. Şimdi ise önündeki o koyu maviliğe doğru yürümenin zamanıydı…

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

Tıpkı kelebeğin içinde gibiyim. Bir kanadındayım şu anda ve diğer kanadına doğru hareket ediyorum… bir kanadı karanlık, diğeri aydınlık… Ortada bir illüzyon perdesi var ikisini ayıran… Perdeye doğru yürüyorum…

Ruhsal Boyut – Dünya zamanıyla 14 Nisan 2014 Pazartesi

Hasan, koyu mavi perdeye doğru yürüdü ve onu yırtarak içinden geçti… Öte tarafa adımını attığında önce gözleri fena halde kamaştı. Hemen geri döndü ve alıştığı karanlık manzaraya biraz baktı. Artık o zifiri karanlıktan eser yoktu. İçeride evet, koyuluk hakimdi ama perdenin ötesinden yansıyan güneşin içeriye sızması gibi bir ışık vardı içeride. Hareketler görüyordu ötelerde ama nedir henüz algılayamıyordu. Sonra tekrar döndü yeni adım attığı dünyaya… Masmavi bir gökyüzü, yemyeşil bir dünya… Bilgisayar ekranlarının masaüstü resimleri gibi capcanlı ve ferahlıkla doluyordu insanın içi bu manzaraya bakarken… Ve karşısında sayısız varlık vardı ışıktan… Onu karşılamaya gelmişlerdi… İçlerinden birisi yanına yaklaştı ve onu kucakladı. Sonra bir diğeri de, sonra diğerleri de… Yürümeye başladı o muhteşem manzaraya doğru… Uğruna çabaladığı her şeyden burada gani gani olduğunu görüyordu, hem de akıl almayacak miktarlarda… Bolluk mu istiyorsun, bereket mi istiyorsun, huzur mu istiyorsun, neşe mi istiyorsun, ışık mı istiyorsun, güzellik mi istiyorsun… Her ne istiyorsan sonsuz çoklukta vardı burada ve aslında burada kimse de önemsemiyordu bunlara sahip olmayı. Varlığı kutluyordu herkes. Onu da harika karşılamışlardı ve her birine sarılmaktan çok mutluydu Hasan… Sonsuza kadar sarılabilirdi de…

Derken bir ses duyup arkasına döndü… Perdede kendisinin açtığı delikten insanlar çıkıyordu dışarıya… Kafileler halinde… Akın akın… Onları bekleyen sayısız varlık, perdenin ötesinden gelen sayısız varlığı kucaklamaya gidiyorlardı… Bütünleşiyorlardı hepsi birden… İllüzyon perdesi yırtılmıştı artık…

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

Bu perde gölge yapıyormuş ve ışığı engelliyormuş. Bu yüzden ortalık bu kadar karanlıkmış. Ama şimdi iyice zayıfladı ve insanlar içinden geçtikçe de zayıflaması artıyor… diye anlatmaya devam etti Hasan.

Ruhsal Boyut – Dünya zamanıyla 14 Nisan 2014 Pazartesi

Az sonra büyük bir gürültüyle çökmeye başladı perde ve daha yere ulaşmadan yok oldu… Işık şimdi kelebeğin tüm kanatlarına hızla yayılıyordu… Karanlıkta kalan bir yeri kalmamıştı diğer kanadın ve Hasan keyifle kendini çimlere bıraktı…

Perdenin ötesinden gelen birisi Hasan’a yaklaştı ve “Çok teşekkür ederiz, senin sayende oldu” dedi. O ise “Hadi sen de uzan çimlere, kimsenin sayesinde olmadı. Birileri yapmalıydı ve oldu işte. Tadını çıkartalım” yanıtını verdi… Birlikte bıraktılar kendilerini yere…

*****

Evrenin kumsalında bir kum tanesi gibiydi hepsi… Sayısız ruh ve her biri bir kum taneciği gibi üst üste… Birlikte bir çocuğun elinden çıkmış kumdan kale gibi olmuşlardı… Ve az sonra kozmik okyanustan bir dalga geldi üzerlerine… Kumdan tepeyi okşadı bir güzel ve kendi içine doğru çekti usul usul…

Okyanusta bir hikaye daha tamamlanmıştı işte. Kum tepesi dümdüz olmuş, kum taneleri okyanus suyunun tadıyla zevkle uzanmışlardı kumsala… Taa ki bir sonraki hikayeye kadar…

İzmir – 14 Nisan 2014 Pazartesi

“Hasan, hazır olduğunda gözlerini açabilirsin artık…” diye son cümlelerini söyledi Terapist. Ama zaten o çoktan ayağa dikilmiş ve yürümeye hazır jale gelmişti. İçi içine sığmıyordu. Evet, hayatının ilk dönemlerinde yaşadıklarının etkisiyle bedeni çeşitli enerjilerle tanışmıştı: asalaklar, karanlıklar… Ama bunların hepsi senaryonun bir parçasıydı… Her şey olması gerektiği gibi olmuş, herkes yapması gerekeni yapmıştı… İçinde hiçbir kızgınlık, öfke, neden diye sorgulama yoktu. Sadece artık yaşamın içinde yürümeye hazırdı. Çocukluğundaki travmalar onu engellemişti belki bugüne kadar, ama onlar da gerekliydi kendi senaryosu adına… Az önce Terapist’le birlikte içeride titreyen çocuğu da kucaklamışlar ve beş yaşından şimdiki yaşına kadar büyütmüşlerdi. Artık o çocuk, büyümüş bir adam olarak yürümeye hazırdı. Gülümseyerek gözlerini açtı ve hayatının bu yeni dönemine ilk adımını attı…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...