Bir insan hata yaptığında, bu hata bizim için onun tüm doğru ve iyi işlerini yok eder. İnsanların hatasız olmalarını bekleriz. Oysa ne yapılan hata ne de yapılan iyi eylem o insanın iyiliğini ya da kötülüğünü tanımlar. İyi ya da kötü eylemler vardır sadece ve bu eylemler insanları iyi ya da kötü yapmaz. Bizlerse ikici algılayışımız nedeniyle insanları iyi ya da kötü eylemleri ile hapis eder, onları içinden çıkamayacakları dap daracık, hareket olanağı olmayan alanlara mahkum ederiz. Bir insan iyi eylem yapmışsa iyidir; kötü eylem yapmışsa kötüdür diye düşünürüz. Örneğin Nazım Hikmet, vaktinde Atatürk hakkında karalayıcı bir şiir yazdığı için hatalıdır. Pek çok insan için bu hatalı eylemi onun değerli pek çok düşüncesine gölge düşürmektedir. Oysa Nazım Hikmet belli ki Atatürk ile ilgili bir zamanlar hatalı fikirleri olan ancak hayatla ilgili pek çok değerli fikirleri olan bir insandır.

Bizler, zamanı, koşulları, o anki anlayışı göz ardı edip de bir insanı eylemleri ile bir tuttuğumuzda, insanın her zaman, her koşul altında aynı davranacağını düşündüğümüz için onun yapacağı her eylemin de her koşul altında aynı olacağına ve olması gerektiğine inanırız. Oysa insan farklı koşullar altında, farklı şekillerde tepkiler veren bir canlıdır. Bu sebeple ne kötü eylem o kişinin kötülüğünün ne de iyi eylem o kişinin iyiliğinin kanıtıdır. İyi ve kötü eylemler vardır sadece.

Peki bu niçin önemli? Kötü eylem yapana kötü desek, iyi eylem yapana iyi desek olmaz mı? Olmamalı. Eğer kötü eylem bir insanı kötü bir insan yapıyorsa o zaman o insanın artık iyi eylem yapma şansı kalmamış olurdu. Oysa hepimiz biliyoruz ki kötü bir eylem yapmış bir insan iyi bir eylem de yapabilir. Bunun kendi hayatımızda, kendi eylemlerimizde bile örnekleri vardır. Hapishaneler, suç işlediği için suçlu kabul edilen ve bu sebeple kendilerini suçlu kabul eden insanlarla doludur. Bu insanlar, kötü eylemlerin onları tanımladığına inandıkları ve bazen de inandırıldıkları için iyi olma, iyi eylemde bulunma ihtimalini hesaba bile katmamaktadırlar. Oysa bir insan tümüyle delirmediği sürece, uygun koşullar sağlanırsa mutlaka iyi eylemde bulunma eğilimindedir. Bu nedenle suç vardır ama suçlu yoktur. Hapishaneler suçlularla değil, suç işlemiş insanlarla doludur. Eğer bu insanlara, suçlu değil de suç işlemiş normal insanlar oldukları anlatılabilirse, hepsi olmasa da en azından bir kısmı bir daha aynı suç sarmalına girmeyebilir, bu içsel hapishaneden kurtularak dışsal hapishaneden de kurtulabilirler. İşte anlatmaya çalıştığım şey bu sebeple önemli.

Bu her ilişkide olduğumuz insan için, eşimiz, çocuğumuz, annemiz, babamız ve arkadaşımız için de geçerli. İnsanlar yanlış eylemler yapar ve insanlar doğru eylemler yapar. Bu insanları yanlış insan ve doğru insan yapmaz. Eğer bunu kavrayabilirsek sadece diğer insanlara değil, kendi geçmişimize ve bugünümüze de kurtulma şansı verebiliriz.

Cem Şen

1968 yılında doğdu. 1981 yılında savaş sanatları eğitimi almaya başladı. 1987 yılında Zen Budizm’in Türkiye’deki temsilcisi olan İlhan Güngören ile tanıştı ve 1987-1990 yılları arasında Güngören’in asistanlığını yaptı. Bir yandan Güngören’i Zen çalışmalarında ve Tai Chi Ch’uan derslerinde destekleyen Cem Şen aynı zamanda Namık Ekin, Mustafa Aygün gibi eğitmenlerle savaş sanatları eğitimini sürdürdü. 1990 yılında ilk çeviri eseri yayınlandı. Aynı yıl çalışmalarını tümüyle Taocu çalışmalara yönlendirdi. Sırasıyla Mantak Chia, Master Wang, Master Wu, Eric Steven Yudelove gibi ustalardan eğitim alan Cem Şen aynı zamanda bu ustalardan farklı Taocu sistemleri öğretme yetkisi de aldı. Halen ustalar ile çalışmalarını ve dünyanın farklı yerlerinde bulunan yaşayan büyük bilgelerle iletişimini ve arayışlarını sürdürmektedir. 1991 yılında Dharma Yayınları’nı ve ardından 2003 yılında bu yayınevinden ayrılarak Klan Yayınları’nı kurmuş olan Cem Şen’in içlerinde “Enerjinin Dansı: T’ai Chi Ch’uan” ve “Dolmuşa Binme ve Dolmuştan İnme Sanatında Zen” adlı kitaplarının da bulunduğu 8 kitabı ve yaklaşık 40’a yakın çeviri eseri bulunmaktadır.