Yoga öğretmeni olarak tanıtımlarda, “Türkiye’den ilk benim, bunu bir tek ben bilirim, ben getirdim” demeyi, denmesini sevmiyorum. Yoga ülkemizde o kadar yeni ki, yabancı diliniz varsa, araştırmacı ve girişimci bir insansanız ilk ya da tek olmaktan kaçınmak zaten imkansız. İlk aldığım hocalık eğitimi ile yetinmeyip kendi yolumu ararken karşıma çıkan, dünyanın en yenilikçi yoga öğretmenlerinden Shiva Rea’nın geliştirdiği Prana Flow Yoga’nın Türkiye’deki ilk öğretmenlerinden olmaM, gibi. Ya da dünyanın en büyük dergilerinden Yoga Journal’ı Türkiye’ye getirmek için ilk iletişimi kurmak (neyse ki bu işin altına girmemek), 800 saatlik, dünyanın en kapsamlı uzaktan yoga felsefe ve tarihçe eğitimini sunan Feuerstein Enstitüsü’ne kabul edilen ilk Türk öğrenci sıfatını almak, yaşayan en büyük yoga üstadlarından B.K.S Iyengar’ın verdiği son workshop’a katılma şansını bulan tek Türk olmak gibi (benden başkası varsa ve bilmiyorsam şimdiden özür dilerim)…

Sadece bu paragrafı okumak benden ders alma isteği doğurdu mu? O zaman ben senin öğretmenin olmayabilirim.

Yoga öğretmek için, yoga yapan değil yogayı yaşayan bir insan olmak daha değerli. Bildiklerini, kendini öne çıkarmadan aktarmak, çünkü yoganın hepimiz için, binlerce yıldır varolan bir anlayış olduğunu bilmek, derinine inip kendi dönüşümüne teslim oldukça, bu anlayışı aktarma isteğinin de derinleşmesi daha önemli.

Bir yoga öğretmeninin nasıl bir yoga öğretmeni olduğu resimlerinden, duvarına astığı sertifikalardan belli olmaz. Bir yoga insanının ne kadar yoga insanı olduğu, kendini dönüşüme açabilme kapasitesinden, değişimini vücuda getirebilmesinden, egosuyla varolmak değil, egosuyla uğraşma çabasından belli olur. Eğer yogayı doğru anladıysam, bu böyle olsa gerek. Binlerce dolar verip eğitimini aldığım Shiva Rea’dan bir şey öğrenemediysem, ilişkide olduğum canım yoga insanlarından bir şey alamadıysam, bunlar beni değiştirip iyileştirmediyse, bırakın öğretmeyi, bunlardan bahsetmenin de anlamı olmazdı.

Herkese ulaşabiliyor olmak, çok görünür ve çok tercih edilir olmak iyi öğretmenlik anlamına gelmez. İyi bir pazarlamacı, veya çok hırslı biri de olabilir bu ünlü öğretmen. Kendini pazarlamak yanlış değil. Dünya bugün böyle, kendini pazarlayamıyorsan yoksun. Bakkalla, tesisatçıyla, ailenle, sevgilinle kurduğun her ilişkide bu böyle.

Pazarlama çabası ile ortamın tek ve biricik “yogacı”sı olma hırsı bambaşka şeyler. Hep aynı şeyi söyleyerek, kendini hep aynı dağın tepesinde göstererek, aynı akımlara ve kişilere saldırarak varolmaya çalışmak pazarlama değil, köşe kapma hırsıdır. Pazarlama, yaratıcılık gerektirir. Fikri hırsızlıkla,ötekine laf atarak kendini yüceltmeye çalışmakla olacak iş değil. Öyle olsaydı, reklam piyasası bugün dünyanın en büyük pazarlarından biri olmazdı.

Spiritüel yol göstericiliğin pazarlama mekanizması, peynirinkinden farklıdır. Ülkenin ilk gsm operatörü en çok kazanan olur. Sonrasında gelenler önce ilk olanı taklit ederek işe başlar, zamanla farklılaşabilirse kendi müşterisini kazanır. Pazar segmentlere bölünür; A operatörünü sevenler ve B operatörünü sevip tercih edenler… Spiritüel “pazar” ise daha baştan bölünmüştür. İnsan sayısı kadar öğretmen ihtiyacı, insan sayısı kadar yaklaşım olabilir. O nedenle spiritüel meselelerde “ilk” olmak, “tek” olduğunu iddia etmek kazandırmaz, ancak “ben ilkim” diyen ilk insanı taklit etmek ve farklılaşamadan yerinde saymak olur. Farklılığı tanımlayan unsurlardan biri, uygun öğrencidir.

Ben bana, “acaba iyi bir yoga öğretmeni mi” diye değil, “acaba benim yoga öğretmenim olabilir mi,” diye bakılmasını tercih ediyorum. Çünkü ben de herkese yoga öğretemem. Bir yere kadar nefes derim, odaklanmak derim, içe bakmak derim, omuzlarını aç, derim ama çok uzağında olduğum değerlerle yaşayan insanların dilini bilemem. Ne ben onları anlarım, ne onlar beni anlar. Ortak yoga dilini oluşturana kadar birbirimizin kara deliklerine düşebilir, boşuna debeleniriz. Kendimde henüz halledemediğim sorunlarla karşıma çıkana faydam hemen dokunmaz, ancak karşılıklı direnç geliştiririz, birimiz bunu farkedene kadar yogamız kavga olur, yoruluruz. Ben de bu yüzden herkese “sana en uygun benim,” diyemem.

Bugün öğrencim olan, yarın öğretmenim olur. Bugün beni istemeyen, yarın beni arar. Bugün tercih etmediğim değerler, yarın baş tacım olur. O yüzden, şimdi ve burada beni iyi bir öğretmen adleden, şimdi ve buradaki benim uygun öğrencim olduğundandır.

Kötü öğrenci yoktur elbet, uygun öğrenci vardır. Ama sana uygun olan/olmayan öğretmen de vardır, kötü öğretmen de. Kötü öğretmen, kendine öğretmenlik yapamayandır. İyi ve uygun öğretmen her şeyden önce, kendisinin en iyi ve en uygun öğrencisi olandır. Kendisine bir şey öğretemeyen, kimseye öğretmenlik yapamaz. Kendini eleştirmeden sürekli yücelten, elbiseyi üstünde denemeden satmaya çalışan öğretmen bile değildir, o ancak toptancıdan aldığını perakende satan esnaf olabilir. Kendine öğretmenlik yapmak herkes için mümkün. Yeter ki öğretmenin bunun yolunu gösteren kişi olsun, sana bunu ancak ben öğretebilirim diyen değil. İyi öğretmenin bir diğer farkı, kendi öz öğretmenine ulaşmış ve sana da bunu öğretebilir olmasıdır.

Bir yoga öğretmeninin ne kadar iyi bir öğretmen olduğunu, size ne verebileceğini, katıldığı workshop sayısından, sayıp döktüğü ve hiç duymadığınız hoca isimlerinden, bacağını ne kadar açabildiğinden anlayamazsınız. Hayat hikayesine bakarak bir ipucu edinebilirsiniz belki. Hayatta kendiyle derdi olmuş mu, yoksa hep mükemmel bir insan mıymış… Az ya da çok mücadelesi olmuş mu, yoksa her şey önüne mi gelmiş… Büyümeye gerek duymuş mu, yoksa ergenlikle mi yetinmiş… Sizinkine benzer yollardan mı geçmiş, tepeden mi inmiş… Bedeni kadar zihni de esnemiş mi, yoksa koşullanmalarıyla mı kalakalmış… Öğrendiklerini kendinde vücuda getirmiş mi, mankenlere giydirip vitrine mi koymuş…

Bütün bunları, yine kendi subjektif yoga anlayışımdan yola çıkarak söylüyorum elbette. Kaç kalori yaktığıyla ilgilenen değil, yogayı hayata getirmek isteyen yolculara konuşuyorum belki de. Değişimi arzulayan, gerçek transformasyona açılmak isteyen zihinlere sesleniyorum. Dedim ya, şimdi ve burada, ben ancak kendi elbisemin boyu kadar, kendi deneyimimin ortaya çıkarabildiği ölçüde konuşabiliyorum. Kendimi eleştirmenin, değişimime hizmet edişini zevkle izliyorum. Bunu bir tek ben yapıyorum diyebilir miyim? En çok ben dönüştüm diye hava atabilir miyim? Doğum sancılıdır. Kendimi doğruruken çektiğim acılarla övünebilir miyim? Hepimizin erişimine açık koca bir disipline önce ulaştım diye senden üstün hissedebilir miyim? Sanmıyorum. Çünkü hayat çizgisel değil, döngüseldir. Kimse evrimde birbirinin önünde değil. Kimse ilk ve tek değil. Herkes ilk ve tek. Sen de öylesin. Bu yol, üç günde seni iyileştirmeyecek kadar dikenli ve zor. Nefes alıp vermek kadar da kontrolün dışında ve kolay. Bunu bilerek attığın her adım hayırlı, seni kendi öz öğretmenine yaklaştıran öğretmeninle karşılaştığın an kutlu olsun.

Y . Olgu Alibeygil