Sonsuz:
Sevgili Nil, 1997 yılıydı. Oldukça zorlu bir dönemde kitapçıda bana yol gösterecek bir kitap ararken birden gözüme “Tanrı ile Sohbet” ilişmişti. Harika gelmişti bana o zamanlar ve ilerleyen zaman içinde sıkıntımı atlattıktan sonra da, o seriden müthiş faydalanmıştım. Kitabın güzelliği sadece içeriğinden değil, çevirisinin de harikalığından kaynaklanıyordu. Çevirmenin ruhunu da hissediyordun okurken. Nitekim aynı serinin başka kitaplarını, farklı yayınevlerinde okurken aynı tadı alamıyordun; onu gözlemlemiştim. O günlerde tanışmıştım seninle, ruhuma dokunan çevirmen olarak; sadece bir kere karşılaştık seninle, ama MSN sayesinde sürekli görüşüyoruz. Bana, “’Geleceği Hatırlamak”ı al oku, birçok kitap yazdım, ama buna çok önem veriyorum; çünkü kaç kişi olduğumuzu bilmek istiyorum” dediğinde tam olarak neyi kastettiğini anlamamıştım; ama kitabı bitirdikten sonra, kendimden +1 yazdım. Ayrıca şunu da belirteyim “Geleceği Hatırlamak, çok güzel olmuş Nil, ellerine sağlık..” şeklinde yorumlanacak bir kitap asla değil; çünkü bu, senin emeğinin anlaşılmadığını gösterir. Zaman zaman bunu ben de yaşarım; bir yazı yazarım ve insanlara bir şeyler anlatmaya çabalıyorumdur. Gelen yorum “ellerine sağlık, çok güzel olmuş” olunca, böyle içim sıkılır: “Yahu neyi anladın, mesajı aldın mı be adam?” demek isterim bu yorumlara. Evet, bazı yazılarda alınan alkış insanın ruhunu okşar, onu daha fazla yazmaya motive eder de; bazı yazılarının ardında da insanlarda değişim yaratabildiğini görmek istersin. Sadece alkışlanıp, kalkılıp gidilmesi çok da mutlu etmez insanı. İşte “Geleceği Hatırlamak”, insanı, harekete geçirmeye yönelik çok önemli bir çalışma olmuş. Şimdi senden biraz kitabın yazılış hikâyesini dinleyelim, ne dersin?

Nil:
Neden mi yazdım?  İnsanlık ailesinin durumunun acil noktayı bile aşmaya başladığı, geri dönülemez noktaya kıl payı kaldığı için. Bilinç devrimi artık şart olduğu için. Böyle gelmiş böyle gitmeyeceği/ gidemeyeceği için. Bakış açımızı değiştirmenin acil gereği olduğu için.

Bu kitap bir çığlık. Uyanmaya hazır insanları dürtmek için. Uyanmış olanlara yalnız olmadıklarını hissettirmek  için.  Kitapta yer alan araştırma bilgilerini makale makale yazsaydım bütünsel bakışı sunamazdım. Kolay okunabilmesi için de kurgu denemesi yaptım.
İnsanları geniş düşünmeye, merak etmeye, harekete geçirmeye, sorgulamaya, araştırma yapmaya teşvik eden bir kitap olmasını amaçladım. Bilgiyi hazırlop almak isteyen, ama hayata geçirmeyen insanlar için yazılmadı bu kitap.  Yani herkes için değil. Belli bir bilinç seviyesinin üzerindeki insanlara hitap ediyor.

Amerika’da 1970’li yılların başından itibaren yani yaklaşık 40 yıldır insanın fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal gelişimini içeren eğitimler almak, kitaplar okumak, öğrendiklerimi paylaşmak, eğitimler vermek benim hayat misyonum oldu. Bu 40 yıl çoğu okurunun yaşından daha büyük bir zaman.

ABD’de çevreci hareketin içindeydim o yıllarda. Küçümseniyordu bu tür hareketler. Türkiye’de 1980’li yılların sonunda kurulan ilk Yeşiller Partisi’nin kurucu üyesi ve başkan yardımcısıydım. Yani çevreci geçmişim ve ayağı yere basan spiritüel öğretilerle ilgili geçmiş birikimlerim beni bu kitaba hazırladı. Bana hizmet eden rehber (!) meleklerle hiç işim olmadı.  Ne öğrendiysem kendi emeğimle ve çabamla öğrendim. Eğitimler aldım. Aç gezdiğim zamanlar oldu ama eğitim aldım. Ruhumun açlığı bedensel açlığımdan öncelikliydi benim için.  Karnımı sadece ekmek ve salçayla doyurduğum zamanlar da yaşadım; lüks içinde geçirdiğim zamanlar da…

Çok okudum. Öğrendiklerimi uyguladım. Bende açılımlar oldu. Kendi gücümün farkına vararak yaşamımı inşa ettim. Sonuçta, sevdiğim bir eşim var, sevdiğim bir işim var, yaratıyorum, üretiyorum, sonuna kadar güvendiğim dostlarım, aktivite paylaştığım arkadaşlarım ve yardım vereceğim ve alacağım tanışlarım var.  Fark yaratıyorum.  İnsanların kendilerinin en iyi versiyonu olmalarını sağlayan eğitimler veriyorum. Daha ne isteyeyim?

Bu kitapta tanımladığım dünya görüşünü Türkiye’de 1986 yılından beri verdiğim konferanslarda ve eğitimlerimde paylaşıyordum zaten. O yıllarda düzenli haftalık konferanslarıma gelenler bilir. Homo Novus insanını da anlatıyordum.

Bu kitap, medyadan gizlenen gerçeklerin, yılların birikiminin ve sezgilerimin fantastik kurgu şeklinde özeti.

Bildiğim bir başka gerçek de Türk insanının çevre duyarlılığı konularına pek ilgi göstermemesi. Çevreyi çiçek böcek edebiyatı sanarak hafife alması. Çevrenin kendilerini ilgilendirmediğini sanıyor birçok insan.  Ya da benden sonra tufan anlayışı yaygınca var. Oysa çevre dediğimiz şey evimiz yani dünyamız. Bu kitapta birbirinden ayrıymış gibi görünen birçok konunun aslında nasıl birbiriyle bağlantılı olduğunu anlatmaya çalıştım.


Sonsuz:

Tabii bu noktada kitabın salt bir çevre kitabı olduğunu sanmasın okurlar. Malum o zaman uzak durulabiliyor. Zaten çevrecilik denildiğinde iki görüntü aklımıza gelir: Mıntıka temizliği yapan ilkokul öğrencileri; işte götürürler bunları bir sahile, ne varsa toplatırlar. Ya da kendilerini oraya buraya zincirlemiş, uzun saçlı, hafif entel tipli “zibidiler”. Medyamız bu “zibidiler”i göstermeye ve alttan alta “Millet dışarda aç, ananız babanız sizi okumaya yollamış siz nelerle uğraşıyorsunuz” mesajı vermeye bayılır. Çevreciliği de bundan ibaret algılatır bu sunumlar. Sanırım uzak duruşumuzda bunun gibi algıların da etkileri var. Ama tabii en başında kendi benliklerimiz geliyor. Derdimiz kendimiziz, Dünya şöyle olmuş, böyle olmuş umurumuz değil. En okuyan akıllı geçinenlerde bile böyle bu. Spiritüel bir kitap, bilgi olduğunda üzerine atlanır; ama şöyle sorunlar var, böyle dertler var denildiğinde bir “vah vah” çekilir, sonra ilgi dağılır. Galiba bu, bir yandan da kendimizle de ilgili sorun. Sadece dünyamızı değil, kendimizi de “ev” olarak algılamadığımız için. Velhasıl kelam, bu kitap sadece bir çevre kitabı değil, içinde ruhsal anlamda geliştirecek bir sürü bilgi de var ki (allahtan) daha geniş bir kitleye hitap ediyor…

Nil:
Kesinlikle ruhsal gelişimi anlatıyor. Zihinsel gelişim evrimimiz için yeterli değil.

Esas sorun insanların  yani Homo Sapienlerin büyük bir kısmının hem “çocuk” hem “alıcı “olmasında. Artık büyüme ve “verici” olmayı öğrenme zamanı. Sürekli alarak kendi varlığımızı sürdüremeyiz. Düşün ki bir insan sadece nefes alıyor nefes vermiyor. Yaşaması mümkün mü? Sadece yiyor ama çıkarmıyor, yani kabız. Uzun süre yaşaması mümkün mü?

Bu kitapta sağlık, ilişkiler, cinsellik, aile/toplum, çocuk yetiştirmek, beslenme, politika, ekonomi, aşk ve daha birçok konu ele alınıyor ve hayata- hayatımıza bütünsel bir bakış açısı kazandırmayı amaçlıyor. Ancak bakış açımız değişirse harekete geçebiliriz. Suçlama ve mazeret bizi kurtarmayacak.

İnsan denen varlık kendi kuyusunu kazdığının farkında bile değil. Dörtnala yok oluşa gidiyor. Kendi “ev”imizde yani iç dünyamızda barış yok ki dış dünyamızda olsun. Rakiplerini aşağılayan bir millet ya da bir insan ne kadar barışçıl olabilir ki? Çoğu insan değerlendirmek ve yargılamak arasındaki farkı bilmiyor.  İkisini aynı şey sanıyor.

Dikkat ediyor musun kendisini spiritüel olarak tanımlayan insanların çoğu ortalama insandan bile daha bencil, daha alıcı, daha yargılayıcı, daha kibirli.

Spiritüellik, bütünle bağlantımızın derinden idrakidir.  “Ben! Ben! Ben!” diyerek olmuyor. Aslında bu kitap bir spiritüel ekoloji kitabı. Yarının dünyasında insan, kapitalizm gibi bencil ve açgözlü bir sistem içinde, kaynakları sınırlı bir dünyanın nimetlerinden sınırsız yararlanma ve sürekli büyüme arzusu ile var olamaz.

Bu kitap herkes için değil” sözümü burada da vurguluyorum. İleri görüşlü, merak eden, sorgulayan, araştıran, harekete geçmeye hazır insanlar için.

Şu anda çoğu insanın doğayla uyumu yok, insanın insanla uyumu yok, insanın kendisiyle uyumu yok. Bu yüzden yok oluşa doğru gidiyoruz. Dünya değil, insan yok olacak. uzatmaları da oynadık ve artık  zamanımız kalmadı. Yarın çok geç.

Sonsuz:
Aslında spiritüel bilgilerle iç içe olanlar, kendilerini böyle sayarlar; ama söylediğine katılıyorum, daha da büyük bencilliğe düşenlerin sayısı çok oluyor. Aslında böyleleri için spiritüellik, gülümseyen bir maske takmaktan ibaret. Tibet işi elbise giyince, insan kendini bulmuyor hani. Sadece “muş” gibi yapıyorlar.

Nil:
Günümüzde her şey şekilsel yaşanıyor.  Ruh yok! İnsanların çoğu hata bulma, eksik bulma, eleştirme konusunda uzman. Yapıcı insan sayısı az. Yıkmak kolay, yapmak zor. Yaratmak ya da yok etmek! Doğru yolda yürüyüp yürümediğini bilmek istiyorsan aptalların kahkahalarına ve alaycı yaklaşımlarına kulak ver. O zaman doğru yolda ilerlediğini anlıyorsun. Gerçek spiritüellik, kendine ve bütüne yararlı bir birey olabilmekten geçiyor. Bilgini artırarak spiritüel olunmuyor. Öğrendiklerini hissediyor musun? Hayatına uyguluyor musun? Alıcı insanların spiritüelliği de kendilerinden menkul oluyor; ama içeride huzur ne mümkün.

Gerçek spiritüelliğin olmazsa olmaz şartı; öncelikle vericiliğin hazzına varabilmektir, duyarlı bir insan olabilmektir. Bunun için de insanın kendisiyle yüzleşme cesareti göstermesi gerekiyor, yani “ev” temizliğine kendisinden başlaması… Bu temizlik yapılmazsa kişi yargılar, eleştirir, kibir geliştirir, çevresini tüketir ve… nihayet tükenir.

Sonsuz:
Ben en çok “Bu, benim dünyadaki son hayatımmış, bir daha gelmeyecekmişim” diye “övünerek” gezenlere bitiyorum. Yani onlar kendilerince “bakın ben öyle aştım, geçtim, bitirdim, yaladım yuttum ki bu sınavları, bir daha gelmeme gerek kalmayacak” diye kendilerini avutuyorlar. Aslında şunu düşünüyorum, biz insanlar kendimize sürekli nedenler arıyoruz, bulmayı en çok istediğimiz neden de: Bu dünyada neden var olduğumuz sorusunun yanıtı. Sürekli bir şeyler üretiyoruz cevap olarak. Spiritüel bilgilerin verdiği yanıt da tekamül etmek olunca, tekamülü bir yarış ya da sınav gibi algılıyor bünyeler ve böyle absürd cümleler çıkıyor ortaya. Hayır, kardeşim! Biz bu Dünya’ya “yaşamaya” geldik. Bu Dünya’nın tadını çıkarmaya, yaşamı deneyimlemeye, keyfini almaya geldik.

Sen “benim son gelişim” dediğinde aslında hayatından ne kadar mutsuz olduğunu söylüyorsun. Öyle mutsuzum ki bir daha gelmek istemiyorum diyorsun. Bu mantıkla da kendini “tekamül”e adayıp, aslında Dünya’yı umursamıyorsun. “Gene de gelirim, hep de gelirim ağa” demek istiyorum.

Nil:
Ne kadar “üstün” olduğunla övünmek, ilkel bir bilincin tanımıdır. İlk geliş son geliş değil, bildiğin sen olarak tek gelişin bu. Ama yaşamaktan korkuyorsan ölmekten de korkarsın ve reenkarnasyonla kendini avutursun.


Sonsuz:

Hah burası çok önemli bir nokta. Konuyu da çok dağıtmak istemiyorum ama kitapta da bunu vurgulamışsın. Geçmiş, gelecek diye bir şey yok. Yani bildiğimiz anlamdaki reenkarnasyon gibi. Kitapta “gelecekten” gelen kızın söylediği şuydu: Gelecek diye bir şey yok ki hepimiz ŞİMDİ de yaşıyoruz. Bunu biraz daha açabilir misin?

Nil:

Radyo ve TV istasyonlarını düşün. Hangisine odaklıysan sadece o frekanstan yayın yapan dünyayı algılarsın. Diğer kanallar o anda senin için yoktur. Senin diğer kanalları duymaman, görmemen onların var olmadığını göstermez; ama bazen kanallar arası dolaştığında diğer kanalların da varlığını fark edersin. Çoğu insan tek kanala saplanmış vaziyette. Bütün kanallar ŞİMDİ dedir. Ya da bir yol düşün. Bulunduğun yerden yolun başını ya da sonunu görmüyorsun. Ama uçakla yükseldiğinde yolun tamamını görebilecek bakış açısına sahip olursun. Yolun tamamı şimdidedir.

Sonsuz:

Hmm bu çok büyük bir bilgi aslında. Anlaşılması çok da kolay değil. Ben de hep düşünürüm; Romalılar da bizimle yaşıyorlar, gelecektekiler de. Ama neden biz bu yaşamı lineer algılıyoruz. Lineerlikten çıktığında ne olacak gibilerinden. Uçak örneği çok güzel bu arada. Galiba ruh da uçağın içindeki yolcu oluyor bu durumda.

Nil:

Evet. Lineer’ lik iki boyutlu bir algıdır. Biz dünyayı üç boyutlu olarak yaşıyoruz. Ama gölgelerimiz iki boyutlu.  Kendi iz düşümlerimizin (gölgelerimizin) algısı iki boyutlu olduğu için geçmiş/ gelecek dediğimiz iki boyutlu bir hayat (geçmiş/ gelecek) düşünebiliyoruz. Düşüncelerimiz olandan daha düşük frekansta. Gölgeler oyununu oynuyoruz. Oysa dört, beş altı… boyutlardan bakabilsek hepsini aynı anda görebiliriz. Bu duruma bazı insanlar sürekli değil, ama bazı anlarda girebiliyor. Bu da belli bir frekans içinde algıyı gerektiriyor. Tekamülümüz ile ilgili.

Ruhun yolculuğu, bunu kelimelerle anlatmak çok zor. Romalılar da, gelecektekiler de değişik radyo istasyonlarından yayın yapıyor. Bir başka deyişle yolun başında Romalılar yaşıyor; sonunda da gelecektekiler, ama hepsi aynı anda.

Sonsuz:

Ruh da Richard Bach’ın “Bir” romanındaki gibi uçağıyla çizgilerin üzerine konuyor ve deneyimleri yaşıyor. Bu çok büyük bir bilgi, tam idrak edildiğinde her şeyi değiştirir.

Nil:

İdrak ruhta oluyor, zihinde değil. Bilinçte oluyor, bilgide değil. Bilgilenmekle olan bir şey değil! Bilinç ruhun pusulasıdır ve sınırsız bilinç seviyeleri var. Her bilinç seviyesinin kendisine yarattığı dünya ve gerçeklik farklı oluyor. Ortalama insanın merak düzeyi “ gelecekte bana ne olacak?”la sınırlı olduğunda bu, bencilce bir yaşama yol açıyor. Bu da günümüzün “spiritüelliğini” tanımlıyor. Spiritüellik bir kimlik değil, bilinçlilik durumudur.  Ayrıca önemli olan şu: Senin bu dünyada varlığınla yokluğun arasında bir fark var mı? Hem kendi, hem başkalarının hayatında fark yaratıyor musun? Senin varlığın dünyayı daha iyi bir yer haline getiriyor mu? Bu dünyayı cennete çevirmek için payına düşeni yapıyor musun?

Bunun için öncelikle kendi iç dünyanın huzur bulması lazım ki huzur veren bir insan olasın ve huzurlu bir dünyayı yaratmada payına düşeni yaparsın.  Bunun için önce “Olmak” gerekiyor. Sonra “Yapmak” geliyor. “Olmak” için de bakış açımızı genişletmemize ihtiyacımız var. Malum, sadece kendi dar penceremizden algılarsak dünyayı “olduğumuz gibi ” görürüz, “olduğu gibi ” değil.

Sonsuz:
Aklıma bazen şu sorular takılır: Neden bu Dünya için çalışmamız, bir şeyler yapmamız gerekiyor ki? Olan zaten olacak, ben ne yaparsam yapayım. Zaten 5 milyar yaşında o, evren de sonsuz. Bir şekilde kendi yolunu bulacak her şey, neden ben insanlık için bir şeyler yapmalıyım ki? Böyle bir yükümlülüğüm, sorumluluğum olduğunu kim söyledi? Ayrıca yoldan da bahsettin. Zaten başı sonu belli, biz geçici takılan yolcularız. Neden keyfimi bozayım ki?

Nil:
Bu yaklaşım bedendeki bir hücrenin, “Neden, beden için bir şey yapmalıyım ki, ben yer içer, bedenin kaynaklarını istediğim gibi sömürür kendi keyfime bakarım. Diğer hücrelerle uyum ve işbirliği yapmak benim umurumda değil” demesine benziyor. Bu hücre, kanserli hücrenin tanımıdır. Dünya için yararlı şeyler yaptığında kendin için yararlı şeyler yaptığının farkında olmamanın aymazlığıdır bu.

Fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal boyutta sağlıklı olmak için her alanda öz sorumluluğu almamız gerekiyor. İnsanların umutsuzca aradığı huzur işte orada. Olan zaten olacak düşüncesi kaderci bir yaklaşım. Hangi realitenin senin deneyimin olmasını istiyorsun?

Bu yolculuktan keyif almak istiyorsak, bu keyif kendiliğinden olmuyor. Bir yemek pişirdiğini düşün: Ya sadece karnını doyurmak için bir şeyler pişirirsin, ya sevdiğinle keyifle paylaşmak için, ya görevin olduğu için, ya da sevmediğin insanlara yemek pişirmek zorunda olduğun için… Yaptığın iş hepsinde aynıdır: yemek pişirmek. Ama her birinde yaşadığın ruh hali ve aldığın ya da alamadığın keyif farklıdır.

Hayatın hazzı keyifle paylaşmak için pişirmektedir. O zaman yaşam bir ziyafet sofrası olur. Herkes doğuyor ve ölüyor, ama her kişinin yaşadığı serüven farklı.

Madem ki kısa bir süre buradayız. Bu zamanı nasıl değerlendirdiğimiz yaşamımızın kalitesini belirliyor.

Yaşa ve yaşat! Yıkıcı değil yapıcı ol. O zaman huzurlu, yararlı ve doyumlu bir insan olarak var olursun.

Hep istiyor çoğu insan hep istiyor. Peki, ne veriyor? Kime ne yararı oluyor?

İnsansan insanlık için bir şey yapmak senin sorumluluğun! Yoksa çocuksun. Çocuk insan.

Bu gezegen, sorumsuzca sürülen keyfi besleyemiyor artık. “Bir şekilde kendiliğinden yolunu bulacak her şey” yaklaşımındaki insan yok olacak, fiziksel anlamda hem de. Bedenimiz, sağlığı korumak için nasıl kendisiyle uyumsuz bakterileri ve hücreleri yok ediyorsa, dünyamız da kendi bedenindeki uyumsuz türü yok edecek. Bir çocuk, ona bakan bir yetişkin yoksa varlığını sürdüremez. Çocuk insan türü için de aynı şey geçerli. Bugüne kadar doğa, çocuk insana analık etti ama anayı da yiyip bitiriyor çocuk. Hazıra dağ dayanmaz.

Çekim yasası, titreşim yasasıdır. Bu gezegen düşük titreşimli bilinç seviyesini kaldırmıyor artık. Bu düşük bilinç seviyesini ortadan kaldıracaktır bütünün yararı için.

Sonsuz:
Peki kitapta Homo Novus insanını anlatıyorsun, ayrıca yeni bir toplum yapısından… İnsanın hemen gidip yaşayası geliyor içinden. Ama şunu da anlamamız gerekiyor ki şu anda bu gezegende yaşayan BİZlerin yaptığı seçim orayı yarattı. Bu noktada aklıma şu soru geliyor: Bu değişim nasıl yaşanacak? Bizim tam anlamıyla rolümüz ne olacak, ne yapacağız? Yoksa bambaşka bir seçim yapıp dünyayı daha beter bir hale getirebilir miyiz? Dünya mutlaka “altın bir çağ”a doğru mu gidecek? Bir de şu 2012 mevzuu var. Bu konuya nasıl bakıyorsun?

Nil:
2012 bilinç devriminin en yoğun yaşandığı yılların başlangıcı olacak. Bu bilinç seviyesinin titreşimleri farklı. Diyelim ki enerji 1000 voltluk. Bilinç seviyesi yüksek insanlar bu voltajı kaldırabilecek ve sağlıklı yaşamaya devam edecek. Düşük bilinç seviyesi ise bu yüksek akımdan olumsuz etkilenecek. Bu nedenle, DNA sarmalları aktive olmuş insanlar yüksek voltaja dayanıklı olacak.

Homo sapien devri bitmek üzere. Artık yok olmak üzere olan bir türüz. Tıpkı insanın kolektif yaşam seçimlerinin sonucunda yok olan ve olmak üzere olan birçok tür gibi. Bu gezegende bugüne kadar hiçbir tür başka bir tür yüzünden yok olmadı.  İnsan denilen mahlûk ise çok sayıda türün yok olmasına neden oldu.  Şimdi sıra kendisinde.  Kendisini hızla yok etmekle meşgul ve işin acısı bu gerçeğin henüz farkında bile değil. Yok eden yok olur.

Bu değişim sürecinde, bencil hücreleri temsil eden insan türü yok olacak. Dünya daha beter olmayacak; O, buna izin vermez. Bu gezegenden nice tür geldi geçti ama bu gezegen hala varlığını sürdürüyor.

Gezegenin kendi frekansına uygun türler bu gezegende var olmaya devam edecek. Gezegenin tarihi boyunca insan kadar zararlısı gelmedi. Çevreye uyum gösteremeyen türler daima yok oldu. Elbette yeni türler de ortaya çıkacak. Dünya da çekim yasasına tabi çünkü dünya da canlı bir organizma.

Sonsuz:
Bu 12 sarmallı DNA hususu da kafamı kurcalıyor. Bugüne kadar hep medyumik kanal bilgilerinde bahsediliyordu bundan. Hatta 12 sarmal DNA aktivasyonu çalışmaları yapanlar da var. Ama bana inandırıcı gelmiyordu bu tarz çalışmalar. (Belki de kaynaklarına güvenmediğim için.) Ama senin kitabında görünce ve “gölge DNA” kavramını okuyunca, aklıma yattı. Keza Dünya’nın bilinmeyen tarihine dair bir kitap vardı, orada da benzer şeylerden bahsediliyordu. (Ama benim için senin referansın önemli.) Yine mevcut DNA’nın bile tamamının kullanılmadığı bilgisi de çok önemliydi. Peki, bunların hepsinin birden kullanılması, aktive edilmesi nasıl olacak. Oturup meditasyon yapıp, bazı “uzmanlara” aktive ettirerek mi? Yoksa zaten bilinç değişimi sağlayacak mı bunu?

Nil:
12 sarmal aktivasyonu yapılan çalışmalar tam bir şarlatanlık. Bunu bir takım tekniklerle ya da dışarıdan yardımlarla yapamazsın. Bu ancak belli bir bilinç seviyesine gelindiğinde organizmanın doğal olarak yaptığı bir şey. Aktivasyonu daha fazla bilgilenerek ya da bir takım teknikler kullanarak yapamazsın. Bencilce sürülen bir yaşamla hiç yapamazsın. İçtenlikle, bütünün iyiliği için çalışan insanların dünyası olacak yarının dünyası.

Çocuk, 9 ay ana karnında büyüyor, doğarken bir anda fırlıyor. Bedenin fırlatma refleksi devreye giriyor. Zaten “yolda” olan, yola çıkmış, yolda olmaya gerçek emek vermiş insanlarda aktivasyon “bir anda” oluyor.  Şu anda türümüz gebe ve doğum sancıları yaşıyor. Kendi içinden kendinden daha gelişkin bebek dünyaya getiriyor. Bu sancılar sürecinde çok şey yaşanacak dünyada.

Sonsuz:
Aslında kısa yoldanına bayılıyoruz bu işlerin. Bastır parayı aydınlan, yap aktivasyonu 12 sarmalın birden olsun. Kitapta “kolaycı zihinler, çıkarcı zihinlerin kurbanı olur” diyordun. Bir de tabii kimlikçilik var. Zamanında bir indigo çocuklar çıktı, herkes indigo. Kristaller geldi, herkes kristal. Şimdi senin kitaptan sonra ben gelip, ben de Homo  Novus’muşum diyecek tipleri bekliyorum.

Nil:
Güldürdün beni Hasan. Gelişkin Homo Sapienleri ve Homo Novusları  yaptıklarından tanırsın. Yaşam tarzlarından tanırsın. Nasıl bir insan “olduklarından” tanırsın. Yaydıkları enerji farklıdır. Onlarla sohbet ettiğinde kendini iyi hissedersin. Eğer düşük bilinç seviyesinde bir insansan onlara tahammül bile edemezsin. Enerjileri bünyene dokunur, kaldıramazsın. Onlar kalkıp, “ben şuyum buyum” demez. Lafla ”ben Homo Novusum!” demek yetse peynir gemileri yürürdü.

Şöyle komik şeyler de olabiliyor. Bir arkadaşımın 19 yaşındaki kızı kitabı okurken küçük kız kardeşine Homo Novus’ların özelliklerinden bahsetmiş, küçük kız, ben de Homo Novus olacağım, diye tutturmuş. Ablası da ona Homo Novuslar her gün dişlerini fırçalar, odalarını toplar, belli saatte yatarlar falan demiş. Küçük kız o günden beri tüm bunları yapmaya başlamış. Eee, hedefi belli küçük kızın.

Sonsuz:
Sokaktan birini çevir, “sen Homo Novus”sun de. “Adam sen ne diyon!” diye, çekip vurabilir hani.

Nil:
Eeee, kelimenin içinde homo geçiyor. Ne yapsın adam?

Sonsuz:
Peki, kitabını veya bu röportajı okuyan bir kişi, eyleme nereden başlayabilir? Yaşamında nasıl değişiklikler yapabilir? Onlara neler önerirsin, hem dünyasal yaşam bağlamında, hem de ruhsal bilinç açısından. Elele tutuşup daha çok mu meditasyon yapmalı, yoksa daha çok kitap mı okumalı? Ya da gidip Çevre Bakanlığı’nın kapısına kendini mi zincirlemeli?.. Abartıyorum belki ama kısaca ne yapmalı?

Nil:
Kitapta birey olarak neler yapılabileceğine dair öneriler var. Şimdi Kuraldışı Eğitim merkezimizde kitabı okuyanlar ve bir şeyler yapmak isteyenler bir araya geliyor. Sadece dişlerini fırçalarken musluğu kapatsalar bile bir kârdır. Evlerindeki tüm kimyasal temizlik malzemelerinden kurtulsalar yerine doğal temizlik maddeleri kullansalar hava, su, toprak kirliliğini önlemiş ve sağlığımızı korumuş oluruz. Bütüne Katkı projeleri toplantılarımız başladı.  Neler yapılabileceğini uygulamalı olarak ortaya çıkaracağız. Yeni gelen önerileri kitabın ikinci baskısına koyacağız. Ayrıca Kuraldışı Dergi’de sürekli güncellenecek olan “Bütüne Katkı “ köşesi açacağız. Burada önerilere ve yapılanlara yer vereceğiz. Bu tür faaliyetler her şehirde her kasabada yapılabilir. Birlikten güç doğar.

Bu arada dün itibariyle artık benim de nurtopu gibi bir Facebook hesabım oldu. Şu anda sıfır üyesi var. Daha önce adıma birisi Facebook hesabı açmış. 3500 üye toplamış. Ama o hesaba giremiyordum, şimdi kapattırdım onu ve yeni bir hesap açtık. Şimdi kendi Facebook hesabımda da birey olarak neler yapabileceğimizin önerileri yer alacak. Hele bir nasıl kullanılacağını öğreneyim. Ben epey teknoloji özürlüyüm de.

Herkes minik minik bir şeyler yapsa toplamda büyük fark yaratırız.

Ruhsal bilinç açısından ise verici olmayı öğrenmekle, doğru bildiğimiz yanlışları sorgulamakla başlayabiliriz.

Geleceğin toplumunun temellerini biz atmazsak kim atacak?

Zaten temeli atmak için çaba gösterenler geleceğin toplumunu şimdiden oluşturmaya başladı bile.

Bu bir süreç.

Sonsuz:
Son dönemde birçok sosyal sorumluluk projesi yaşama geçiyor. Gerçi ben “sosyal sorumluluk projesi” ifadesini sevmiyorum. Çünkü yaşamdan ayrı gibi algılanıyor. Böyle başka alanlarda aldırmayayım, ha konu bu olunca ciddi bir ifade takınıp mesaj vereyim, sahte geliyor. Zaten sanatçıların reklamı gibi oluyor bazı çalışmalar da. Sen bu projelere nasıl bakıyorsun? Yarın bir derneğe gidip yazılsak, faydalı olur muyuz dünyaya?

Nil:
Valla ister içten, ister egodan olsun; bir şeyler yapana destek vermek gerekir. Hiçbir şey yapmayan ile bir şeyler yapan bir mi?

Eleştirinin bol, icraatın yok olduğu dünya oyunu, perdelerini kapıyor.

Yararlı değilsen zararlısın arkadaş. Bu kadar basit. Sadece zararsız olmak yetmiyor; çünkü zararsız insan da bu dünyanın nimetlerinden yararlanıyor. Günde üç öğün yiyor, çöp bırakıyor. Bunun karşılığında dünyaya bir şey vermiyorsa “zararlı” sınıfına giriyor.

Sonsuz:

Peki, sana sormak istediğim bir şey daha var, biraz tatsız bir soru olacak ama insanların bir kısmında sana karşı önyargı olduğu için bunu sormak istiyorum. Özellikle “Çekim Yasası” kitabından sonra, senin ABD’deki kitaplardan intihal yaptığın; alıp çevirip kendi kitabınmış gibi sunduğuna dair suçlayıcı yorumları okuduk orada burada. Yine ben senin bu kitabını önerdiğimde “Yakında orijinali de çıkar ortaya” gibi bir yorum yapan ve buna katıldığını söyleyenler oldu. Ben de “Buna en güzel yanıtı Nil’in kendisi verir, ona soracağım” dedim.  Senin yaptığın çalışmaları biliyorum ben ve nicelerini etkilediğini de. Senin hakkında böyle düşünenler de var, senin düşünceni almak istiyorum; bu yorumlar hakkında.

Nil:
Ah, bu önyargı.  Her zaman tatlı soru soracak değilsin ya.

Bu arkadaşların kitabımı okumadıklarını ve Çekim yasası kitabımın, “The Secret” ABD’de bile çıkmadan önce Türkiye’de çıktığını bilmediklerini düşünüyorum.  Neredeyse tam bir eş zamanlılık örneği…

Bu arkadaşlar intihal olup olmadığını “iyi niyetle” merak ediyorsa “Çekim Yasası” ile ilgili yazılarımı 1989-90 yıllarında Güneş Gazetesinde yazdığım köşe yazılarından oluşan “Kuraldışı ve Ötesi” kitabımda okuyabilir, 2004 yılında çıkmış “Para Dostumdur” CD’imde “çekim yasası” olarak telaffuz ettiğimi ve yasayı anlattığımı duyabilirler.

Çekim Yasası kitabımın konusundan başka neresi “The Secret”e benziyor?  Örneğin; dünyada NLP üzerine de yazılmış yüzlerce kitap var. Elbette NLP’nin temel kuramları hepsinde yer alacaktır. Benzerlikler elbette olacaktır. Aynı yasayı anlatıyoruz. Benim NLP kitabım Türkiye’de halen en çok satan NLP kitaplarının birinci sırasında.  (Sıfır pazarlamayla) Aynı konuda yazılmış birçok kitap yazarın ufkuna ve anlatım tarzına göre insanlara yeni şeyler katacaktır.

Çekim Yasası’nı, “The Secret” kitabını derleyen kişi mi keşfetti?  Rhonda Byrne, çekim yasasının varlığına 2006 yılında uyanmış bir TV programı yapımcısı iş kadını ve müthiş bir pazarlamacı. Bu kitabın Türkçe çevirisi, medya kuruluşlarında belli isimlere viski ve hediye sepetleriyle geldi. Ayşe Arman Rhonda Byrne ile hayali röportaj yaparak gerçekmiş gibi gazetesinde yayınladı. Bazı köşe yazarları “The Secret” kitabı piyasaya sürülmeden bir gün önce benim kitabımı karalamaya başladı. Bazı dağıtım firmaları kitabın orijinal ismi bu olmamasına rağmen kendi “Çekim Yasası” başlıklı kitaplarını çıkardıktan sonra benim kitabımı satmamaya başladı.

Türkiye’de yabancı hayranlığı var. Kendi türümüzden olanı insanı bu bilgileri vermeye layık görmüyoruz. İlle de ismi yabancı olmalı.

Kuraldışı’ndan çıkan kitaplarımız sadece okuyucu beğenisine dayalı. Medya desteksizliğine rağmen doğru insanlara ulaşıyoruz.

Bazı arkadaşların benim 70’li yılların başından itibaren uzun yıllar ABD’de hem de bu konuların kaynağı olan San Francisco’da yaşamış olduğumu, altı yıl boyunca çekim yasasını ve diğer evrensel yasaları en derin şekilde öğrendiğim “Zihin Bilimi” eğitimi aldığımı, zamanımı ve paramı ömrüm boyunca bedensel- duygusal- zihinsel ve ruhsal eğitimler almaya yatırdığımı ve hâlâ yatırmaya devam ettiğimi, Türkiye’de 1989 yılından beri bireysel ve ruhsal gelişim eğitimleri verdiğimi, gazete ve dergilerde, radyo programlarında bu konuları anlattığımı da bildiklerini sanmıyorum.

O tarihte bu tür eğitimler veren, gazete ve dergilerde bu konularla ilgili yazı yazan, hiç müziksiz konuşmaya dayanan radyo programı yapan tek bir kişi bile yoktu; değil spiritüel içerikli, hiçbir konuda. Konu ne olursa olsun, konuşma aralarına ille de bir müzik konulurdu. Daha doğrusu müzik arasında konuşmalar yapılırdı.

Eğer tüm bunları bilip de intihal olduğu yorumunu yapıyorlarsa o zaman niyetlerinden şüphe etmeye hakkım vardır.

“The Secret” kitabında yer alan “öğretmenlerin” çoğunun da Ernest Holmes tarafından kurulmuş olan “Zihin Bilimi” eğitimlerini almış olduklarını onlarla yapılan röportajlarda okudum.  Elbette hepsi benden daha genç yaşlarda olduğu için benim aldığım 70’li yıllarda değil, çok daha sonraki yıllarda. Sonuçta ABD’de hepimiz aynı kaynaklardan beslendik. Bu bilgiler gökten vahiyle inmedi.  Onlar Amerikalıydı, ben Amerika’da yaşayan bir Türk. 68 kuşağı bir Türk. Elbette her birimiz bilinç seviyemize göre öğrendiklerimizi başkalarına anlattık, yazdık, çizdik. En önemlisi sezgisel bilgilerimizi kattık.  Özellikle Ouspensky, Gürdiyef , Maslow, Jung, Reich, Krişnamurti öğretileri beni zenginleştirdi.

Kuraldışı Yayınları’nı, Hit Kitabı, Aykırı Yayınları’nı, Ötesi Yayınları’nı da eşim Saim Koç’la birlikte bu amaçla kurduk. Popüler kitapları değil, insana derinlik kazandıran kitapları basmaya özen gösterdik. Bu tür kitapların okuyucusu da doğal olarak az oluyor.  Eğitimlerden kazandıklarımızı bu tür kitapların az sayıda okuru da olsa, para kaybetsek de basmaya devam ettik. Geleceğin toplumunu oluşturacak insanlara yatırım yaptık. Çünkü bu “az sayıda okur” değişimi başlatacak olanlardır.  Olaya bütünsel bakmak gerekiyor. Gençken idealisttim. HâHHhhhHâaââaalâ da öyle. 60’ıma merdiven dayadım, bir türlü “akıllanmadım.”

Çekim Yasası ile ilgili sonradan yüzlerce kitap çıktı. Bazıları Türkçeye çevrildi. Bunların yazarları yabancı isim olunca orijinal oluyor, Türk olunca mı intihal oluyor?  Böyle sananların hepsinin kötü niyetli olduğuna inanmıyorum ama kendilerine göre nedenlerle bilinçli şekilde karalama kampanyası yapan bazı kişileri ismen biliyorum.  Bunlar doğaldır. Meyve veren ağaç taşlanır.

İlk Yaşam Haritamı yani hayal panomu 1974 yılında yapmıştım. Yaşam haritası uygulamasını 1989 yılından beri eğitimlerime katılanlara yaptırıyorum. Bu çalışmayı da Zihin Bilimi eğitiminde yapmıştık.  Ben o zamanlar ilk eşimle evliydim ama yaşam haritama koyduğum şeyler onu içermiyordu. Bunun farkına vardığımda çok şaşırmıştım. Kitabımda anlattığım hayal panosu uygulamasını bile Secret’ten aldığımı söyleyenler oldu. Artık ne diyeyim.

Secret kitabı “iste, hayal et, olsun” kolaycılığıyla bir takım “öğretmenlerin” söylediklerinin derlendiği bir kitap.  İnsanlar tarih boyunca sürekli isteyip durdular. Secret kitabını okuyunca mı istedikleri hemen olacak?  Ben ise kitabımda Çekim Yasasının işleyiş mekanizmasını ve bilinçaltının gücünü anlatıyorum. Bu işleyiş kavranmazsa istediğinizi söylediğiniz hiçbir şeyin gerçekleşmediğini görür ve hayal kırıklığına uğrarsınız.  Nitekim Secret kitabını okuyup, hatta kitabımda yazdıklarımı kavramayıp bu hayal kırıklığını duyan binlerce insandan gelen sorular oldu. Ben de sıkça sorulan soruları “Uygulamalı Çekim Yasası” kitabımda daha detaylı olarak yanıtladım.  Hayat aksiyonu ve cesurları destekler. Poposunun üzerinde oturanları, şikâyet edenleri, suçlayanları, mazeret üretenleri değil.

Secret kitabının şöyle bir yararı oldu. Benim kitabımdan haberdar olmayan, beni hiç tanımayan bazı okurlar, Secret’i okuduktan sonra anlatılanlarda “bir şeyler eksik” duygusunu hissettikleri için arayışa girdiklerini ve bu sayede benim kitabıma ulaştıklarını söylediler. Birçoğu daha sonra eğitimlere de katıldı.  Bu kişilerden biri bugün benim en iyi dostlarımdan biri.  Secret kitabı sayesinde harika bir dost kazandım. Yuppiiiiiii! Her şeyde gerçekten bir hayır var.

Sonuçta herkes kendi gerçeğine uygun olarak yaşamının kalitesini belirliyor.  İşin doğrusu ben üretmekle ve fark yaratmakla meşgulüm. Bu tür önyargılarla meşgul olacak ne zamanım var ne de zihnim. Önyargı en çok kişinin kendisine zarar verir. Hem önyargılı hem huzurlu ve doyumlu olmak mümkün mü? Ayrıca önyargıları ortadan kaldırmanın atomu parçalamaktan daha zor olduğunu söyleyen Einstein’a da sevgilerimi gönderiyorum.

“Geleceği Hatırlamak” kitabımın da orijinalinin yakında ortaya çıkacağı yorumunu yapan arkadaşın da okumak için orijinali(!) çıkana kadar beklemesinde bence bir mahzur yok. J

Sonsuz:
“Geleceği Hatırlamak” taki bilgiler de senin oturup yazabileceğin şeyler değil. Sen de elbette ki çeşitli kaynaklardan aldığın bilgileri kullanmışsın.. Sonuçta iklim araştırmacısı da değilsin, botanikçi de, genetikçi de… Ama sen tüm bunlardan çok lezzetli bir aşure oluşturmuşsun, içine kendi ruhunu da katıp. Ayrıca bu kitapta önemli olan içerikteki bilgiler. Bu bilgileri seçebilmen ve harmanlayabilmen. Olmadığını zaten biliyoruz ama diyelim. Hadi Nil Gün, Dünya’nın en intihalcisi. Bu, kitabın içinde yazanların değerini eksiltir mi? Somut sorunları ortadan kaldırır mı?

Nil:
Bu kitap hepimizi etkileyen, hem kendimizin hem çocuklarımızın geleceğini belirleyen somut sorunlara dikkati çekmek için yazıldı.

“Geleceği Hatırlamak”, çok araştırma bilgileri içermesine rağmen bir araştırma kitabı olarak yazılmadı. Amacım  “hazır olanlar” ın bakış açılarında paradigma değişimi yaratmak. Kitaptaki yer alan bilgiler için elbette birçok araştırmadan ve bilimsel kitaplardan yararlandım.  Zor anlaşılan ve sadece kuru bilgi olarak verildiğinde insanların okumaktan sıkılacakları bilgileri ve bu bilgilerin hayati önemini herkesin anlayabileceği kolay okunan sürükleyici bir dille anlatmaya özen gösterdim. Birbiriyle alakası yokmuş gibi görünen bilgilerin ve sistemlerin aslında nasıl birbiriyle bağlantılı olduğunu göstermeyi amaçladım. İnsanların bu bilgileri kendilerinin de araştırıp doğruluğunu test etmelerini, doğru bildiklerini sorgulamalarını istedim. Amacım insanların çocukken sahip oldukları büyüdükçe yitirdikleri merak duygularını gıdıklamak. Ama kitabın genel yapısı elbette benim dünya görüşümü ve bakış açımı yansıtıyor. Ruhum ise kitabın her sayfasında.  Kitabın ruhu yoksa okunmaz zaten. Kitabın en önemli kısmı sadece sorunları tespit etmek değil, çözümlerinin de sunulmuş olması. Bundan yararlanmasını bilen yararlanır.

Beni seven de sevmeyen de, önyargılı olan da önsevgili olan da sağ olsun. Herkes sevmek ve okumak zorunda değil elbette. Bu dünyada İsa bile herkes tarafından sevilmeyi başaramamış. Çarmıha gerilmekten kurtaramamış kendisini.  Bu gerçeği kabul etmek kişiyi özgürleştirir.  Yapılacak çok iş, atılması gereken çok adım var. Benim için onu demişler bunu demişler. Ben kim ve ne olduğumu biliyorum.

Bu kitapla ilgili bazı okurlar kaynağa ihtiyaç duyduklarını belirtti; bunun bir araştırma kitabı olarak yazılmadığını belirtmeme rağmen. Kitabın ikinci baskısına yararlandığım kaynakların listesini koyacağım. Bu fantastik kurgu tarzında bir kitap olduğu için böyle bir talebin olabileceği, ilk baskısında aklıma bile gelmedi doğrusu.

Sonsuz:
Bu arada, şunu da hatırlatayım ki “The Secret” filminden sana, ilk defa ben bahsetmiştim ve hatta sana ilk kez ben göndermiştim. Niye? Çünkü sen bana “Çekim Yasası” kitabını yollamıştın çıktıktan birkaç ay sonra. Senin o zamana kadar “The Secret” filminden haberin bile yoktu. Ayrıca “The Secret”ın kitabı filminden sonra çıkmıştı. İçerik olarak da senin kitabınla, “The Secret” arasında çok fark vardı.

Ben bu kitabın için çok teşekkür ederim emeğine. Çok çok önemli bir kitap. Son olarak söylemek istediğin bir şeyler var mı?

Nil:
Eğer okurda merak duygusu, sorgulama ve harekete geçme arzusu yaratmayı başarmışsa hedefine ulaşmış demektir.  17 yaşında bir okurumun “Bu kitap bende paradigma kayması yarattı” demesi amaca ulaştığının bir göstergesi.

Sonsuz:
Tekrar teşekkürler, Nil.

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...