“Dua etmek istiyorum ama günahlarımı hatırlayınca Tanrı’dan utanıp dua edemiyorum. Ne yapmalıyım?”

O gün gazetede sorulan bu soru için “ne kadar ortak bir anlayışı yansıtıyor” diye düşünürken cevabı okuyunca soru soran kişinin, günah hanesine bir yenisinin daha eklendiğini gördüm. Cevab aynen şöyleydi: “İnsanın kendini günahkar görüp de dua etmekten çekinmesi asla doğru değildir. Bu da bir günah sayılır. Kul işlediği günahlardan dolayı Yaratıcı’ dan özür dilemeli, af dilemeli ve ümidini kaybetmemelidir. Dua, Hz.Peygamber’in bir sözünde de belirttiği gibi ibadetlerin özü, beyni ve ruhudur. O merhametlilerin en yücesidir. Affetmeyi sevendir. Kulunun yalvarmasına, ağlamasına kayıtsız kalmaz. Nitekim Kur’an da, “ Duanız olmasa siz neye yararsınız? buyurulmuştur.”

Dualar her zaman işe yarıyor mu? Ya da biz, dua ederek işe yarıyor muyuz? Son zamanlarda insanlarda izlemlediğim bazı takıntılı sorular var. Sorulan soruların aslında ciddi ele alınması lazım. ”Magazin programlarını seyretmek günah mıdır, karım ben oruçluyken beni öptü hocam acaba oruç bozulur mu?” gibi sorular soran günah ve sevap talebi yaratan bir grup için günah ve sevap arzı da böylelikle iş başına geldi. Kararları artık bu “bilge hocalar” gerek medreselerde (son zamanlarda tekrar açılıyorlar) gerek yazılı basında gerekse medya aracılığı ile veriyorlar.

“Yaratıcı’dan özür dilemeli, af dilemeli ve ümidini kaybetmemelidir” diyor. Eğer işlendiğine inanılan bir günahtan kişi kendini soyutlayamıyorsa günah işleme anısını sıfırlamak için öncelikle kendini, kendisinin affetmesi ve sadece yaratana şükür ve teşekkür etmesi neden tavsiye edilmiyor? Bakın ağlamayı aynı katagoriye sokmak istemiyorum çünkü bana göre Tanrı, bazen bir gözyaşında saklıdır. Üstadın birisinden duyduğum bir lafı hiç unutmam. “ Ağlayan birisini görürsen hemen yanına git ve otur çünkü o sıra O, Allah’ a yani özüne çok yakındır”. Ağlamak hafifletir ve yük atar. Ama yalvarmak ümitsizce dilemektir ki bu gizli şirktir. Diğer bir deyişle sesimizin duyulmayacağına dair duyduğumuz korkular bizi ikileme sokar ve yanlızlık duymamıza sebeb olur. Oysa hani Tanrı bizi hep esirgeyen ve bağışlayandı. O zaman dua nedir? Gerçek dua miraç etmektir. O anda farkındalığımız artarak Tanrısal tarafımıza doğru yükselme başlamıştır. Bunu bir şekilde biliriz. Garip bir yakınlık hissederiz ve belki de ağlarız. Bu tamamen bizimle ve özümüz arasında gerçekleşir.

Peki kimin yüzü yoktur dua etmeye ve af dilemeye? Nasıl günahtır ki, bu insanın utanmasına sebep olan? İnsanın dua ederken af dilemesi işleyeceği günaha bağlı olarak dereceli midir yoksa görecele midir?

Belki hırsızlık yaptı, ibadetlerini yerine getiremedi, belki birine iftira etti, belki de anne, baba ya da kardeşininin hakkını yedi. Binlerce sebeb sayılabilir.

Ne yapar bu utangaç insanlar peki? “Utangaç” terimi aslında çok fazla hassas olan birisi için kullanılmaz mı? Yani bu insanlar aslında çok hassas oldukları için mi dua edecek yüzleri yok? Yoksa bu hassaslıkları “günah deneyimini” yerine getirmek üzere o an devre dışı mı kalıyor?

Acaba kutsal kitaplarda günah kavramına yer verilmeseydi, sesimizin duyulduğuna inandığımız dualarımızın yerini ne alırdı? Şunu biliyoruz ki cehennemden bahsedilmeseydi cennet vaadi de olmazdı.

O zaman sevgili emekliye ayrılmış hırsız, eğer bu yazıyı okuyorsan önce senden başlayalım. Senin mutluluğunu kıskanıyorum çünkü o kadar dua edip affedilmeyi dilemişsindir ki bundan dolayı iç huzurunu yakalamışsındır. Bu aynı zamanda cesaret isteyen bir iş ve senin bu işi seçmiş olman seni, Tanrı’ ya daha da fazla yaklaştırdı. Kaç evden kim bilir neler çaldın? Kim bilir kaç insanın canını yaktın ve mutsuz olmasına sebep oldun. O zaman sen şu anda Tanrı’ nın yaktığın canlar yüzünden en sevdiği kulusundur. Çünkü 100 eve girdiysen senin her 100 affedilme ve ümit etme duan öyle bir titreşim yapmıştır ki Tanrı bile neredeyse senin 101. eve girmeni dilemiştir.

Ya da sen! ibadetlerini yerine getiremediğini düşünen, ibadetten henüz emekliye ayrılmamış sevgili insan. Senin günahın çok büyük. 5 vakit namazını kılıp ve de diğer şartları da yerine getirseydin, ya da her Pazar kilisene düzgün gitseydin, Tanrı nın bu kadar hoşuna gitmezdin. Kısıtlı af dilerdin ve sonra ibadetlerini yerine getiriyor olmandan ve de Tanrı’nın sevgisini `cepte` bilmenden dolayı zaten fazla da bir şeye gerek duymazdın.

Peki ibadetlerini yerine getiremeyen sevgili insan sen ne yaptın? İbadet edemedin ve en büyük günahı işledin. İşte sen şimdi yandın. Bütün bilinç altın Tanrı aşkıyla yanıyor, bir tam gün affedilmek için o kadar yalvarıyorsun ki, ibadetlerini yerine getirsen Tanrı’ ya sesini bu kadar duyuramazdın. Bu yüzden Tanrı neredeyse senin ibadet etmemeni dilemiştir. Tanrı seni çoktan affetti affetmesine ama biz “kendimizi” affettik mi?

Son zamanlarda klişe bir şekilde hep aynı şey söyleniyor“ kendini ve başkalarını affet .“ Gerçekten affetmenin ne anlama geldiğini biliyor muyuz? Üstelik davranışımızdan dolayı bizi affetmeyen yakınımıza “Tanrı bile affediyorken sen kimsin de beni affetmiyorsun”diyerek gerçekten ne söyledğimizin farkında mıyız?

Tanrı’nın affedileceğimize verdiği güvence, biz insanların günah işlemesi şeklinde devam edecek. Kimse günah işlemezse Tanrı da affetmek durumunda kalmaz…

Ama bizlerin kendimizi ve birbirimizi affetmemiz o kadar da kolay işlemiyor. Ego zihnimiz kolaylıkla affetmez ya da zayıflığından dolayı affeder gibi yapar. Affedilecekler listesi yapsak son kullanma tarihini çoktan geçenler de vardır ama affetmeme oyununu çok sıklıkla oynadığımız için hala bağışlamadığımız onlarca olayımız vardır. Karınızı ve kocanızı çok sevdiğinizden ya da mecbur olduğunuzdan dolayı insanların yanında sizi küçük düşürmesine rağmen, ve sizi eline geçirdiği her fırsatta aldatmasına ve yalan söylemesine rağmen affetmek zorunda kaldınız. Ama yan komşunuzu sizin hakkınızda söylediği bir iki dedikodu yüzünden sırf ona mecburiyetiniz olmadığı için asla affetmediniz. Ya da kariyerinizi baltalayarak sizin yerinize geçen aslında hiç de “hak etmeyen” şimdi müdürünüz olan yakın çalışma arkadaşınızı affetmediniz. Sadece tümüyle kaybeden biri olmamak için, bunu belli etmeden, içinizden nefret ederek ve kızarak çalıştınız. Dışarıdan bakılınca bağışlanmaz durduğu halde mecburiyetlerimiz yüzünden affedici görünmek zorunda kaldığımız bir yönümüzle, kızgın olmamıza rağmen mecbur olmadığımız için asla affetmediğimiz diğer yönümüz ne kadar da çelişiyor ama aslında içimizde yaşadıklarımızla birebir aynılar. İnsani bakış açısına göre affetmediğimiz halde tam tersini yaparken aynı şeyi Tanrı’nın yapmayacağını biliriz.

Genel bakış açısına ve öğretilere göre aslında “dua edemeyen utangaçlar” hariç bizler içimizde her ne yaparsak yapalım dua anında Tanrı’nın bizi affedeceği gerçeğini hissetmek isteriz. Öyle ya bizler onun eseriyiz, O bizim yaratıcımız değil mi? Ayrıca O’nun yan komşusu olmadığımızı, O’na ortak koşulamaz kuralını da büyük bir çoğunluğun bozmadan uyguladığını zaten görmekteyiz. O zaman bizler Tanrı’nın şımarık çocukları olarak, her ne şekilde davranırsak davranalım Tanrı’nın bizleri “ koşulsuz sevgi” mecburiyetinden dolayı affedeceğini ta başından beri biliriz.

Şimdi konu başlığına geri dönersek “ İnsanın kendini günahkar görüp de dua etmekten çekinmesi asla doğru değildir. Bu da bir günah sayılır”. Cevabı biliyoruz. Zaten günahkarsın bir de dua etmekten çekinip, utanıp da daha fazla günaha girme diyor bilge kişi. Adam zihninde günah işlediğine inanıyor ve batmış durumda ve dua etmek kimine göre 1-2 dakika, kimilerine göre daha fazla iken O, anlık dahi yapabileceği bir şeyin, kutsallığını derinlerde hissederek zaten en büyük duayı yapıyor ve sen ona daha fazla günaha girme lafını yapıştırıyorsun. O’na sadece “kutsal evinde sana, huzur ve farkındalık diliyorum, sen zaten duanı yapmışsın” deseydi yanlış mı olurdu? Bu insanın dua etmek istemesi kendi kutsal farkındalığına ayak atmak istemesinden başka ne olabilir ki?

Peki kişi ille de birine danışmak ihtiyacında ise o zaman ne yapacak? Kuşkusuz aramızda “bilen üstatlar” var. Onların zaten her hangi bir kimliğe ihtiyacı yok. Bu insanlar gerek yaşam tarzları gerekse söyledikleri sözlerden dolayı zaten kendilerini bir şekilde hissettiriyorlar ama sizin gerçeğinize günahkar bir yoldan yaklaşmadan sadece size “olduğunuzu zannettiğiniz hiçbir şeyin aslında siz olmadığını” söyleyerek bir düşünme ve anlama gayretine girmenizi ve deneyim yoluyla farkındalığa ulaşmanızı tavsiye ediyorlar. Zaten dışarıda gerçek arayan kişilerin arayışı da böylece azalmaya başlıyor.

Bu yüzden ben kimseyi affetmiyorum çünkü kırgın olduğum kimse yok. Dolayısıyla kendimi de affetmiyorum çünkü affedilmesi gereken bir “ben” yok.

Gittiğim yolum ol’ malı ama

Gidilecek yer ben’ im ol’ malı

Kendi ayak izim ol’ malı ama

Hakikatte gerçek sahibi ol’ malı

Bilene bilmeyenin farkı sorulmalı ama

Farksızlık mutlak ol’ malı

Ama sadece O,

Ol’ malı. Ol’ malı. Ol’ malı

Esra Ö. Erdoğan