Sizi bilmem ama ben tarihi eser gezmeye bayılırım. Özellikle de antik kentlere özel bir ilgim vardır. O mermer sütunlu caddelerde yürürken, ah be zamanında burada yaşayıp, oraları görmek lazımdı diye de düşünmez değilim. Fakat mantıklı tarafım bazen bana şunu der: Birader, sen mesela o zamanın Efes’in de yaşasan, kardeşim ne şehir yaptık be, aslanlar gibi tapınağı da kondurduk, kütüphaneyi de yaptık, gelecek nesiller bakıp bakıp imrenecek, turizmden paranın gözüne koyacak diye mi düşünürsün; yoksa ulan balıkçı Yannis’e de borç gırtlağı aştı, Büyük İskender de yaklaşmış diyorlar, zaten ondan yırtsan Persler’e yakalanacan, n’apacaz, ne halt edecez bilmem ki! Zeus korusun cümlemizi! diye mi düşünürdün?

 

Mantıklı tarafım gayet haklı bu konuda, tarihin hangi dönemine gidersek gidelim, yoldan yürüyen insanın aklından geçen binbir türlü derdi görürüz, tıpkı bizim şimdi yaşadığımız gibi. Bundan 1000 sene sonra yaşayacak bir eski eser meraklısı gencin, kardeşim İzmir’in o zamanki halini görmek lazımmış, ne şehir yapmışlar be paşalar gibi, diyeceğini hayal edebiliyor muyuz? Edemiyoruz. Peki ben bunları size niye anlatıyorum?

Geçtiğimiz günlerde “Life after people” adında enfes bir belgesel izledim. Belgeselin amacı şu: İnsanlık şu dakika itibariyle, geride tek bir kişi bırakmadan aniden yeryüzünden silinse, o muhteşem(!) uygarlığımıza ne olur? Kısaca yanıtlayayım: 100 sene içinde geriye pek bir şey kalmıyor, 5000 sene sonra da insan mı, o ne? durumu ortaya çıkıyor. Yani anlayacağınız o uğruna ruhumuzu sattığımız paracıklarımız, evlerimiz, arabalarımız, mallarımız vs. en fazla 100 sene içinde doğaya karışıyor, 5000 senede de bizden geriye hiçbirşey kalmıyor nerdeyse.

Yine geçtiğimiz gün bir belgeselde, Carl Sagan’ın bir evren resmine denk geldim. O kocaman (!) dünyamızın yerini işaretlemişlerdi resimde ve fotoğraftaki yerimiz sadece 1 piksel büyüklüğündeydi. Evet, onca savaşlarımız, gelişimlerimiz, uygarlıklarımız, sevinçlerimiz, zaferlerimiz, korkularımız, kitaplarımız, bilgisayalarımız… hepsi ama hepsi bu 1 pikselde gerçekleşiyordu ki daha geniş bir evren resminde güneş sistemimiz ve hatta Samanyolu galaksimizin de büyüklüğü 1 pikselden öte olmayacak, bunu da biliyoruz.

İşte bu gerçekten mikron düzeyimizdeki hayatlarımızdan, bu dünyadan ayrılırken yanımızda götürebileceğimiz ancak dünya üzerinde yaptıklarımız, yaşadıklarımız, anılarımız ve ruhumuza işlenmiş bilumum şeyler olduğuna göre ve bu akla hayale sığmaz evrende mikron kadar yer kaplarken, bu korkular, bu endişeler niye be Hasan’ım, Hristo’m, Walter’ım, Leyla’m, Marianna’m?

Nedir bu stresler, bekleyişler, erteleyişler, huzursuzluklar, sıkıntılar, umutsuzluklar, korkular, kederler ve daha ardı ardına ekleyebileceğimiz bilumum şey… Kendi adıma bu dünyadan yanımda götürebileceğim tek şey ruhumsa, ve benliğimle bu dünyada ne haltlar karıştırdığım ise o zaman en güzel deneyimi, insan olmayı ve insanlara insanlığını yaşatmayı yaşamış olarak buralara eyvallahı çekmek hoş olmaz mı?

Paşalar gibi olur olmasına da, sen bana yarın yatırmam gereken kredi kartı borcundan, elektrik faturasından, kiradan haber ver hacı diyeceksiniz, eminim. Zaten İyonyalı’nın da derdi buydu, Romalı’nın da. N’oldular şimdi? Hepsi müzelik. Kendilerinden üç beş parça bir şey kaldıysa ne ala, hayatlarında bulamadıkları değeri, binlerce yıl sonra görüyorlar…

Ama benim niyetim o değeri kendi hayatımda da görmek ve seçimimi insanca yaşamak ve yaşatmak yönünde yapıyorum ve bu seçim için hepimize soruyorum:

Şimdi değilse, ne zaman!

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...