Günümüzde pek çoğumuz kendimiz üstünde muazzam miktarda ruhsal çalışma yapmakla meşgulüz. Meditasyon yapıyoruz, dua ediyoruz, atölye çalışmalarına, seminerlere ve inzivalara katılıyoruz. Buna rağmen, büyük çoğunluğumuz aynı hatayı yapmaktayız. Ruhsal yolun bir parçası olarak kişisel psikolojik meselelerimizi çözüme kavuşturma ihtiyacına gereğinden çok önem verme eğilimindeyiz.

Bunun, kendi hatamız olmadığını görmemiz önemlidir. Bu eğilim, temelde hepimize çocukluğumuzda çok yanlışa maruz kaldığımızı ve mutlu ve doyumlu yetişkinler olmak için iyileştirilmesi gereken “içsel yaralar” aldığımızı söyleyen psikoterapik kültürümüzden kaynaklanmaktadır. Ve büyük aydınlanma öğretileri Batı’ya ithal edilirken, bu psikoterapik dünya görüşü giderek ruhsal yola eklenmeye başlanmıştır.

Bu şu şekilde ortaya çıkar: Diyelim ki hevesle bir ruhsal uygulamaya başladım ve bu uygulama sırasında, hayata ve yakınlığa karşı derinden savunma halinde olduğumu keşfettim. Diğer insanların beni görmesine izin vermemekteyim. Bol miktarda güvensizliği saklayan bir sosyal maske takmaktayım hep. Psikolojik açıdan donanımlı modern biri olarak bunu keşfedince yapacağım ilk şey içe çekilme, geçmişime geri dönme, bu korkunun ve güvensizliğin ve kendimi yaşamdan saklama eğilimimin kişisel nedenlerinin kökünü bulmak için psişemin derinlerine dalmaya başlamak olacaktır.

Ama eğer hakiki bir ruhsal yolun uygulamasını yapmaktaysanız, o yol ve o yolun öğretmenleri size, keşfetmiş olduğunuz bu “kişisel sorun”un aslında egonun en temel, sıradan tezahürlerinden biri olduğu olgusunu hatırlatmalıdır. Ve sizi psişenizde sonsuz ve sonuçsuzca bir arkeolojik kazı yapmaya yönlendirmek yerine, sizi görmekte olduğunuz şeyin Hakikati ile doğrudan yüzleşmeye, bu psikolojik eğilimi ve onu bugün güdüleyen motivasyonları net olarak görmeye teşvik etmelidirler. En önemlisi, sizi bu alışıldık tepkinizin tam tersi yönünde çaba harcamaya teşvik etmelidirler. İşte, bu örnekteki gibi, kendinizi iyi göstermeye hazırlandığınızda, bunun yerine sizi daha şeffaf ve incinebilir olmaya doğru korkutucu bir adım atmaya teşvik etmelidirler.

Bu satırları okuyan pek çok psikolojik açıdan donanımlı uzman, değişmek bu kadar kolay olsaydı herkes çoktan değişmiş olurdu ve… evet, psikoterapiye hiç ihtiyaç kalmazdı diyerek itiraz edecektir. Ve bu, tarif ettiğim türden sahici bir ruhsal uygulamaya kalkışmamış birinden gelmesi beklenebilecek bir yanıttır.

Ama sorunlarımızı çözümlemek için duyduğumuz bu zorunluluğu bırakıp da  bunun yerine sözünü ettiğim türden sahici bir aktif dönüşüm yoluna doğrudan girdiğimizde egomuzun sınırlamalarından ve meselelerinden zaten özgür olan benliğimizin bir parçasına erişimimiz olduğunu fark ederiz aniden. Bu, benliğimizin asla yaralanmamış ve travmaya uğramamış olan, şifa bulması gerekmeyen ve zaten tam ve bütün olan ve de sınırsız enerjiye, yaratıcılığa ve pozitifliğe erişimi olan bir parçasıdır ve yaşama tam olarak, cesurca, tutkuyla, hiç bir şeyi esirgemeden katılmaya hazırdır. Ve bu parçamızda biz, Kozmos’un ardındaki ruhsal itkinin yüreğine bağlandığımızı hissederiz derhal.

Bu sahici çalışmayı yaparken adeta bir mucize gerçekleşir: İnsanlar benliğin bu derin, daha gerçek parçasından hareketle eyleme geçmeye başladıklarında çözümlemesi yıllar alabilecek olan tüm o psikolojik meseleler, bloklar, yaralar, kompleksler ve nevrozlar aniden yok olmuş gibidir. Tabi ki aslında yok olup gitmemişlerdir. Egonun bakış açısına geri dönecek olursak yeniden harekete geçebilirler. Ama bu yeni bulunmuş daha yüksek potansiyelin ışığında ve onunla birlikte gelen derin amaç ve anlam hissiyle artık kendi “meselelerimizin” tuzağına düşmemek için güçlü bir sebep keşfederiz. Kısacası bunlar bizim için artık ilginç değildir ve böylece, psişemiz üstündeki güçlerini kaybederler. Ve işte, tüm farkı yaratan da budur. Böylece, egodan özgür olmanın gerçek anlamını keşfetmeye başlarız. Ve bu özgürlüğün beklememiz gereken bir şey olmadığını öğreniriz. Kalbimizi ve canımızı ona adamaya gönüllü olduğumuz anda bu özgürlük gerçekleşebilir.

Kaynak: www.integralenlightenment.com

Konuk Yazar