Günümüz insanı, çağlardır devam eden bilinç savaşında yorgun ve yenilgiye uğramış durumda. Düşmanı evrimleşti ve güçlendi. Bugün, dün olduğundan daha güçlü bir düşman ve onun kontrolündeki güçlerle savaşıyoruz. Onu yenilmez hale getiren şey, düşmanın ve düşmana karşı mücadele edenlerin bilinçlerinin, zihinlerinin ve arzularının bir ve aynı olması. Bu nedenle de işaret edilmesi, gösterilmesi, açığa çıkarılması ve savaşılması çok zorlu bir düşman.

Tıpkı birden fazla cephede savaş veren bir ülke gibiyiz. Bedenlerimizi istila eden hastalıklarla boğuşurken, zihinlerimizi istila eden kusurlu düşüncelerden yorgun düşmüş durumdayız. Fiziksel hastalık ya da hastalık tehdidi altında çarpıtılmış olan düşünceler ve çarpıtılmış bir zihinsel algıdan doğan hasarlı bedenlerle işe yaramayan sosyal sistemler yaratıyor ve onların içinde bocalıyoruz.

Umutsuz bir savaş bu çünkü savaşma gücümüz yok. Savaşma ruhumuz düşmanın en güçlü propaganda araçları aracılığıyla elimizden alınıyor. Geriye savaşma ruhunu yitirmiş, yenilgiyi peşinen kabullenmiş, zayıf, itaatkar, umutsuz, çaresiz, ışığını yitirmiş bir insan kalıyor. Düşmanın en büyük propagandası bizi, “başarının bir ödül ile anlam kazandığına” inandırması. Bu o kadar bağımlılık yaratıcı ve başarılı bir psikolojik savaş hilesi ki insan bir kere ödüle bağımlı hale geldiğinde hayatın anlamının “ödül” olduğuna ikna oluyor. O an itibariyle artık ÖDÜL, var olan her şeyden büyük bir önem taşıyor; hatta düşmandan gelse bile… Düşman bir kez ödülü belirleyen otoriteye dönüştüğünde ise artık ona karşı savaşmak anlamını yitiriyor.

Ruhu ve onunla birlikte savaşma ruhu zayıflamış olan günümüz insanı, ödül için hevesle kuyruk sallayan zavallı bir sokak köpeği gibi. Üstelik artık alabileceği bireysel, kişiye özel, ona ait ödülleri yok. Ödüller genel geçer, belli bir beklentiyi karşılayan herkesin elde edeceği ödüller. Bu ödül ister bir yoga asanasını başarabilmek, ister yarım saat meditasyon yapabilmek, ister Bali’ye tatile gitmek, ister akıllı telefondaki bir oyunda seviye atlamak, isterse sosyal medyadaki bir sözüne ya da fotoğrafına beğeni kazanmak olsun fark etmiyor; temelde hepsi kişiye özgüymüş gibi görünen ama aslında genel geçer bir başarıya verilen ve kişinin beynindeki ödül algısını ve ona bağlı hazzı tetikleyen sahte bir başarı duygusu yaratmaktan öte bir anlam taşımıyor.

…ve ne yazık ki kişilerin tüm günleri aç bir hayalet gibi diğer kişilerin sözlerinde, sosyal medya profillerinde, aynada gördükleri bedende ve telefonlarındaki oyunlarda ödül arayarak geçiyor. Günümüz insanı için ödülün ortadan kaldırıldığı bir dünyayı algılamak bile imkansız. Bir an için akıllı telefonlar, sosyal medya platformları, takdir edilecek fiziksel ya da zihinsel uğraşları, oyunları, televizyonları ellerinden alınsa insanlar bu meşguliyetsizlikte ne yapacaklarını bilemez hale gelirlerdi. Meşgul insan, ödül arayışındaki insandır.

Günümüz insanı, savaşma ruhunu yok eden en güçlü propagandanın ÖDÜL algısı olduğunu anlamak zorundadır. Bu anlaşılmadığında, gerçek başarı, yani onun varoluşunu onurlandıran YARATICILIK ve ÖZGÜNLÜK anlamını yitirmektedir. Yaratıcılık ve özgünlük “SÜRECİNDE” alınan haz, ödül “SONUCUNDA” alınan haz ile yer değiştirildiğinde, artık bir uyuşturucu bağımlısıyızdır. Tüm bağımlılar gibi görüşümüzün bulandığı, enerjimizin tükendiği, hayatın anlamını yitirdiği, anlamın yerini minik ödüllere bağlı minik hazların aldığı ve dolayısıyla insanın zihnini SÜREKLİ MEŞGUL tutmak zorunda olduğu cehennemsi bir varoluş, kesinlikle yitirilmiş bir savaşın sonucundaki esaretten başka bir şey değildir.

Savaşlar ne kadar umutsuz olsalar da kazanılabilirler. İlk olarak bunun bir savaş olduğunun, ANLAM yerine ÖDÜL’ün konduğu, SÜREÇ yerine SONUCUN öne sürüldüğü, GERÇEK yerine SAHTENİN kabul edildiği bir savaş olduğunu anlamalıyız. Eğer bir gün, gerçek bir planla, cesur bir kalple, esaret tanımayan bir ruh ile ayağa kalkıp BİR ŞEY YAPMADAN DURABİLMEK için harekete geçebilirsek bu savaşı kazanma ihtimalimiz olacaktır. BİR ŞEY YAPMADAN DURABİLMEK için anlamlı bir çabaya girişmedikçe bu savaş asla kazanılmayacak ve ANLAM asla bulunamayacaktır.

Tek bir şey sorun kendinize:

Ya bir ödül olmasaydı? O zaman nasıl yaşardım?

Cem Şen

1968 yılında doğdu. 1981 yılında savaş sanatları eğitimi almaya başladı. 1987 yılında Zen Budizm’in Türkiye’deki temsilcisi olan İlhan Güngören ile tanıştı ve 1987-1990 yılları arasında Güngören’in asistanlığını yaptı. Bir yandan Güngören’i Zen çalışmalarında ve Tai Chi Ch’uan derslerinde destekleyen Cem Şen aynı zamanda Namık Ekin, Mustafa Aygün gibi eğitmenlerle savaş sanatları eğitimini sürdürdü. 1990 yılında ilk çeviri eseri yayınlandı. Aynı yıl çalışmalarını tümüyle Taocu çalışmalara yönlendirdi. Sırasıyla Mantak Chia, Master Wang, Master Wu, Eric Steven Yudelove gibi ustalardan eğitim alan Cem Şen aynı zamanda bu ustalardan farklı Taocu sistemleri öğretme yetkisi de aldı. Halen ustalar ile çalışmalarını ve dünyanın farklı yerlerinde bulunan yaşayan büyük bilgelerle iletişimini ve arayışlarını sürdürmektedir. 1991 yılında Dharma Yayınları’nı ve ardından 2003 yılında bu yayınevinden ayrılarak Klan Yayınları’nı kurmuş olan Cem Şen’in içlerinde “Enerjinin Dansı: T’ai Chi Ch’uan” ve “Dolmuşa Binme ve Dolmuştan İnme Sanatında Zen” adlı kitaplarının da bulunduğu 8 kitabı ve yaklaşık 40’a yakın çeviri eseri bulunmaktadır.