“Hiç yetişmiyor.” “Biraz daha olsaydı…” “Bir sonraki maaşımı alana dek nasıl dayanacağım, hiç bilmiyorum.”

Bunlar, atölye çalışmalarım sırasında para konusu açıldığında, danışanlarla birebir gerçekleştirdiğim seanslarda tekrar tekrar duyduğum cümlelerden yalnızca bir kaçı. Para, insanlarda öyle güçlü duyguların açığa çıkmasına neden oluyor ki! İşin doğrusu, atölye çalışmalarında para değil de cinsellik konusunu işlemek daha kolay çünkü para konusu çiftler arasındaki kavgaların başlıca sebebi ve bazen, özellikle de miras meselelerinde, ailelerin içindeki en kötü duyguların açığa çıkmasına yol açmakta. Batı dünyasının bir ekonomik durgunluk noktasına geldiğinden söz edildiği, hatta bazılarının ekonomik gerilemenin çoktan başladığını iddia ettiği şu sıralarda benzinin fiyatı almış başını gitmekte ve günlük hayatımızı sürdürmek için gereksindiğimiz her şeyin fiyatını da azar azar yükseltmekte. Tüm bu olup bitenin ortasında, küçük bir azınlığın giderek zenginlediğini ve geri kalan çoğunluğun ise giderek yoksullaştığını algılamaktayız. “Acaba yetecek mi?” endişenin büyümesine ve giderek daha çok stres yaratmasına şaşmalı mı?

Dünyanın algıladığınız gibi olduğuna, bakış açınızı değiştirdiğinizde dünyanın da sizinle birlikte değiştiğine dair bir başka görüş söz konusu. İlk başta kulağa “yeni çağ akımı uydurması” gibi gelse de, hangi başarılı iş adamı veya kadınıyla konuşsanız, dünyanızı ve yaşamınızı tanımlayanın sizin kendi inancınız ve algınız olduğu fikrine kalpten katıldıklarını göreceksiniz. Bizler büyürken, içine doğduğumuz aileden ve ekonomik koşullardan, paraya dair farklı değerler ve fikirler ediniriz ve farkında olalım ya da olmayalım, ailemizin değer yargılarına hep sadık kalırız ve bunlar bizim parayla ilişkimizi engelleyebileceği gibi zenginleştirebilecek türden olabilir. En önemli nokta şu: Başkalarının paraya yönelik tepkilerini, parayla ilgili olarak gazetelerde okuyup haber programlarında dinlediğiniz her şeyi bir kenara bırakın; sizin parayla aranız nasıl? Paranın bir imgesi olsaydı ne olurdu? Bir rengi olsaydı, hangi renk olurdu? Parayı eğer yeşil, kaygan bir canavar veya kahverengi, öfkeli bir ayı gibi görmekteyseniz  para ile aranızın iyi olmadığını söyleyebiliriz. Ve bu, pratikte, yeterince paranız olduğunu hissedebilmek için bir satış, bir satış daha, ama işleri tam olarak güvenceye almak için belki bir tane daha yapmak için telefonunuza veya çalışma masanıza, deyim yerindeyse, zincirlenmiş olduğunuz anlamına gelir.

Paranın çoğu insan üstündeki büyüleyici gücünü kırmak aslında çok basittir. İşe, para hakkındaki tüm inançlarınızı ve yargılarınızı sırayla bir kağıda yazarak başlayın. Listenize ekleyecek başka bir şey kalmadığında, yazdıklarınızın sırayla üstünden geçin ve kendinize, bunların hangi aile üyesinden, çalışma arkadaşınızdan, dostunuzdan vs. Geldiğini sorun. Göreceksiniz ki, parayla ilgili yargılarınızın pek azı size aittir, çoğu bir dış kaynaktan gelmiştir.

Ardından, elinize bir banknot veya bir kaç bozuk para alıp, paranın ta kendisine bakın. Çoğu insan paranın kendi başına masum olduğunu unutmuştur; parayı iyi ya da kötü kılan şey bizim ona verdiğimiz tepkidir, onunla ilişkimizdir ve onunla ne yapmak istediğimizdir. Bir kaç bin yıl önce, kağıt veya metal paralar yerine yetiştirdiğimiz ürünlerle değiş tokuş yapmaktaydık.

Parayı, enerji alışverişi aracı olarak düşünün; birisi sizin için bir şey yaptığında, zamanından ve enerjisinden vermektedir ve siz de karşılığında onlara, yiyecek alabilmeleri ve hayatlarını sürdürebilmeleri için, bir araçla ödeme yapmaktasınızdır. Kabile yaşamında hiç kimse işsiz değildi çünkü herkesin kendi topluluğuna sunacak bir şeyi olduğu düşünülür. Birisi hastalandığında veya çalışamayacak hale geldiğinde, topluluk bir araya gelir ve o insanın aç kalmaması veya bir an önce iyileşmesini sağlamaya çalışır çünkü her bir insan, toplumun değerli bir üyesidir, hiç kimse bir diğerinden aşağıda veya yukarıda görülmez, yalnızca hayattaki amaçlarıyla değerlendirilir. Toplumun sağlığı ve devamı açısından herkes gereklidir.

Atölye çalışmalarım sırasında para hakkında öyküler yazıp anlatıyor ve daha sonra Dinamik Tiyatro tekniğini kullanarak bunları sahneliyor ve kişilerin parayla ilişkisinin gerçek doğasının açığa çıkmasını izliyoruz. İlk başta duyulan tedirginlik ve bazen dökülen göz yaşları dindiğinde, anlattığımız ve izlediğimiz öykünün yalnızca tek bir kişiye değil, kollektif bilince ait olduğunu görüyoruz. Tüm vakalarda insanları en çok şaşırtan şey, paranın destekleyici özelliğinin ve ruhsal açıdan bakıldığında, yapabildiğinde nasıl yardımcı olmaya çalıştığının ama tarih boyunca insanların parayı, kendi içsel boşlukları anlamında, bir gölge formda, yani güç kazanmak, hırslarını doyurmak ve başkalarının yaşamlarını kontrol etmek amacıyla kullanmış olmalarının ortaya çıkmasıdır. Kursun sonunda, katılanlara tekrar hatırlatırım: Para masumdur ama mesele, onunla neyi nasıl yaptığımızdır.

Parayı, sizi asla yarı yolda bırakmayacak eski ve güvenilir bir dost olarak görün. Hep orada olacak ve bazılarını duymaktan hoşlanmayacağınız bilgece uyarılarda bulunacaktır size. Ama diğer iyi dostlarla yaşadığımız tüm sürtüşmelerde olduğu gibi, kısa süre sonra gülüp geçecek ve parayla dostluğunuza devam edeceksiniz. Ve bu yolculuk ta ufka, yeni bir günün bugünkünden de çok şey vaat ettiği bir sonraki günü muştulayarak batan güneşin altın renkli ışıklarına dek uzanır.

Ben parayı bu renkte görüyorum. Peki ya siz?

(İlk Yayın: Ruh ve Madde Dergisi)

Konuk Yazar