Karma Kanunu’na az çok hepiniz; ya etrafınızdan ya bir kitaptan ya bir film veya albüm adından aşina olmuşsunuzdur.

Karma denince aklınıza Budizm veyahut da ilgili Hint inançları gelmiş olabilir ama bu yazıda yer alacak Karma konusu, tarafımca,yozlaşmış olduklarını düşündüğüm inançlar üzerinden değil, Ruhçuluk ( Spritualizm) üzerinden açıklanmaya çalışılacak.

Karma genel olarak “ne ekersen onu biçersin” ilkesi ile açıklanmakta. Buna göre bilmediğimiz bir zamanda ruhlarımız yaratıldığında İlahi Evren’den ( İlahi Alem) bir sebeple Maddi Evren’e geçiş yaptık.

Maddi evrenden kasıt şu an içinde bulunduğumuz bedenlerimiz, dünyamız ve uzayımız. İlahi Evren ise açıklanması çok daha karışık olan ve ruhlarımızın çıkış kaynağı olan evrendir.

(Ancak karmayı kabul eden bazı inançlarda İlahi Evren’in kabul edilmediğini ya da bu yönde bir bilgi veyahut bir inanç olmadığını gözlemledim.)

Karma, benim kabul ettiğim ekollere göre dünya nüfusunun mensup olduğu üç büyük dinde de ezoterik(simge bilgi olarak mevcuttur. Yani karmayı kabul etmek için Budizm’i ya da ilgili Hint inançlarını kabul etmek gerekmediği gibi göksel dinlere mensup olanlar da bu dinlerini terk etmek zorunda değiller.

Buna göre Atlantis ve Mu Kıtaları’nın batması ve bu uygarlıkların sönmesi ile beraber Karma inancı, çoğu dinde ezoterik simgeciliğin perdesi arkasında kalmış, açıkta olduğu dinlerde ise kitleleri uyutmak, etkisizleştirmek için yöneticiler tarafından kullanılmış.

(Karma kanunun neden ezoterik bir örtüye büründüğü, neden açıkça insanlara bildirilmediği konusunda ise değişik düşünceler vardır. Ancak bu başka bir yazı konusu olabilir).

Yine Karma Kanunu’nun çıkış noktası olan Tekrardoğuş Kanunu’nu,insan ruhlarının düzensiz bir biçimde insan ve hayvan bedenlerine doğmakta olduğubiçiminde yorumlayacakkadar yozlaşmış inançlar da mevcuttur.

Hâlbuki ruhun amacı gelişimdir(tekamül). Ruhsal gelişme için bizler yani insanoğlu, bilmediğimiz zamanlardan beri yeryüzünde insan olarak doğmaktadır. Anlaşılan Marlo Morgan’ın “ Bir Çift Yürek” adlı yapıtında geçen “ Aborjinlerin ‘her kişinin yüzü, kişiliği ile koşut (paralel) bir hayvana benzer’inancı”, zaman içerisinde bazı toplulukların inançlarında “insan öldükten sonra yaşamı boyunca sergilediği kişilik özelliklerine uygun bir hayvanda bedenlenir” gibi Karma Kanunu’nun doğasına aykırı bir inanca dönüşmüş.

Özetle bilmediğimiz bir zamanda bilmediğiz bir nedenle ruhlarımız yaratıldığında kendimizi Karma Kanuna’na bağlı olarak, ruhsal gelişim için yeryüzünde tekrardoğuş döngüsü içerisinde bulduk

Sonra ne olduğu ise hepimizin malumu; kıskançlık, nefret, kin, açgözlülük gibi olumsuz duygular ile sevgi, paylaşım, hoşgörü gibi olumlu duyguların çatıştığı yaşantılarımız ortaya çıktı.

İşte bizzat kendi kişiliğimizde ortaya çıkan bu olumlu ve olumsuz duygu ve düşünceleri, doğal olarak yaşantılarımıza yansıttığımızda, çevremizdeki diğer ruhlarla olumlu ve olumsuz karmalar yaratmış olduk.

Nefret ektiğimizden nefret, sevgi ektiğimizden sevgi bulduk.

Tabii aslında binlerce ve hatta daha fazla bir zaman boyunca yaşadıklarımız bu kadar basit değil ancak karmanın mantığını açıklamak için böyle basit örnekler verilmesi gerekiyor.

Belki tam bu noktada hepimizin kafasını kurcalayan en önemli sorunlardan biri olan “ neden bazıları daha güzel/yakışıklı, daha zeki,daha zengin, daha şanslı” sorusu ile yine üstteki sorunla aynı kökten beslenen bir başka sorunumuz akla geliyor olabilir; “ başımıza gelen sıkıntı veya acı vericiolayların asıl nedeni nedir; neden ben, neden o değil?!.”

Daha başka sorular da sorabiliriz:

Kişisel yaşamımız neye göre biçimleniyor?..

Neden birimiz milyon dolarlık köşklerde otururken diğerimiz gecekondularda yaşar?..

Neden birimiz yakışıklı veya güzel iken diğerimizin sıradan bir fiziği var?..

Bu sorular böyle uzar gider…

Her kişinin yaşamındaki sorunların asıl nedenlerine dair yanıtlar yine kendisindedir. Çünkü bizler bugüne kadar yaptığımız olumlu ve olumsuz davranış, düşünce ve duyguların sonuçlarını şu an yaşamaktayız.

Geçmişte yaptığımız olumlu ve olumsuz eylemler, bizleri birbirlerimizden farklı ruhsal gelişim yollarına sevk etti. Bu nedenle yaşantılarımız arasında farklar ve benzerlikler vardır.

Ancak bir insanın güzel/yakışıklı olması, zengin olması, güçlü bir konuma sahip olması veyahut gelişmiş bir ülkede doğmuş olması, o kişinin iyi biri olduğunu göstermediği gibi aksi bir durumu deneyimleyen bir kişinin de kötü olduğunu göstermez.

Karma Kanunu’nu siyah-beyaz yorumlayamayız.

Üst sıralarda vurguladığım gibi “Her kişinin yaşamındaki sorunların asıl nedenlerine dair yanıtlar yine kendisindedir”.

Örneğin geçmiş yaşamlarla ilgili okuduğum bir kitapta, “bir bayan bir önceki yaşamında güzel biri iken erkekler tarafından aşırı ilgi gördüğünü bu nedenle bu yaşamında daha az dikkat çeken bir yüz hattı seçtiğini” seans sırasında söylüyordu. Tam tersine, geçmiş yaşamında güzelliğini erkekleri parmağında oynatmak için kullandığından dolayı bu yaşamındaçekici olmayan bir bayan olarak yaşıyor da olabilirdi.

Yaşamımızda memnun olmadığımız fiziksel özelliklerimizin, maddi koşullarımızın, bunun gibi bir onlarca değişik olumlu veya olumsuz nedenleri olabilir. Ama tüm bu yaşadıklarımız ruhsal gelişimimiz içindir…

Şu an ki bilinçlerimizle hepimiz kolay ve güzel olanı istiyoruz ancak ruhsal bilincimiz, bizim dünyayı şu an gördüğümüz yüzeysel açıdan değil, ruhsal gelişimimizi ilerletebilecek daha derin bir açıdan koşulları değerlendiriyor. O nedenle bizim şu an ki bilinçlerimiz için sıkıcı ve yakıcı bir sorun aslında ruhsal bilincimiz için aşama kaydetmek için uygun bir fırsat.

İşte Çekim Yasası’nı pazarlayanların es geçtiği konu da bu.

Anlaşılan Çekim Yasası’nı pazarlayanlara göre daha doğmadan önce bazı ruhlar iyi çekiyor(!) bazı ruhlar kötü; bu nedenle yeryüzünde biri Afrika’nın ya da Brezilya’nın ilkel bir kabilesine doğuyor öteki Miami’de zengin bir aileye…

Yani bunlara göre “ bir kişinin ilkel bir kabileye doğması ile diğerinin zengin bir aileye doğması sadece bir tesadüf ya da çekim ustalığıdır” (!)

Hatta Çekim Yasası’nı pazarlayanların mantığına göre “birinin 10 yaşında diğerinin 80 yaşında ölmesini , dünyadaki zenginliklerin adaletsiz bir biçimde dağılmış olmasını” çekim hatası(?!) olarak yorumlamak gerekiyor !

Yine Secret /Sır Kitabı’nda “ kitlesel ölümleri”, örneğin dünya savaşlarında milyonlarca kişinin ölmesini ya da depremde binlerce kişinin ölmesini de “ frekanslarının bu olumsuz olayı” çektiğine dair bir mantıkla açıklıyorlar ki bu yanıta kendileri ne kadar inanıyor, merak ediyorum.

Dünya Savaşları genel olarak tüm insanlığın olumsuz duygularının yeryüzüne yansımasıdır.

Zaten insanlık olarak belirli bir ruhsal gelişim seviyesine gelmiş olsak, dünyanın maddi zenginliklerinin yüzde sekseni, yüzden onluk bir seçkin tabakanın elinde heba olmazdı. Daha adil daha eşitlikçi bir düzen yeryüzünde egemen olurdu.

Bizlerin, nefsimizi yani yeryüzüne hakim olmak isteyen dar bilinçlerimizi denetleyemememiz sürekli olarak hem kişisel yaşamlarımızda hem de toplumsal yaşamlarımızda sıkıntılı olaylar doğuruyor.

Secret/ Sır Kitabı da açıkçası tam de nefslerimizi hedef alan, ruhsal gelişimimizden ziyade güce ve maddi zenginliklere odaklanmamızı öneren bir felsefeye sahip.

Kişi şu an “ neden o memnun olmadığı durumda olduğu” hakkında bir ruhsal değerlendirme yapmadan, “doğrudan maddi zenginliğe ve güce yönelmesi gerektiği” yönünde bir telkine maaruz kalıyor.

Elbette ki, memnun olmadığımız koşulları değiştirmek için gerekli çabaları sarf etmeliyiz ama örneğin kitapta pazarlandığı gibi dünya zenginliklerini ele geçiren yüzde onluk bencil kitleye özenmeden, erdemli ve paylaşımcı bir zenginlik düşüncesine yönelmeliyiz.

Aksi taktirde kişisel zenginliğimiz uğruna dünyanın geri kalan yüzde 90’ının içerisinde mevcut olan yoksulluk ve bu yoksulluklardan doğan sorunların oluşmasına sebep olan olumsuz enerjilere destek vermiş oluruz ki, bu da o olumsuz enerjinin karmamıza dahil olması demek olur.

Bunun anlamı da kendi zenginliğimiz için acımasızca ve bencilce dahil olduğumuz adaletsiz düzenin gerçek yüzünü görebilmek için sonraki yaşamlarımızda yine o adaletsiz düzene dahil olacağımızdır. Ama bu sefer yoksulluğun gözünden, zenginliğin bencilliğini görürüz. Yani bu sefer toplumsal sınıf olarak daha alt katmanlarda doğarak, düzenin adil olmadığını deneyimleriz.

Toplumsal sınıflar da zaten bizlerin hala ruhsal gelişim olarak zayıf olduğunu gösterir.

Somut bir örnek vereyim: Bir gün TV’de IMF Başkan Yardımcısı ya da onun konumuna benzer bir konumda bulunan bir kişinin Türkiye ziyaretini izliyordum. Bir kaza olmuş civcivler yola saçılmış, O da tek tek civcivleri yolun kenarına çekiyor. Güya hayvansevermiş de üzülmüş de…

Allah bilir civcivler sağlıklı koşullarda taşınmadığı için ilkellikle de suçlamıştır bizimkileri…

İşte o hayvansever, doğal olarak da insansever olması beklenen zat, “ülkede ki asgari ücretin yüksek olduğu ve düşürülmesi gerektiği yönünde” o dönem açıklamalar yapmıştı. Bir civcivin yaşamını haklı olarak önemserken, işçinin, memurun kıt kanaat geçinmesini görmezden gelen sözde uygar bir kişi…

Çekim Yaşamı’na göre bu kişi başarılı bir kişi çünkü zengin ancak Karma Kanunu’na göre başarısız bir kişi zira hala kendi zenginliğini sadece birer yığın olarak gördüğü insanlık üzerinden sağlamaya çalışan biri…

Ancak her şerde hayır olduğu gibi Çekim Yasası akımında da hayırlı yanlar mevcut.

Bilinçaltımızı olumlu bir biçimde yönlendirmemiz gerektiği gibi önemli bir konuya da dikkatçekiyor;olumsuz düşünmeyi bir alışkanlık haline getirmek ya darüyalarımızı değerlendirmemek gibi pek üzerine düşünmediğimiz konuları da kişisel gündemimize almamızı sağlıyor.

Örneğin olumsuz düşünme alışkanlığımız. Karmamızda bizim içimizi daraltacak kadar sıkıcı ve boğucu bir döneme maaruz kalıyor olabiliriz ancak zaten yorucu olan bu dönemde bir de bizim olumsuz düşünmeyi alışkanlık haline getirmemiz, gelişmek için çaba sarf etmemiz, işleri daha da karışık hale getirecektir.

Ruhsal gelişimimiz için faydalı olduğundan dolayı, yaşamımızda sıkıntı dönemler yaşıyor olabiliriz ama kaderimiz/karmamız böyle imiş diyerek beklemek doğru değildir, bu dönemdeki sabır, “pasif sabı” değil, “aktif sabır” olmalıdır. Yani koşulları değiştirmek için mücadele etmeliyiz, ancak koşulları değiştiremiyorsak, bu koşulların yaşanması gerektiğini bilgisini de içselleştirerek, sakinleşmeliyiz. Tabii mücadele ve sabır aynı anda olmalı…

Bu nedenle sabır ve erdem sözcükleri hep bir arada anılır…

Öte yandan öğüt vermek, tavsiye vermek kolay ama sıkıntıları atlatmak zordur. Bu nedenle“ her ne ararsan kendine ara” sözünü de unutmadan yaşamlarımızı değerlendirmeliyiz.

Herkesin kendisine özgü koşullarından doğan yaşantıları vardır. Sorunlarımızın asli nedenleri ve çözümleri yine bizde mevcuttur.

Koşullarımızı iyileştirmek için kendimize ve etrafımıza iyi ve adil davranarak, sorunlarımızın hem ruhsal hem fiziksel kaynakları olduğunu her iki alanda da çözüme yönelmemiz gerektiğini unutmamak gerek. Kendimize yönelmek demek, içe kapanık bir dünya kurup, dış dünyadan uzaklaşmak değil, ikisini de dengeli bir biçimde yaşayarak, birisinden birini ihmal etmeden yaşamaktır.

Kendimizle mücadele de yeni bir bilgi değildir aslında…

Örneğin ezoterik söylencelerdeki “ yedi başlı ejderha ya da sadece ejderha ile savaşan kahraman ” simgeleri de bu durumu anlatır. “Ejderha”, nefsimiz yani yeryüzündeki henüz olgunlaşmamış bilincimizdir. “Yedi başlı ejderha” ise aynı simgenin yedi şakranın da ayrıntılı olarak belirtildiği türüdür. Buna göre “yedi başlı ejderha”, yedi şakramız üzerindeki olumsuz enerjileri simgeler.

Ruhsal bilincimiz, yeryüzündeki bilincimize tamamı ile hakim olduğunda yani ruhsal olarak yeterli bir seviyeye geliştiğimizde ejderha ölür, şakralarımız olumlu bir biçimde çalışır. Ruhumuzun beden üzerindeki hakimiyet yeteneği olgunlaşır. Bu da bizlerin yeryüzünde barışsever bir yaşam içerisinde olmamızı sağlar.

Bu konuyu yazmadan önce düşünürken aklıma lisede iken oynadığım bir oyun gelmişti; adı Prince of Persia(İran-Fars) Prensi idi galiba. Bu oyunda elinde bir kılıçla, kale ve delhiz karışımı bir yerde savaşarak ve çeşitli tuzakları atlatarak mücadele ediliyordu. Oyunun en sonuna geldiğinizde birden kahramanınızın içinden, ikizi çıkıyor ve kahraman, adeta kendisinden doğan bu ikizi ile savaşmaya başlıyordu.

Oyunu kurgulayanlar, bu oyunun ezoterik açılımını da biliyor olmalılar. Burada aslında insanın kendi kendi ile olan mücadelesi yani nefsimizle yaptığımız savaşı, bir bilgisayar oyunu biçiminde kurgulamışlar. Oyundaki anafikir gayet açık: “ asıl savaş, ruhsal gelişim için kendi olumsuz yanlarımızla yaptığımız mücadeledir”.

Konuyla birebir örtüşen Özdemir Asaf’ın bir şiiri ile yazımı sonlandırıyorum:

“Dün sabaha karşı kendimle konuştum.

Ben hep kendime çıkan bir yokuştum.

Yokuşun başında bir düşman vardı.

Onu vurmaya gittim, kendimle vuruştum.”

Derya Koca