Bunun anlatması uzun ve zor bir hikaye olduğunu biliyorum, aslında yaşadıklarımı aktarırken bir sürü şey ortaya dökülecek ve dökülmesi de lazım. Sanırım bu insanoğlunun en derin korkularıyla, reddettiği bilinçaltıyla ve belki de geçmiş yaşamlarıyla bağlantılı… Başlıyorum…

Herşey 1 hafta önce başladı sanırım, Mersin’de caddede yürüyüp derin düşüncelere dalmışken bir anda dank diye yaşadığımız tüm kaosun, korkuların nedeni karşıma dikiliverdi tüm varlığıyla: Ölüm Korkusu yada daha farklı biçimiyle Varolamama Korkusu. Ruhsal yolda ilerlerken karşınıza bir sürü bilgi çıkar ve siz zaten hemen birçokşeyi bilebilirsiniz ama o bilgileri yaşadığınız anlar bambaşkadır. Tüm enerji dikiliverir önünüze ve tüm hücrelerinizle hissedersiniz onu. Ben de bir anda vücudumun tüm hücrelerinde “varolmama korkusu”nu yaşamya başladım ve hatta titremeye başladım cadde ortasında. Evet, bu korkuyu Dünya’ya gelirken kendimizin oraya koyduğunu daha önce rastladığım bilgilerde rastlamıştım, çünkü Dünya’da yaşamayı sağlamamız bir yandan da bu korkuya bağlı ama biz kendi yarattığımız bir korkunun öyle esiri olduk ki tüm medeniyetimizin bilinçaltında bu korku yatmaya ve bizi yönetmeye başladı. Doğada bir kural vardır, “güçlü olan ayakta kalır” diye ve genlerimizde bu kural halen var ama bizim doğadan veya hayvanlar aleminden büyük bir farkımız var: güçsüzü koruyabilme gücü. Bunu başarabilmek için her türlü olanağa, zekaya ve teknolojiye sahibiz. Ama maalesef henüz tam o bilince gelemedik. Aslında biz diğerini yoketmekten çok kendimizin “yokolmasından” korkarak yaşıyoruz. Ölmekten o kadar korkuyoruz ki bunun için karşıdakine saldırabiliyoruz yada öyle savunmalar ve güçler için çalışıyoruz ki sonuçta kendimizi güvende hissettiğimizi düşünüyoruz. Yönetme ve iktidar hırsı da bundan kaynaklanmıyor mu? “En güçlü olmak”. Tabi bu noktada ölüm korkusuyla birlikte daha bir sürü faktörde girebilir ama en temel korkumuz bu. Bu korkumuzu bildiğimiz için de birbirimize karşı hayatımızın en ufak noktasında dahi kullanmaktan çekinmiyoruz. Yolda yürürken bunları düşünüyordum. Ayrıca Mersin’e geldiğimden beri garip garip şeylerle karşılaşıyordum kendi içimde adlandıramadığım. Herşey sivrilmişti sanki. Korkularım, endişelerim, öfkem vs. Ankara’da 3 hafta önce enerjiden uçan ben, şimdi acaip bir haldeydim. Karnımın içinde resmen yanan metalden bir ateş topu hissediyordum ve bu topun oradan çıkmasını istemiştim. Ölüm korkusuyla karşılaşınca -ki ben içimde birşeyle karşılaşınca mutlaka üstüne giderim, bunu da yaşayacağımı ve etkisinden kurtulacağımı biliyordum. Bu “ölüm korkusu”ndan kurtulmak değildi ki onun halen gerekli olduğuna inanıyorum, tehlike anında hayatta kalma dürtüsünü sağlayan bir motiv olabilir, ama tüm hayatımı ölüm korkusunun etkisinde geçirmek istemiyorum!!! Maalesef hemen hepimiz bu etkiyle yaşıyoruz. Hatta ruhsal derneklerde gördüğüm bir sürü 50 yaş sonrası insanın yüzünde de gördüm bunu. Kendini tanımaktan çok ölüm korkularını yatıştırmak için oradalardı ve bu yüzden bir gıdım ileri gidemeyip, kendi kurdukları daireler içinde dönüp dolaşıyorlardı. (Ama o dairelerin kırılmaya başladığını hissediyorum artık)

Ölüm korkusunun etkisinden kurtulmayı diledim ve gariplikler başladı…

Önce Mersin’deki evimizin damına çıktım. O dama daha önce defalarca çıkmıştım ve alışkınımdır, ama bu sefer ki farklıydı. Bu arada şunu anlatmam lazım ki ben bir süredir “reiki ile bilinçaltı tedavisi” görüyorum ve hayatımda gördüğüm en etkili tedavi bu. Tüm yaşamımı kökten değiştiriyor ve yaşadığım herşeyde bunun etkisi olduğuna inanıyorum. Yalnız bilinçaltımda öyle şeyler varmış ki demek ki benim, ortaya çıkıyorlar ve gidiyorlar. Tıpkı ev temizliği yapmak gibi, çekyatları çekiyorsun ve altlarından bir sürü pislik çıkıyor önce. Ne diyordum dama çıktım. Ama resmen sürüne sürüne çıktım. 1. çakram ki en temel yaşam dürtülerimizin olduğu çakradır, o kadar kasıldı ki yani hani bir deyim vardır biraz kaba “kıçım sıkıştı” diye, resmen öyle oldu. Gerçi o deyimin anlamı farklıdır, ama resmen kıç nasıl sıkışır hissettim. Dama adım attığım andan itibaren resmen dik duramaz oldum. Bende yükseklik korkusu vardır ama hiçbir zaman bu kadar korkmadım hayatımda ki ben damın ortasında duruyordum. Ardından kenarına yaklaştım ve bir anda sanki bir güç irademe emir vermeye çalıştı. “Atla, atla, hadi atla” diye. Damın kenarı o kadar alçaktı ve atlamak o kadar kolaydı ki… Tabii tüm irademle bu güce karşı koydum ve hemen aşağı indim. (Ayrıca o dama çıkarken mevcut asansör korkumun yokolmuş olduğunu da farketmedim değil, yok artık korkmuyorum asansörlerden). Eve girdiğimde uzun süre kendime gelemedim. Sonra aradan birgün geçti ve dama tekrar çıktım. Bu sefer daha güvenle. Çünkü birşeyle bir kez karşılaştıktan sonra ikincisi daha kolay olur benim için. İkinci sefer daha kolaydı ve hatta aşağı bile bakabildim ama çok da cesur değildim. Bir yandan da kendime kızıyordum “ulan Naciye Teyze çıkıp buraya bamya kurutuyor, aşağı bakıp çekirdek çitliyor, sen burada drama yaratıyorsun” diye. Ben de cins adamım yaw, millet dama bamya dizmiş falan; ben orada tırsıp neler yaşıyorum. Gerçi bu tarz komik tırsmaları daha önce de yaşamıştım. Astım Mağarası’na tırsa tırsa girmiştik kardeşim ve kuzenimle birlikte ve tırsarak ilerliyorduk ve birden bir çöp tenekesi ve iki çizmenin yanından geçtim. Biz orada tırsarken, herifin işyeri tabii, eleman mağaranın temizliğinden sorumlu ve eşyalarını oraya bırakmış. O anda gülesim gelmiş ve daha cesur hareket etmiştim. Eee bizim damda da öyle. Gelecekte yükseklik korkumu yenersem bilin ki bunun nedeni Naciye Teyze’nin bamyalarıdır.

Beni damdan atlatamayan güç bu sefer başka işler peşindeydi ve bilinçaltımdan daha önce tanıyamadığım BEN’ler çıkmaya devam ediyordu… Benim herhalde en karanlık tarafım bazı konularda hırslı oluşumdur. Evet, bazen acaip hırslıyımdır, ama bu hırsım bugüne kadar kendimden başka kimseye zarar vermedi yada en azından buna çabaladım. Bu hırsımın kaynağını bugüne kadar hep reddedileceğim, zayıf olursam istenmeyeceğim ve varolamayacağım korkusunda aradım ki bu büyük oranda doğru. Ama “ölüm korkusu”yla karşılaşmamdan beri bilinçaltımdan öyle bir karanlık canavar çıktı ki acaip korktum. Öyle bir hırs ki bu istediği olmayınca veya iktidarına en ufak itaatsizlikte gözlerinden ölüm akıyor. Resmen birisinin ölüm emrini verebilicek bir korkunç bir bakış bu. Bu öyle bir bakış ki en sevdiğini bile anında silebiliyorsun ve ben o bakışla bir an dünyaya baktım ve anladım nasıl bir karanlık bu. Sonra o ses yine başladı bu sefer çevremdekilere saldırmamı istedi benden. Hatta bir ara o kadar yoğunlaştı ki kendimi rezil hissetmeye başladım, ama tabii birşeyler olmadı ve yapmayacağımı anlayınca bu sefer “bari kendini öldür” demeye başladı. Benimle bir de pazarlık ediyor pezevenk. 🙂 Bu arada bunlarla birlikte beslenmeye ihtiyaç duyan kocaman de bir ego. Övülmeye, pohpohlanmaya, kayrılmaya, “özel” muameleye ihtiyaç duyan kocaman ötesi bir ego ve beslemeyen kişiye o ölümcül bakışı sunuyor. İçimde yıllardır birikmiş bir öfke vardı hiç bırakmadığım. Hayatım boyunca hiç kavga etmedim ve hayatıma gelen en ufak bir tehditte tırstım hemen. Tehdite karşı saldırıdan çok defansif taktikler kullanmayı seçtim ve tehdit edeni konuşarak ve yalakalanarak evcilleştirmeye çalıştım hep. Bu ben de birike birike sıkıntı yarattı. Kendime kızmaya başlamıştım “kendi hayatımı savunmak için ayağa kalkmadığım ve tırstığım” için. Aslında halen kavga etmeyi istemiyorum, çünkü bu noktada mantığım devreye giriyor ve şunu söylüyor: “Sana o tehditi yapan kişi sokaklarda büyümüş ve askerliğini komando yapmış sabıkalı birisi ve eğer dövüşürsen sen çok daha zarar göreceksin, yalakalan aslanım bu da bir savunma biçimi”. Mantığım doğru söylüyor, ama tüm hayatımın ufak bir tehditle sallanmasından nefret ediyorum ki burada bir yönüm daha çıkıyor. Etki altında kalıyorum kolayca. Maalesef hata yapmaktan korkuyorum ve ya düşüncelerimde hata yapmışsam ve bunun farkında değilsem korkusuyla başkalarının sözlerinden etkilenebiliyorum, kendi düşüncelerimi gözardı edip. Bu çok acı verici. Çok rahat gaza gelebiliyorum, çok rahat kızabiliyorum, olumsuz düşünmeye çok müsait bir yapım var ve anında karamsarlaşıp yaygarayı kopartabiliyorum. Kendimde o zamanlarda gözlemlediğim hırsın ve karanlığın kaynağının bu ortaya çıkan olduğunu şimdi yazarken anlıyorum bu satırları. Bugüne kadar o kimliğimden kalan etkileri yaşadım hayatımda ve çok şükür ortaya çıkan bu karanlığın ve kötülüğün hayatıma yansıyışı kırıntı gibi kalır. Bu arada şunu da ekleyeyim ki bu karanlığı içimde ben tuttum ve büyük kısmının ışığa dönmesini istesem de bir kısmını halen tutacağım sanırım, çünkü bana güç verdiğine dair yanlış bir düşünce var. Maalesef bizler karanlığı güçlü olmak adına tuttuk ve koruduk ve koruyoruz da. Şu anda bu satırları yazarken henüz gücü aydınlık tarafa yansıtabileceğim bir durumda değilim, bu anca biraz toparlandıktan sonra olacak ve o zaman gücü tam hissedip tüm biçimiyle aydınlığa çevirevilirim, ama halen zayıflıklarım var ve halen bu yanlış düşünceye saplıyım. 🙂 Bu karanlık nedeniyle bazılarının benden çekindiğini biliyorum, insanların kolayca bana yaklaşamadığını biliyorum ve bu benim hoşuma gidiyor. Çünkü küçümsenmekten, aşağı görülmekten, yokmuş sayılmaktan o kadar korkuyorum ki bu bana kalkan oluyor ve güç veriyor. Saygı gördüğümü düşünüyorum, halbuki saygı için bunlara ihtiyacım olmamalı. Ama açıkcası tam aydınlık olmanın ne demek olduğunu da bilmiyorum. Sürekli gülümser ve iyimser olursam beni sallamazlar ve tepeme çıkarlar diye düşünüyor ve kendime koruma kalkanı yaratıyorum. Tabii bunlar hep bazı şeyleri yaşamadığım ve bilgisini bilmediğim için oluyor biliyorum. Zamanla ruhsal anlamda büyüdükçe bu kalkanlara ihtiyacım kalmayacak ve onlar da görevlerini tamamlamış olacaklar. Herşey tam zamanında olur, değil mi? :))

Şimdi işin biraz fantastik kısmına girelim. Bu ana kadar yazdıklarımı günümüz bilimi çeşitli yöntemlerle açıklayabilir ve inanabilir, esas uçuk kısım bundan sonra başlıyor. Çünkü bu yaşadıklarımın bazılarında geçmiş hayatlarıma dair izlerin olduğunu biliyor ve hissediyorum. Bundan 2 sene önce medyumik yeteneklerine güvendiğim bir arkadaşım (Banu) benim geçmiş yaşamlarıma bakarken bana şunu söylemişti. “3 defa kral olarak yaşamışsın: birisinde iyi bir kralmışsın, bir diğerinde ruhsal bir lidermişsin, birinde de zalim bir hükümdarmışsın”. Eh zalim hükümdarı da tanımış oldum böylece. O hissi anlatamam yahu, kralların nasıl onca insanı rahatlıkla ölüme gönderebildiğini anlıyorum ve ayrıca o ne muazzam korkudur içlerindeki tahtı ve gücü kaybedip, yokolma korkusu öyle. Brrrr, lan ben sevimli şebelek herifin teki diye düşünürdüm kendimi, bilinçaltına bak namussuzun. (Bunları yazıya döktükçe enerji değişiyor ve açılıyor :)) Ayrıca Banu bana İran Sarayı’nda üst düzey yönetici olduğum ama kimsenin beni sallamadığı bir yaşamımı da anlatmıştı ve bunun izlerini taşıyor olabiliceğimi de söylemişti ki Banu o kadar iyi tanımazdı beni. Sonra üçüncü bir hayatımdan daha bahsetmişti eski kız arkadaşımla yaşadığımız, onun doğruluğunu kanıtlayan bazı şeyleri de yaşayınca Banu’nun dediklerine tüm kalbimle inandım. Bir de aradan aylar geçtikten sonra bir gün onun aracılığıyla rehberlerimle konuşurken bana eski kız arkadaşımla ilgili “birbirinizi çok güzel büyüttünüz ve artık başka deneyimlerin vakti” mesajını aldıktan sonra ayrılmayalım mı? 🙂 Tabii ben yaşadıklarımı bildiğim ve kalbimde hissettiğim için sonuna kadar doğruluklarını biliyorum. Ayrıca reenkarnasyon benim için kesinlikle inanılacak bir mesele değil, doğanın bir sürecidir. Aranızda şüpheleri olan, hatta tüm bu yazdıklarımı Banu’nun bana söyledikleri üzerine yarattığımı söyleyenler de olabilir. Onları da anlıyorum, çünkü o süreçte o olayları yaşarken siz bile kendinizden şüphe ediyorsunuz ve inanamıyorsunuz. Ama sonuçta herşeyi içinizde bir yer biliyor ve siz de yavaş yavaş onu dinlemeyi ve hissetmeyi öğreniyorsunuz… Birgün evimin balkonunda bir arkadaşımla oturuyordum ve ona dedim ki “biz bu yaşadığımız herşeyi kıçımızdan uyduruyor olabilir miyiz? eğer değilse şu anda elimdeki kitabı (Tanrı ile Dostluk) açar ve parmağımı rastgele koyarım. Çıkan satır bu sorumun yanıtı olur” dedim ve kitabı rastgele açtım ve parmağımı koydum. Karşımda şu satır vardı ve o ağlamaya başlarken, ben balkonda secde ettim resmen:

“Tüm bu yaşadıklarınızı kendinizin uydurduğuna inanıyorsanız, beni aşağı çekersiniz…”

Yaşam bir oyun ve her oyunun oynanırken size yardımcı olacak “walkthrough”ları vardır. (En azından PC’dekilerde var). Bu yazdığım satırların da birilerine “walkthrough” olmasını ümit ediyorum. Umarım yazarken bana ettiği kadar başkalarına da faydalı olur bu satırlar…

Oyuna devam… 😉

Sevgiler…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...