Tekamül sadece dünyada yaşayan ve onu paylaşan varlıkların duygusal ve düşünsel anlamda ürettikleri titreşimlerin yükselmesinden ibarettir. BİRLİK ve BÜTÜNLÜK Bilincine ulaşmayı destekleyen her türlü düşünce dünya üzerindeki sinerjinin hertz olarak yükselmesine destek verir. Elbette sinerji içeriğinde karşıtlıkları taşır ve o yüzden bir insanın bireysel tekamülü, hatta bir grubun tekamüle etkisinin sinerjide değişim yaratması çok uzun zaman alır. 

Aslında anlatması zor:

Duygusal ve düşünsel titreşimin yükselmesi gerçekte bilinç seviyesinde değişim olduğunu gösteriyor. Biz bilinç seviyesi olarak yükseldiğimizde, bütün dünyanın içinde bulunduğu alanın titreşimi de hertz olarak yükseliyor. Bu değişim bireysel gelişimimizin sonucunda minicik, mikron düzeyde bir değişim yaratıyor olsa da kavramların ortaya çıkış ve gelişme süreçlerine bakarsak o mikron düzeydeki gelişimlerin bile uzun vadede ne kadar etkili olabildiğini anlayabiliriz.

(Ölçüm yapan var mı bilmiyorum ben anlaşılır olabilmek adına uyduruk rakamlar kullanacağım)

Diyelim ki 1999 yılında dünyanın genel sinerjik alanı 99 hz. seviyesindeydi ve o zaman Türkiye’de bu titreşime kendi 89 hz. titreşimiyle ortaktı. Bu durum ne yapar? Türkiye 89 hz. ve altındaki tüm titreşimlerden yararlanır ve üzerindeki titreşimden de ister istemez etkilendiği ve o tekamül aşamasında daha ilerideki bir istasyon olduğu için oraya doğru çekilir. 

Duruma uyarlarsak, Türkiye kendi bilinç seviyesinden aşağıdaki toplumlarla kolayca ilişkiye girebilirken daha yüksek titreşimli, mesela demokrasiyi iyice sindirmiş uluslara hem özenip, oraya çıkmaya çalışırken hem de Türkiye’e yaşıyor olsa bile, henüz 89 hz. bile titreşemeyen insanlarının dirençleri nedeniyle hızını düşürmek zorunda kalır. Mesela dindar değil de dinci olan kesim, bilerek ya da farkında bile olmadan, -artık sistemsel olarak yeni denge zamanı geldiği için- başa geçmek  isteğiyle titreşimi çoktan ulusun sinerjisinin üzerine çıkmış, mesela dünyanın 99 hz. titreşimine ulaşmış insanlarını da içine çekmek adına “ileri demokrasi, BİRlik vs” lafları eder. Söyleye söyleye, henüz hiç bir eyleme geçmiş olmasa bile birden o daha yüksek sinerji alanındaki insanların zihinlerine de ulaşır ve sonra kendi özündeki titreşimi o yükselmiş olanlara da dayatır. Kötü niyet değil, titreşimin manyetik alanının etkisidir söz konusu olan. 

(Eşzamanlı uyumluluk iyice arttı. Tam ben bu yazıyı yazarken Sema Mumcu da benim yıllardır “ittiğiniz gücünüzü alır” dediğim durumu anlatan ekteki videoyu paylaştı: https://www.facebook.com/photo.php?v=10152130361123353 )

Dünyamızdaki kutupluluğun doğal bir ürünü olarak, titreşimsel alandaki sinerji hem pozitif ve hem de negatif enerjilerden oluşur. Başka bir deyişle insanlık her hertz yükselişinde başka bir pozitif bilinç hali yaratan ancak o pozitif bilincin de karşıt yönlerini eşit derecede kapsayan bir alana girer ve yavaş yavaş o alana uyumlanmaya başlar. Bir yanda olumlu etkiler hissedilip insanların bir kısmı o etkiler sonucu birşeyler ortaya koyarken, eşzamanlı olarak bir başka grup da olumsuz etkilerle rezone olup, aynı güce sahip, daha önce denenmemiş fikir ve davranışlarla karşıt enerjileri yaygınlaştırırlar. (Özellikle bizim ülkemize baktığımızda ülkenin % 50 Atatürk İlkeleri bağnazı, diğer % 50 de Erdoğan dayatmaları bağnazı haline dönüştüğünü fark etmemiz biraz da bundan.)

Binlerce yıldır korku yönünde ilerleyerek sorun yaratıp sonra bulduğumuz çözümlere sevinmeyi öğrendik. İnsanları korkutmak kolaydır. Neden? Korku içindeki insanın sorumluluk alma zorunluluğu pek yoktur. “Kafama silah dayadılar, çaresiz kaldım, kendimi savundum” diyen birisinin suçu “ben böylesini uygun gördüm ve bence doğru olanı yaptım” diyen ve aynı suçu işlemiş birininkiyle aynı kefede tartılmaz. Korkan “hayatını kurtarmak için meşru müdafaa” yapmıştır, diğeri hayatına kendi seçtiği özel bir şeyi katmak için “bilerek ve isteyerek cürüm” ortaya koymuştur. Bu nedenle hangi titreşim seviyesinde olursa olsun korkutacak ve sorumluluktan uzak tutabilecek her söylem toplumda hızla yaygınlaşarak taraftar bulur ve kişiye sorumluluk yükleyecek olan -ne kadar ulvi amaçlara hizmet ederse etsin- çoğu eylem ya da çağrı havada kalır, kolayca alınıp kullanılarak hayata geçirilmez.

Henüz dünya insanı karşıtlıkların birbirlerini doğurduklarını ve desteklediklerini tam anlayamıyor ya da kabul edemiyor. Bu nedenle, daha iyiye (daha yüksek titreşime) öykünen kişiler eliyle toplumsal bilinç yükselince, diğer taraf denilen (olduğu yerde kalmayı seçen) parçadaki insanların bilincinin de aynı insanlara yani bilinci yükseltmiş insanlara, yani gerçek sorumluluğun sıçramayı yaratanlara ait olduğu da pek anlaşılamıyor. Sonuç olarak bu sorumluluktan “iyi tarafa” düşen payda görülemiyor, “bizler ve onlar” kavgasındaki keskin ayrım daha da belirginleşiyor.  Ortaya sorunlar çıkıyor sanılısa da aslında o bilinç seviyesinde (hertz) elde edilebilecek gelişmeleri araştırmak için -çoğu zaman bilinçsizce- o bilinç seviyesinde üretilebilecek sorunlar yaratılıyor. Sonra da ilgili sorun için çözümler üretilip “evet işte yaratıcı zeka” kutlamaları yapılıyor.

En temel sorunumuz “varoluş” ile ilgili olduğundan bu durumu da en fazla o alanda yaşıyoruz. Bir yandan spiritüalite yükselen değer olarak hızla insanlığı BİR OL’maya davet ederken öte yandan “ayrılıkçı” zihniyeti en kolay tetikleyen din ve milliyet kavramları ve ilgili çıkışlar ortalığı kasıp kavuruyor. Gerçek din uygulansın diyen insanlar bir yana, ortalıkta “din ve adalet” söylemleriyle yola çıkıp, zaten Allah’ın gazabından korkan, “günah işlerim” korkusuyla hayatın sorumluluğunu alamayan insanlar iyice bağnazlaşıp kendi içlerine kapanıyorlar. Hıristiyan, Yahudi ya da Müslüman ayrımı olmadan dünyada topyekün bir dini anlayarak kabullenme hali aynı zamanda daha büyük kalabalıkların daha dogmatikleşmesine, dini ve inancı adeta putlaştırma haline doğru hızla yol alıyor. Kendisiyle hiçbir sınır olmayan Ortadoğu Ülkeleri’nin ABD ve dünya için çok zorlayıcı birer düşman olduğunu iddia eden ABD daha önceleri belli bir plana bağlı olarak filmleri ullanarak yarattığı “Rambo, Vatansever Süper Kahraman” algısını öne sürüp, yurtdaşlarını savaşmaları için uçaklarla savunmasız halkaların üzerine kolayca gönderebiliyor. 

Bütün bu olanlar bence biraz da geçmişle hesaplaşmanın, karmik borçları yeniden gözden geçirip, ödeme, dengeleme içsel arzularının da bir sonucu. Bu nedenle, her ulus kendi birikim ve geçmişten getirdiği karmik borçlarla ilgili farklı biçimlerde aynı durumu yaşıyor. Almanya’da Neo Naziler, Fransa ve İtalya’da daha önce sömürge olan ülkelerden gelenler, Yunanistan’da birden kendini AB içinde bulup ekonomik ve demokratik anlamda buldumcuk olanlar, İsrail’de Filistin kökenliller, 90 larda Bolşeviklerin devrimini iptal eden Rusya’da dağılan S.S.C.B. Döneminde kendi başına yolda yürümeyi unutmuş ve bugüne dek yeniden yolunu bulamayanlar, Müslüman halkın çoğunlukta olduğu bütün ülkelerde Hz. Muhammed’in ölümüyle birlikte ayrılığı başlatmış mezhep farklılığını henüz BİR edememişler, ABD topraklarında eşi benzeri görülmemiş yerli kıyımına sebep olmuş ve hala yerleşik bir düzen kuramayan Avrupa kökenliler… Kısacası her yerde bu karşıtlıklar karmaşası yaşanıyor ve tekamül yine de tam gaz yola devam ediyor.

İnsanlar iki büyük kutupta ayrışırken, aynı kutupta daha küçük gruplara ayrılmış olanlar ise kavuşup birleşiyor. Zenci ya da sarı ırktan bir eş alan beyazlar, Alevi bir partneri seçen Sünniler, bir Ortodoks ile evlenmeyi garip bulmayan Katolik kökenliler kadar, politik anlamda işbirliği yapan taban tabana zıt görüşlü insanlar da seve seve aynı potada erimeyi kabul ediyorlar. Örneğin 30/03/2014 günü Türkiye’de yapılan bir seçimden sonra, şehirlerden birinde ortaya çıkan hile söylemleri üzerine muhalefetteki milletvekillerinden biri: “HDP Tutanak buluyor, CHP sayıyor, TKP işliyor, MHP koruyor…Birleşe birleşe kazanacağız :-))” şeklinde bir sosyal medya paylaşımında bulundu dersem, nasıl bir karşıtların toplanmasından doğan BİRLİK Hali’nden söz ettiğimi anlayabilirsiniz diye umuyorum :).

Şimdi ne yapmalı? Sorumluluktan kaçıp, daha da mı ayrışmalı? Yoksa, ayrışma içinde daha da kutuplaşan grubun da artık yeni ve yüksek titreşimlerde bir araya gelmesini mi dilemeli? Bence BİRLİK için hiç bir zaman olmadığı kadar çok istekli olunmalı. Hangi hertze yükseleceksek o hertze kolay, zahmetsiz, sağlıklı, bereketli, barış içinde uyumlanmak için hiç bir zaman olmadığımız kadar kendimizi ve titreşimimizi yükseltmeye, sinerjiye yüksek titreşimli duygu ve düşünce enerjisiyle katkıda bulunmak için gayret etmeli 🙂 Benim gibi düşünüyorsanız:

“-Dünyanın yükselen titreşim seviyesinde daha da ayrışmaya % 100 EVET, bu ayrışma içinde taraf olmaya izinliyim ve BEN yükselen sinerji alanının yarattığı BİRLİK ve BÜTÜNLÜK içinde yaşamayı seçiyorum” demeye başlayabilirsiniz :).

Zeynep Alan Sevil Güven