Cüneyt Arkın filmlerinden etkilenen gençler, bugün önce ikna edip, kendi inançlarına katacakları, kale kapılarını içerden açtırdıktan sonra dekolte kıyafetlerini sıyırıp, aile büyütme egzersizleri yapacakları kafir kızları artık spiritüel alemde arıyorlar.

Tam bir akıncı psikolojisi bu. Egemenlik alanını genişletmek isteyen yerel, egemen olduğundan emin olduğu evrensele meydan okuyor. İzlemesi eğlenceli. Ama figürasyondakiler her zaman olduğu gibi hem abartılılar, hem de daha önemli görevlere seçilme güdüleri nedeniyle, her şeyi çok ciddiye alıyorlar.

İnternet sonrası toplumun örgütlenmesi ekonomik faydacılık teorileriyle çok uyumlu değil. Oluşan örgütler, dernekler ya da gruplar, sadece bir tek ilgi alanını paylaşıyorlar. İsveç’te kişi başına ortalama dernek üyeliği sayısı 7’yi aşmış. Benim internet gruplarımın sayısı 82 ve toplam üye sayıları 14.000’den fazla. İnsanlar artık hobilerini, mesleklerini, zevklerini, hazlarını, maske kimliklerini, yüzlerini hiç görmedikleri ama en mahrem sırlarını bile bilen ilgidaşlarla internet ortamında paylaşıyorlar.

Bu gruplarda ortak temanın dibine vuruluyor. Toplumda yargılanmaktan korkan bireyler, bu gruplarda özgürlükleri abartarak kullanıyorlar. İlk spiritüel fuarımda ben de buna benzer bir his yaşamıştım. “İşte bunlar benim insanlarım” neşesinin kontrolsüzlüğü, tıpkı eşcinseller gibi, toplum içinde bastırdığım spiritüel kimliğimi abartmama neden olmuş, bu kimliğimin altını-üstünü, her yerini fosforlu kalemlerle çizmek istemiştim.
Bugün internette buluşan gruplarda abartılı kimlikler taşıyan bir sürü insan var. Samimiler belki. Ama aşırılar. Çiçekler, böcekler yetmiyor. Naiflikler bitmiyor. En temiz, en saf ve en arınmış olabilmek için, en yapay dezenfektanlara razı insanlar.
Doğaya, kendi doğalarına, kültürlerine bir yabancılaşma içindeler. Evrensel sandıkları empozisyonlar içinde, kendilerini kaybediyorlar. Evrenin bir diğer parçası olduklarını unutarak, diğer parçalara öykünerek, maskelerinin arkasına saklanıyorlar. Fakat onları titretip kendilerine döndürecek karayağız gençler boş mu duruyor? Evrensele kurban olanları, bu kez yerelin kurbanları gözlerine kestiriyor. Zaten keskin olmayan sınırları, sağlam olmayan temeli hedefleyip, gerilla taktikleriyle saldırıyorlar. Ve hiçbir somut kazanımları olmasa bile, gruptaki homojenlik huzurunu sarsmayı başarıyorlar.

Birinci grup tebliğciler. İslamcısından, Hıristiyan misyonerine, filanca (internet) guru(su)nun müritlerinden UFOculara kadar, durumdan, karanlıkta olanları uyandırma vazifesi çıkaran askerler. Tellallığını yaptığı bilgi dışında bir referansı olmayan, ezberinin bozulmasından korktuğu için, tartışmaları dar alanda ve bağırarak yapan fanatikler. Bunların en büyük handikapı yargıları. Çoğu yargıç, ve eğer onların dediklerini yapmazsanız, cehennemde kaç devir yatacağınıza karar vermek istiyorlar. Savcılığa razı olanları da var. Bir de dedektifler var, gizli kamera taktikleriyle delil toplayıp, müzevirlik yapanlar… En büyük avantajları ise ait oldukları grubun desteğiyle, serbest dolaşımdaki acemilere kurdukları tuzaklar. “Biz sağlamız, aradığın biziz, bize güven gerisini merak etme sen” diye vaatler ya da, “bak sonra çok pişman olacaksınız, ama fayda etmeyecek” diye korkular aracılığıyla, spiritüel yolculuğunun henüz başındakilere hitap edebilen bu dominant karakterler, grubun bütünün ya da yönetiminin her türlü tepkisini, kovulmayı, hacklanmeyi filan hep Hasan Sabbah fedailerinin sahte cennet ölümleri umuduyla, memnuniyetle karşılarlar, ve en çok bu yüzden çok can sıkıcıdırlar.

İkinci grup yemciler. Bunların farklı türleri var. İstihbaratçılar önce gaz verip, sonra frenler, gerekirse özür diler. Arada bir rapor yazıp, bilgi toplarlar. Dolandırıcılar göz boyayacak vaatlerle pazarladıkları sistemleri satarken, “bu memlekette enayi yonca gibi, biçtikçe yenileri çıkıyor” prensibine çok güvendikleri için, burunlarından kıl aldırmaz. İnternet mastürbatörleri, sosyal yalnızlıklarını sanal sado-mazoşizmle renklendirmek isterler, ve herşeye saldırırlar. Gruplar kurar, dağıtır, herkesi forward manyağı yaparlar. Sahte öğretiler ve öğretmenler yaratıp asosyal asosyal eğlenirler. Bütün istedikleri sevgi ve fark edilmektir oysa. Yemcilerin maskesini düşürdüğünüzde, hepsi şirretleşir. Eskiden insanlar hacetleri doğada giderirken söylenen “küçük taşla temizlenme, eline pislik bulaşır” sözü bunlar için söylenmiştir.

Üçüncü grup namcılar. “Nam olsun, kar olmasın” düsturuyla destursuz saldırırlar. Spiritüel alemde nam yapmak için kaç leşleri olduğundan başka bir düşündükleri yoktur. Hocalarından her vukuat sonrası alkış bekleyen gönüllü tetikçiler, yeni bir konuyu lanse ederken “reklamın kötüsü olmaz” zanneden PRcılar, “en çok kanallı radyo benimkisi” iddiacıları, “ben o kadar sevgi doluyum ki, arkadaşlarımın beni jiletlemesine izin veriyorum” rüyacıları, “iki bira çaktım mıydı en anlaşılmaz şair ben olurum” duygusalları, kendini uzak doğu filmlerindeki bilge-sanatçı-savaşçılara benzeten delikanlılar hep bu gruptadır. Bunlar çok kolay deşifre olur. Bilmezler ki, spiritüel alem, mafyanın tersi gibidir: burada suç bireysel, ceza kitleseldir. Ama namcılar, yerellik ve taşra hapishanesinde olduklarından, bilginin artık uzun süre manipüle edilemediği modern medyayı ve zamanın ruhunu ıskalamışlardır. Bu yüzden sadece patinaj yaparlar.

Dördüncü grup, bir zamanlar benim de dahil olduğum saf idealistler grubu. Bunlar grupların baskılarına itiraz etmeyi bir görev zannedip, otorite düşmanı punk-anarşistler gibi, bugünkü insan doğasına ters bir toplumsal arayış içindedirler. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ya da “Let it be” şeklinde hayali bir özgürlük anlayışları olduğu için, grup kimliklerini reddederler. Bunlar sadece baskıya karşıdır. Ama içlerinde veya kendilerine karşı bu kadar özgürlükçü olamamaları foyalarıdır. Bunları susturmak çok kolaydır. “Biz” kelimesi onların ilacıdır. Hemen kaybolurlar.

Aslında uzatabiliriz. Spiritüel saldırganların daha başka türleri de olabilir ve olacaktır.

En büyük ortak noktaları akıncı psikolojisi ve ganimet beklentisi. Ve en acıklısı, en derinde hepsi kafir erkeklerin ve çıplak gavur kadınların aşkını umuyorlar.

Gazaları mübarek ve bizden uzak olsunlar…

Ali Korkut Keskiner