Bakmasını bilirsek, gerçekte ‘bilim’den yola çıkarak ‘mistisizm’in doğru anlaşılma sürecine katkı sağlayabilecek o kadar çok ipucu elde edilebilir ki…

Doğada ya da bir başka deyişle görünür-algılanabilir fiziksel evrende her parçacığın anti-parçacığı vardır. Bunlara zıt veya karşıt parçacıklar da denir. Doğanın diyalektiği böyledir. Herşeyi vareden, anlaşılabilir kılan ve anlamını veren de karşı parçacıklar ve karşıtlıklardır. Yani ‘bütün’den ve ‘bileşenler’inden bağımsız, tamamen kendi başına maddesel bir oluşumdan söz edilemeyeceği gibi; karşıtlarından soyutlanmış bir varoluş da söz konusu olamaz.

Cisimler küçüldükçe kütleçekiminin üzerlerindeki etkisi ve önemi azalır. Temel parçacıklara ve daha küçüklere doğru gidildikçe bu etki daha da azalır ve maddenin yapıtaşları söz konusu olduğunda karşımıza başka, bilinen fizik kurallarının dışında ve alışılmış olandan oldukça farklı bir fiziksel dünya çıkar. O halde daha süptil oluşumların, bilinenden tamamen farklı kurallara tâbi olması gerektiğini de, farkedilip anlaşılabilmelerinin farklı esaslara bağlı ve alışılmışın dışındaki yöntemlerle mümkün olabileceğini de yadırgamamalıyız. Belki henüz ‘ne’ olduğunu tam olarak bilemiyoruz ama bu sürecin ‘nasıl’ olması gerektiğini (veya olabileceğini) az çok tahmin edebiliyoruz. Einstein açıklayana kadar ‘hız arttıkça doğrusal zamanın yavaşladığı’nı kim biliyordu ki…?

Aynı yasalara uymayan parçaları sözde toplayarak doğru bir hesaplama yapamayız; keza bileşenlerinin birbirleriyle etkileşimlerinin muhtemel sonuçlarını hesaplamaksızın ‘bütün’ün yapısını ve davranışını da kestiremeyiz (fiziksel holizm). Ruh, eter, materyalizasyon, astral, bilinç gibi konuları henüz yeterince çözümleyememiş olmamız bundandır. Aynı şekilde insanın algılarını, zihinsel yapısını, bilinçlenme düzeyini… yeterince bilmeden ruhsal dünyasındaki bileşenleri, bileşenlerin karşılıklı etkileşimlerini, etkileşimlerin muhtemel sonuçlarını (spiritüel holizm) kestiremez, bütün bunların bileşkesini de (muhassala) doğru tahmin edemeyiz. Yani yirmibirinci yüzyılın ilk on yılını geride bıraktığımız bu günlerde, bütün bu tür ve benzeri yanılgılardan korunabilmek için artık eskisi gibi kulaktan dolma, sıradan ve ağırlıklı olarak bilmeden inanmaya (şuursuz iman) ve uydurma ya da sanal metafiziğe dayalı ‘sözde-mistisizm’den kurtularak; bilimle birlikte yürüyen daha çağdaş, pozitif, tabuları dışlayan, dogmalardan arınmış ve kuşkulanılabilir bir mistikliğe yönelmiş olmalıyız.

Kuantum fiziğinde çok yaygın olarak kullanılan bir söylem, kanımızca spiritüel dünya için de doğru ve geçerlidir: ‘Kuantumda bütün, parçaların toplamından daha büyüktür’. Sevginin ne kadar paylaşsanız da eksilmemesi belki de bundandır… Spiritüel dünyadaki düşünce, fikirsel üretim, zihinsel yaratıcılık ve yorumlama yeteneği de bu durumun kanıtları arasında sayılabilir.
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi; hem bu sürece ilişkin bilinebilir bileşenleri doğru toplamıyor hem de esasında ‘bir’ olan ‘varlık’ ve ‘yokluk’ âlemindeki serbest bileşenlerin katkısını (esîr, atomaltı parçacıklar okyanusu, anti-madde…vd) hesaba katamıyoruz; yani bir başka deyişle ‘sürekli eksik tartıyoruz’. Tek hücrelilerden karmaşık organizmalara yükselişte ona dahil olan ruh’u, eter’i, astral’i; ve tabii ki gelişmişlik düzeyleri de son derece önemli olan zihni, aklı, bilinci… ve daha da ‘ötesi’ni kim hesaplayabiliyor? O nedenledir ki bunlar bilinmeden, sözde astrologların insanları ‘kategorize’ etmeye ve tıpkı kimi dinseller gibi ‘davranışlarını kodlama’ya ya da ‘zoraki-biçimlendirme’ye yönelik olan, örneğin, ‘falanca gezegen filanca burca girdiğinde sizi şöyle şöyle etkiler’ safsatalarıyla uğraşmak boşunadır. O vakit, bugünkü kısıtlı ve ne kadar geliştirmiş olursak olalım her zaman ‘sınırlı’ kalacak olan bilimsel bilgimizle, yeterince bilemediğimiz, anlayıp açıklamakta zorlandığımız kuvvetleri, onların özellikleri ve etkilerini şimdilik tamamen kuramsal biçimde ‘öngörmeye’ başlıyoruz ki; böylesi tanımlamalarda, açıklama çabalarında ve tüm ‘bilmeden inanma’larda yanılma payının her zaman yüksek olabileceği unutulmamalıdır.

İnsanlık, kaba maddeciliğin ötesindeki bir takım başka gerçekliklere ulaşabilmeye hiç bugünkü kadar yakın olmamıştı. O nedenledir ki içinde bulunduğumuz çağ, öncekilerden çok farklı bir uyanış ve aydınlanma çağı olacaktır; buna dair ipuçları da göstergeler de mevcuttur. Artık kimi fizikçiler de ‘madde-ötesi gerçeklikler’ terimini kullanmaya ve bu konularda ciddi araştırmalar yapmaya başlamışlardır. İşaretler nedir derseniz; insanın beynini daha yoğun ve etkin kullanabilme becerisini göstermeye başlaması; evrende yalnız olmadığımıza dair kanıt sayılabilecek çok ciddi belirtiler; her biri sıradışı olan üstün zekâya sahip ‘harika’, adeta programlanmış gibi doğan ‘kristal’ ve ‘indigo’ çocukların doğum sıklıklarındaki büyük artış; reenkarnasyona ilişkin kanıtlara sıkça rastlanması; insanların sürü psikolojisinin yalnızlığından kurtularak ‘tekbaşına’ birer birey olduklarının ayırdına varmaları; ânı yaşama gerçekliğinin farkındalığı; fiziğin yanında astronomi ve astro-fizik alanında sağlanan hayret verici gelişmeler… sayılabilir. Öte yandan da dünyanın alışılmış-olağan dengesinin insan eliyle bozulmasının neden olduğu doğal âfetler, kitlesel ıstırapların nedeni olan etnik ve dinsel terörün hâlâ önlenememesi, yüzmilyonlar açlık çekerken başta silahlanma olmak üzere lüks tüketime harcanan kaynaklar ve ısraf edilen onca emek, büyük şirketlerin çıkarları uğruna insan sağlığı ve saadeti üzerindeki muazzam düzeyde maddî ve manevî sömürü… de üzerinde önemle durulması gereken ‘karşı-oluşumlar’dır.
Hemen belirtmekte yarar var. Başarıları ve yeteneklerindeki gelişmeleri kalıtımla da, aldıkları eğitimin kalitesi veya çevre etkileriyle de açıklanamayan indigo ya da kristal çocuklar çok zekî, üstün yetenekli, sezgi güçleri artmış; bakış açıları ve çözümleme yetenekleri diğerlerinden çok farklı, çevreye duyarlı, şefkatli ve sevecendirler. Eğer eğitim adına, dinsellik ve şoven ulusalcılık adına yanlış yönlendirilmezler ise gezegenimizin geleceğini onlar şekillendirecekler ve insanlığa ihtiyacı olan ışığı onlar vereceklerdir.

Spiritüel ya da tinsel yaşamdaki sıkıntılar veya yanlış anlamalar, hakkında yeterince doğru bilgiye sahip olunamayan ruhsallığın yanlış yönde abartılarak ‘ruhçuluğa dönüşmesi’ ve ‘ardındakilerin farkedilememesi’ nedeniyle ortaya çıkar. Bu süreçte ruhsal bağlantı ve etkileşimler doğru tanımlanmalı; zihinden kurtulma, arınma, astral seyahat, ruh göçü ve bilinç yolculuğu… gibi konular doğru ele alınmalıdır. Aksi halde orada da biçimsellik ve koşullanmışlık ön plana çıkabilir. Yanioradaki ‘içsel horoskop’ fiziksel dünyadakinden farklıdır. Söylenecek sözler de, onların anlaşılabilmeleri de ilk ‘yedi boyut’tan (Hawking’e göre, farklı bir klasifikasyonla onbir boyut vardır) hangisine ‘erişebilmiş’ olduğumuza bağlıdır… Örneğin ben henüz ikinci boyutu yaşıyorsam ve siz beşinci aşamaya erişmiş iseniz, benim sözlerim size çok sıradan veya yavan gelecektir (kuşkusuz aksi de doğrudur). O nedenledir ki büyük düşünürlerin de âriflerin de sözlerini ancak ‘o yolda olanlar’ anlayabilir; üstelik gelişmenin neresinde olduklarına bağlı olarak…

Ezoterik tekâmülün doğru anlaşılabilmesi, bize dayatılmış olanların gerçekte bilmeksizin ezberlenmesiyle değil de, içsel kilitlerimizi ne kadar açabildiğimizle ve bağımlılıklarımızdan ne denli özgürleşebildiğimizle ilişkilidir. Aksi halde orada da sürekli başkalarının söylediklerini tekrarlar dururuz.

İnsanın enerjisini boşa harcayarak zihinsel yapısını bozan, onu bilinmeyene korku ile tutsak eden yapay uğraşlar olmazsa (dinsellik ve onun türevleri olan, çeşitli adlar altında popülerlik kazandırılmış sözde-tinsel, özünde bilim ve gerçeklik karşıtı akımlar; ırkçılık; bilim düşmanlığı; sahte gurular; metafizik konulara kapılma… gibi) insanlık bu yeni algılama ve bilinçlenme çağında ‘kendini oluşturma’ ve ‘oluşumunu kesintisiz gerçekleştirip sürdürme’ adına önemli mesafeler alabilecektir.

Özetle; ne ‘madde’ dediğimiz şeyler tümüyle ‘bilebildiğimiz madde’dir; ne de ‘tinsel’ dediklerimiz, sadece tahmin edebildiğimiz ölçüde ‘tinsel’dir. Bu ikisinin ne denli karışarak birbirlerini karşılıklı olarak etkilemekte olduklarını gösteren araç ‘beyin’dir. Bu süreçteki ‘düşünme ve çıkarımlama’nın sağlıklılığı beden/zihin/ruh/akıl/zekâ’dan her birinin niteliğine, kapasitesine ve aralarındaki işbirliğine bağlıdır.

Buradan şu sonuca varıyoruz: “Madde, sadece maddeden yapılmadığı gibi; ruhun yapısında da yalnızca ‘ruhsal’ denilen şeyler yoktur.” İşte varılmış olan bu düşünce gerçekte Budha’nın da, İsa’nın da, mistisizmin de doğrulanmasıdır. Şimdi fizik ile akılcı metafizik kafa kafaya vererek böylesi ortaklaşmaları nasıl kurabileceklerini düşünüyorlar. Tabii ki uydurma ve sübjektif yorumların egemen olduğu, bilinmeyene övgü ve onun akıldışı kutsallıklarla yüceltilmesi demek olan, nedense metafizik denildiğinde genellikle böylesi anlaşılan o ‘sözde ve yanıltıcı basit metafizik’, konumuzun dışındadır. Aklın, bilimin ve bilincin dahil olmadığı bir süreçte yaşama ilişkin gizemlerin çözümlenmesi, neden-sonuç ilişkisinin anlaşılabilir hâle gelebilmesi mümkün değildir.

A. Kerim Soley