“Her insanda hem iyilik hem kötülük vardır” benzeri sözlerle büyüdüm ben. Hatta bunları o kadar çok işittim ki zamanla anlamlarını yitirip sadece alışkanlıktan kullanılan cümleler haline döndüler. Simdi otuzların ortasında ve yirmi günlük bebeğim kucağımdayken insan olmanın anlamını düşünüyorum. Kucağımdaki minik insan yaşamla ilgili soruların cevaplarını daha net algılamamı ve aynı zamanda küçükken sıkça işitilen bu sözlerin ne kadar yalın bir gerçeklik taşıdığını daha iyi görmemi sağlıyor.

Aradığım tüm soruların cevabını içimde buldum ben. Bu yüzden her türlü sorgulamaya kendi içimden başlamaya, hatta orada noktalamaya alışığım. “İnsan olmak nedir?” sorusunun başlangıç noktasını “ben kimim?”i tanımlamakla yapabilir miyiz acaba? Bunun cevabı genellikle isim, meslek, yaş, cinsiyet, statü vs.belirtilerek verilir. Ya kolayımıza geldiğinden ya da konunun “derinliğinden” bunların yeterli olduğuna dair yaygın bir anlayış vardır. Bir üçüncü ihtimal, verdiğimiz yanıtın elle tutulur, somut bir şeyler içeriyor olmasını istememizden de kaynaklanabilir. Ben daha çok kafamızdaki kavram karmaşasından dolayı soruyu doğru algılayamadığımızı ve kendimizi yüzeysel cevaplara yönlendirdiğimizi düşünüyorum. Peki, bu konuda farklı bir bakış açısı nasıl geliştirebiliriz?

“Ben”, ilk bakıldığında birbirinin tamamen zıttı gibi gözüken, ancak temelde Ying&Yang gibi iç içe geçmiş ve birbirini tamamlayan iki parçadan oluşur ki bunlar Zen Budizm’in de Mutlak Ben ve Kişisel Ben olarak adlandırılır. Kişisel Ben yukarıda bahsettiğimiz, bize diğer varlıklardan ayrı bir kimlik kazandıran parçamızdır. Mutlak Ben’de ise diğerinin tersine bir benlik tanımlanamaz çünkü buna ihtiyaç yoktur. Ancak her ikisi de bu dünyada yaşamımızı sürdürmemiz için gerekli faktörlerdir.

Mutlak Ben’i daha iyi anlatabilmek için sevdiğimiz birine veya çocuğunuza sarıldığımız anlarda hissettiklerimizi örnek olarak verebiliriz. Mesela çocuğunuzu içten bir sevgiyle kucakladığınızda “Ben bir kadınım” veya “Benim mesleğim şudur” diye düşünmezsiniz. Aynı şekilde güzel bir müzik dinlediğinizde, sevgilinizle birlikte olduğunuzda veya yavru kedinizi kucağınıza aldığınızda Mutlak Ben’i deneyimlersiniz. Peki, bu arada Kişisel Ben nereye gider? Aslında hiç bir yere. Sadece sizin ve karşınızdakinin Kişisel Ben’leri “BİR” olur ki bu da Mutlak Ben’in ortaya çıktığı andır. Ancak bu dünya üzerinde yaşayan insanlar olarak hepimizin “birey” olarak yapmak zorunda olduğumuz görevlerimiz vardır ve aralıksız olarak Mutlak Ben’i deneyimleyerek şu an sahip olduğumuz hayatı sürdürmemiz olanaksızdır. İşte bu durumda Kişisel Ben’e ihtiyaç duyarız. Sonuç olarak insan olmayı bu iki parçanın sonsuz kereler deneyimlenmesi olarak görebiliriz; Kişisel Ben’in çözülüp Mutlak Ben’in hatırlanması, Mutlak Ben’in unutulup Kişisel Ben’e geri dönülmesi.

Özellikle Batı dünyasında yerleşmiş olan kültüre baktığımız zaman daha çok Kişisel Ben’i yaşamak üzere eğitildiğimizi görürüz. Kendimizi “benlik” anlamında etrafımızdan tamamen soyutlayarak dünyayı ayrı bir “ben” çerçevesinde değerlendiririz. Ancak Mutlak Ben’in varlığını yok sayarak sadece Kişisel Ben perspektifini kullanmak yaşamı bizim dışımızda, harici bir nesne gibi algılamamıza yol acar. Bu yüzden hayatla gerçekten birleşemeyiz, kendimizi “ayrı” gördüğümüz için bir ömür boyu kendi dışımızda bir şeyler ararız. Hâlbuki Mutlak Ben’i deneyimlediğimizde kendimiz dışında bir yere gitmemize gerek yoktur. Her şey içimizdedir ve tek ihtiyacımız olan bu parçamızın daha sıklıkla deneyimlenmesidir. Aynı zamanda bu deneyim bizi tüm dini ve ahlaki öğretilerin özüne götürür; kul hakkı yememek, tüm canlı varlıklara saygılı olmak, barış içinde yaşamak, kimseye kötülük yapmamak, yalan söylememek ve benzerleri. Çünkü Mutlak Ben olduğumuzda dünyayla ve diğer varlıklarla bir olduğumuzu hatırlamayı seçmişiz demektir. Her şey aslında bizizdir ve tektir.

Kişisel Ben aslında Mutlak Ben’in “limitli” deneyimlenmesi sonucunda ortaya çıkar. İnsan olarak Kişisel Ben’imize ihtiyacımız olduğu kadar, gelişmeye ihtiyacı olan diğer yarımızı beslemek üzere Mutlak Ben’in de deneyimlenmesi gerekir. Tüm algılamalarımızı, zihnimizdeki kalıpları, yerleşmiş davranış biçimlerimizi bir de bu bakış açısıyla yeniden yapılandırmamız gerekli diye düşünüyorum. Tek başına bize hâkim olan Kişisel Ben’in yıkıcı etkilerini Mutlak Ben deneyimlerimizle dengelemediğimiz surece hem kendimize hem de dünyaya verdiğimiz zarar katlanarak artacaktır. Her ikisini dengeleyebildiğimiz sürece insan olmanın gerçek anlamını idrak edebilmişiz demektir.

Berna Köker