Dün “hayatımda ölene kadar affetmeyeceğim” dediğim tek insanın öldüğünü öğrendim… O benim eski ev sahibimdi ve beni o kadar yaralamıştı ki bir türlü affedemiyordum. Belki birçoğu için çok normal olabilir daha fazla kira almak için evden kiracı çıkartmak adına yalanlar söylemek, telefonla tehdit ettirmek vs. Ama beni çok etkilemişti ve evden ayrılırken de tüm ailesinin önünde ona “yalancı” demiştim, gıkını bile çıkartamamıştı. Aslında bir kalp kırıklığıydı belki de benimkisi çünkü ben o adama inanmıştım ve evini boşaltacaktım, ama yalan söylediğini öğrendiğimde dellenmiştim ve kapışmıştık. Neyse olanlar olmuştu işte. Sonra dün yolda giderken yeğeniyle karşılaştı ve “amcam öldü” dedi. Nötr’düm. Zaten oldukça yaşlı olduğu için eninde sonunda olacaktı ve çok da şaşırmadım. Ama verdiğim tepki nötr’dü. Adamın yanından ayrıldıktan sonra gözlerimi yola çevirdim ve onu karşımda hissettim ve dedim ki: “oyunumuz buraya kadarmış ha. Benim sana kızgınlığımda oyunun bir parçasıydı sanırım ve bitti. Aslında o dönemde yaptığın şeyle bana çok büyük hediyeler verdim farkındaydım, ama kırgınlığım farkındalığımın önüne geçti ve ben de bunu dizginlemeyi başaramadım. Bunun için senden özür dilerim ve paylaştığımız her şey için önünde saygıyla eğilirim.”. O anda affetmenin gerçek anlamını içimde bir kere daha hissettim. Yürekten affetmek, karşındaki ruhun önünde saygıyla eğilip ona “bana verdiğin tüm güzel hediyeler için sonsuz teşekkür ederim” demekti. Ama maalesef bunu ancak yüreğinizle affettiğinizde hissedebiliyordunuz, günde beş posta “ben seni affediyorum” diye söylemek de yetmiyordu… (ve bu hissi yürekten anlamamı sağlamaya vesile olması da bir hediyeydi benim için ayrıca, adam giderken bile hediye verdi bana)

Eski ev sahibim hayatıma son zamanlarda giren ve geçmişte hesabım olan kişilerden değildi elbet. Sanırım bu aralar böyle bir furya söz konusu… Geçmişinizdeki kapatılmamış hesaplar, defterler bir bir önünüze çıkıyor ve sizinle yüzleşmek istiyor. Tabii ki burada evrenin sadistçe bir tutumu söz konusu değil. Tüm olay sizin bu defterlerde yazılı kapatılmamış hesaplarla yüzleşip, onları “yaşanmışlıklar” dolabındaki rafına yerleştirmek. Çünkü artık albümdeki resimler olarak durması gereken yaşanmışlıkların ayağımızdaki prangalar olmaları yerine, gerçek yerlerine dönmelerinin vakti geldi de geçti bile. Ve maalesef ki evrende kapatılmamış bir defter, olay, kişi vs. siz dönüp onun yüzüne bakmadığınız sürece gerçek yerine gitmiyor. Çünkü onlar da karanlıklarda acılar içinde kıvranıp dönüyorlar ve siz dönüp onlara o ışıldayan gözlerinizle baktığınız anda (benim gözüm ışıldıyor mu demeyin, herkesin gözü ışıldar esasında, sorun gözlere bakmasını bilmekle ilgilidir) ışığınızı alır ve parlayıp çizgi filmlerdeki “yipppeeeea” diye küçük kurtçuklar gibi mutlu mutlu yerlerine geçerler. Fakat olay işte onlara dönüp bakabilmekte ki biz insan ırkı olarak aynada dönüp yüzümüze bakarken bile delikanlının iflahını geren bir türüz.

Eh haliyle benim de kendimin yüzleşmeye korktuğu durumlar sözkonusuydu elbet ve yüzleşmekten korktuğum en güçlü duygum ise aşk ile ilgiliydi. (Aşk’ı duyunca nasıl dikildi kulaklar…) Ben üç sene boyunca çok güzel bir ilişki yaşamış ve sonra da bir anda terkedilmiştim. İlk başta zor gelse de sonradan kabullendiğimi söylemiştim ve hatta yeni ilişkilere girip farklı insanlara aşık olduğumu hissetmiştim. Fakat o terk edilişten sonraki ilişkilerimin hiçbirinde dengeli ve düzgün bir ruh hali ve ilişki partnerliği sergilememiştim. Benden hoşlanan ve benim de hoşlandığım kızlarla çıkıyor, ama daha aradan bir hafta bile geçmeden anında çekiliyordum ilişkiden. İki tane aylar süren ilişkim olmuştu ama onlar da ne yaşadığımızı tam anlamamışlardı çünkü zaten haftada bir görüşüyorduk ve ben kendimi sevgili gibi hissetmiyordum. Zaten ikisinden de ilk fırsatı bulduğumda kaçtım da…

Aşık olduğum kişilerle de çok daha değişik bir durum sözkonusu oluyordu. Çok güzel bir başlangıç oluyordu ve arada süper de bir elektirik oluyordu ilk birkaç günde ve sonradan aniden üzerime kabus gibi bir korku çöküyordu. Sonrasında da korktuğum ne varsa başıma geliyor ve yerin dibine sürüklüyordu. Hiçbirisiyle, evet bu süre içinde aşık olduğum hiçbir kızla birlikte olamadım. Daha da ilginci nasıl birlikte olacağımı bile bilmiyordum, çünkü onlar bir süre sonra benim için erişilmez bir ruh haline dönüyorlardı. Elimi uzatsam bile elim onların içlerinden geçiyordu. Bu artık iyice kabus bir hal almıştı ve çıldırma noktasındaydım. Sevgili dostum Gülüm her seferinde “oğlum sen üç sene önceki o kızda kaldın, bunu kabul et ve bunun üzerine yoğunlaş” diyordu, ama ben reddediyor ve “ben çoktan bıraktım onu, Gülüm” diyordum…

… ama en sonunda kabul ettim. En son derin kırgınlığımdan sonra yatağıma uzandım ve gerçeği görmek istedim. (Bir yandan da Reiki çalışıyordum tabii ki. Ben bu olayda Reiki’den yardım aldım. Fakat tabii ki tek yol bu değil. Herkes kendine yardımcı bir teknik seçebilir ya da bambaşka yollar bulabilir yüzleşmek ve kendini rahatlatmak adına) Bir anda kendimi bir deniz kenarında buldum ve yüksekçe de bir kaya vardı. Kayanın tepesinde ise ben duruyordum. Kayanın üzerinde çömelmiş ve bacaklarını göğsüne çekip kendini kucaklayıp, hafif ileri geri sallanarak ufka gözlerini dikmiş ‘ben’. Yanına yaklaşıp sordum: “Kimi bekliyorsun böyle?”. Bana hiç bakmadan “onu bekliyorum, biliyorum o geri gelecek”. O anda anladım aslında benim kalbimin ve aşk saatimin, onun beni terk ettiği günde takılı kaldığını. Bir adım öteye gitmiyordu, çünkü halen onu bekliyordum. Dünyada ise bu olay yeni ilişkilerimde sürekli olarak onunla yaşadıklarımı tekrar yaşama arzusuyla birlikte, onu hatırlatan insanlardan hoşlanma durumu yaratıyordu. Gerçi evet, ona hiç benzemeyen kişilerle de birlikte olmuştum bakıldığında, ama zaten aslında onlarla da hiç birlikte olmamıştım ki. Karşımdakinden hoşlanıp çıktığım anda anında içime bir sıkıntı basıyor ve bu sıkıntı ondan ayrılmamla rahatlıyordu. Aşık olduklarımla da zaten birlikte olamıyordum, çünkü korkuyordum esasında ve bu korku karşımdakini bana yaklaşmak istese bile uzakta tutuyordu. Böyle bir kilit vardı ve ben deniz kenarındaki kayanın üzerinde halen bekliyordum…

 

Bu noktada öyle zihninizle “ben onu affediyorum” ya da “ben onu serbest bırakıyorum” ya da “ben ona teşekkür ediyorum” demek pek yeterli olmuyor arkadaşlar. Ya gerçekten çok derin bir inanç ve yürek açıklığıyla dalacaksınız içinize ve zihninizle değil, kalbinizle hareket ettiğinizi hissedeceksiniz veya bunu yapmakla birlikte çeşitli tekniklerden de yardım alacaksınız. (Bu psikoterapi de olabilir, Reiki de olabilir veya bilip güvendiğiniz başka bir teknikte olabilir) Ben Reiki’yi de destek alarak tüm yüreğimle şunu söyledim kayalıktaki kendime “Ama o gitti. Hadi gel seninle birlikte onunla karşılaşalım” ve sonra da birlikte onun karşısında durduğumuzu hissettim. Sonra gözlerimi açtım ve artık kayalıktaki ben falan kalmamıştı. Ben ve o, karşı karşıya duruyorduk. Ona gülümsedim ve “Sana verdiğin tüm hediyeler ve paylaştığımız tüm güzellikler için sana sonsuz teşekkür ediyorum. Sen çok özel bir kızsın benim için ve hep özel olarak kalacaksın da. Seni albümümün en güzel yerlerinden birine yerleştireceğim ve hatırlamak istediğimde açıp bakacağım. Ama artık seni serbest bırakmamın vakti geldi, çünkü benim seni böyle saklı tutmam dünyadaki seni de rahatsız ediyor öyle hissediyorum. Sana sonsuz şükranlarımı sunuyor ve önünde saygıyla eğiliyorum. Umarım bundan sonraki hayatında çok ama çok mutlu olursun. Elveda…”.

Sonra uykuya daldım. Ama uykuya dalmadan önce kendimi Tom Hanks’in bir filminin sonundaki sahnede gibi gördüm. Bir dörtyol ağzındayım ve istediğim her yöne de gidebilirim. Tom Hanks, o anda kaşlarını kaldırıyor ve herhangi bir yola giriyordu. Ben de girdim ve henüz bu yolun nereye gittiğini bilmiyorum… Bildiğim tek şey yolda gittiğim…

Bu yazıyı, kendimle yüzleşme sürecime kadar birliktelikler yaşadığım ama yukarıda anlattığım nedenlerden ötürü kırdığım kişilerden özür dileyerek bitirmek istiyorum. Şimdi evet, mutlaka birbirimize bir sürü hediyeler sunduk karşılıklı olarak ve çok şeyler kattık ruhlarımıza, fakat geri dönüp baktığımda o kırdığım kişileri kırmamayı dilerdim. Ama naparsınız ki o dönemde de başka türlü davranamazdım ve yapmam gereken onlardan özür dilemekle birlikte öncelikle kendimi affetmem. Oh oh oh desenize önce kendim sonra da bir sürü kişinin önünde tekrar tekrar saygıyla eğileceğim…

Zevkle…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...