“Haydi gel, Evren’de sayılabilen her şeyi sayıp, sonuçtan kendimizde sayılabilenleri çıkaralım. Sonra da geriye yaslanıp, kendi büyük küçüklüğümüzü seyredelim…”

Bir gazetede rastladığım bu cümle her ne kadar ilk okuduğumda beni bile isyana sevk ettiyse de, yine BEN’ce doğru şeyler söylüyor. Çelişki mi var ? Yok canım! Düşünmeye başladığımızda olur böyle şeyler.

 

Haydi bu cümleyi hep birlikte yeniden kavrayalım BEN’ce; beğenmezseniz çöpe atın ki bunu hemen her gün yapmıyor musunuz zaten? Anlatacaklarım hayal kırıklığı olabilir sizin için ya da BİNGO dedirtenlerden…

Küçücükken nasıl da büyük gelirdi hatırlasanıza sokaklar. Sadece yukarı mahalleye gittiğimde bile kıt’alar arası yolculuk yapmış gibi hissederdim kendimi, ya siz ? Sonra, BEN’in büyüyüp, sokakların çoğalıp, küçülmesinden midir bilmem, daha bir ufaltarak algılamaya başladım her şeyi kavramlaştırırken.

Üsküdar, bizim sokaktan ibaretti ilk başlarda sonra Paşakapısı, Çiçekçi, Selimiye dahil oldu mesela. Ancak Ankara’ya gidince İstanbul’u küçük bir kavram haline getirebildim zihnimde. Yüzey ölçümlerinden, nüfus oranlarından bahsetmiyorum beynimizin kavramsal boyutlandırışıyla ilgili tamamen bu kıyaslamalar.. 

Sahi İstanbul dediğimizde nasıl dolduruyor bu kavramın içini beynimiz ?
Mesela BEN için İstanbul’un merkezi Üsküdar’dır. (ki küçüklüğünde Anadolu’dan Trakya yakasına geçeceğinde, İstanbul’a gidiyorum diyen bir toplulukta büyümüş olmama rağmen) Çünkü Üsküdar’da doğdum, büyüdüm, yüzmeyi Kız Kulesi açıklarında öğrendim BEN. İstanbul denildiğinde haritadaki görüntüsünden öte Üsküdar, Kadıköy, İstiklal Caddesi, Ortaköy, Dolmabahçe gelir önce; Sirkeci, Cağaloğlu vs. eklenir aklıma. Yani İstanbul’u da kavramsal anlamda bölerek ilçelere, semtlere ayırarak algılarım. Bütünü sadece harita üzerindeki çizimidir beynimde. Her ne kadar çok güzel olduğu söylense de Piyer Loti benim İstanbul tanımımda yoktur mesela , çünkü hiç gitmedim. Fotoğrafını veya resmini de görmedim.

 Şimdi biraz daha büyük ebatta düşünelim; “Türkiye”yi nasıl kavramlaştırırız zihinlerimizde ?

Babam için neredeyse gitmediği şehri kalmamış bu ülkede. BEN için; sayılabilir küçük bir büyüklüktür, haritadaki görünümü dışında: Ankara, Isparta, Antalya, Kütahya, Afyon, İzmir, Denizli, Edirne, Sakarya, Kocaeli, Bursa aklıma gelen bulunduğum, kendi özgür irademle algıladığım şehirler; yani henüz Türkiye’nin aşağı yukarı %10’unu görebilmişim ama bu Türkiye hakkında bir fikrim olmasını engellemiyor .

Eksik bilgiyle oluşturulmuş dahi (a harfi burada kısa okunur) olsa bir Türkiye kavramım var. Her ne kadar Tarih, Sosyoloji, Coğrafya, Genel kültür gibi bilgi edinme yollarını kullanmış ve bu eylemime devam ediyor olsam da; Türkiye dendiğinde beynimin canlandırabileceği, üzerinde fikir yürütebileceği, ahkam kesebileceği kavram miktarı tüm gerçeğin %10’unu geçemez .

Tabii ki bir belgesel izleyerek Van Gölü hakkında bilgi edinebilirim ama beynim o bilgiyi Van Gölü olarak değil Van Gölü hakkında bir belgesel olarak hafızamda tutacak ve kıyas yapması gerektiğinde diğer göl görüntüleriyle karşılaştıracaktır. Olması gereken bu, çünkü eğer beynimdeki göl bilgisiyle görüntüsünün bilgisini kıyaslamaya başlarsam o zaman kavramlar flulaşmaya başlar!

Kavram kargaşası insanın bedenen felce uğramasının beyinsel versiyonudur !

Neyse haydi biraz daha büyük çaplı düşünelim. Bu seferki kavramımız Dünya!

Türkiye’nin bile sadece  %10’unu hasbelkader kavramlaştırabilmiş BEN’liğim edindiği yine Tarih, Sosyoloji, Coğrafya, Genel Kültür vs. gibi ikinci el veya çok daha ötesi bilgilerle neyi, ne kadar doğru irdeleyebilir ? Bu durumda Dünya kavramımı bana sunulanlar içinden düşünerek seçmeliyim .

Her ne kadar gerçekte benim için Dünya , haritada yerlerini bildiğim diğer ülkelere rağmen Türkiye’den; Türkiye, gördüğüm 11 il bir yana İstanbul’dan; İstanbul, çok sevdiğim bir kaç ilçe haricinde Üsküdar’dan oluşuyorsa da bu, sadece benim kavramsal gerçeğimdir. Kendimce Dünya Üsküdar’dır diyebilirim ki Üsküdar’ın bile bilmediğim yerleri hala mevcutken, tabi ki bu doğru değildir!
Bu da BEN’in, “Algıda seçiciliği”!

Dünya kavramımı diğer insanların kavramlaştırma deneyimlerini deneyimleyerek edinmek durumundayım en azından şimdilik.
Sanırım aşağıdaki önerme de BEN gibi düşünen biri tarafından kelimelerle kavramlaştırılmış:
“Çok okuyan değil , çok gezen bilir .” İkisi arasındaki fark artık yeterince aşikar değil mi ?

Haydi biraz daha büyüyelim, bu seferki “kavramsal büyüklüğümüz” ‘Evren’. ( Zaten başka nasıl bir büyüklük olabilir ki ?)

Hakkında bildiklerimizin bilmediklerimizin yanında bize özgün tabiriyle ‘devede kulak’ kaldığı bir olguyu nasıl algılar beynimiz? Tabii ki bölerek kavramlaştırır , algılayabileceği daha küçük kavramlara indirgeyerek.

İnsan zihni iki yolla kavramlarını oluşturur; deneyimleyerek ve deneyimlenmişi deneyimleyerek . Bu iki eylemi de “düşünerek” yapmak zorunluluğu vardır , aksi takdirde birer “Yapay Zeka”ya dönüşürüz .

Birileri, bir arabanın benzin deposuna  pompalanan yakıt gibi beynimizden içeri bizi sürücümüzün istediği yöne götürecek kadar bilgi(laf salataları) doldurur ve eğer bu bilginin doğruluğunu “düşünerek” sorgulamak yerine DOĞRUDAN İNANIRSAK , o andan itibaren direksiyonumuza başka bir beyin geçmiş demektir.

Düşünmeden uygulayan bir YAPAY ZEKA! Klavyesinin başındaki programcısının güdümünde, omuzlarının arasında, başında, yani beyninde bir süper bilgisayar taşıyan bir organizma. Yapay Zeka filmini izleyenler bilir bu tabirleri: Meka = Mekanik , Orka = Organik. Böyle bir yeteneği olduğu halde kullanmayan, yani düşünmekten imtina eden bir organizmaya İnsan demek ve onunla kendimi aynı kefeye koymaktan da utanırım ya siz?

İşte bu yüzden de bu cümle çok önemlidir; “Evrende sayılabilen her şeyden, kendinde sayılabilenleri çıkarmak ve geriye yaslanıp kendi büyük küçüklüğünüzü seyretmek.”

Evren’in gerçek büyüklüğü tanımlanabilir mi ? Veya ‘ne kadar’ büyüktür Evren ?
Soru cevabı içeriyor zaten, Evren’den daha büyük veya Evren kadar büyük bir kavram olmadan Evren’i sadece bölerek algılayabiliriz . Yani TÜM’e vararak.

E varalım haydi ..

Evren’i tanımlamak için; milyar kere milyarlarca yıldız ve gezegenler topluluğu dediğimizde, beynimiz hiçbir zaman bu rakamı algılayamayacağını , dolayısıyla kavramlaştıramayacağını bildiğinden sadece karanlık gökyüzünde sayısını bilmediği parlaklıklar şeklinde bir kavram oluşturabilir ve Evren budur der. Veya diğer bir metod olan sınıflandırmayı kullanarak cevap verir; Dünya gibi gezegenler, Güneş Sistemi gibi sistemleri, Güneş Sistemi gibi sistemler Samanyolu gibi galaksileri , galaksiler burgaçları, burgaçlar ,+,+ = Evren. Bu büyüklük sonsuza doğru uzanıyor olsa da oluşturduğumuz Evren’e göre daha küçük kavramlar bütünü kavramlaştırmamıza ve hakkında  konuşmamıza yardımcı oluyor .

Evren’i sayılabilir, yıldızlar, kümeler, takımlar, öbekler haline getiriyoruz  algılayabilsin diye beyinlerimiz. Bilim kurgu filmler sayesinde bir Evren görüntüsü bile var beyinlerimizde. Hatta Türkiye’ye uydudan bakmak içinden bakmaktan daha kolay artık ya neyse…  

Bilimin, Kuantum fiziği ışığında paralel ve iç içe geçmiş evrenlerden bahsettiği çağımızda BEN’ce insanlar da paralel ve iç içe geçebilen Evrenlerdir. Nasıl mı ? Evren’le aynı koşullarda , insanı da sayılabilen büyüklüklerle kavramlaştırmayı yine TÜM’e varmayı deneyelim: 

Vücutlarımız hepimizin bildiği gibi hücrelerden oluşuyor; hücreler dokuları, dokular organları, organlar sistemleri, sistemlerin tümü de bedenimizi oluşturuyor, yani Evren’i .

Bana daha da ilginç gelen ve belki de hiçbirimizin yaşama eylemini gerçekleştirirken farkında olmadığı , üzerine düşünmediği gerçekse ; hücreler , doğumları ve ölümleri . Başlangıçlarımızda anne, babamızdan yola çıkan ve sadece 2 hücreden ibaret olan bizler, yetişkinliğimizde ortalama 10 ila 15 trilyon hücreden oluşuyoruz .

Anne ve babamız ilk kıvılcımı çaktığında “Big Bang” bir Evren oluşmaya başlıyor. sadece 2 hücreyle yola koyulan bu olgu bizim zamanımızla 30 sene sonra 10 ila 15 trilyon hücreden (yıldız ve gezegenlerden) oluşan bir Evren’e dönüşüyor. Sonrasındaysa işlem tersine dönüyor, hücre sayımız giderek azalıyor,  işlevlerini yerine getiremez hale geliyorlar ve son ve mutlak dönüşüm başlıyor!

Hiç düşündünüz mü sağlıklı bir insan vücudunda günde ortalama kaç hücre ölür, kaç hücre doğar? BEN bu sorunun cevabını bilmiyorum ama en azından her şeyi bilemeyeceğimi kabul ediyor ve araştırıyorum.

Bildiğimse günde 100 ila 150 saç telimizin döküldüğü ve bunun normal olduğu, normalliğini bir kenara bırakırsak, saç telimizle birlikte uçup giden hücrelerimizi düşünür müyüz hiç ? Hani şu çorbanın içinde gördüğümüzde iğrendiğimiz veya tırnaklarımızı keserken aslında neyle vedalaştığımızı düşünür müyüz ? Geçmişlerimizdir terk ettiğimiz. Ama merak etmeyin o ölmüş hücreler yaşadıkları her anı beyne , hafızaya bildirmiştir dolayısıyla onların ölümü bilgilerinin de öldüğü anlamına gelmez . 

Peki nedir bu 10,15 trilyon hücreden oluşmuş bedenin (Evren’in) görevi? Dünya durursa ne olur? Bunu düşünmek dahi(a kısa okunur) istemezsiniz. Demek ki devinim duramayacak bir olgudur. Mevlana neden dönüyordu ve Mevleviler hala?… 

10,15 trilyonluk iki Evren birleşir (dişi ve erkek) ve yeni bir Evren’in Big Bang’ini oluştururlar. Kisvesinin önemi yok, amaç birleşmektir; ister Rasyonel ister Romantik yoldan gidin. Diğer bir söyleyişle, Aşk dediğiniz kavramın sizde çağrıştırdıklarını ister kendiniz akıl ve değerlerinizle belirleyin, ister başkalarının izmlerini, gittikleri yolları takip edin varacağınız yer aynıdır; çünkü aşk kavramı da amaca hizmet eden bir araçtır.

Bedenimiz özellikle de beynimiz görevini yerine getirebilmek için araçlar kullanır. Beynin ilk görevi organizmayı canlı ve hayatta tutmak olsa da asli görevi; deneyimlerini depolamak, düşünmek, doğrunun ayırdına varabilmek, ayırdığı doğruları ışığında varlığını sürdürebilmek ve bütün bu donanımı aktarabilmek!

Trilyonlarca hücreden yalnızca ikisi birleşir. İşin ilginç yanıysa o iki hücrenin geldikleri bedendeki diğer hücrelerin genetik bilgisini de içeriyor olmaları (DNA, beynimizin holografik bilincini içermez).
2 hücrenin birleşerek oluşturdukları yeni hücre ise daha güçlü bir varlığa dönüşür; İşte Evrim! Yani duramayacak olan dönüşüm! Mevlana’nın bir bildiği vardı elbet!!!

Bütün bu yazdıklarımdan ne anladınız bilemiyorum ? Paylaşırsanız sevinirim ama BEN’in çıkardığı sonucu bir film repliği yeterince güzel ifade ediyor: 

“Başarını hiçbir zaman iş ya da servetinle ölçme,
Başarılı bir insan olup olmadığını kuracağın yuvada, ailenin gözlerinden okursun.”

O halde;
Dayatılan tüm dogma, din, felsefe , önermelerini bir kenara bırakıp kendi beynimdeki kavramlar dünyasının sesine kulak verirsem der ki ;
BEN , büyüğünün içinde küçücük ama kendi içinde trilyonlarcasından oluşan bir Evren’im!

En büyük başarım “doğru”yu aramak, kendimi yetiştirmek ve aynı özelliklere sahip paralel evrenimi bulduğumda kendi küçük evrenlerimizi yaratmak ve doğru yönde büyütmek olacak!

BEN varlığın sürebilmesi ve doğru yönde güçlenerek ilerleyebilmesi için VAR’ım! ve amacımı gerçekleştirmek en büyük mutluluğum olacak !

Ya SEN ?

Masal Bitti ..

İyi uykular , tatlı rüyalar.

Kerem Seven