“Kızım”
“Efendim Baba”
“Zorlanıyorum artık”
“Biliyorum… İç organlarını yenilemelisin… Bunu yapabilirsin…”

Akşamüstü çalışmalarımı bitirip arabama bindiğim sırada babamla içimden konuşmuştum. Evimin yolunu tutuğumda zihnimden o günün özetini geçiyordum. Akşamüstü bana nereli olduğumu soran birisine babam “Yugoslav (Makedonya) göçmenidir. Arnavut kökenliyiz” demiştim. Karşımdaki de bana “ben de duymuştum göçmenlerin güzel olduğunu” diyerek kompliman yapmıştı. Normalde üstüme alınmam gereken bu övgüye garip bir şekilde cevap vermiştim.

“Evet, babam çok güzeldir benim”

Günün yorgunluğu ile eve dönmüştüm. Kendimi dinlendirmek kanepeye uzanmıştım. Neredeyse uyuyakalacağım sırada bir anda gözümün önüne renk cümbüşü oluştu. Sıçrayarak yerimden kalktım. Bir renk eksikti. Onca rengin arasından mavinin olmadığını görmüştüm… Mavi neden yoktu ki?

 

 

İkinci Sıçrayış

Tam mavi neden yok diye düşünürken çalan telefonla ikinci kez yerimden sıçradım. Arayan ablamdı. Sesi titriyordu. Anlamıştım hemen. Babam ambulanstaydı ve hastaneye gidiyorlardı.

Apar topar evden çıktım. Kafamın içinde sadece “iç organlarını yenilemelisin baba” sesi vardı. Bunun anlamını şimdi daha iyi anlamaya başlamıştım. Yenilenme olacaktı orası kesindi ancak bunun nasıl bir yenilenme olacağına babam karar verecekti.

Yanına gittiğimde doktorlar, babamın beyin sapına embole attığını ve sol tarafına felç geldiğini söylediler. Durumu oldukça ağırdı. Ellerini tuttum ve ona “ iç organlarını yenileme vaktin şimdiymiş baba” dedim. Uzun uzun bakmaya devam etti bana. İkimizde o an bunun ne anlama geldiğini biliyorduk. Yolculuğunu sonlandırmak istediğini hissetmiştim ancak yinede bunun değişebileceğini o an ki travmatik, ağlamaklı, duygusal halimden dolayı dilemeye başlamıştım. “ Yenilen ve ayağa kalk, şimdi olmaz baba”

Kafamı yatağının başucuna kaldırdığımda 6 rakamını gördüm. Tekrar göz göze geldik. Babam adeta benimle semboller aracılığı ile konuşuyordu. Tasavvuf bilgime göre 6 kâmil olma ve üstatlığa geçme sayısıydı. O zaman şimdi üstatlığını kutlama ve çok boyutlu haline kavuşma zamanıydı. Tamamlanacaktı babam. Birden sarhoş gibi olmuştum. Benim bu alanda görevim olacak mıydı? Onun üstatlığını kutlamakla yeni bir realiteye-boyuta geçişinde yanında olacak mıydım? Ben birçok varlığın geçişine yardımcı olana biri olarak bu sefer babamın geçişini yaptırabilecek kadar dayanıklı olabilecek miydim? Hiçbir zaman bunu düşünmemiştim. Oysa babam şimdi beni bu konuda göreve çağırıyordu…

Babam ve Ben Ruhsal Planımızı Devreye Soktuk!

Yaklaşık 12 saat süren tetkik ve müşahede zamanı dolmuştu. Onu normal odaya alacaklarını söylediler. Bize de hazır olunca yanına girebileceğimizi ve bundan sonrası için, durumunu dikkatle inceleyeceklerini ve gerekli gördükleri an yoğun bakıma kaldıracaklarını anlattılar. Kısacası beklemek durumundaydık. Bu bekleyiş ne kadar sürecekti? Onun dünya katındaki görevi hala sürüyordu. Nefes aldığı sürece de yattığı yerden üstatlığına devam edecekti. Tüm bunları düşünürken babamın yanına çıkabileceğimizi haber verdiler.

Tekrar yanındaydım ve bakışlarımız birbirine kenetleniyordu. Bu sefer bilinçli olarak kafamı kaldırdım. Zaten de biliyordum. Yatak numarası 9’du. Koca çınarım tamamlanıyordu benim. Ruhsal plan devredeydi. 10 sayısından önce 9 geliyordu bu sayı yenilenmeden önceki tamamlanma sayısıydı. Sembollerle iletişimimiz devam ediyordu. Saatlerce eli elimdeydi ki artık bana dinlenmem gerektiği hatırlatılınca uyumaya çalıştım. Rüyamda babamın evindeydim. Ev komple yenilenmişti. Parkeler sökülmüş yerine yenileri yapılmıştı. Mutfak komple yıkılmış yerine yeni mutfak yapılmıştı. Baba ocağı yıkılarak büyük bir değişimi haber veriyordu adeta…

Gözlerimi açtığımda gözyaşlarıma boğuldum. Oysa güçlü olmam gerekiyordu. Ağlamamım sırası değildi. Babam gitme kararını vermişti ve bu kararını benim diğerlerine vermem en azından onları babamın geçişine hazırlamam gerekiyordu. Ancak ağlamama engel olamıyordum. O an yanaklarıma dokundum, kalbime şefkat duydum ve kendime her türlü duygusal inişler ve çıkışlar için izin verdim… Oh! Ağlamak ne kadar da güzelmiş meğer…

Kendimi çok daha iyi hissediyordum. Güçlü görüneceğim diye kendimi az daha bir oyunun içine sokmak üzereydim. Şimdi daha derinlerde babamla iletişime geçiyordum. Ruhsal plan devredeydi artık. Benim hiçbir şüphem kalmamıştı. Bundan sonra geçişi için birlikte çalışacaktık. Şuuru gitgide kapanıyordu. Ancak ben; onun, ruhsal planını hatırlayacağını ve burada farkındalığa ulaşarak çok kolay bir geçiş yapacağını biliyordum. Çünkü o benim babamı oynayan harika bir ruhtu…

Yoğun Bakıma Kaldırılıyor!

Başucundaydım tekrar. Nefes alırken çok fazla zorlanıyordu. Dayanamayıp sabaha karşı doktorları çağırdım. Bu sefer yoğun bakıma kaldırmaya karar verdiler ancak kendi üniteleri çok yoğun olduğu için bizi başka bir hastaneye sevk etmek üzere ambulans hazırlanmaya başladılar. Hazırlanma süresince arabada annemle yalnızdık. Şimdi konuşma sırasıydı. Onu incitmeden nasıl konuya gireceğimi düşünüyordum. Onun 51 yıllık hayat arkadaşıydı ve birbirlerini hala çok seviyorlardı. Babamın gideceğini nasıl söyleyecektim? Yüzüne baktım ve bunu kaldıramayacağını düşünerek vazgeçtim. En iyisi ellerini tutmaktı ve öyle yaptım.

Ambulans bizi sevk ederken ben de arkasından takip etmeye başladım. Hastaneye geldiğimizde saat sabahın 4’ünü gösteriyordu. Hastane çok tanıdık geliyordu ama çıkaramadım. Burası bana bir şeyler söylemeye çalışıyordu ancak o kadar yorgundum ki anlayamadım. Tam arabadan inmek üzereydim ki; kafamı kaldırdığımda hastanenin renginin masmavi olduğunu gördüm. Ve dayanamayarak anneme döndüm.

“Anne, babam buradan özgürlüğüne kavuşacak. Mavi özgürleşmek demektir. Merak etme her şey mükemmel olacak”

Özgürleş Baba ve Işığa Gel!

Nasıl bir uzun geceydi. Saatler bir türlü geçmek bilmiyordu. Dakikalar adeta devleşerek meydan okuyordu. Kimseyi arayamıyordum ya da arayamamak üzerimde baskı yaratıyordu. Neyse ki uykuya dalmışım.

İçimdeki ses bana bu sürecin tüm ayrıntılarını veriyordu. Yapmamız gereken en önemli şeyin babamın özgür iradesi ile gitme kararı verirse buna saygı duymamız olduğunu söylüyordu. Özgür irade nasıl güçlü bir şeydi? Bedeni gerçekten burada bırakma kararını vermek ve diğer boyutlara geçiş yapmak için bilinç yerinde değilken bile aslında sanki yerindeymiş gibi karar veriliyor olması nasıl bir deneyimdi? Peki, hal böyleyken özgür iradesi ile gitme kararını verecek olan babamın yakınları olarak buna nasıl bir anlayış gösterecektik? Başta annem 51 yıllık kocasını nasıl serbest bırakacaktı?

Artık duruma hâkim olma vakti gelmişti. Tüm ailemi toplayarak onlara durumu anlatmam gerekiyordu ancak bunun için “bilinci yerinde olmayan babamdan” izin almam gerekiyordu.

Bugün babamın yanına girme sırası bendeydi. 4 kız kardeştik ancak diğerleri yanına girme cesaretini kendilerinde bulamıyorlardı. Tıpkı benim 9 yaşımdayken ilk felcini geçiren babamın yanına girme cesaretimin olmadığı zamanlarda olduğu gibi. Babam bana bu yüzleşme fırsatını veriyordu adeta. O zamanlar korkunç acı çelen küçük kızı büyümüş şimdi babasının elinden tutarak onu karşıdan karşıya geçiren bir ruhu canlandırıyordu. Babamla bu oyunu en gerçekçi şekilde oynamak için ve ona olan son görevimi yapmak için yanına en steril bir halde sokularak usulca girdim. Odada hemşire vardı ve bana babamın artık hiçbir şeye tepki vermediğini, komutlara cevap vermediğini, dolayısı ile yanında çok fazla kalmamam gerektiğini söylemişti. Ben ona ve babamın makinelere bağlı olduğuna hiç aldırmayarak babamın elini tuttum. Hemşire ısrarla gitmiyordu. Bana verilen 5 dakikayı da onunla tartışarak geçirmeye hiç niyetim yoktu. Belli ki o da yanımızda olmalıydı… Ben babamla konuşmaya başladım.

“Baba ışığa gelmeni istiyorum. Beni duyuyor musun? Ben buradayım ve seninleyim. Beni duyuyor musun babacığım? Eğer duyuyorsan elimi sıkar mısın?”

“Babanız şu an size cevap veremez” dedi tekrar hemşire. Ben yine aynı sükûnette kalarak devam ettim ancak bu sefer içimden konuşarak ve “geçiş seremonisi” diyebileceğim bir törenle babamı ışığa davet ediyordum.

Babam gözlerini açarak bana bakmaya başladı. Göz geldik. O an içim gülümsemeye başladı çünkü ölümünün ölümsüzlüğünü yakalama anını bağışlamıştı babam. Elimi sıktı ve tekrar gözlerini kapadı.

Sessizce yanında durmaya devam ettim. Hemşire görmesi gerekeni görmüştü ve bana göre de hayat ona eşsiz bir an’a tanık olma şansı vermişti…

Artık anneme ve kardeşlerime durumu en açık bir şekilde anlatmam gerekiyordu ve öyle de yaptım. Onları bu sürece adapte etmek için hep birlikte babamı “temsili” olarak ışığa götürdük. En güzel tepkiyi annem verdi.

“Ben onu tam 30 yaşında giydiği mavi takım elbisesi ile uğurladım” dedi gözyaşları ile. “Bana gülümsüyordu” dedi. Annemize sarıldık… Hepimiz huzurluyduk… Mutluyduk… Burukluk var mıydı? Elbette vardı, o bizim babamız rolünü çok iyi oynamış ve topluma çok önemli hizmetleri olmuş bir ruhtu. Dolayısı ile onu bu bedende göremeyecek olmanın burukluğunun olması kadar doğal bir şeyin olacağını düşünemiyorduk bile…

Ve de öyle de oldu sevgili okuyucular… O ruh çok asil bir şekilde bizim yaptığımız bu çalışmadan sonra bedeninden özgürleşerek ederek ışığa yolculuk yaptı. Giderken kendine yakışan bir şekilde iz bıraktı. O gün Haliç Köprüsünün halatı kopmuştu ve dolayısı ile trafik ciddi anlamda felç olmuştu. Adeta tıpkı kendi dünya halatının kopmasına neden olan felcinin kalıntılarını özgürleştiriyordu… Yıllarca azimli bir şekilde yaşama olan bağlılığı; onun hayatında hiçbir şeyi aksatmadığı gibi cenaze töreni de, ne halat kopmasını ne de trafiği dinlemişti… Yıllar önce duyduğum Yogi Bhajan’ın sözü o an nedense aklıma gelmişti. “Özgür olan bir özgürlük yoktur.” Oysa şimdi tüm kalbimle hislerim bana bunun tam tersini söylüyordu. Özgürlük hissi hiç bu kadar özgürleştirici olmamıştı… Babam yaşamın tadına esas şimdi bakmaya başlamıştı…

Esra Ö. Erdoğan