Ülkemiz yeni bir krizin eşiğine gelmek üzereydi. Neyse ki Bay Sağduyu imdada yetişti ve kriz önlendi. Yani düşünsenize kimin bacak arasında kim geziniyor dışında derdimiz kalmamıştı. Biz de bu dertten ulusumuzu mahrum etmeyelim deyip, çeşitli magazin programları icat etmiştik. Neredeyse her gece başka bir kanalda, kimin kimi nasıl ve nerede gördüğünü ve aralarında neler yaptığını izlemeye alıştırdık önce ulusu.

 

Ulusça pek bir sevdik bu özel yaşama karışıp içinde olanları röntgenleme işini. Giderek daha çok program yapmaya başladık. Bu da kesmeyince, hızımızı alamadık ve ana haber programlarına katıştırdık bu tür yoz haberleri. Sonunda “sağduyu” sahibi bir parti başa geldi ve birden “başka yapacak işiniz yok mu, elalem ne yapıyorsa size ne” demenin Türkçe’sini buldu görülmemiş ölçüde muhafazakar olan hükümet üyeleri. Bu andan itibaren tüm dünyada komik bulunması nedeniyle kaldırılmış ve sizi yola getirecek yeni bir yasayı size dayatacağız dediler ve gündeme “zina suç mu değil mi?” tartışmasını oturttular. Akılları sıra bazı insanların özel yaşamları içinde “seçerek, bilerek ve isteyerek” yaptıklarını suç haline getirip bu insanları görünmez olmaya zorlayacak ve halkın ahlakını koruyacaklar. Ba ba ba ba! (Kulakların çınlasın taşfırın erkeği)

Şimdi “bir de bakalım enerji boyutu neymiş bu zina işinin” diyeceğim ama, konunun bir de toplumsal boyutunu irdelemeden de edemeyeceğim.

Kim ne derse desin. Yaşam biçimi ve kalitemizde ciddi bir değişim var. Benim genç kızlığa ilk adım attığım zamanlarda bir orijinal jean pantolon bulabilmek için Tophane’de bugün nargilecilerin olduğu yerde bulunan (adları Amerikan Pazarı’ydı) o dükkanlara koşar, aralardan derelerden seçer alırdık bulabildiğimiz pantolonu. Orada da bulamazsak, yolumuz Kapalı Çarşı’ya uzanırdı. Bazen bir bütün günü tek bir jean (o zamanlar kot derlerdi, eski bir markanın zihinlere yerleşmiş adı anısına) pantolonu bulmak için harcar yine de eve elimiz boş dönerdik. Bazen de bulurduk aradığımızı ve “evreka” çığlıkları içinde dönerdik evlerimize.

Haydi o kadar aradık ve nihayet bir tane hem bedenimize hem de kesemize uygun olanından bulduk, sanmayın ki her beğendiğimiz model ve markada pantolon seçeneğimiz vardı. En çok Wrangler vardı, arada Lee ve Levi’s de bulunurdu. Diğer markaların ismini bile bilmezdik çoğumuz. Hepsinin de en klasik modelleri satılırdı orada burada. Sonunda Kızılay bedava dağıtmış da bizler de sevaplanmışız gibi bir örnek pantolonların üzerine giydiğimiz değişik model kazak gömlek vs. ile fark yaratmaya çabalardık.

Şimdi bakıyorum da benim yeğenim kolaylıkla gelip “teyze bana doğum günümde ne alacağını buldum! Geçen gün Diesel’de bir yeni model pant gördüm, oha falan oldum, o kadar da güzel yaniiiii. Fiyatı da çok ucuz, hepsi hepsi 270 milyon” deyiveriyor (Normalde yeni bir model 350 den aşağı olmazmış! Öyle diyor benim yeğenler). Hangi bir şeye şaşıracaksın? Her markanın, her yeni modelinin önce ülkemize gelmesine mi? 270 milyon TL. değerindeki pantolonu ucuz bulan yeğenimin bakışına mı?

Eskiden işportacılar gezerdi trenlerde vapurlarda (gerçi hala var ama eskisi kadar çok değiller artık). Onlar bir şeyi tanıtır ve yanında bir sürü başka şeyi de hediye verirlerdi. Her yeni bir şeyi tanıtmadan önce de:
“- Daha bitmedi, biiiiiirrrrr deeeeee, traş bıçağıııııı!” diye devam eden bir sürü şey satarlardı.

 

Ben de şimdi öyle diyeceğim:
“- Duuuuurrrrruuuuuunnnnn daha bitmediiiiiii!” Benim ilk gençlik yıllarımda ancak gençler için uygun görülen jean giysilerin şimdi her yer ve yaşta insan için, her türlü kıyafette kullanıldığını görüyorum. İnanın jean gelinlik ve damatlık bile gördüm.

 

Barlar, şık restoranlar, kulüpler hep markalı “jean”lerin farklı versiyonlarını giyip, üzerine de derin dekolteli genellikle siyah bluzlar giymiş (siyah hem zayıf gösteriyormuş hem de seksi duruyormuş, öyle diyorlar), çoğunlukla kısa saçlı ve asi görünüşlü kadınlarla dolu. Bunlar pek fazla makyaj yapmıyorlar. Doğal olmayı seviyorlar genelde. Ellerinde bira, votka ya da rakı kadehleri, kalkıp pistlerde dans ediyorlar fütursuzca.

Bizim zamanımızda öyle kadın elinde bir kadeh içkiyle sahnede tek başına dans mı edebilirdi? Daha bulunduğu yerin kapısını bulmadan “ırzına geçilmesini isteyen kadın” muamelesi görür, ellenmedik, pandiklenmedik yeri kalmazdı. Hani cesaretini bir kereliğine bile toplamış ve farklı davranmıştı ya! Bedelini böyle ödedikten sonra gelsin de yeniden toplasın o cesareti… hemen ertesi günü diğer koyun sürüsüne uygun adım marş marş yapmak zorunda kalırdı.

Şimdi ise, her yer yalnız başlarına gezmeye giden kadın grupları ile dolu. Hem de gece ya da gündüz ayrımı yapmadan, istedikleri gibi gezip eğleniyor, içki içebiliyor ve dans edebiliyorlar. Şehirli ve son yıllarda moda olan adıyla metroseksüel erkeklerin bu rahat kadınları birer cinsel obje olarak görmekten vazgeçeli çok zaman oldu. Sahi nasıl yaptık biz (biz=kadınlar ve erkekler. Yani gerçek bizJ) bu işi?

Yani eski yılları ve yasaları anımsıyorum da… Hani yasalar kadını korusun diye vardılar ya o zaman! Kadın adamın kendisini aldattığını, yani “zina yaptığını” hissedince, önce hafiyelik yapar adamı takip ederdi. Sonra “dostuyla” nerede, nasıl buluştuğunu öğrenebilirse, karakola gider ve durumu bildirirdi. Adalet güçleri, adamın dostuyla keyfi ve aldatılan kadının -çocuklardan artan saatleri- bir şekilde bir araya gelirse, birlikte eşinin sevgilisiyle buluştuğu yere duhul olunurdu. Zaten aldatılmaktan perişan olmuş kadın eşini sevgilisiyle buluştuğunda “en azından yarı çıplak” yakalatabilirse, çocukların bakımına katkıda sağlaması gereken eşinden boşanması durumunda, bir günlük yemek paralarını karşılayacak kadar bir şeyler kazanma şansı doğradı.

Oysa ekonomik özgürlüğü ve tüm toplumun desteğini arkasında tutan erkek, basılsa da sevgilisiyle, mahkemede eşinin “ben eşimi seviyorum, boşanmak istemiyorum” tümcesini duyana dek elinden geleni ardına komaz, boşanma suya düşünce de eski yoluna devam ederdi L. Ya da ve daha da kötüsü “kör istedi bir göz Allah verdi iki göz” deyip, tüm koşulları kabul edip eşini boşar ve bir sonra ki boşanacak eş için yelken açardı…

Kadın basılsa bir erkekle? Ay valla buna şiir olur:

Yatarsa kadın başka erkekle
Açılır dava! tekmili de bir celse;
Kadın dediğin erkek elinin kiri
Toplumda nerede vardır yeri?
Zavallı kadın hoştu, hatta iyiydi
Namus belasına yaşamı bitti

Neyse ki, zaman içinde bu yasa ortadan kalktı. Hatta daha da ileri gidildi ve insanlarımız pek bir alışkın oldukları “tecavüz edilen kadını suçlamak” davranışından vazgeçmeye başladılar. Aile içi teröre benzeyen namus davaları bile sorgulanır oldu. Ensest ilişki ciddi olarak tartışılacak biçimde telaffuz edilmeye başlandı. Yani her şey açık açık yaşandıkça, cinsel özgürlükler de kendini ortaya koymaya başladılar. Derken bir gün, bir yerde, bir kesim insan bundan rahatsızlık duymaya başladı.
Kimler mi? Sömürenler, soğuranlar, tehdit edenler, şantaj yapanlar…

Ataerkil toplum başladı başlayalı, insanları soğurarak yönetmek için gerekli en önemli silahlardan biri para ise diğeri de cinsellikti. O kişiler bunu çok defa kullanmış olduklarından, silahlarının gücünü iyi biliyorlardı. Bunca serbestlik ellerindeki silahlardan birinin kaybolmasına sebep olacaktı. Tüm dünya aynı anda, devletin kendisine sağladığı çalışma odasında asistan bir kızla yaşadığı cinsel ilişkiye rağmen yine de kabul gören bir Devlet Başkanı’nın öyküsünü izlemişti. Artık cinsel yaşamla ilgili bir hatadan dolayı baskı kurulamayacak, şantajla istenen ayrıcalık elde edilemeyecekti (“korkutursan yönetirsin yaklaşımı” deniyor bence buna).

Neyse bu dünyanın genel yaklaşımı, biz yine kendi özelimize, TC’ye dönelim. Bizim ülkemiz hakkında İsrail’de olduğum yıllarda bir Sosyoloji Ödevi hazırlamış ve sonunda “gördüğünüz gibi sizin adına Sosyoloji dediğiniz bilim, Türkiye söz konusu olduğunda sınıfta kalıyor” anlamında bir tümce ile ödevi sonuçlandırmıştım. Öğretmen dediklerime çok kızmış ve onaylamamıştı. İki yıl sonra karşılaştığımızda “senin dediklerini onaylamadımsa da merak ettim ve araştırdım, doçentlik tezimi bu konuda yazıyorum, meğer haklıymışsın” dediği bir durum yaşamıştım.

Bizim ülkemizde baş edilemeyen durumlarda derhal “yasaklar” konur. Sonra da bir başka grup bu yasaklara başkaldırır ve öylece sosyal grup olunur.

 

Hemen işbaşına geçildi ve zaten uzun zaman önce başlamış olan başka bir kavga körüklendi. Ülkemizde çok yıllar önce, bunun politik bir yaklaşım olduğu inancıyla, başını bağlayan genç kızlara karşı bir baskı kampanyası başlamıştı. Demokratik, laik, sosyalist, sosyal demokrat ve daha bilmem neist aydın kesime bağlı insanlar hemen görev başına geçtiler. Aynen bilmem neresini açan insanlara davrandıkları kadar hoşgörülü davrandılar bu kapanmayı seçen genç kızlarımıza. O kadar demokratik oldular ki! neredeyse her başı örtülü kadını militan ilan ettiler.

Enerji bizim dünyamızda iki yönlü çalışır. Artının olduğu yerde mutlaka eksi de vardır. Tabii burada “kim artı, kim eksi” konusu ayrı bir tartışma platformu oluşturur. Biz yine de kendimizle ilgili kısma bakalımJ.

Kampanya bir yandan kösteklenirken (demokrat geçinenler), öte yandan genç kızlara “bakın bunlar sizi eziyor, haydi gelin haklarınızı koruyun” mesajları verilmeye başlandı (kendilerini muhafazakar ilan edenler). İşin içine ezilmişlik, yasaklanılmışlık, dışlanılmışlık tablosu katılınca, giderek, sadece inandığı için yapanlar dışında kalan pek çok genç kız ve yeni evli/nişanlı genç bayan, birbirini desteklemek amacıyla ya da özenti nedeniyle başını bağlar oldu. Hay Allah yasak koyanların tepesinden baksın. (Başlarını sadece öyle olmasını seçtikleri için örten bayanlardan özür diliyorum).

Ne olduysa ondan sonra oldu. Ülkemizi yönetenlerin eşleri ve kızları da dahil, bir kesim kadın, yerlere kadar uzanan ve bedenlerini sararken pek de hatlarını ortaya çıkarmayan, son derece şık giysilerle salınmaya başladılar. Bazıları o kadar şık ve alımlı ki, insanın onlar gibi kapanası geliyor J. Özellikle büyük kentlerin varoş kesimlerindeki genç kadın nüfusa baktığımızda, çoğunun başları bağlı genelde. Kimisi anne baba, kimisi eş baskısından, kimisi de kendi özenmesinden. Ancak kadın kadındır, ne yapsanız beğenilme arzusunu yok edemezsiniz.

Bir keresinde bir yere davet edildim. Sadece bayanların katılabildiği bir tür öğleden sonrası daveti işte… Bu bayanlar meclisine başı örtülü bir hanımkız gelmişti. Başında bir türban ve başının arkası bir kabarık bir kabarık, sanırsınız doğumundan bu güne kesmediği lepiska saçlarını, dolayıp bükmüş, örtünün altına saklayıvermiş. Başörtüsü son derece canlı renklerde çiçeklerle bezeli. En göze çarpan renk hoş bir lila, başörtünün altından da yine aynı renkte bir sıkma baş örtüsü görünüyor. Nasıl hoş görünüyordu anlatamam. Ortalıkta erkek olmayınca, bizim de ısrarlarımıza dayanamadı ve açıverdi başını. Bir de ne görelim, o saç zannettiklerimiz meğer pamuk ve kumaşlardan yapılmış bir ek parçaymış. Baş örtüsünün arka tarafını kabarık tutuyormuş. Böylece çevreye “ben de ne lepiska saçlar var” havası veriyormuş. Yani basitçe, seksapel (Fransızca sex=cinsellik, apelle=çağırma, davet etme, kısaca seksi anımsatma hali diyebiliriz) dedikleri şeyin örtülücesiymiş olan… Hep merak ederdim, nasıl oluyor da bu türbanın ön tarafı yüksek ve düzgün durabiliyor diye. O gün onu da gördüm. Sıkma baş örtüsü ile, asıl türban arasına fotokopi için kullandığımız şeffaf asetattan bir parça sıkıştırıyorlarmış. Böylece oluşan sertlik o görüntüyü sağlıyormuş (sonradan öğrendim, işin bu kısmı seksapel açısından asıl eylemi oluşturuyormuş. Nasıl öyle olduğunu anlamadım ama neyse…)

“-Niye başını örtüyorsun? Hem de bu kadar teferruata ne gerek var? Madem örtünmek istiyorsun, tak başına bir örtü, çık sokağa” dedik; “Böylesi çok daha seksi oluyor, erkekler deli oluyorlar” dedi.

O zaman iyice anladım. Bu sözümona örtülü genç kızların büyük bir bölümü, jean pantolon ve derin dekolteden çok daha fazla merak uyandırdığı, kendilerince seksi göründüğü için bu başörtülerinin ve uzun kollu, uzun etekli libasa takılıyorlar bence. Yani siyah dekolte üstlük, dar mini etek, marka jean veya benzeri libas giyen kadınlarla, tepesi yüksek saça takılan türban takan, uzun dar etek veya pantolon tünik giyen kadınlar arasında da ortak bir nokta var. Hepsi önce seksi bulunmak, sonra beğenilmek istiyorlarmış…

Açık giyinenlere daha ne söyleyeyim. Ancak muhafazakar oldukları için dışlananların bazılarında öyle giysileri var ki şaşıp kalıyorum. Yemin ediyorum, açık saçık giyinen kadınlar onlar kadar ilgi odağı değiller artık. Renkli ve alımlı ipek başörtüsü, altında mutlaka türbanı ile uyumlu renklerde ince ve bütün bedenini saran ve kalçalarını örtermiş gibi yaparken, aslında tüm hatlarını daha da belirginleştiren bir tünik, havalı bir jean ya da tünikle aynı kumaştan tiril tiril bir pantolon veya dar, ayak bileklerine kadar uzanıp, bilekten sonrasını açıkta bırakan, bedeni sıkıca saran bir etek… genellikle ince bantlı sandalet tipi ayakkabılar giyiyorlar. Rahat edenleri bu sandaletlerin oldukça yüksek topuklularını seçiyorlar. Elleri ve ayakları daima bakımlı. Pek oje sürmüyorlar. Abdest aldıklarında sorun oluyormuş. Ama ille de kaşları alınmış, incecik ve yay gibi. Hep tatlı bir makyajla geziyorlar ortalıkta. Erkek olsam saatlerce bakarım valla. 🙂

Bu arada, bu tür örtünürken dikkat çekmeyi bilen insanların da desteğiyle seçilmiş ve bizleri de yönetmeye gelmiş beyefendiler, meclisten “zina yapmak suçtur, ceza vermeyi gerektirir” şeklinde bir yasa çıkartmak istiyorlar. Yani hem körüklüyorlar cinsel dürtüyü yaksın diye kadınları, hem de aba altından sopa gösterip “zina ederseniz sizi hapislerde çürütürüz, ayağınızı denk alın, erkekleri baştan çıkarırsanız, ipliğinizi pazara çıkarırız, her kes evli bir adamla ilişkiniz olduğunu öğrenir, siz de ömür boyu utanç içinde yaşarsınız” demeyi de ihmal etmiyorlar.

Duuuurrrruuuunnnnnn, daha bitmeeeediiiiiii…

“- Erkek zina etmesin diye sizi yasayla güvence altına alacağız. Siz o gün hasta olabilirsiniz, ya da eşiniz sizi çok kutsal bulmuştur. Tıpkı annesine davrandığı gibi size davranıyordur. Size düşen yatakta bacaklarınızı açıp göreviniz bitene dek beklemek. Eşinizin fantezileri varsa, siz de buna uymak isterseniz, kötü kadın pozisyonuna düşersiniz. Uymazsanız eşiniz için sıkıcı kadın olursunuz. Sonunda eşiniz sizi başka bir kadınla aldatma yoluna giderse de yasalar sizin yanınızda. Emin olun “o aldatan eşinizle bir daha asla bir arada olmamanızı” elimizden geleni ardımıza koymadan sağlayacağız. Yeter ki siz eşinizin eşi değil de, annesi olmaya devam edebilin. Ancak boşanmaz da, evli kalır ve ceza almasına sebep olursanız, o cezaevinde olduğu sürece, ona temiz elbise ve cep harçlığı getirin ki, bir de sizin kocanızla uğraşmayalım.” Şeklindeki üstü örtülü söylemleri de unutmayın elbette. Haklarını yemeyelim. Bu yasa koyucular erkeklere “miş gibi yapın” demeyi unutmuyorlar. Yani “eşinizi aldatın ama dikkatli olun, yakalanmayanı ki, bu zor davalara bakmak zorunda kalmasın bizim adalet mekanizması çalışanlarımız” mesajı gani gani her yerde. Acaba boşanma davalarına bakan kaç –gerçekten- bağımsız kadın yargıç ve/veya savcı var? (Sahiden merak ettim şimdi.) İşte kenarından dönülen kriz de bununla ilgili. AB olmasaydı yanmış ve zinayı suç saymaya çoktan başlamıştık.

Şimdi öncelikle “zina” adı verilen şeyin ne olduğuna bir bakalım.

Bildiğim kadarıyla, zina yalnızca Yahudilik ve İslam dinleri açısından bakıldığında suç sayılabilecek bir eylem. Benim öğrenebildiğim kadarıyla, Hıristiyanlık böyle bir suçtan söz etmiyor. (Evet Katolik Mezhebi’ne bağlı ruhban sınıfı evlenmiyor, aynı mezhep boşanmalara da çok sıcak bakmıyor. Yine de Hz. İsa’nın doğrudan böyle bir söylemi yok. O “size evlenmeyin demiyorum, ancak eğer dünyevi işleriniz Baba’yla olan ilişkinizi zayıflatacaksa, evlenmemeniz sizin için hayırlıdır diyorum” buyurmuştu (ya da bize öyle diyorlar). Öte yandan Eski Ahit olmadan Yeni Ahit eksiktir diyen kesim, Tevrat’taki 10 Emir’in Hıristiyanlar için de geçerli olduğunu savunabilirler. Elimizdeki Yeni Ahit Kitabı’nı doğru kabul edersek, bu söylemin gerçeği yansıtmadığını görürüz. Hz. İsa eski yasaların artık iptal olduğunu, kendisinin bunu gerçekleştirmek için geldiğini ve hayatını feda ettiğini söylemişti.)

Yahudilik dini açısından bakılınca, erkek bir kadınla evlenebilir ve gücünün yettiği ölçüde kadınla da (cariye sahibi) birlikte olabilir. O kadınlarla cinsel ilişkiye girebilir. Kimse buna her hangi bir suçlama getirmez. Ancak o kadınlarla birlikte olma amacı mutlaka çocuk yapmak olmalıdır. Belki duymuşsunuzdur, bazı erkekler bu işi çocuk yapmak dışında görmekten o kadar çekinirler ki, kadının üstüne tam da cinsel organının olduğu yere isabet eden bir deliği olan çarşaf örterler. Yani öpüşmek ya da ön sevişme bile yasaktır onlara göre L. Ayrıca adet halindeki bir kadınla –eşi bile olsa- bırakın ilişkide bulunmayı, aynı odada yatması bile yasaklanmıştır (burada kadının sağlığı açısından bakılsaydı, belki anlayışlı olurdum da… erkeği koruyan ve “bu durumda kadın hassastır” değil de “hamile kalamaz” denilen bir şeriattan söz ediliyor işte).

Tevrat’ta “ersuyunu boş yere akıtmayacaksın” diyen bir ayet var. Adam evli. Ancak ayranının kabardığı bu anda eşinin ay hali yeni bitmiş. Yani hamile kalması olanaksız. Ne yapacak bu adam? Düşünsenize, cinsel dürtüleri tavan yapmış, bacak arasında ağrı yapan bir kabarıklık var. Haydi bakalım, gelsin bir cariye. Aman dikkat edin de hamile kalabileceği bir dönem olsun. Aksi halde günah işlemiş oluruz. Kadın hamile kalır ya da kalmaz, orası önemli değil, önemli olan bu olasılığın var olduğu zamanda birlikte olmaları. (Kadınların hepsi gerçekten hamile kalsa, bunca çocuğa nasıl bakılır, nasıl yedirilip içirilir, nasıl okutulur? Orasını Yehova bilir! Çocuğu veren Yehova, rızkını da gönderir elbet!) Gördünüz mü? Tevrat’ın emirlerini çiğnememiş oldular. Yani asıl suçlu bunu yapan adam değil, bunu zorunlu kılan ayet. 🙂 Bu arada Yahudilikte kadının evlenirken bakire olması önkoşulu yoktur. Belki bazı kültürlerden gelen Yahudi erkekleri evlenecekleri kadının bakire olması konusunda ısrarcı olabilirler. Ancak bu durumun dinle bir ilgisi yoktur. Adam örneğin Fas, Türkiye ya da İran asıllı bir Yahudi ise, elbette bulunduğu ülkenin ahlak kurallarını da doğal olarak sahiplenmiş olacak ve o ülke koşullarına göre olaya bakacaktır.

“Eeee! Peki nerede bu zina” der gibi olduğunuzu görüyorum.

Sıkı durun. Zina yalnızca evli kadınlara ve onlarla birlikte olan erkeklere ait bir suç, bir de o kadının zinadan doğan çocuğuna. Evet yanlış duymadınız. Evli bir kadın, kocası dışında başka bir erkekle birlikte olmuşsa bunun adı “zina” oluyor. Bu arada kadın bir de o adamdan hamile kalmışsa… o çocuk da “piç” sayılıyor. Piç kabul edilen bir çocuk Yahudi dini gereklerine uygun biçimde sünnet edilemez, bu çocuk için 13 yaş töreni (bar mitzvaבר מצווה ) yapılamaz ve Yahudi bir insanla Havra’da yapılacak olan dini törenle evlenemez. Öldüğünde mezarlığın dış tarafına gömülür. Hatta bazı mezheplerde cenazesi bile dini törenle kaldırılmaz. Anlayacağınız, o çocuk işlemediği bir suçtan dolayı ömür boyu günahkar bedeli öder ama yine de kimseye yaranamaz. Öldükten sonra da en azından insan gözünde günahlarından arınamaz. Annesi “işa moredet” yani “düşük/başkaldırmış kadın” damgası yer. Şanslıysa bir gün bir adam ona acır veya onu severse evlenebilir, olmazsa hep toplumun dışında kalır. Peki zinanın diğer sorumlusuna ne olur? Belki de şaşıracaksınız ama hiçbir şey. İstediği ilk kadına teklifte bulunur. Kabul edilirse evlenir ve sorun biter. Nasıl olsa bir kadın onunla evlenecektir.

İslam’da iş daha kolay sanmayın. Her iki din de aslında erkeklere istediklerini yapma konusunda özgürlük tanıyor. Bu din bir kadınla birlikte olmak isteyen erkeğe (tüm bakımını üstlenebilmesi koşuluyla!) yine ses çıkarmazken, kadının bir adamla zina suçu işlemeden sevişebilmesi için mutlaka “nikah” gerek. Bir erkeğe dört kadınla evlenme hakkı verilmiş. Kadınsa sadece bir erkekle evlenebilir. Sebep de belli. Kadın zayıf varlıktır, korunmaya muhtaçtır. Varlıklı erkekler daha çok kadını koruması altına almalıdır. Vay be!

Şimdi bakalım. Ben (ya da aramızda yaşayan her hangi bir kadın) öyle İslam kuralları içinde yaşamaya meraklı bir adamla tanışsam, adam beni beğense, “gel birlikte olalım” demeye karar verse, benim de gönlüm varsa, işimiz kolay. Hemen gider bir imam bulur, evleniveririz. Sabaha da adamın insafına bağlı olarak, yaşamıma evli bir kadın olarak da devam edebilirim, boşanmış biri olarak da. Diyelim adama aşık oldum, evli kalmak istiyorum. Valla bunun kararı bana kalmamış ki… adamın canı isterse “BOŞ OL” der ve boşanır gider. Ha! Aynı şeyi ancak üç kere yapabilir. Sonrasında yine ayranı kabarır da bir geceyi daha benimle geçirmek isterse, gidip bir hülleci bulmak zorunda. O yeni adamla (hülleci) ben o gece evleneceğim. Yani istersem onunla o gece birlikte olabilir, sevişebilir, sabaha dek aynı yatakta ne ve ne kadar ve hangi biçimde istersem yapabilirim. Ay bu adam bana daha hoş geldi. İşe bak ya! Ben de adama bir hoş geldim.. Ne olacak şimdi? Yapacak bir şey yok gideceğiz eski kocaya “biz boşanmaktan vazgeçtik, sen başının çaresine bak diyeceğiz”. Adam kızar mı, kabul mu eder, orasını Allah bilir. Ama önemli olan şu: biz zina etmemiş olacağız.

Bu arada başka senaryolar da var tabii olasılık dahilinde. Ben adamla o gece birlikte olmuşum, meğer adam beceriksizin tekiymiş. Hatta belki yarı iktidarsızmış. Hikaye bu ya! Beni de pek sevmiş boşamak istemezmiş. Adama yalvarsam da yakarsam da nafile “sen benim karımsın boşamam” diye tuttururmuş. Adam hem iktidarsız, hem de beni boşamıyor. Bende de bol miktarda cinsel enerji var. N’olcak şimdi? Al başına belayı. “Zina yapmaktan korunalım” derken, belki de ömür boyu zina yapmaya mahkum ettim kendimi.

Hay Allah! Bu zina yasasını kadınları korumak için çıkarıyor olduklarını sanan kadınlar şimdi beni bombalarlar mı acaba?

Gelin bakalım cinsellik gerçekte neymiş?

 

İnsan enerji bedenine baktığımızda, erkek bedeni ile kadın bedeninin birbirlerini tamamladıklarını görüyoruz. Tıpkı negatif yüklü elektrik gelmeden kaç volt olursa olsun, pozitif elektriği kullanamadığımız gibi, tek taraflı enerjiyle ancak bir yere kadar sağlığımızı sürdürebiliriz.

Her insan içinde hem dişil hem de eril enerjileri taşır potansiyel olarak. Ancak o potansiyeli harekete geçirecek bir tetikleyici, bulundukları yerden açığa taşıyacak bir mıknatıs gereklidir aslında.

İnsan bedeninde toplam 7 ana çakra var olduğunu biliyoruz. Bu çakralar spiral biçimde hareket eden enerji alanlarıdır gerçekte. Her bir çakra bir öncekinin ters yönünde hareket eder. Erkek ve kadının karşılıklı gelen çakraları da zıt yönlerde hareket ederler. Kadınlarda birinci (kök) çakra sağdan sola doğru dönerken, erkeklerde aynı çakra soldan sağa doğru devinir. İkinci (cinsel) çakra, kadınlarda soldan sağa hareket ederken, erkeklerin ikinci çakraları sağdan sola bir spiral oluşturur. Bu böyle yedinci çakraya dek sürer gider. Cinsel birleşmede açığa çıkan enerji patladığında kadın bedeninden erkek bedenine dişil, erkek bedeninden kadın bedenine de eril enerji akışı olur. Ters yönlerde dönen bu çakralar adeta vida ve dübel gibi tamamen içiçe geçer ve birleşirler.

İşte cinsellik böyle bir şeydir. Kadındaki erkek enerjiyi harekete geçiren bir mıknatıs gibidir erkeğin enerjisi. Çakralar yoluyla kadın bedenine aktarılır. Dipte, derinde saklı kullanılmayan erkek enerjiyi yüzeye getirir ve kullanılmasına yardımcı olur. Aynı şeyi kadının enerjisi erkeğe yapar. Çakralar yoluyla içeri sızan kadının dişil enerjisi. erkekteki edilgen, anlayışlı,destekleyen ve sabırlı kısmın açığa çıkmasına ve kullanılmasına yardımcı olur.

Kadim Tibet bilgilerine göre, kadının boşalması her hangi bir şekilde yaşamsal enerjisini tüketmez. Kadında yaşamsal enerjiyi tüketen ve yaşlandıkça yerine konulmasını olanaksızlaştıran şey yumurtlama döneminde harcanan enerjidir.[1] Buna karşılık, erkek her cinsel birleşme sonunda dışarı yolladığı spermler sonucunda kendi yaşamsal enerjisinin önemli bir bölümünü tüketmiş olur.

Şimdi bir de bu açıdan bakalım zina olayına. Erkeklere “er suyunu boşa akıtmayacaksın” diyen Tevrat Şeriatı aslında belki de binlerce yıldır yanlış anlaşılan bir noktaya parmak basıyordu. “Er suyunu boşa akıtmak yaşam enerjisini boşa akıtmak demektir. Niyetin çocuk sahibi olmak değilse, cinsel enerjini boşaltırken, spermlerini dışarı savurma! O enerjiyi al ve içinde dolaştır ki, kadına aktarımda bulunurken, kendini de öldürme!” demiş olabilir belki de o ayeti yazdıran güç. Bu arada kadının da her yumurtasının döllenmesi olanaksız olduğuna göre, kadına da bir mesaj vardır belki bu söylemde. Örneğin, “cinsel enerjini istediğin gibi dışarı bırakabilirsin, bu seni öldürmez. Yine de yumurtlama döneminde harcayacağın ve geri dönüşü olmayan enerjiyi yerine koyabilmek istiyorsan, cinsel birleşmeden sonra dışarı boşalma. Bırak o enerji bir yandan partnerindeki dişi enerjiyi harekete geçirirken, diğer yandan yumurtlama döneminde harcadığın enerjiye bir nebze olsun takviye sağlasın.” denmek istenmiş olabilir.

Burada tüm dünyaya “Aile Dizinleri” adı verilen (bkz. www.ailesergisi.org) sistemin tanıtılıp kullanılmasına katkıda bulunan Bert Hellinger’e saygılarımı sunmak istiyorum. Sayın uzman, eşlerin birbirlerini aldatmalarının son derece akıllıca olduğunu söylüyor.[2]Bert Hellinger’e göre, “aldatan kişi genel olarak eşinden memnun, yine de evlilikte bazı eksik yanlar var ve eş evliliği bitirmektense dışarıdan borç aldığı enerjiyle var olan aile sisteminin sürmesini sağlamaya özen gösteriyor” diyor. Ayrıca aldatılan eşin zihinsel olarak olmasa da ruhsal olarak olanın ayrımında olduğunu savunuyor. Kısaca bakarsak, “kadın erkeği, ya da erkek kadını aldatırsa, her iki taraf da ruhsal olarak olanın ayrımında kalır. Bu farkındalığı zihinsel düzeye kolay kolay taşımaz. Böylece tam farkındalık yaşamayıp, toplumsal öğretinin ötesine geçerek kendi birlikteliğini mutlu ve keyifli sürdürür” varsayımını öne sürüyor. Bana kalırsa dedikleri genellikle haklı.

Gelelim bizim konumuza… Bu yasaya destek veren kişiler:

“- Biz dışarıdaki her yanı açık kadınlara ve metroseksüel erkeklere bakınca cinsel yönden tahrik olamamaya başladık. Siz örtünün, kapanın, hey erkekler! sizler de sakal bıyık bırakın. Böylece bizler de yeniden cinsel dürtülere sahip olalım. Sonuçta yeni enerji alışverişleri yolları yaratalım. Sonra da bu yolları kullanamamanın ezikliğiyle kendi değersizlik ve yetersizlik duygularımızla tekrar tekrar tanışalım…”demek istemiş olabilirler mi? Diye düşünmüyor değilim hani. 🙂

Neyse ki zina diye bir şey olmayacağını bilen sağduyu oradaydı da bu saçma yasadan kurtulduk. 🙂

 

[1] Kadınlar için Taocu Sevişme Sanatı (Dharma Yayınları) Mantak ve Maneewan Chia)

 

[2] Ülkemizde öğretisiyle ilgili olarak, biri onunla yapılan bir röportaj olan “Kabul Etmenin Özgürlüğü” diğeri kendi yazdığı “Aile Dizinleri” adlı iki kitap bulunmaktadır.

Zeynep Alan Sevil Güven