23 yıl önce gördüğüm rüyanın ana fikri ‘shanah yöntemiydi’. Rüyamda ki ses ‘zamansız olarak ve an’sız olarak bunu anlayabileceğimi söylemişti. ‘Zamansızlık’da neydi ve ben 20 yaşımda biri olarak her hangi bir öğretinin ya da kişinin, kitabın etkisinde değildim çünkü bu tarz şeylere hiç ilgi duyan biri değildim. Korkarak uyanmıştım. Böylesine garip bir isimle rüya görünce şaşırıp hemen araştırmaya başlamıştım ama ne yazık ki anlamına ulaşamamıştım. Yıllarca zamansızlığın ne demek olduğunu anlamaya çalıştım. Aslında bu rüya benim ilk olarak farkındalığa adım atmama sebeb olmuştur.

İlk olarak shanah yöntemi nedir diye araştırmaya çıktığım yolda, kendimi müthiş bir farkındalığın içinde buldum. Hayatımın anlamını shanah sayesinde farklı bir bakış açısıyla keşf etmeye başladım ve bir gün onun anlamını çözebileceğimin güvenini duydum. Her sır kendini bir gün mutlaka ortaya çıkarır. Dolayısıyla ‘ben bu rüyayı boşuna görmedim’ diyerek kendimi cesaretlendirdim… Yıllarca rumuz isim olarak Shanah’ı kullandım ve o artık benim oyuncağım gibi olmuştu. Kaçan kovalanır misali ben onu kovaladıkça  o  kendini ya  bir şekilde gizliyordu ya da ben onu kasıtlı bir şekilde bulmayı erteliyordum. Okuduğum bir yazıda; farkındalık yolumuzda kendimize hatırlatıcı olsun diye kristal ip uçları koyarmışız ve belli zamanlarda onlar kendilerini göstererek ben burdayım sen nerdesin? dermiş. Benim de başlangıç kristalim shanah olmuştu.

Tüm kitabi bilgiler ve öğretilerde gördüklerim hemen hemen aynıydı: Zamansızlık, sonsuzluk ve şimdi an’ının farkındalığında olmak sanal benliğin-illüzyonun sonunu hazırlayarak zihinden özgürleşmememizi sağlıyordu. Bu anlamda da geçmiş ve gelecek zaman içermesiden dolayı ve insan da buna bağımlı halde yaşamını sürdürmek istemesi arzusundan dolayı, farkındalıklı yaşamının sonunu hazırlayarak tüm hayatının zihin hapishanesinde geçirmesine neden oluyordu. Başka bir bakış açısıyla zamansızlık da- insan formu yok, sonsuzluk da- insan formu yok, şimdi an’ın da- insan formu yok. O zaman  geçmiş de- insan formu var, gelecek de- insan formu var.

Tüm bu eşleştirmeler çelişkilerle doluydu ve yıllarca huzurumu kaçıracak kadar kendimi sorgulamama yol açıyorlardı.

Ben insan formuyla buradaysam o zaman neden ve ne için insan formunun olmadığı noktayı anlamam gerekiyordu? Ve üstelik üstün aklıllı biri olmadığım da ortadayken, burayı algılamanın nasıl olacağı hakkında hiçbir fikrim  ve deneyimim de yoktu.

Zamansız olmanın anlamını sınırlı bilinç halimizle nasıl algıladığımızı ve sınırsız bilincimize geçiş yaptığımız halimizle nasıl algılarımızı değiştirebileceğimizi, kristal rumuzunu kullanarak iki şekilde ama  tek bir örnekle açıklamak istiyorum. Diyelim ki elinizde çok sevdiğiniz ve değeri sizin için paha biçilemez ve anılarla dolu kristal aksesuarınız var. (Onun ille de bir madde olması gerekmiyor.) Ancak bir anlık dikkatsizlik yüzünden onu yere  düşürdünüz ve  kırıldı. Oysa bir saniye önce elinizdeydi. Ya da kristalinize o kadar yapışık yaşıyorsunuz ki elinizden asla bırakmaya niyetiniz olmadığı için başka mutlulukların da olabileceğini aklınıza bile getiremiyorsunuz. 15 yıl önce ne kadar mutluydunuz di mi? Ah! Zamanı geri almanın bir yolu yok mudur acaba?

1- Zamansızlığa sınırlı insan bilinciyle baktığımız zaman, her hangi bir an da yaşanılan koşulların üzüntü ya da mutluluk verici olması sebebiyle halk ağzında ‘zamanı geri alabilseydim de bu da başıma gelmeseydi ya da mutluluk tekrar geri gelseydi koşulu sonucunda hissedilen ‘keşke tecrübeleridir’. Bunlar deneyim yoluyla kazanılmış olan tecrübeler değil, pişmanlık ve acizlik içinde geçirilmiş hayatlara yapışan anılardır. Bu yüzden kişi, 100 yaşına da gelse tüm deneyimlerini, anı seviyesinde bırakarak,  sadece tecrübe kazandım diye düşünür. Başına gelen her türlü kötüyü, ve iyiyi ‘keşke’ seviyesine getirmesi yüzünden zamanı geri almak ister. Ona göre kristalin kırılması çok kötü bir tecrübedir ve o an bunun ‘ keşke olmasaydı’ noktası ile o kadar ilgilidir ki esas kırılanın kendisi olduğunu fark edemez. Ya da kişi şimdiki zamanına geçmiş anılarını sığdırmaya o kadar meyillidir ki kristali çoktan kırılmıştır ama, O hala elinde tuttuğunu zannederek yaşar. 1 sn ya da 15 yıl önceye duyulan keşke paradoksunun oluşturduğu iyi ya da kötü anılar her 2 bağlamda da korku içeriklidir. Ve bunlar   ‘zaman’sızlık değil, ‘hayat’sızlıktır.

2-Zamansızlığa sınırsız olan bilincimizden genişlediğimizde, farkındalığımızın devrede olması sebebiyle, kristali yere düşme ya da düşürmeme gayretimizin aslında oyuncaklarımız olduğunu anlamaya başlarız. Kristalin de buna sadece aracılık eden bir illüzyon olduğunu fark ederiz ki  o an tezahür eden ‘anı anının’  anı’sız olma yani sıfırlanma kabiliyetini devreye sokarak, deneyimlerimizi çok daha farklı bir bakış açısıyla algılamaya başlarız.

Konu sıfırlanmaya gelince Einstein’ın, (yazımın bilimsel olması arzusunda değilim ve zaten bunun eğitimini sadece yüzeysel görmüş biriyim.) İzafiyet Teorisinin, Genel Görelelik Kuramına Göre Uzayın Yapısı’nda ek bilgi olarak bahsedilen iki hipotezine çok kısaca değinmek isterim. Buradan yola çıkarak amacım, evrende var olan her yaratımın, ruhsallık düzeyinde açıklamasına ulaşabilmektir. (Bkz. Evrenin Dolabından Taklit Edilen Markalar yazım)

Ve tabii uzay denince, ben ancak teleskopla bakılan uzaydan değil, kendi içsel uzayımızın derinliklerinde keşfedilmeyi bekleyen çok boyutluluğumuza  bakabilmeyi de umut ediyorum.

* Bütün uzayda her yerde aynı olan ve sıfırdan farklı olan ortalama bir kütle yoğunluğu vardır.

Bütün uzayda ve her yerde aynı olmasına rağmen sıfırdan farklı duran, ortalama kütle yoğunluğumuz, acaba bizlerin aynı Tanrısal öze sahip olurken benzersiz olarak sıfırdan (anıların olmadığı yerden) diğer bir deyişle; herbirimizin eşsiz deneyimlerimizden elde ettiğimiz kütle yoğunluğu aslında ‘genişleyen’ ya da tasavvuf tabiriyle tekamül eden yanımız olabilir mi? Bana göre olabilir. Çünkü yaşadağımız tüm hayatı, toplu bilincin etkisinden, eşsiz bireysel deneyime çekebilirsek zaten bu gerçek anlamda kendimizle olan yolculuğumuzun harika bir serüveni olacaktır. Ve bu yoğunluk kendini hafileterek kristal özümüze geri dönmemiz için aracılık edecektir.

* Uzayın büyüklüğü (yarıçapı)  zamandan bağımsızdır.

Einstein, zamanı 4. Boyut olarak kabul etmiş ve onun uzaydan ayrılmayacağını da söylemişti. Ona göre, evrenin yasaları her koşulda ve her yerde geçerlidir. Işık sabit hızda hareket eder ve hiç bir şey ışıktan hızlı gidemez.

Bana göre, dünyayı 3 boyutlu olarak algılayan insan, 4. boyut olan zaman farkındalığına adım attığında 7 sayısının bilişine yani 3+4=7 olarak ortaya çıkan yaratma farkındalığına ulaşır. (7 sayısı tabii ki  iki satırla geçiştirilecek ve tek bir bakış açısıyla anlatılacak bir konu değil elbette, sadece şu an buradan kendisini küçücük örneklemek istedim. Detaylı bir şekilde başka bir yazımda paylaşmak isterim) O zaman yaratma sayısı olan, 7’nin sabitliğinde haraket eden bilinç seviyemiz, tezahürünü uzaydan ve zamandan bağımsız olarak gerçekleştirerek, ışık hızı dediğimiz gerçek kaynakla aynı hıza erişir. Ve bu yaratıcı olan Tanrısal tarafımıza adım atmamıza yol açabilir. (Einstein’nin meşhur ‘ikiz paradoksuna’ göre uzayda ışık hızına göre haraket eden ikizlerden biri, zamanı yavaşlatmış ve genç kalmış, dünyada kalıp hareket etmeyen diğer ikiz ise yaşlanmış. Yani yaratıcı enerjiyi aktif hale getirdiğimizde sihir başlamış olur. Artık yaşlanmanın olmadığı yani ağır enerjilerin(ben sadece yaratılan varlığım ve acizim) gittiği ve hep genç olan( kaynağa bağlı olanım tezahür ettirenim) yeni enerjilerle yaratım kendini gösterir.( Paradoksa bakmak isterseniz çok keyif alacağınızdan eminim.Ben konuyu daha fazla uzatmamak için burada kesiyorum.)

O zaman farkındalığın bu halinde, diğer bir deyişle yaratımın gerçekleşmesi nedeniyle uzaya-evrene genişleyen bilincimizin büyüklüğü zamandan bağımsız olacaktır. Evrene doğru genişleyen insan, bu sayede içsel teleskopunu da kullanmayı öğrenir. Bu anlamda insan evrenin küçük bir modeli, evren de insanın özüdür denebilir ama, ben  arada fark göremediğim için bunu ‘aynılık’ olarak söylemeyi daha çok seviyorum. Ayrıca, evren-insan bağlamında baktığım zaman bu ‘aynılık’ nedeniyle gök mü yerdir ya da yer mi göktür diye bir kavrama giremediğim gibi aralarında mutlak anlamda  yer değişiminin olabileceğini düşünüyorum.


Dışın  (evrenin) içe (insana) hayalatı, için dışa zuhuratı..

Birinden ol birine tuğfeler her bar olur peyda
Dışın( insanın) içe( evrenin) yansıması, için dıştan görünmesi,
Birinden ol birine daima armağandadır oluşum.
diyen 17 yy. Türk Edebiyatının önde gelen Mutasavvıf şairlerinden olan Niyazi Mısri’nin, bu anlamda farkındalığı öğretmen ve öğrenci arasında ki ‘farksızlığa’ getirir ve tek vücud hikmetiyle yer değiştiren kabiliyetlerde olduklarının altını çizer. Birlik halinde ki bu  yaratım sürecinden geçen öğretmen ve öğrenci zamandan bağımsızdır. Bu bakış açısıyla evren-insan da zamandan bağımsızdır yani sıfırlanmış bir haldedir. Öğretiler daima genişleyerek sonsuz bilgi kaynağından değişim halinde yükselişi tetikler ve armağanları daima büyüktür. Bu farkındalık hepimizin alabileceği şekilde  kaderimizde yazılı olan  mühürümsü algı kapımızdır. Mühürü açmak için yapmamız gereken tek şey samimiyetle kendi yolculuğumuza başlamaktır. Zaten bir adım attığınızda, sizinle çalışmayı uzun zamandır bekleyen  göksel dostlarımızın hemen yanınızda olacağını söyleyebilirim. O yüzden her hangi bir öğretici aramanıza gerek yoktur.

Buraya kadar shanah öğretisini anlamak ve aktarmak için zamandan bağımsız olmayı, bunu, hem anılar hem de deneyimler yoluyla kavrayabileceğimizi ve zamansızlığın yükseliş sürecini tetiklediğini örneklemelerle anlatmak istedim. Ancak daha sonra ki sahanah araştırmalarımda teozofi sözlüğü ‘ay takvimi’ açıklamasını yapınca bu durum benim için çok ilginç bir hal aldı.

Ay takvimini (biz gregoryen takvim kullanıyoruz) ilk olarak Sümerler bulmuş ve ayın dünya etrafında 12 kez dönmesini (12×29.5=354) esas almışlar.(ay takviminin derinine girmek istemiyorum) Bu ismin anlamının daha ilk başta zaman kavramını içeryor olması ne kadar  ilginç di mi? Ancak her şeyin zıttı ile yaratılması sebebiyle sözlükteki bu anlam benim için çok önemliydi. Tek kelimeyle muhteşem ve  tıpkı hayat gibi gizemli ve bir o kadar da çelişkili. Ama bu çelişkiler bizim kristallerimiz ya da eski tabirle örtünün aralanmasıyla ortaya çıkan gerçek bilişlerdir.

İnsansın ama insan gibi düşünme, (Kryon’un kitaplarından biridir. Okuyanlar bilir.)
Geçmiş ve gelecek illüzyonuna girme , şimdi’yi geç,
Yaratıcısın ama bunu hatırlamaya çalışarak ömürler geçir,
Matriks’ i gerçek gibi algıla ama illüzyon olduğunu unutma,
Sonsuzluktasın ama sonlu olduğunu zannet,
Tüm bilişlere uzanabilirsin ama sakın bunlara güvenip ulaştığın kendi sırlarını
başkalarına anlatma, yüce insanlar zaten bunun için var,
Kaderi oluşturmak senin elinde ama kadercilik oyna,
Cennet ve cehennem korkusuyla şeriatı anla ama hakikat sana anlatılırsa ‘ben anlamaya muktedir değilim’ diyerek gücünü hurafelere, şeriatçılara, kiliselere, camiilere teslim et.

Tüm bunlar hepimizin sancılı büyüme süreçlerinden geçtiğimiz ortak hikayelerimiz. Ama onlar bu şekilde olmak zorundalar. Hatırlamak işin püf noktası. Öyle yıldırım hızıyla da hatırlama olmuyor. Bir süreç gerektiriyor. Ve ben bu sürecin zamandan muaf olduğuna inanıyorum.

Evrenin başlangıcından beri, sarı babamız güneş, beyaz annemiz ay misali yer değiştirdik. Gündüz, deneyimlerimiz güneşin çekim alanında yükselişe katkıda bulunurken, gece, ayın beyaz ışığında sıfırlandı.

Gündüz zamansız olan deneyimlerimiz ateşin sıcaklığında yanmalı gece  anıların sıfırlanması ile soğumalıdır. Her sabah yeni bir güneşe doğmalı ve her akşam yeni bir ayın ortaya çıkması ile yenilenmeliyiz. Deneyimlerimizi keşke yapmasaydım diyerek baltalamadan kabullenmeliyiz. Zihnimiz bize sürekli vır vır eden bir mekanizmadır. Geçtiğimiz süreçleri anlamaya programlı da değildir. Bu yüzden asıl olan zihnimizi sıfırlamaktır.

Her yeni güne anısız başlayabiliriz. Ama bunun anlamı yaşadıklarımızı değersiz kılmak değildir tam tersine, yeni deneyimlerin hayatımıza girmesine izin vereceğimiz harika bir sistemdir. Bu aynı zamanda saf sevgidir. Yargısız olan koşulsuz sevginin anlaşılmasıdır.

Yaşam kendini yine kendi olan bizlerden deneyimleyeceği için sonsuz olasılıkların içinde en yüksek potansiyellerimize de adım atarız. Her yeni güne biz sandığımız kimliğimizle değil gerçeğe uyanan varlığın bilişine izin verecek şekilde uyumlanırsak, o zaman en başta kendimiz zannettiğimiz anılarımızı şefkatle gözden geçirmeye başlarız. Diğer bir deyişle; X isimli biri olarak kendinizi bu X ismin varlığından soyutlarsanız, o zaman onun maskelerinin de farkına varabilirsiniz. Gerçek ismimizi bulmamız, tüm kimliklerimizden ve sınırlamalarımızdan vaz geçtiğimiz zaman olacaktır. Amaç her yeni güne isimsiz, cisimsiz ve resimsiz  başlamaktır. Ancak bu sayede yeniye yer açabilir ve kendimizi illüzyondan sıfırlayarak gerçekliğe doğru adım atabiliriz.

Çelişkileri zihnimizle değil kalbimizle okumalıyız. Onları oraya  birliği deneyimlemek için bizim koyduğumuzun sorumluluğunu almalıyız. Bu hayatımızda oyuncak haline getirdiğimiz dramlarımızın da sonunu getirir.  Biz, hepimiz bir yerlerden geçiyoruz. Tekamül için, yükselişimiz için hepimiz görevliyiz. Evren bizim anlayamayacağımız lisanı konuşmaz, tam tersi anlamamız için çeşitli vesilelerle, eşzamanlılıklarla işaretler gönderir. Bunun daha rahat anlaşılması için, yolumuza kristalleri kendimizin koyduğunu hissetmek anlatılamıyacak kadar mucizlerin hayatımıza akmasına yol açar.

Mecnu’nun Leyla, Leyla diye sayıklaması gibi ben de shanah, shanah diye sayıklayarak çıktığım arayış tünelinde bir çok defalar ışığı gördüm. Ama her seferinde başka bir tünele girdim. Ve bunun paha biçilemez bir armağan  olduğunu da biliyorum. Bu süreç her seferinde kahramanlarını değiştiriyor. Benim için shanah olarak başlamıştı ama daha sonra kendini farklı isimlerle ve bilişlere bırakmıştı.

Işık varlıklar olduğumuzu hatırlamamız için karanlıktan geçmemiz gerekiyor. Bu çok önemli. Bir yerlerde hayatınıza takılan ve çelişen olay yaşarsanız bilin ki bu gerçeğe uyanmanız için sizin tarafınızdan konulmuştur. O zaman elinizi cebinize atın ve kristalinize bakarak hemen orada, hazır bir şekilde cevap içerdiğini görün. Bu cevapları hazırladığınız için nasıl bir dahi olduğunuzu da hatırlayarak kendinizi onurlandırmayı unutmayın.

‘Shanah yöntemi’ bir zamanlar gerçekten var mıydı bunu gerçekten bilemem ama benim yaşantımda uyuyan prensesi( benliğimi) ölüm uykusundan uyandırmak için, prensin öpücüğü gibi devreye girmesinden dolayı kötü kalpli cadının ( çelişkilerimizin) da görevini bitirmiş oldu. 7 cücelere (kristallerimiz) ne mi oldu? E, onlar  hemen yanıbaşımızda sihirli güçleriyle bizleri prenseslere ve prenslere dönüştürmek için çok boyutlu bir şekilde çalışıyorlar. Yanlız  bir  tek şartları var o da kıpkırmızı zehirli-sihirli elmayı yememiz için çok istekli olmamız gerekiyor.

Esra Ö. Erdoğan