Gelin biraz farklı açılardan, bize bugüne kadar anlatılanlardan, öğretilenlerden ve inandıklarımızdan bir anlığına çıkarak bir yolculuk yapalım.

Hani deniyor ya; bir kar tanesi diğer bir kar tanesine benzemez ve asla aynı olmaz. Bunu Tanrı’nın yaratımının sonsuzluğuyla benzeştirecek olursak; bu onun hiçbir varlığa benzemezliğinden ve dolayısıyla onun sıfatlarındandır diyebiliriz. Bu bakış açısıyla da defalarca dünyaya gelmemiz kendimizin benzeyen versiyonlarıyla gerçekleşecekse elbette buna gerek yoktur ve bir kere dünyaya gelindiğinde, tekrar tekrar dünyaya aynı varlığın gelmesine de Tanrı’nın ihtiyacı yoktur.

Hal böyleyken her gelen varlık, kendi potansiyellerini kullanmak üzere bir kere dünyaya geliyor diyelim, ama gelin biz şimdi burayı birlikte biraz genişletelim.

O zaman nedir bu reenkarnasyon ve gerçekten var mıdır?

Sonsuzluğu anlayabilmek adına yaşanılan tüm deneyimler, iç içe geçmiş evrenlerde, kendini daha da genişletmek adına bunu tekrar olarak yapmazlar. Sürekliliğinin devamı için her düşünce, çok boyutlu olarak form almak zorundadır. Bu yine tekrar değildir. Kendini tekrar olarak gösteren, formsuz olanın, kendini değişik versiyonlarıyla deneyimlemesidir ve her deneyim onun tekamül etmesi için zorunludur.  Buna kısaca reenkarnasyon diyebiliriz.

Paralel olarak tezahür eden evrenler ister 1. yy, ister, 15. yy, isterse de 21. yy olarak görünsün, bunun en derin anlamı; Tanrısal olanın sonsuzluğunun, sonsuzluğunu bu şekilde deneyimlemesi, onun kendini tüm versiyonlarıyla bilme aşkıdır. Kendini forma sokarak etkilenmiş olan, diğer bir deyişle; deneyimlenmiş halde duran öz, en düşük titreşimi ve en yüksek titreşimi de aynı anda paralel olarak deneyimler. O yüzden bu, en düşük titreşimli, “kötü” diye nitelendirdiğimiz olayların diğer boyutlardaki formu, onun en yüksek titreşim versiyonuyla da deneyimlenmesi anlamına gelir. Bu yüzden, burada başımıza gelen her deneyim, mutlak olarak bir benzerini -kendini dengelemek ve yükselişe hazırlamak için- var etmeye mecburdur.

Asıl olan; özün fark edilmesi olduğu için, paralel evrende olan diğer Ben’lerimizin de formlu hallerini fark etmemiz çok önemlidir. Bunu niyet dalgası oluşturarak harekete geçirebiliriz ve onlarla bütünleşmek için onları çağırabiliriz.

Paralel evrenlerde var olmuş olan diğer benlerle iletişim

Eğer paralel evrende 2. yyda yaşanmış, ancak bloke olmuş bir enerji, olduğu gibi duruyorsa; bu bizim buradaki yaşantımızı da olduğu gibi etkiliyordur. Bu kısıtlanmayı özgürleştirmek için oradaki yaşantımıza ulaşarak çalışma yapmamız çok önemlidir. Aksi takdirde kapağı açık vanadan sızan su gibi, şu andaki yaşamımıza sızan enerji kendini dengelemek için burada da tüm dengesizliğini gösterecektir. Aslında bu kötü olarak algılanmamalıdır. Evrensel adalet, her varlık kendi bütünselliğine uyanabilsin ve kendini gerçekleştirebilsin diye bunu yapar. Bu dengesizlikte muhteşem bir ahenk vardır.

Peki nasıl çalışma yapacağız diye soracak olursanız, basitçe nefes çalışması diyebiliriz.

Çalışma Örneği 1:

Derin, yumuşak ve nazikçe nefes alarak buradaki sıkışmış enerjimize odaklanalım. Bu ister para, ister ikili ilişkiler, isterse de sağlık sorunu olsun. Siz, sizinkine odaklanın. Unutmayın burada sıkışmış olan en düşük titreşimli enerjinin bir üst versiyonu diğer paralel evrende, burada olduğu gibi çoktan olmuş bitmiş bir versiyon haliyle zaten var. Onu şimdi niyet ederek buraya çağırın.

“Gel ve benimle bütünleş. Yüksek titreşimi buraya da aktar. Ya da benim ve bütünün en yüksek hayrına olacak şekilde bana rehberlik et.”

Sessiz kalın. Bekleyin. Şüphe etmeyin.

Mutlaka bir müddet sonra vizyon almaya başlayacaksınız. Dediğim gibi bundan şüphe etmeyin. Bu hemen olmayabilir ya da anında o frekansa girebilirsiniz. Bunu zorlamayın. İlk seferde bir şey hissetmezseniz, daha sonra tekrar etmeyi ihmal etmeyin. Eğer vizyon gelmeye başlarsa, buradaki düşük titreşimli frekansın dengelenmesini  o beninizden talep edin. Titreşimin artacağından emin bir şekilde gülümseyin ve kendinize güvenin. Daha sonra eşzamanlı bir şekilde gelişen olaylara açık olun. Rüyalarınızı dikkate alın.

Çalışma Örneği 2:

Derin, yumuşak ve nazikçe nefes alarak yüksek bilinçte olan diğer Ben’imizi buradaki aydınlanmamızın rehberlik etmesi için çağırabiliriz -ki o bunun için zaten çoktan olmuş bitmiş bir formda olacağı için iletişime hazırdır.

Bu, aslında “ruhsal dizilim” diyebileceğim, benim kendi bilinç alanımdaki farkındalığımdır. Çoğu kişinin bildiği “aile dizilimi” mantığıyla aynı olmasına karşın, ruhsal dizilimin en önemli noktası, atalarımızın devamının kendi bilincimizde yerleşik olmasından ötedir. Diğer bir deyişle, atalarımızı doğuranlar olarak, kendi devamlılığımızın en büyük kanıtıyız. Eğer ruhsal olarak en gelişmiş olan bir ata enerjimizi fark edersek, onunla iletişime geçerek, yeni bir “ben’i” doğurmanın deneyimine de geçebiliriz. Bizler ruhsal olarak tekamül etmiş olanı, ata olmuş olanı, ölmüş olmasına rağmen, aynı zamanda yeniden bu bedene doğduğunun bilincinde, kendimizin bir önceki yaşamını DNA üzerinden harekete geçirenler olabiliriz.

Böylelikle Hızır-Hazır olan kendi bilincimizin açılması için, kendinden kendine doğumun gözlemcileri olarak kalabiliriz. Bu anlamıyla kendi öğreticiliğimizi de fark etmeye başlarız ve bu büyük hatırlama, çabasızlık enerjisiyle, bilgeliğin devamlılığıyla daha da genişleyerek akmaya başlar. Bu, tekerrür edenin bir üst bilince çıkması anlamına gelir.

Tanrı tekerrür eder mi?

Bugüne kadar kafamızda yer etmiş bir deyim vardır. “Tarih tekerrürden ibarettir.”

Buradan yola çıkarak Türkiye’nin son dönemde yaşadığı 15 Temmuz 2016 darbe girişimini ele alacak olursak, çok değil bundan tam 100 sene önce 28 Temmuz 1916’da I. Dünya Savaşı başlamıştı (Temmuz ayının tesadüfi olmadığını düşünmekte de fayda var). Bu savaş dünyanın şekillenmesine ve güçler birliğinin oluşmasına yıkıcı olarak da olsa sebep olmuştu. Savaş 2 ay sürmesine rağmen ardından kendini yine II. Dünya Savaşı olarak tekrarlamıştı.

I. Dünya Savaşı, kendinden önceki savaşlardan çok farklı özellikler gösterir. Bu, modern çağlardaki en ağır ve en acımasız insan buluşu olan ‘Topyekûn Savaş’tır. 20. yüzyıldan önceki savaşlar belirli cephelerde sürerdi. Savaşa katılan ülkelerin halkları direkt olarak savaşın etkilerine maruz kalmazlardı. Daha çok gıda ve ihtiyaç maddeleri sıkıntısı halklar üzerinde etkili olurdu. Fakat I. Dünya Savaşı bu durumu değiştirdi. Cephe gerisi saldırıları, sabotajlar vb savaş taktikleriyle, savaşan devletlerin sosyal hayatlarını düzenli bir şekilde sürdürmeleri imkânsız hale geldi.

Tüm ülkelerden 65.038.810 askerin katıldığı savaş, arkasında resmi rakamlara göre toplam 8.556.315 ölü, 21.219.452 yaralı ve 7.750.945 kayıp veya esir bırakmıştır. I. Dünya Savaşı ülkeler arasındaki sorunları çözümlememiş, ağır yaptırımlar içeren antlaşmaların sonucu olarak savaş sonrası gelişen aşırı milliyetçilik, yeni oluşan faşizm ve nasyonal sosyalizm gibi ideolojiler II. Dünya Savaşına zemin hazırlamıştır.”[1]

Sizce bu durum tanıdık mı?

Kaybın ve kazancın olmadığı dünyada yaşamak için ölüm gerçekten bir zorunluluk olarak dayatılıyorsa, bakmamız gereken tam da burasıdır. Oynanan ve tekrar eden döngüler, yeniden doğumun, yeniden başlangıcın da sembolü olabilir mi? Bu konuda gelin Deepak Chopra’nın[2] sözleriyle devam edelim:

“Cilt hücreleriniz ayda bir kez ölmek zorundadır. Mide hücreleriniz her 5 günde bir ölür. Bağışıklık hücreleriniz, örneğin, kan hücreleriniz her 120 günde bir gibi kısa sürede ölür ama bakterilere nasıl saldıracaklarını da hatırlarlar. Ve aslında her bağışıklık hücresi o hastalık mikrobuna bakar ve der ki; ben bu elemanla bu deneyimi daha önce yaşadım mı? Ben yaşamadım, ama dedem onun hakkında ne düşünüyordu? Çünkü önceki hücrenin hafızası, yeni hücrenin hafızasında yeniden dönüşüp kullanılabilir olmuştur. DNA evrim hafızasının belleğidir. Ama DNA’nın maddesi her 6 haftada bir oluşur ve yok olur. Böylece döngüsel olarak yaşam bulan şey bir HAFIZA MATRİSİDİR Kİ; bu benim kendi derin bilinçlilik kavrayışımla, beyinde değildir ya da bedeninizde değildir. Bir yerde yerleşik değildir, bilinçliliktedir ki, bilinçlilik, zaman ve mekanda bir yere sahip değildir. Yani bizler, bilinçlilik halinin yeniden yaşam buluşuyuz. Eğer bunu anlayabilirsek, ölüm ve yeniden doğum gerçek anlamda YARATICILIK’TIR. Daima yeni içeriği, yeni anlamları, yeni ilişkiler yaratıyor. Reenkarnasyon sözcüğünü kullanmaktan çekiniyorum dini ideolojide kayboluyoruz o zaman.”

Bu noktadan hareket ederek bunu kendi konumuzla ilişkilendirecek olursak, Tanrısal tekerrürün asıl amacı; düşük bilincin, kendini deneyimler aracılığıyla tekrar ede ede, üst bilince tekamül etmek için oynadığı oyunun tamamlanması olabilir mi? Aksi takdirde yazının en başında verdiğimiz kar örneği yerine, sanal tekerrür ya da reenkarnasyon illüzyonuyla karşılaşırız ve kendini tekrar eden, ama tekamül etmeyen varlıklar halinde kalmaya devam ederiz.

O zaman tekerrür bir gereklilik midir? Evet.

Çünkü öz herhangi bir deneyime geçtiğinde, tüm versiyonlarını an bilincinde, aynı anda deneyimler ve kendini bu şekilde bilmeye başlar. Tekrarlanmış gibi duran deneyim, aslında bu anlamıyla aynı değildir; zira bütünselliği tüm versiyonlarıyla bildiğinde yine formsuz alana geri dönerek, başlangıcı ve sonu olmayan, ilahi olana, kaynağa yani özüne kavuşmuş olur.

Özet olarak; ilahi olan bilincin tekerrür etmesi; kendi eşsiz biricikliğini sonsuz boyutlarda ifade etmesidir. Tanrısal bilinç açıldığında, reenkarnasyon ya da yaşamlar kendini tekrar etmez; zira “O” olduğunun bilincinin hatırlaması gerçekleşmiştir.

Diğer bir deyimle; “Tanrı kendini hatırlamıştır.” Bu elbette yeni bir başlangıç için formsuz olanın, yeni bir forma bürünmesinin aşkınlığıdır. Oyun şimdi yeniden, ama yeni bir biliş olarak başlıyor desek mi acaba?

“Kendini bilmek için ne yaptın?”

“Sordum.”

“Sorunca bildin mi?”

“Hep aynı cevap geldi.”

“Ne dedi?”

“Genişle!”

“Nereye genişledin?”

“Diğer ben’lerime.”

“Sen cevaplardan yeni soru sordun mu?”

“Evet.”

“Kimsin sen?”

“…”

“Her gelen yeni cevap yeni bir ben oldu.”

“Kimmiş bu yeni ben?”

“Tüm tekrarlardan, tekrarsız olana giden.”

“Giden ve gelen kim?”

“Ben O Ben Olanım.”

“Kim dedi bunu?”

“Tüm paralel veçhelerimden kendini Ben Benim’imle ifade eden.”

“Kimsin sen?”

“…”

 

[1] wikipedia

[2] Deepak Chopra, Hint asıllı Amerikalı hekim ve alternatif tıp uzmanı.

Esra Ö. Erdoğan