…Fakat şu var ki tam olması gerektiği zamanda, o yapılması önerilen şey gelip beni bulur ve bir anda sanki suyun kaldırma kuvvetini baştan keşfetmiş gibi mutlu olurum. İşte “olabilir” kelimesi de ilk defa beni duşta yakaladı.

Hayatımda en nefret ettiğim şeylerden biri de birinin karşıma geçip öğütler vermesidir. Hele ki sağdan soldan okuduğu bilgileri gelip bana satmaya çalışan orta yaş bunalımındaki teyze kıvamındaki bilgecikler ben de kaşıntı, deri dökülmesi, pullanma falan yapar. Aslında söyledikleri şeyler güzel ve doğru şeylerdir, ama kendileri beceremeden başkasına sattıkları için enerjisini karşıdakine veremezler ve siz de ayıp olmasın siye sırıtmak zorunda kalırsınız. Bunun bir ileri aşaması da inandığınız, güvendiğiniz bir rehberin size sunduğu bilgilerde yaşanır. Ondan gelen bilgilere pek ‘menapozlu teyze’ muamelesi yapmazsınız, ama genelde ya o anda anlamadığınızdan, yada çeşitli başka nedenlerden içine sindiremediğiniz için yine sırıtır kalırsınız. Bir yandan da “lan bunun dedikleri hep çıkıyor, şimdi de güzel bişey dedi sanırım; onaylayayım da bari salak pozisyonuna düşmim” diye düşünürken, bir yandan da “acaba ne dedi?” diye çevirirsiniz kafada. 3. seçenek ise rehber olarak seçtiğiniz kişinin de bunu size içinde hissetmeden satmış olmasıdır, bu da delikanlıyı bozar.

“Olmazları çıkarın hayatınızdan” lafını da işte ilk defa bu duygular içinde duymuş ve ööle mal mal bakmıştım. Aslında ne kadar kolay ve açık görülüyor değil mi? Zaten o anda ne kadar teyze varsa çevremde “allahım allahım ne güzeeeel, ne dooooğru cümle, tüüüü tüüü tüüüü” modlarında tepki vermişlerdi, benim de mallığım artmıştı. Aradan yıllar geçince anladım bu cümlenin ne demek olduğunu ve insanın hayatını kökten değiştirebileceğini. Ama benim yaşadığım şey ‘olmazları kaldırmak’ değil, hayatıma ‘olabilir’ ifadesini sokmaktı. Bu sihirli kelime hayatımı sonsuza kadar değiştirecekti…

Telefonu kapattığımda en büyük şokumu yaşamamın nedeni artık tamamen terkedilmiş olmam değildi. O beni terkedemezdi, birbirimizden ayrılamazdık, biz birbirimizi sonsuza kadar sevecektik ve daha önemlisi o daha dün bana beni çok sevdiğini ve asla ayrılmayacağımızı söylemişti. Ama olmuştu işte ve işin daha bir korkuncu asla olmayacak diye düşündüğüm bir faktörde vardı işin içinde. Her ne kadar başka sebepler de olsa sonuçta bir başka erkeğin varlığı süreci hızlandırmıştı. 3 yıllık kız arkadaşım bana el sallayıp gitmişti ve ben öyle kalakalmıştım. Bunlar olamazdı…

Bunca senedir ruhsallığın içindeyim ve kendimi çok yetiştirdiğime inanıyordum. Sevgi doluydum, hayatı seviyordum vs. Evren beni seviyordu ve beni korurdu. Ama evren evimin önünde silahla tehdit edilmeme ses çıkartmamıştı. O kadar çok korkmuştum ki etkisini yıllar boyu atamamıştım. Nasıl olur da ben bu kadar güçlüyken ve sevgi doluyken ve evren için çalışırken, o benim tehdit edilmeme ses çıkartmamıştı. İnanamıyordum…

Nefesim daralıyordu ve Dünya çevremde dönüyordu. O benim dünya üzerinde en güvendiğim insanlardandı ve beni arkamdan vurmuştu. O kadar ağır bir hayalkırıklığı yaşıyordum ki o anda ölmeyi çok istemiştim, zaten herşey üstüste gelmişti ve bu son vuruş beni yıkmıştı tamamiyle. Evrene halen çok güveniyordum, ama insanların hangisine güvenebileceğimi bilmiyordum…

Duyduğumda kıskançlıktan kudurmuştum, o kadar kötü hissetmiştim ki kendimi anlatamam. O benim yıllarca aşkımdı ve şu anda başkasının kollarındaydı ve tesadüfen onu orda yakalamıştım telde. Nasıl olabilirdi bu? Ben ne yapmıştım da bunu yaşıyordum…

Örnekleri o kadar çok çoğaltabilirim ki daha surer gider. Hayatımda bir sürü, bir sürü “olamaz” var (dı) benim ve bu “olamaz”lar günlük hayatımda karşıma “nah olamaz, s.ke s.ke olur” şeklinde karşıma çıkınca da tüm makinam altüst oluyordu. Birgün şunu farkettim ki ben “olamaz” diye düşündükçe birşeyleri engelliyordum ve bu aşırı basınç yapıyordu kalbimde. Ama bunu boşaltmak da hiç ööle kolay değildi.

 
Bir sürü kitap okudum ve içlerinde bir sürü öneriler vardı. Çok açık ve net söylüyorum: bana önerilen hiçbirşeyi yapamadım, beceremedim ve sadece yapmışçılık rolü oynadım. Bilgiler ve öneriler çok güzeldi, ama napim işte ben de böyle bir Mongol taraf var. Ben meditasyon bile yapmam, hele kitaplarda önerilen çeşitli meditasyonları okumadan geçerim. Fakat şu var ki tam olması gerektiği zamanda, o yapılması önerilen şey gelip beni bulur ve bir anda sanki suyun kaldırma kuvvetini baştan keşfetmiş gibi mutlu olurum. İşte “olabilir” kelimesi de ilk defa beni duşta yakaladı.
“O, seni terkedebilir, Hasan ve biliyor musun ki sen onsuz da yaşayabilirsin, hem değerinden hiçbirşey kaybetmeden. Ayrıca bu olayı sonradan sevgiyle hatırlayabilirsin ve en güzeli de bu hayatta herşey olabilir, Hasan”. Duşta kaynar suyla haşlarken bir anda bunlar pıtt diye içimden çıkıp benliğimi sarıverdi. Bir anda o kadar rahatlamış hissettim ki kendimi anlatamam. Gerçekten ‘olabilir’di. Bunların hepsini ve daha fazlasını yaşayabilirdim ve aradan 1 sene geçtiği için çok daha rahat görebiliyorum ki o, bana muhteşem bir armağan daha vermişti. Asla ayrılamayacağımı ve onsuz yaşamayacağımı düşündüğüm birisi hayatımdan aniden çıkmıştı ve ben onsuz ayakta durabilmiştim; hem de ne duruş… Sanırım son bir sene içindeki gelişimlerimi ve en basitinden bu yazıları yazmamdaki motivasyonu tetikleyen olay o terkediliş olmuştu. “Ondan bile ayrılmayı başarabildiysem artık beni hiçbirşey yıkamaz” demiştim kendi kendime, ama yıkabilirdi ve yıktı da… 😉 Çok güvendiğin birinden gelen ihanet çok acı birşeymiş, bunu tattım ve yaşamak istemedim; artık kimseye güvenemezdim, ama güvenebildim; hem de eskisinden daha güçlü, çünkü hayatımda ihanetler de olabilirdi ve bu en yakınlarımdan bile gelebilirdi ve işin daha da ilginci zamanla ben onları affedebilirdim. (Nasıl zincirleme gidiyor görüyor musunuz, tıpkı çorap söküğü gibi).

Ben milyonlarca kelime güzel ve bilgece satırlar okumuş olabilirim, milyonlarca güzel söz de işitmiş, milyonlarca kez de ‘öyle davranmama’ konusunda uyarılar almış da ve yine milyonlarca yıldızdan daha büyük bir ruhumda olabilir. Ama ben şu anda bir İnsan’ım. Sevdiğim kadar nefret edebilirim de, herkesi sevsem bile sevilmeyebilirim de, sevgiyle sarıldığım insanlar birgün beni itebilir de ve ben onlara kırılsam bile zamanla affedebilirim de (ama kin tutma hakkımı saklı tutabilirim de), çok öfkelenebilirim ayrıca bol bol küfredebilirim de (zaten ediyom), gülümsediğim kadar somurtabilirim de ve hatta mutsuz olmaya da hakkım var benim. Insanları şımartmaya sevdiğim kadar şımartılabilirim de, ayrıca ego yapıp g.tü kalkık kalkık gezebilirim de hatta başkalarına tepeden bakmaktan zevk alıyorsam bunu yapabilirim de, size bunlar ters mi geliyor; inanın bunlar size ters gelebilir ve benim umrumda olmayabilir de… Evrene sonuna kadar güvendiğim halde yarın işimden olabilirim ve aylarca işsiz gezebilirim de, hatta kapımın önünde silahla tehdit edilebilirim de. (Aslında olan herşeyin nedenini iyi biliyorum, ama bazen düşünmek istemeyebilirim de) Ay sıkıntı geldi di mi? Tamam kesiyorum, anlamışsınızdır… 🙂

Ama tekrarlıyorum arkadaşlar, siz birşeyleri yapmaya çalıştıkça batıyorsunuz ve beceremiyorsunuz. En basitinden birilerini “affettim” demekle affedilmiyor, onu sadece içinizde biryerlere tıkıyorsunuz ve affetmiş rolü yapıyorsunuz. Zamanı gelince affedebiliyorsunuz cidden ve bir bakıyorsunuz kızgınlığınızdan eser bile yok, ama püf noktası cümlenin başında “zamanı gelince”. Tüm bu tecrübelerimden aldığım şey şu oldu: bu dünyada herşey ama herşey cidden “olabiliyor”, bunlardan gerekli dersleri çıkartıp, almamız gerekeni alalım gibi bir lafta etmek istemiyorum, çünkü burası bir okul değil; sınav da yok. Sadece deneyimliyoruz, tıpkı öpüşmeyi deneyimlediğimiz gibi yada sevişmeyi. Siz sevişmenin sadece belli bir cinsel aktivite olduğunu düşünmüyordunuz umarım. Siz hiç “ihanet” kavramıyla seviştiniz mi? Az buçuk tecavüz gibi oluyor, ama o da size tensel, tinsel duygular yaşattırıyor. Ayrıca tüm sihir, evrenin kurulu olduğu şu iki kelime üzerinde; “Zamanı gelince…”

O zaman gelene kadar doya doya sevin, kızın, küfredin, oynayın, yerinizde durup homurdanın, içinizden geliyorsa ve kıçınız yiyorsa saldırın vs. vs. Ama “zamanı gelince” herşeyin olabileceğini ve yine “zamanı gelince” herşeyin uçup gidebileceğini görüyorsunuz.

Eh madem bu kadar kolay neden kendimizi kasıp duruyoruz birşeyler yapacağız diye. Eh, canınız saolsun; kendinizi kasabilirsiniz de, bizlerin herşeye ve herşeye hakkımız var. (g.tümüzün yediği oranda…)

Hala “olamaz” diyorsanız, bir de duşta deneyin diyerek bitiriyorum yazımı.

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...