2000 yıllarında Ankara’yı, hafızayı tazeleme ziyaretlerimden birinde, uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımı gördüm. Eleman “Tarot kartlarıyla fal bakma” işine sarmış, koymuş yol ortasına tezgahını. Meraklıyız ya böyle şeylere. Çöktüm hemen yanına. Hem muhabbet ediyoruz hem de etrafa bakıyoruz. 20li yaşlarda, oldukça endişeli bir kız geldi. Fal baktırmak istiyormuş. İyi, bakarız. Kız kartları karıştırdı, dağıttı, dizdi. Bizim eleman kızın seçtiği kartları tek tek açarak okumaya başladı… Kız heyecanlı ve oldukça istekli. Bizim arkadaş da maşallah çok güzel okuyor ama.

Kız “yakın gelecekte ne olacağım” şeklinde bir soru sordu. Bizim eleman kartı çevirdi… ve hassssss… Ölüm kartı. Kız hüngür hüngür ağlamaya başladı “Öleceğim, bunların hepsi geçmişteki işlediğim günahlardan dolayı, öleceğim.Hayır aslında Allah gördü benim böyle fallarla ilgilendiğimi ve beni büyücülük yüzünden cezalandırıyor“. Bizim arkadaş, “Hanımfendi yok öyle birşey filan” diye durumu kurtarmaya çalıştı ama kız ağlaya ağlaya gitti. Biz arkasından aval aval bakakaldık. Dayanamadım ve sordum en sonunda bu kartın manasını… Kızın ağlaya ağlaya gittiğine değecek bir kart mı acaba? Arkadaşım eline kartı alarak cevap verdi: “Şimdi. Şu açıdan bakalım. Hayatında büyük bir değişiklik olacak. Büyük bir değişiklik yaşayacaksın, hayatında ev, para yada sevgili konusundaki değişikliklere hazır ol, ama bu kötü bir değişim değil; Anka kuşu gibi yanacaksın ve küllerinden yeniden doğacaksın… Ya da farklı bir açıdan bakalım; hayatın tam bir çıkmaza giriyor. Her tarafına dikkatlice bak, etrafında senin için kötü düşünen insanlar olabilir. Kaosun ortasındasın, işlerin ters gidecek ama bunu atlatacak kadar kuvvetli misin onun testi aslında…”. Sonra gülümsedi; “bir de şu manası var. Her gün düzenli olarak uğradığın Bolulu Usta tatlıcısını biliyorsun. Ordaki aşçıyı, karısı terk etti. Eleman sabah akşam kendiyle meşgul. Aman sütlaca dikkat”.
Çocuk sonra omuzlarını silkti; “hayatı nasıl görürsen , öyle gidersin, o yolda öylece yürürsün”.

Gerçekten de öyle değil mi ?
Zamanında doğa büyücülüğüyle ilgilenirken yerde gördüğüm işretlerden günümün nasıl geçeceğini belirlemeye çalışırdım. Böylece güne 1-0 önde başlamaya çalışırdım. Peki, sabah işaretlerde “kavga“ olacağını gördüğümde, ona göre hazırlıklı gitmiyor muydum, ve bana belki biraz sert çıkışan birisiyle hemen kavga etme durumuna girmiyor muydum? O gün işaretlerde “şans” çıkarsa inatla yeni kızlarla konuşmuyor muydum? Malesef, evet… Tamamen kendimi şartlıyordum o gün olacaklara …

Her sabah inatla gazetelerdeki falları okuyup da “kısmet gelecek” yazısını görünce dışarı çıkan insanlar, aslında o gün birisini bulmak için kendilerini şartlamıyorlar mı? Her sabah “runic” fal açan ve gününü ona göre değerlendiren bir arkadaşım var. Ona göre fallar tutuyor, çünkü hayatını tamamen ona göre yönlendiriyor. Ama çoğumuz gibi sabah sadece yüzünü yıkayarak çıkan bir adamla gününü –bence- yaklaşık aynı değerlendiriyor. Çünkü falda “iyi günündesin , var ya canavar gibisin, şerefsizim kız olsan verirdim” şeklinde fal çıksa o adam ne yapar?

Çok basit. John Wayne tarzı yürür, matrix-vari bir giysi giyer , Bruce Willis’in yayık gülüşüyle bir kıza gider“. Hey bebek, naber ?” der. Kız da büyük ihtimal çantasını kafasına geçirir. İyi de sen aynı tavırla hangi zaman gidersen yersin ki çantayı kafaya.

Değişik bir açıdan bakacak olursak, eğer sen kendini o gün şanslı hissedersen, falda yazmadığı halde o gün de bulabilirsin bir kız arkadaş.

Kısacası, sen kendini nasıl şartlandırırsan (ister falla , ister kendi moralinle) günün öyle geçer. Tarot falı bakan arkadaşımın omuz silkerek söylediği o cümle, bence oldukça doğru …

O günden beri, yürürken yere bakmıyorum ve işaret çözmeye çalışmıyorum. Kendimi şartlandırmaktansa, günüm nasıl geçecekse öyle geçsin diyorum.

Ve hala o tatlıcıdan sütlaç yemiyorum.

Tunç Pekmen