Belki de Bruce Lee’nin filmlerinin gişe rekorları kırması nedeniyle batı insanı gözünü Uzakdoğu’ya çok keskin bir biçimde çevirdi son yıllarda. O eşsiz dövüş ustasına öykünenlerin çoğu sadece dövüş öğrenmek istiyordu. Dövüşmek, kaba güçle yapılan bir şey olarak tanınıyordu. Amaç korkularıyla yaşayan insanların kendilerini “diğerlerinden” korurken daha güçlü olmaktı.
Bruce Lee ve sonrasında David Carradine’in başrolde oynadığı Kung Fu dizisi bu yaklaşımın doğru olmadığını anlattılar. İşe değer katan bir teknikle yaklaşan sanatçının, kendisinden çok daha iri ve güçlü birini önce eğiterek alt etmeye çabalamanın önemini vurguladılar filmlerinde. Bununla birlikte, tek çözümün dövüşmek olduğu hallerde, amacın dövmek değil, sanatını sergilemek olması gerektiğini ve bunun yapanların hemen her rakibi kolayca alt edebileceğini sergilediler filmlerinde. Bu sanatçının daima “iyi olanı” savunmak durumunda olduğunu da özellikle vurguladılar elbette. Sonunda Bruce Lee, David Carradine ve daha sonra ortaya çıkan Batı kökenli meslektaşları, “dövüşmenin bir sanat olduğunu, dövüş sanatçısının ise bir iyilik ustası OL’mak zorunda olduğunu” adeta kanıtladılar tüm dünyaya. Anlayacağınız, kötü adam usta olamazmış, ancak iyi dövüşçü olabilirmiş gibi bir dayatma da vardı bir yanda…

İyisiyle, kötüsüyle pek çok usta geldi geçti dünyadan. Gelmeye ve geçmeye devam ediyorlar. Tüm bu ustalar hep Tao’dan söz ettiler, “Taocu Yaşam” dediler, ellerinden geldiği dillerinin döndüğünce, Tao ve Çin sınırında başlayıp Japonya’ya kadar kolayca ulaşan ve Zen Manastırları’nda her geçen gün biraz daha şekillenen felsefeyi anlattılar dünya insanına.

Nedir bu Tao Allah aşkına diyenlere benden bir gülücük hediye. Tao kelime anlamı ile “yol” demekmiş. Öyle çeviriyorlar sözcüğü batı dillerine.

“-Bu nasıl bir yol?” diye soranlara,

“-Üzerinde yürürken keşfedilen, keşfederken gelişilen, gelişirken güçlenilen, güçlenirken teslim olunan, teslim oldukça sağlık kazanılan, sağlık kazandıkça daha çok yürümek istense de hiç hızlanılamayan bir yol” demek istiyorum izninizle.

“-Peki nereye ulaşır?” diyenlere,

“-Ayrılıktan başlayan bu yol BİR’liğe uzanmak için vardır. Kişi istese de istemese de bu yolda yaşar. Doğduğu anda kişi kendi Taosu ile başbaşadır ve onu her an yeniden yaratır. Kişisel Taosu’nun çölde, ormanda, deniz kıyısında olması ona, onun BİR’liğe bakış açısına bağlıdır. Ne kadar BİR’liğe yakın durursa, Taosu o kadar renkli, neşeli olur. Yol kenarında çiçek olmasını isteyenler, bu çiçekleri ekmekle yükümlüdürler. Ne kadar isterseniz o kadar dinlenebilir, dinlendiğiniz yerlere ayrı güzellikler katabilirsiniz. Güzel dünya istiyorsanız, herkese katkıda bulunmak istiyorsanız, geçtiğiniz yerleri güzelleştirin. Unutmayın, her koşulda Ulaşacağınız yer BİR’liktir” diyorum genellikle.

“-Ben BİR’likten anlamam, bir birey olarak ilerlemek ve sadece kendime katkıda bulunmak istiyorum” diyor bazıları.

“-Kendinize hizmet etmek de sizin kendi seçiminizle oluşturduğunuz Tao’nuz olur. Kendinize gerçekten hizmet edebilirseniz, eninde sonunda kendi içinize ve ister istemez BİR’liğe ulaşırsınız. Tao sizi size ulaştırır. Sizin kendinize ulaşmanız, aslında BİR’liğe ulaşmaktan başka bir şey değildir. Siz BİR’liğin bir parçasısınız. Kendinize ulaştığınız hal her varlığa yarar sağlar” diye yanıtlıyorum onları.

Bakıyorum, soruları bitmiyor insanların, anlıyorum ki yazmak gerekiyor,işte başladım yazıyorum. Altından nasıl kalkabileceğimi ben de merak ediyorum.

Tao ustaları her şeyin Tao’sundan söz ederler. Genllikle olumlu olanın Tao’sudur konuşulan. Sevginin Taosu, Bereketin Taosu, Sağlığın Taosu, Cinselliğin Taosu, Neşenin Taosu, Dinginliğin Taosu, filancanın Taosu…. Bu listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Her aklınıza gelen şeyin Taosu’ndan söz edebilirsiniz. Bana kalırsa olumlu olmayan olguların Taosu’ndan da söz edilebilir. Yalancılığın Taosu, Hastalığın Taosu, Soygunun Taosu, Cinayetin Taosu bile kullanılabilir işinize yarıyorsa bu deyimler. Bundan istediğiniz kadar söz edebilir ve o savınızı açıklamaya, anlatıp öğretmeye gücünüz yeterse, insanlara bu yeni deyişinizi kolayca onaylattırabilirsiniz.

Tüm dünyada en önemli Zen Shiatsu uzmanı olarak kabul edilen Ryokyu Endo, Tao Shiatsu adlı kitabında “doğa: doğu için araç, batı için manipülasyon” görüşünü ortaya koyar. Ben onun bu açıklamasını tam ve vazgeçilmez olmazsa da gerçeğin önemli bir bölümünü yansıtan bir görüş olarak alıyorum. Doğulu kişi kendi içsel dünyasında dönmek adına kullandığı bir ayna gibi kullandığı doğa içinde uzun saatler geçirip, enerji depolar. Batılı insan ise, onun sıcağına karşı klima, soğuğuna karşı radyatör geliştirir, kendi aracının çalıştırmak için petrolünü soğurur, resmini yaptığı ağacı yakarak şöminesini şenlendirir ve doğa tükendikçe “ben kazandım” diye diye gerinir. Yani biraz hastadır batılı ve hasta etmeye bayılır ortamı.

Tao yaşamın içinde yaşamla birlikte akmak anlamı taşıyor benim için. Hastalık dediğimiz durumu, var olan hallerden bir hal olarak algılıyorum. Bu öyle bir hal ki, kendi özümle olan uyumum ortadan kalkmış, bu beni doğa ile olan uyumumdan koparmış, doğuşumda bana bağışlanmış doğal enerjim bu uyumsuzluk yüzünden kesintiye uğramış ve bedenim bana sinyal gönderiyor…

Bedenim bana “KENDİNE GEL” diyor. Bana hiç acımıyor, kendisini terk edeceğimden hiç korkmuyor, sadece uyarıyor “KENDİNE GEL!”, benimle konuşuyor, bana “baksana zihninde ne kadar karanlık alan var, onları aydınlatmalısın” diyor. Bu bedenimin Tao’su. Bedenimin Taosu’nu seviyorum J. Bir de batıda yaşayanlar aynı ölçüde sevse…

Elbette her birimiz kendimize göre kendimizi seviyoruz, seviyoruz da… peki bedenimiz için, bedenimizin “yolu” için ne yapıyoruz? Ona ne kadar iyi davranıyoruz? Onun uyumda kalmasına ne kadar özen gösteriyoruz? Sigara tüketiyor muyuz (çok şükür bıraktım), ya alkol? Umarım yakında hiç alkol almadan yaşamaya başlayacağım J. Uyuşturucu, karanlık, çöp/kir? Bunlardan ne kadar uzak duruyoruz acaba? Bedenimizi kendi istek ve gereksinmelerine uygun besliyor muyuz? Kaslarımız mı bedenimizi taşıyor? Tendonlarımız yeterince güçlü mü? Yoksa belkemiğimize mi yükleniyoruz, yürürken, otururken hatta hatta sevişirken?

Pek çoğumuz spor salonlarına avuç dolusu para yatırıp, “işte ben sağlıklı kalmak için egzersiz yapıyorum, bundan iyisi Şam’da kayısı tatlısı” diyerek kendimizi kandırıyor olabilir miyiz? Moda olan spor ayakkabıları dizi dizi, renk renk alıp, ayakkabı dolabına koyarken, “bu ayakkabının Tao’su nedir? Yolda yürürken giyilir mi? Yoksa kapalı salon dışında kullanmak sakıncalı mı, ya da tersi mi daha yararlı olur?” diye soruyor muyuz?

Sabah kalkıp yataktan pencereyi açsam, isli sisli, pis puslu şehir havasını içime çeker gibi yapıp, o havayı bile diyaframımdan aşağıya indirmezsem, ne kadar yaşam enerjisi alabilirim acaba? Ya da açık pencere karşısında egzersiz yapsam kendi bildiğimce ve derin derin nefesler alıp oksijeni bolca bedenime göndersem, bu arada enerjimi gereksiz tüketsem, ya da yukarıyı çok aşağıyı az çalıştırsam… Acaba bedenim yine uyumda kalır mı ki? Neyse biz işimize dönelim…

İbranice “linfoş” olarak telaffuz edilen sözcük “nefes almak” anlamına geliyor ve kökü “nefeş”. Bu arada benim bildiğim kadarıyla İbranice ve Arapça çok ortak yönlere sahip iki akraba dil. Anlayabildiğim kadarıyla İbranice “nefeş” ile Arapça “nefes” sözcükleri aynı anlamı taşıyor.

Nefes aynı zamanda “can” anlamına geliyor. Yani “linfoş” dediğinizde aslında “içeri can almak” anlamına gelen bir şeyden söz ediyorsunuz (ne zormuş bunları yazı ile anlatmak).

Bu durumda benim anladığım kadarıyla, “şimdi nefes alıyorum” dediğimizde, aslında “şimdi içeriye can çekiyorum” diyoruz bir anlamda. Bunu “şimdi içeriye yaşam enerjisi çekiyorum” şeklinde de düşünebiliriz sanıyorum.

Ay! acaba gerçekten anlatabildim mi, yoksa saçma sapan bir yazı mı yazdım? Anlatabildiğimi var sayıyorum ve narsist biri olarak önce kendimi tebrik edip sonra izninizle Tao’ya devam ediyorum.

Dediğim gibi Tao, üzerinde yürünen yoldur, Asıl amaç, kendi içimize yolculuk etmek ve oradan da BİR’lik bilincine ulaşmaktır. Buna ulaşmak bizim tekamülümüz açısından yararlıdır. Bunu yapabilmek için içeriye bol bol yaşam enerjisi çekmek gereklidir. Yaşam enerjisi Tao’dan ürer. Nasıl mı?

Tao düaliteden söz eder. Yin/Yang devresinden ve onların karşılıklı etkileşiminden, hiç bitmeyen yer değiştirmelerinden söz eder. Bu “karşılıklı etkileşimden hareket doğar, hareketten yaşam enerjisi açığa çıkar” der. Hepiniz görmüşsünüzdür o Yin/yang sembolünü.

Bir tarafta giderek artan/azalan beyaz alan ve diğer tarafta ona bağlı olarak azalan/artan siyah alan. Ya da bakış açınıza göre, bir tarafta artan/azalan siyah alan ve diğer tarafta ona bağlı olarak azalan/artan beyaz alan. Her ikisi de doğrudur. Bu karşıt iki gücün bitmek tükenmek bilmeyen karşılıklı etkileşimini anlatan sembole biraz daha derinden bakınca, her hal içinde, karşıt halden bir küçük alan olduğunu da görüyoruz. Bu da karşıtlıkların aslında diğer yanın tohumunu daima içinde taşıdığını, bir anlamda, kendi ivmesi ve gelişme süresi son noktaya ulaştığında, diğer yanın enerjisine teslim olacağını ya da onu doğurabileceğini anlatmak içindir.

Tao Felsefesi, bu karşıtlıkların biteviye deviniminin, içimize çekmekte pek hevesli olmadığımız yaşam enerjisinin ortaya çıkmasını sağladığını savunuyor. Yani ben kendi Tao’m içinde, zihnim, ruhum ve bedenim aynı çizgide ve eşit etkileşimde olduğunda özel bir haldeyim. Başka bir deyişle, sembolde tam ortada görünen siyah ile beyaz alanın birbirlerine dokunduğu “S” biçimindeki hat boyunca yaşıyorum demektir. Ya da içime çekmekte hevesli olmasam da o yaşam enerjisinin en bol bulunduğu alanda. Orada içime çekmek için çaba sarf edip etmememin bir anlamı kalmıyor. Mükemmel BİR’lik alanında yaşam enerjisinin en saf en çok olması nedeniyle, o zaten her hücre boşluğumdan içeriye kendiliğinden süzülüveriyor. Ancak fiziksel dünyada o alanda yaşamak olanaksızdır. BİR’liğin olduğu alan aynı zamanda HİÇ’liğin olduğu alandır ve biz hiçlik içinde fiziksel varlığımızı sürdüremeyiz. İronik değil mi?

Bu yüzden yolcuğun TAO’sunu kullanmak ve beyazdan siyaha, siyahtan beyaza yumuşak ve sakin geçişler yapmak, ya da birinden birini seçip o alanda yaşayarak BİR’lik arayışımıza devam etmek durumundayız.

Biliyorum, pek çoğunuza söylediklerim anlamsız, hatta abesle iştigal gibi geliyor. Haklı olabilirsiniz. Bunca yıl Tao’dan bihaber yaşayan batı dünyası, varlığını yine de sürdürmedi mi? Bugün dünyada batılısı, doğulusu, her kesimden insanın keyifle yaşamına sokup yararlandığı onca teknolojiyi o dünyanın içinde ortaya koymadı mı? Hatta kaderiymiş gibi duran fakirliği yenmek isteyen doğu bu teknolojiyi çalıp kopyalayıp yaşam kalitesini arttırıcı unsura dönüştürmedi mi?

İşte ben de tam bundan söz ediyorum. Batı o alanın siyah, yang yani aktif tarafında daha çok kalıp, ara sıra, yang alanın doğurduğu beyaz alana kayarak, yaratıcılığını kullanıyor ve hemen dışına çıkıp, yarattığını var gücü ile arttırmaya özen gösteriyor. Yaratmak aslında etken olmaktır. Ancak yaratıcılığı sağlayan şey dinginliktir, düşünmek, derin düşünmek ve içine ilham perilerinin girmesine izin verecek kadar edilgenleşmektir. Yaratıcı Üretimin Taosu bu iki alan arasında sürekli gidip gelmektir.

Dediklerimin abesle iştigal gibi göründüğü ilk andan sonra biraz bekleyin, enerjinin akıp içinizden geçmesine izin verin. O kadar da saçma ve gereksiz bir çalışma olmadığını göreceksiniz. En azından biraz felsefe sevenlerin üzerinde derin düşünmesi ve çalışması için sıkı bir konu olabileceğini ayrımsayanlarınız olacaktır.

Taocu ustalar, 7000 yıldan beri bunları her geçen gün bir adım daha geliştirip, bizim anlayacağımız dile dökmeye çabalayarak yola devam ediyorlar. Yani çok yıllarını enerji alanının beyaz yanında düşünerek, dingin kalıp enerjinin içlerine akmasına izin vererek geçiriyor, ara sıra, ayrımına vardıkları bilgileri paylaşmak adına kendi beyaz alanlarının doğurduğu siyah noktaya geçip, elde ettikleri bilgileri diğerlerine aktararak kendi yang enerjilerini kullanıyorlar. “Batılı beklemeden yapanın, doğulu yapmadan bekleyen karşıtı” gibi bir şey işte. Bir başka deyişle, dünya üzerinde büyük ölçekli gerçek bir yin/yang devresinden söz ediliyor burada.

Aynı ustalar, “batılılar; yaptığınızı yapmaya (etken olmaya) devam edin ki, denge bozulmasın, bu arada “kendinize Tao’nuzu güzelleştirip aydınlatacak kadar zaman tanıyın, aksi halde, çirkinlikten içiniz kasılır” diyorlar. Kolayca uygulanabilen ve gerçekten iç organların da ışıklarını yakarak depresyona girmelerini engelleyen bazı çalışmalar öneriyorlar.

Meditasyon, içine dönme ve bedensel egzersizler. Yumuşak, dingin ve esneklik kazandıran egzersizler. Bizi BİR’lik bilincine giden içsel yolculuğumuzda biraz daha destekleyen zihinsel ve bedensel egzersizler. Yantra (imgeleme) ya da mantralar (belirli sözcüklere konsantre olma) yerine sessizlikte kalarak uygulanan egzersizler. Futbol mu? O kesinlikle bunlardan biri değil J.

Bu Tao dedikleri çok esnek yahu… İstersen Yoga yap, istersen Transandantal meditasyon takıl, dilersen futbol oyna, daha da olmazsa akşama kadar kara sapana bağlı öküz gibi çalış, içinden öylesi gelirse hepsini harmanla, ne istersen onu yap, eninde sonunda içine ulaşacaksın, Tao seni hep içine götürür. Yine de bazı önerileri dinlemek de yarar sağlıyor.

Yararlı mıdır?

-Bana sorarsanız, ayrılıkta başlayan ve bütünlüğe uzanan yolda ilerlerken, ana hedefe ulaşmamızı kolaylaştıran ve yolumuzu destekleyerek, hızlandırarak, güçlendirerek katkıda bulunan her şey yarardır. Hedef odaklı yaşamaktan vazgeçip, hedefe giden yolun kendisinden, Yolun Taosu’ndan keyif almak yarardır.

Siz kendi açıklamanızı kendiniz yapın, o da sizin Tao’nuz OL’sun.

Zeynep Alan Sevil Güven