‘Meditasyon’ sözcüğünün hiçbir Batı dilinde tam ve doğru bir karşılığı yoktur. Sürekli yanlış anlaşılması da aslı ‘dhyana’ olan meditasyonun Batı kültürlerinde bilinmemesi nedeniyledir. Bu kavramın semantik bakımdan yetersiz ve yanlış bir terimle karşılanmaya çalışılması ister istemez kavramsal kargaşalara neden olmuştur. Böylece, zamanla sözcüğün gerçek anlamı yitirilmiş, özgün haliyle neyi kastettiği ihmal edilmiş ve meselenin esası, ‘zihinsel yoğunlaşma’ veya ‘derin düşünme’ gibi anlamını çarpıtıp amacını gölgeleyen açıklamalara feda edilmiştir. Oysa ki hiçbir Tao’cu, Buda’cı veya Zen izdeşi bu sözcüğü gerçek anlamı dışında kullanmaz. Ama piyasada dolaşan, bilmeyenler tarafından yazılmış veya derlenmiş bol yaldızlı ve parlak kapaklı sözde meditasyon yayınlarıysa çoğunlukla sizi yanıltmak için raflarda bekler dururlar.

‘Konsantrasyon’ ve ‘derin düşünme’ de nihayetinde iyidir, veya hiçbir şey yapmamaktan iyidirler; ama onlar ‘dhyana’ yani gerçek anlamdaki meditasyon olmayıp sadece zihinle birlikte deneyimlenen ve bu yolda geçilmesi, daha doğrusu aşılması gereken basit ön pratikler ve alıştırmalardır, hepsi o kadar… Zaten salt ‘yoğunlaşma’yla veya eksik bilgili ‘derin düşünme’ ile nereye varılabilir, ya da pratikte ne gibi bir yarar sağlanabilirdi ki? Meditasyonun sadece bu kadarlık bir şey olduğunu sananlara veya öyle olduğuna inandırılmış olanlara bu bakımdan hak vermemek elde değil…

Başlangıçtaki denemeleriniz tam ve gerçek anlamıyla meditasyon olmayacaktır, bunun önemi yoktur. Önemli olan ‘yol’ ve ‘niyet’tir. Yine de daha ilk günlerden kendinizdeki olumlu gelişmeleri fark edebilirsiniz.

Burada meditasyon için gerekli ve uygun çevresel koşullar, ortamın kalitesi, giysiler, duruşlar, yardımcı malzemeler… üzerinde durmayacağız. Onlara her tür yazılı kaynaktan ve çeşitli paylaşım sitelerinden erişebilirsiniz.

Meditasyon pratiklerinizde gelişme sağladıkça zamana ve erişimin niteliğine bağlı olarak bütün zihinsel sınırlamaların ve yapaylıkların ötesindekine yöneldiğinizi farkedecek, yaşam enerjisinin akışa geçtiğini hissedeceksiniz. Fiziksel, zihinsel, ruhsal, eterik ve astral… bedenleriniz üzerindeki farkındalığınız artacak, bu farkındalık artışıyla dünyaya ve doğaya bir başka gözle daha bakmaya başlayacaksınız. Edim ve eylemlerinizle, dualarınızla hem enerji potansiyelinin arttığını hem de onların dönüşümünü farkedecek ve izleyeceksiniz. Meditasyonun işlevleri ve olumlu etkileri karşısında hayranlık duymamanız mümkün değildir. Yanılgılarla dolu basmakalıp ve koşullu-şuursuz imanın yerini, şuurlu bir inancın almakta olmasıyla yavaş yavaş ama sabırla şuuraltına da inebildiğinizi göreceksiniz.

Meditasyon uygulamanızı zamanla çeşitlendirebilir, arınma ve tekâmül yolunda dilediğiniz gibi rafine edebilirsiniz (ama daha işin başında iken değil); süreci, zamanla gereksiz olduğuna bilinçle inandığınız ayrıntılardan ve her türlü şekilsellikten arındırabilirsiniz.

Meditasyon, varoluşla doğrudan bağlantının aracıdır. Bunun sağlanabilmesi için bütün dış etkenlerden sıyrılabilmek ve gerçek-kendi’mize dönebilmek gerekir. O nedenle meditasyon tüm eylemlerle birlikte, onlara neden olan etkenlerden de soyutlanmak demektir. Meditasyon, bir başka ifade ile aslında ‘hiçbir şey yapmamak’tır; ama ‘gerçekten de hiçbir şey yapmamak’. Yani öyle hiçbir şey yapmamayı düşünmek de değil, ‘düşünmemeyi dahi düşünmemek’tir. Ve özellikle yeni başlayanlar için hiç de kolay anlaşılabilir ve uygulanabilir birşey değildir.

Sanıldığının ya da yazılıp çizildiğinin aksine herhangi bir duruş ya da oturuş pozisyonuna da, onu başarabilmek için kendinize ve bedeninize onca eziyet etmenize de gerek yoktur. Rahat nefes alıp kolayca gevşeyeceğiniz ideal pozisyon, kuşkusuz ki ‘lotüs’ pozisyonudur. Hindistan’da geleneksel olarak yaygın olan ‘lotüs’ün yerini Tibet ve Nepal dolaylarında ‘yarım lotüs, Çin’de ve Japonya’da ise bağdaş kurma veya sadece dizler üzerinde oturma almıştır. illâ ki belirli bir durumda oturacağım diye, gerekli esnekliği kazanmaksızın, daha başlangıçta kendinize eziyet ederseniz bırakın meditasyonu, konsantrasyona bile erişemezsiniz. Yogada ilerledikçe, zaman içinde bunların hepsi olacaktır. Yavaş yavaş ilerleyip gelişimi görmek, aradaki farkı gözlemlemek çok daha iyidir. Yani her zaman olduğu gibi başlangıçta da ‘doğru nefes’, ideal oturma pozisyonundan daha önemlidir. Kendinizi zorlamanız halinde gevşeyip rahatlayamazsınız, bedenen rahatlayamadığınız sürece zihnen de rahat olmanız mümkün değildir. Zihnî rahatlığa erişemedikçe ruhsal dinginliğe ulaşamazsınız; çünkü ‘rahatsız’ bir zihni ‘aşabilmek’ mümkün değildir. Zaten yoganın başlangıçtaki amacı olan bedensel-zihinsel-ruhsal uyum ve denge öyle bir veya birkaç günde erişilebilecek bir hâl değildir.

Evet, buraya kadar yogaya bağlı meditasyon anlayışından sözettiğimiz anlaşılıyor. Nedeni, çok uzun yıllar öncesinden gelen deneyimlerin ve tüm geçmiş pratiklerin içinde en tutarlı ve başarı oranı en yüksek yöntemin bu olmasındandır.

Meditasyon, deneyimlenmedikçe hakkında hiçbir şey bilinemeyecek, zihnin ötesinde olduğundan sınırlı bilgimizle tahmin dahi edilemeyecek olan birşey, çok farklı bir içsel yolculuktur. Zihinde gerçekleşen ya da onun yardımı ile gerçekleştirilebilecek bir şey olmadığından zihinle, ya da içinde onun da bulunduğu işlem süreci sonunda oluşan sıradan bilgiyle tanımlanabilecek birşey de değildir. Bir bakıma sıradan zihnin ve doğal olarak egonun da sonu demek olduğundan koşullu zihnin onu tüm gücüyle yadsımasını, kabul edememesini, hattâ karşı koyarak size zorluk çıkarmasını dahi olağan karşılamak gerekir.

Meditasyon pratiklerine başlamadan önce, DerKi’de yayımlanan “Yoga ve Meditasyon” başlıklı yazıma göz atmanızı öneririm.

Bedensel gevşeme ve rahatlama sağlanmadan zihnin boşlanması da dışlanması da, gerçek-kendi’nizle onun arasına mesafe konulması da sağlanamaz. Meditasyon etin, kanın ve tüm dokular gibi bileşenlerin geçici birlikteliğinin ötesindeki başka, daha süptil ve kesinlikle daha gerçek bir dünyanın kapılarını açabilecek bir deneyimdir. Sizi ‘zamanın yükünden kurtaracak’ birşeydir. Meditasyon deneyimlerinizde gelişme kaydettikçe günlük yaşamınızın denge kazandığı, yaptığınız her işe ve eyleme daha kolay yoğunlaşabildiğiniz; hoşgörü, sevecenlik, şefkat ve empatide zamanla bir hayli mesafe almakta olduğunuz görülecektir.

Temelde öğretilen yöntemler görünüşte basit gibidir: Gevşeme, odaklanma, düzenli nefes alıp verme, yoğunlaşma, içe yönelme, zihni boşlama… ve sonra da ondan ‘ayrışma’…

Yoğunlaşma şu bakımdan önemlidir; yoğunlaştıkça o konunun veya objenin dışındaki nesneler ve düşüncelerin tümü sizden uzaklaşmaya başlarlar. Sonunda, üzerinde yoğunlaştığınız şeyden de kurtulmayı başarabilirseniz işte o vakit meditatif konuma geçmişsiniz demektir. Hiçbir şeye zorlamamalı ve zorlanmamalısınız. Bütün düşüncelerin ve duyguların, alınan ve verilen nefeslerle birlikte çekilip gitmelerine izin vermeli ve onlara hiçbir biçimde müdahele etmemelisiniz. Bir süre düzenli nefese yoğunlaşmanın ve nefesleri saymanın anlamı ve amacı budur.

Meditasyon öyle bir süreçtir ki özgürlükten ve dürüstlükten verilebilecek en küçük bir taviz, ona erişebilmeyi veya sürdürülebilmesini olanaksızlaştıracak, ya da en azından kalitesini düşürecektir. İşe başladığınızda belirli bir yönteminiz varsa onu hemen ya da çabucak değiştirmeyiniz; aksine bir süre daha uygulayınız. Çünkü zihne bağlı olan tüm duygu ve düşünceler gibi ‘dışlama’ ve ‘reddiye’ de meditasyona engeldir. Böylesi bir çaba, her türden ve her anlamda ‘aktif çabasızlık’ da demek olan meditasyonunuzu bozabilir.

Diğer yardımcı egzersiz ve uygulamalar, yeni enerjiler üretmek; meditasyonunuzun süresini uzatarak niteliğini yükseltmek; doğayla ve kendinizle yüzleşebilmek; gelişim ve değişimi farkedebilmek; hem bedensel hem ruhsal olarak daha güçlü olabilmek; gelişime olan şuurlu inancınızı artırıp güçlendirmek, böylelikle motivasyonunuzu korumak; kendi kendinize güven duyarak destek olabilmek; önce içinizdeki gücü, sonra da ışığı daha büyük ölçüde hissedebilmek… ve nihayetinde daha dingin ve huzurlu halde kalabilmek için gereklidir.

Her okulda, her tedriste dersler ve sınıflar ilerledikçe konular derinleşir. Peki zorlaşır mı derseniz; önceki konuları özümseyebilenler için yanıtımız ‘hayır’dır; aksine onlar her gün bir adım daha ileri gitmenin içsel tadına ve manevî zevkine varırlar, kendine olan güvenleri artar… Ama öncekileri yeterince kavrayamayan ve hazmedip benimseyemeyenler için önlerine çıkan her yeni basamak, yeni zorlukların ve meşakkatlerin nedeni olabilir. Hiç merak etmeyiniz, bu yolda başlangıçta farkedemeyeceğiniz gerçek kuantum sıçramalar her zaman mümkündür; yeter ki sebat ve inançla yürümeye devam edilebilsin.

Teorideki meditasyon gündelik yaşama indirilemediği ve orada deneyimlenemediği sürece bir illüzyon olarak kalacaktır. İşte o zaman onu dinsel alışkanlıklar ve ritüellerin yerine, bazen de onların yanına, üstelik pratikten ve gerçek değerinden yoksun, sadece teorik düzeyde bir gevezelik, sanallık ve zaman kaybı olarak yerleştirmiş olursunuz. Yani birileri öyle söyledi diye ona inanmaya devam eder, ama gerçekte onu bir türlü deneyimleyememiş olarak kalırsınız. Halbuki beklenti içinde olmak gerginlik nedenidir ve beklenti içindeki bir zihin hiçbir biçimde dinginleşemez.

Meditasyon bir bakıma bilincin etrafındaki duvarların aşılması, sislerin dağıtılmasıdır. Zihni aşabilmek, ancak onun sessiz ve etkisiz kalabilmesiyle mümkündür. Aktif haldeki zihin aşılamaz; ve zihin ne kadar aktifse o kadar güçlü ve etkilidir.

Meditasyon zihnin ötesinde varolabilen, ondan çok daha büyük birşeydir. O nedenledir ki sözlere dökülmesi hayli zordur, deneyimlenmeksizin anlatılabilmesi olanaksızdır. O varoluşla bağlantımızdır, bilmeyen ve deneyimleyemeyen nasıl anlatabilsin ki? O nedenledir ki onun yerine ve onun adını kullanarak sürekli ya konsantre olma’yı ya da derin düşünme’yi anlatıp durmaktalar…

Sonuç olarak; herhangi bir zihinsel eylemle meditasyon denilen ‘hâl’e erişilemese de, o yola girebilmek için işe tabii ki zihinle başlanmalıdır. Yani zihin öyle etrafından dolaşılabilecek birşey değildir. Aksine önce onunla temas edilecek; yapısı, özellikleri, nitelikleri doğru irdelenecek ve onunla birlikte oluşabilen hâfıza dahil, tüm ‘toplama’ ve ‘sentetik unsurlar’ aşılarak bilincin alanına girilecektir. Aksi halde o meditatif hâl’e erişebilmek mümkün olamaz.

Meditasyonda sadece yolları ve seçenekleri göstermek doğru ve yeterli olup kimseye bir meditasyon modeli ve yöntemi dayatılmamalıdır. Tek tip ve herkes tarafından benimsenmesi istenen bir meditasyon biçimi olamaz; hiçbir gerçek usta da öylesi bir yöntemi dayatamaz, dayatmamalıdır; dayatansa zaten usta değildir. Örneğin omurganızı yoran, başağrısı veya uyku getiren, dizlerinizi ve eklemlerinizi zorlayarak size yeni sorunlar çıkaran, dikkatinizi dağıtan, kitaplardaki zoraki başlangıç egzersizleri ve uygulamaları sizin zaten o yolda ilerlemenize engel olacaktır.

Meditasyon, içimizdeki o sınırları olmayan potansiyelin harekete geçirilmesidir. Tek başına bir sorun çözme yöntemi değildir; ama sizi sorunların çözülmesine uygun ortama eriştirir. Bir karar verme işlemi değildir, ama sizi doğru kararlar vereceğiniz duruma hazırlar. Yani meditasyon, sanıldığının aksine pasif değil aktif, varoluşla uyumlu ve dinamik bir süreçtir. O nedenledir ki modern insanın çağdaş yaşamına uygun yeni, daha aktif ve dinamik olan ‘meditasyona başlangıç’ yöntemleri geliştirilebilmiştir. Her tür iyilik ve şifa, evrensel bilincin, nedenselliğin ve diyalektiğin sonucu, ayrıca karmamızın ürünü olarak meydana gelecek; gücü ve etkisi oranında artacak ve yayılacaktır. Bu yolda değişim ve tekâmül arzusu, başlangıç için önemlidir, aynı zamanda olumlu iradenin yansımasıdır. Ancak sonrasında, her şey zamanı geldiğinde ve tedricen gerçekleşecektir. Çünkü artık ‘yol’da yürümeye başlamışsınızdır ve önemli olan da budur. Kaldı ki aslında meditatif bir sürece girmeden feng shui’yi, reiki’yi veya tai c’hi’yi… de doğru uygulayamazsınız. O nedenle meditasyona yardımcı olmak üzere önerebileceğimiz diğer fiziksel egzersizler yürüyüş, aletsiz aerobik, cimnastik, yüzme, tai c’hi, bazı savunma sporları, masaj… ve temel olarak da kuşkusuz, her zaman yoga’dır.

Bütün meditatif yollar, ‘kendini bilme’ için uygun ve etkili çözümler olabilir. Çünkü gerçek bizdedir, o gerçeği zihnin karartmasından kurtarabilmek de elimizdedir.

Meditasyondan önce bedeni ve zihni kısmen hazırlamalıyız.

Bedenin hazırlığı, onun gerçek ihtiyaçlarının karşılanmasına yöneliktir. Yeterli ve uygun beslenme, düzenli ve nitelikli uyku, hafif bir egzersiz… gibi. Zihinsel hazırlık içinse en yararlı yöntem ‘dua’dır.

Bedeninizi zorlamayacak uygun bir oturuş biçimi, gerekirse konsantrasyona yardımcı olabilecek ama dikkati de dağıtmayacak bir obje; koku, tütsü ya da çok hafif bir müzik; başlangıç için nefes egzersizleri ve nefesin sayılması; gözler yarı kapalı halde iken nefes desteğinde önce derin düşünceye, yoğunlaştıktan sonra da düşünceleri izlemeye geçiş… Önemli rehberlerin tavsiyelerine kulak verme; ardından onların da sebest bırakılması; sevgi-şefkat-merhamet’in doğasına yaklaşma; önce ‘düşünmeme’yi düşünme, sonra eğer başarabilirsek onu da düşünmeme; zihnin tamamen serbest bırakılarak aşılması… ve sadece ‘izleyici’ olma. Bu aşamanın başlarında geçmişin büyük bilgelerini, yogilerini, meditasyon ustalarını hatırlayabilirsiniz; onları övgü ve saygıyla anabilirsiniz, yanınızda olmalarını isteyebilirsiniz; bu arada birilerini ‘bağışlayabilirsiniz’ de…

Sonraki aşamalar, süreç ya da farkındalıkların seyri, sıra gözetilmeksizin şunlar olabilir: Dinleme, sessizlik, düşünmeme, aldırmama, tanıklığın sürdürülmesi, ruhsal farkındalık, boşluk, kapısız kapı, yokluk, giderek isim-şekil-hareketten soyutlanma, dinginlik hâli, varoluşun davetine karşılık verme, ânı yaşama, huzur, sonsuzluk…

Bu sırada kundalininiz harekete geçebilir, ki bu konuda geçmişte belirli bir mesafe almışsanız zaten harekete geçer;… nadiler ve çakralarınız arasında iletişim başlayabilir. Buna da takılmamalı, sadece izlemelisiniz. Böyle bir durumu farkederseniz bir sonraki meditasyonunuz ‘çakra-nadi-kundalini’ hazırlığından geçen ve kundalini/ajna çakra ağırlıklı, yani bu konulara yoğunlaşmayla başlanacak bir modele dayandırılabilir. Böyle bir uygulama, ruhsal merkezleriniz ile enerjinin yoğunlaştığı merkezlerin uyarılıp etkinleştirilmesi bakımından da yararlı olacaktır. Unutmayınız ki, “Bir dalışta inci bulamazsanız, bu, okyanusun kusuru değildir” (Sri Gyanamâta).

Başarılı ve yüksek nitelikli meditasyon deneyimlerinin sıklaşması, kişinin artık hem meditatif yaşama âşinalığının hem de giderek bütün yaşamını meditasyona dönüştürme becerisine sahip olabileceğinin göstergesi olarak kabul edilmelidir.

Meditasyonun denenmemiş olduğu yaşam, bir türlü uyanık olunamayan, zihnin aşılamadığı, sürekli yanılgılarla çepeçevre ve bir anlamda gerçekliklerin uzağında kalmış, sıradan ve rüya halindeki bir yaşam demektir.

Meditasyon, şeylerin, olayların ve dünyanın bambaşka bir biçimde kavranmasıdır; ama kavranma kastı olmaksızın, ona aslâ koşullanmadan, sadece özgür ve cesur bir tanık hâline gelerek, en saf biçimde kavranmasıdır. Özgün doğasına dönerek, süreksizliğin idrakinde, düaliteyi aşmış ve nedenselliğin farkında olarak kavranmasıdır.

Meditasyon grupları, ancak o gruba katılan herkes gerçekten meditasyon durumuna gelebiliyorsa son derece yararlıdır. Gerçek ‘grup meditasyonu’nun etki ve sonuçları hiçbir biçimde tahmin edilemez.

Çok uzun zamandır ‘dışarıda’ yaşıyorken içsel doğamıza dönebilmek, oradaki ışığa erişebilmek, onu ortaya çıkarmak ve onun aydınlığıyla hem içsel hem de dış dünyayı doğru görüp anlamak, o farkındalığa erişebilmek ne az birşeydir, ne de söylendiği kadar kolay gerçekleştirilebilir. Meditasyon sürecinde genellikle ilk farkedilebilen değişiklikler, tevazuda ve hoşgörüde artış olmaktadır.

Özetle meditasyon, uyanıklık hâlinde tüm bağlardan ve bağımlılıklardan kurtularak tam gevşeme ve böylelikle bilince yönelerek farkındalığınızın açığa çıkarılmasıdır. Bunları sağlamayan hiçbir çaba ve egzersiz gerçekte meditasyon değildir.

Her biri, üzerinde yoğun biçimde düşünülecek konular olabilen birkaç genel doğru ile devam edelim:

. Ego’nuz güçlüyse o sizi yönetiyor demektir; aksi olursa siz onu.

. Yoganın meditasyona yararı, hem bedensel hem de zihinsel gerilimi giderek azaltmasındadır. Zaten bu her iki tür gerilimden kurtulmadıkça farkındalığa erişebilmenin olanağı yoktur.

. Kastettiğimiz evrensel süreklilik, süreksizliklerin durmaksızın süregeldiği süreklilik hâlidir. Evrensel akışın ve varoluşun süreci böyledir.

. Bugün öylesine önem verip aşırı derecede ciddiye aldığınız herhangi bir şey veya olay yarın, üç ay sonra, gelecek yıl veya on yıl sonra sizin için acaba ne kadar önemli ve değerli olabilecektir. Her şey durmaksızın bir başka şeye dönüşürken…

. Gerçekte basit ve önemsiz olan bazı şeylere yaşamınızda hak etmedikleri kadar önem ve değer verirseniz, gereğinden çok fazla ciddiye alırsanız yaşamın anlamını kaybedebilir, yaşam kalitenizi yapaylıklarla bozmuş ve mutlu olabilme potansiyelinizden uzaklaşmış olursunuz. Kalbinize, gerçek-kendi’nize giden yol bu değildir. Yani bir yandan tutkularına kapılan, zihinsel ve ayrıştırıcı bir yaşam anlayışına sahip iken, diğer yandan örneğin, kalp çakrasını açmaya ve aktif hâle getirmeye çalışmanın yararı olmayacaktır.

. Yerçekiminden uzaklaşamayız, kaldı ki gerekmez de; ama tüm bu yapay değerlerden ve değer yargılarından, onların çekim alanlarından uzaklaşabiliriz; üstelik bu gereklidir de. İçinde yer aldığımız ‘tüketim toplumu’ ve onun yapay değerleri mutsuzluklarımızın önemli bir bölümünün kaynağı durumundadır.

. Bugün maalesef mutsuz insanların çok büyük bir çoğunluğu gerçekte farkındalık noksanlığından muzdariptir. Dışarıdaki gerilimi çok kolay benimsiyor ve içselleştiriyoruz; o durumda ise doğrudan içimize bakamaz hâle geliyoruz; sürekli rekabet içinde olmaya koşullanıyor ama bu anlamsız çabanın mutsuzluk nedeni olduğunu bir türlü farkedemiyoruz. Yaşamımızı anlamlandıramıyor, dolduramıyor, sonra da kalkıp gerçekte basit, değersiz ve geçici şeylerde doyum arıyoruz. Ulaşamazsak mutsuz oluyor, ulaşıp elde edebilirsek bu kez de onların ne kadar önemsiz ve değersiz olduklarını farkedip düşkırıklığına uğruyoruz. Belki de o nedenle kimi tantra ustaları, önce hayattan her fırsatta olabildiğince zevk almayı, sonra da oturup üzerinde düşünmeyi tavsiye ediyorlar.

. Dikkatle bakıldığında tekâmülün de, onu sağlayacak olan farkındalığın da temelinde stresten ve şiddetten uzaklaşma olduğu görülecektir.

Şiddetsizlik (ahimsa) kişinin önce kendisine şiddet uygulamaması ile başlar. Buradaki ‘şiddet’ sadece fiziksel anlamda anlaşılmamalıdır. Ruhsal ya da psişik şiddet de en az bedensel veya fiziksel şiddet kadar önemlidir. İnsan, fiziksel bedenini olduğu gibi ruhsal bedenini de gözetip sakınmalıdır. İyi davranma aynı zamanda doğru davranmadır; yani zararlı etkilerden sakınmalı, bedensel ve ruhsal sağlığını korumalı; fiziksel ve ruhsal yapısını doğru işlev görebilecek biçimde yararlı ve gerçekçi besinlerle desteklemelidir. Esasında tüm olumlu düşünceler, pozitif heyecanlar; âdil, hoşgörülü ve barışçı olabilme ancak doğru işleyen akıl-zihin-beden ilişkisiyle mümkün olabilir.

. Doğru meditasyonda, meditasyon yaptığınızı dahi unutursunuz; çünkü meditasyon gerçekte ‘yapılacak bir şey’ değil, ‘yaşanacak bir hâl’dir.

. Gevşemek gereklidir, ama henüz yolun çok başında ve hazırlık aşamasında olduğunuzu gösterir. Zihne dolan düşünceler de iyidir, ama koyverilip gitmeleri için, hattâ zihnin onlardan bir süreliğine temizlenmesi için, geçmişin anılarının silinebilmesi için gerekli ve iyidir.
Meditasyon, zamanın ve mekânın ötesindeki ‘sonsuz şimdi’ye ulaşmak için başlangıçta zamanı da mekânı da kullanacaktır. Nihai amaç zaten bu sınırlamaları ve kısıtlamaları, onları deneyimleyerek aşmaktır; varolduklarını bilip, doğalarını ve yapay etkilerini anlayarak yine de onlara takılıp kalmamaktır. Yukarıda belirttiğimiz gibi tantrik anlayış biraz da bu demektir. Madde bağımlılarına uygulanan tedaviyi hatırlayınız; uyuşturucuyu bir anda kesmezler, dozunu tedricen azaltırlar.

Sizin de amacınız sadece bedensel gevşeme veya zihinsel yoğunlaşma, ya da derin düşünme ise meditasyon için uğraşmayın; böylesi bir çabaya da yanılarak veya yanıltarak meditasyon adını vermeyin. Hem anlamı yoktur, hem de öylesine basite indirgenmiş bir çabanın başarılı olması ve gerçek amaca ulaşması mümkün olmayacağından, boşuna vakit kaybı olur…

. Meditasyon bir bakıma gerçek tekbaşınalığın da önem ve değerinin kanıtlanmasıdır. Çünkü kalabalıklarla iç içe iken, öylesi bir ortamın yanıltıcı etkileri nedeniyle bilince veya tanrısallığa giden yol uzatılmış, sanal fakat gerçekmiş gibi benimsenen engeller nedeniyle olabildiğince dolambaçlı hâle getirilmiştir. Halbuki hepimiz Varoluş’un çocukları olmamıza karşın, öyle görünüyor ki olumsuz ve yanıltıcı dış etkenler nedeniyle bu şuurun uzağında kalmışız.

Duyularımızın niteliği kişiden kişiye değişir, kapasiteleri ve sınırları da aşağı yukarı bellidir. Fiziksel oldukları için belli bir yerden sonra daha fazla geliştirilemeyecekleri gibi dışsal olduklarından gerçek anlamda yetenek de değildirler. Oysa ki sezgi geliştirilebilir, kalitesi artırılabilir; çünkü o yetenektir, halüsinasyon ve koşullanma ile karıştırılmadığı sürece doğrudan doğruya bilinçten gelir. Yani sezgi, zihnin olumsuz etkilerinden ne denli arındırılıp bilince yönlendirilebilirse o kadar gerçek bir bilgilenme yolu olabilir.

Tanrısallık da yetersiz ve üstelik koşullu olan fiziksel duyularımızla değil, aynı şekilde gelişmiş sezgilerimizle anlaşılabilir. Zira bilinçsellikte üst-bilince ancak doğru yönlendirilmiş, olgunlaşmış ve geliştirilmiş gerçek sezgiyle erişilebilir.

Meditasyonun kalitesini belirleyen ya da etkileyen pek çok unsurdan sözedilebilir. Bunlardan birisi sürece veya sonuca koşullanma ve böylesi bir koşullanma nedeniyle de süreç ya da sonucun doğallığından uzaklaşmış olmakla meydana gelebilecek olumsuz etkilerdir.

Herhangi bir bedensel özelliğe veya bedenle algılanabilir duyuma odaklanmak zamanla bütünleşmemizi engelleyecek; geriye meditasyon değil de sadece fiziksel bedene veya onun bir özelliğine yoğunlaşmışlık kalacaktır. Çünkü böylesi bir durumda artık o yapaylığı sürdüren ‘sınırlanmışlık’ söz konusudur. Bu da takdir edersiniz ki meditasyon değildir, olmayacaktır.

Meditasyon konusunda piyasada bolca bulunabilen, veya gazete ve dergi eki olarak verilen kitap ve broşürlerin pek çoğu yanlış ve yanıltıcıdır.

‘Meditasyon tekniği’ vermek kolay bir iş değildir; ancak ustalara mahsus bir özellik olsa da, yine de herkese veya her gruba uyabilen bir teknikten sözetmek doğru olmaz. O nedenle bunların büyük çoğunluğu sadece konsantrasyon alıştırmalarına takılıp kalan genel tavsiyelerden öteye gidememişlerdir. Ancak sizi iyi tanıyan, genel zihinsel yapınızı doğru çözümlemiş olan yetenekli bir eğitmen veya öğretmen, usta, size uygun olduğunu düşündüğü bir yolu ya da yöntemi başlangıç için önerebilir; gerektiğinde değiştirebilir veya üzerine başka uygulamalar ekleyebilir.

Daha yeni tanıştığınız bir eğitmen, talebiniz üzerine sizi hemen meditasyona başlatabileceğini, öğretebileceğini söylemişse o atelyeyi, aşramı (adı her neyse) hemen terkediniz.

Bugün maalesef sözde meditasyon sitelerinde bu kavramın alt başlığı ‘derin düşünme’ olarak yer alıyor. Kimi zaman ‘yin’ ve ‘yang’ sembolleriyle de süslüyorlar veya manşete ‘Om’ konduruyorlar ki, bundan büyük aldatmaca olamaz. Zihnin izleyicisi olmayla başlayan meditasyon, zihnin bütün ağırlığıyla işin içinde olduğu ‘derin düşünme’ süreciyle nasıl özdeşleştirilebilir?

Meditasyon kulüplerinin kurulduğunu görüyor ve bundan tabii ki sevinç duyuyoruz. Ancak bunlar ‘kanarya sevenler’ gibi, ya da mahalle arası ‘semt kulüpleri’ gibi sözde arınma ve bilince yönelme kulüpleri olmamalıdır. Çoğu yerde meditasyon giysi ve aksesuarları, çeşitli kitaplar, müzikler, videolar, mumlar, tütsüler, kokular, objeler, hattâ seyahat setleri… hayli yüksek fiyatlarla satılıyor. ‘Müşteriler’ de memnun mütebessim, aydınlanmaya başladıklarını, giderek ‘ruhanî’ bir yaşama entegre olduklarını düşünerek; gerçekteyse aldanarak yaşamaya başlıyorlar…

Derken bu tür aşramların bazılarında işin içine ‘yüksek varlıklar’ karışmaya başlıyor. İşte yine kendi kendinin aşağılanması, yine üstü kapalı bir dinsellik, yine sözde ve bozulmuş metafizik… Aslında eski tas, eski hamam. Yani yine mahpushanedesiniz, ama ancak duvarların boyasıyla gardiyanlar değişmiştir. Hepsi o kadar. Oysa ki meditasyon çaba göstermek değil, son tahlilde her türlü çabadan da kurtulmuş bir dinginlik hâlidir. Peki zihin böylesine etkinken (örneğin derin düşünürken) bunu başarabilir misiniz? İmkansızdır… Yani dikkatin toplanması ve konsantrasyon, yukarıda da belirttiğimiz gibi meditasyonun henüz ve sadece birinci aşamasıdır. Ama medyatik meditasyon ya da piyasa meditasyonu işte tam da bu aşamada sonlandırılmaktadır. Oysa ki onunla hiçbir yere varılamadığı gibi, aksine zihin alabildiğine ön plana çıkarılmış, hattâ zihinle özdeşleşmiş olunmaktadır. Gerçekteyse bu aşama ancak ve sadece, henüz zihni devreden çıkarmadan önceki kontrol altına alma, ehlileştirme, onu bir bakıma yorup sınırlayarak zaptetme aşamasının başlangıcıdır. Bir de kendilerini ve basit uygulamalarını savunurken kalkıp ‘yorumlama farkı’ diyorlar. Oysa, bilinmeyen birşey nasıl yorumlanabilir? Dahası, ‘ben buna meditasyon diyorum’ derseniz o sadece sizin yanılgınız olur; ama yine de kendi yanılgılarınızla başkalarını yanıltmaya hakkınızın olmaması gerekir. Eminiz ki bu kişiler, “meditasyonda ‘zihnin ve düşüncenin aşıldığı farkındalık konumuna erişilmelidir’..” denildiğinde hiçbir şey anlamayacaklardır. Hayatlarında bir kez bile meditasyonu deneyimlememiş olanların, son zamanlarda ortalıkta mantar gibi türeyen ‘meditasyon eğitmenleri’nin kalkıp bir de bu konuda ‘ders vermeleri’, meditasyonu ve tekniklerini sözde ‘öğretmeleri’, bu yolda insanları ‘eğitmeleri’ ne kadar komik ve onun da ötesinde ne kadar beyhude ve hazindir.

Kimi zaman meditasyonu, toplumdaki yaygın dinsel inançlarla ‘uyumlulaştırma’ çabasına girenleri görüyoruz, ki bu da son derece anlamsız, yanıltıcı ve sakıncalıdır. Örneğin, islamda meditasyonun ‘zikir’ halinde varolduğunu söylemek, ne kadar iyi niyetli olsa da yine eksik ve yanlış bir yorumdur. O sırada bir hedefe yönelinmiş ve o yolla zihnin etkinliği tam aksine artırılmış olduğundan, zikirin meditasyon sayılması kabul edilemez. Tanrısını kişileştirmiş olan hiçbir organize dinde meditasyon kültürü olmadığı gibi skolastik islamda da yoktur. Sufî meditasyonu belki bir ölçüde ‘mantra meditasyonu’nun başlangıç aşamasına benzetilebilir. Ama yine de koşullu iman, yani katı kurallarla çerçevesi çizilmiş şekilsel inanç, özgür meditasyonla hiçbir biçimde bağdaştırılamaz. Zaten sufî meditasyonu hakkında, onun içine girmeden konuşmak da doğru değildir. Hem yazımızın konusu bu olmadığı hem de sufîlerdeki meditasyona hazırlık çalışmalarının ardındaki uygulamalar her gelenek ve anlayışta büyük ölçüde farklılıklar gösterip son derece karmaşık olduğundan burada değinmeyi uygun bulmadık. Ayrıca bu gelenekler, o çalışmalara ibadetlerinin bir parçası gözü ile baktıklarından ve bütün bunlar ‘kapalı’ çalışmalar olduğundan ‘alenîlik kazanması’nı da arzu etmemektedirler.

Yine de koşullu iman, yani katı kurallarla çerçevesi çizilmiş ve sonuca odaklanmış şekilsel inanç, özgür meditasyonla hiçbir biçimde bağdaştırılamaz.

Kimi aşramlarda, eğitmenler meditasyona önce doğru ya da doğruya çok yakın bir tanımlama ile başlasalar da, daha sonra hinduizm etkilerinin açıkça gözlemlendiği ve adeta o inancın propagandasına yönelik bir eğitim programı sürdürebiliyorlar. Öyle ki, zamanla ‘tanrı’ derken bile kastettikleri hindu inancının kişileştirilmiş tanrıları olup çıkıyor.

Şunu sormak gerekiyor: “Siz sadece, o başkalarına hoş görünmeye çalıştığınız fiziksel bedenininizden ibaret misiniz?”; ya da bir başka ifadeyle sadece aynadaki görüntünüz müsünüz? Fiziksel alımlılık ve estetik tamam da (‘güzellik de bir varlıktır’), içinizde başka neler var? Kendinizi nasıl tanımladığınızın, nelerle sınırlandırdığınızın ya da kısıtladığınızın farkında mısınız? Peki ya bilemediğiniz bir şeylerin farkında olabilmeniz mümkün müdür? İşte onu bulabilmek, ona erişebilmek için konsantrasyon da, derin düşünme de yeterli olmayacaktır.

Bu konuda bir de spiritüalistlerin yorumları var: Ruhçuların ve bir kısım neo-spiritüalistlerin meditasyon dedikleri uygulamalar, sadece ruhsal bedeni ve onun ilişkilerini ön plana çıkarabildiği için yanlış ve yönlendirilmiş bir çabadır. Oysa ki doğru meditasyon bir bakıma çabasızlıktır, kendiliğindenliktir. İnsanın saf kendisi olabildiği hâlin hazzına varabilmek olduğundan ‘koşulsuz farkındalık’tır. O nedenle, onlarınki gibi ‘güdümlü’ bir eylemde, tüm eksik ve yönlendirici uygulamalar ‘tekniğe’ ve ‘ritüele’ dönüştürülmüş olduğu için, spiritüalistlerin meditasyon teknolojileri (!) de, onu sistemleştirme ve kalıba sokma çabaları da tümüyle yanıltıcıdır.

Diğerleri ne kadar yanlışsa, ibadet yerine konulan tüm meditatif çaba ve uygulamalar da temelinden yanlış ve boşunadır.

Özetlersek; başlangıçta meditasyonun sadece yoğunlaşma olmadığı gibi derin düşünme de olamayacağından sözetmiştik; ama onlarla başlaması doğaldır, gereklidir. Bu aşamalar geçilmeden bütünleşme yoluna girilemez. Bütün meditasyon öncesi yöntemler (koku, ışık, objeye odaklanma, zikir, mantra… ve bunlara ilişkin konsantrasyon çabaları) ancak ve sadece birer hazırlıktır; zihnin sükûneti için gereklilik veya tercih seçenekleri olabilirler. Ama bu yolda çoktan belirli bir aşama kaydetmiş, yeterli beceriyi yani meditatif zihne daha kolay erişebilme yeteneğini kazanabilmiş olanlar için gereklilikleri kalmamış da olabilir. Çünkü böyle kişiler ya sürekli ‘uyum’ içindedirler, ya da uyum hâline kolayca geçebilirler.

Gerçekte ‘yapılan’ ya da ‘ortaya çıkan’ şey meditasyon olsun veya olmasın, meditasyona başlangıç için çok çeşitli modellerden söz edilebiliyor. Örneğin hindu meditasyonları, tibet meditasyonları, aktif meditasyonlar, transandantal meditasyon (ki gerçekte meditasyon değildir), taocu meditasyon ve zen meditasyonu… gibi. Bir de biçimsel olarak farklılık gösteren türler vardır. Yürüyüş meditasyonu (kinhin), uyku ve rüya meditasyonları… gibi.

Meditasyon bir bakıma, önceliğin fiziksel bedene, üç boyutlu meddesel evrene ve zihne verilmiş olmasından kaynaklanan kısıtlamaların ve onlara bağlı sorunların üstesinden gelinmesi, o sınırların aşılmasıdır. Yani zihinden bilince yönelmedir. Başlangıçta kimsenin meditasyonu başka hiçbir kimseninkine benzemez, ancak ilerledikçe ortaklaşmalar söz konusu olabilir. O nedenle toplu haldeki meditasyonlar ancak frekansları ve meditasyon kaliteleri ile erişim kapasiteleri birbirine yakın kimselerin birlikteliği ile gerçekleştirildiğinde ortaya nispeten homojen bir enerji çıkar; ve o tür homojenleşmiş enerjinin yoğunluğu hissedilebilir hâle gelir. Aksi halde kimse kimsenin içinde bulunduğu, ya da içine girdiği ‘hâl’i anlayamaz.

Meditasyonun önceden belirlenmiş bir amacı yoktur, olamaz. Çünkü ‘amaca yönelik’ meditasyon öznelleşmiş ya da ibadetleştirilmiştir; bu da ancak amaca ya da kastedilen her ne ise ona ‘koşullanma’ olur; ki o zaman da gerçek meditasyon olamaz. Yani ‘bir şey için meditasyon yapılamaz’. Tıpkı sevginin, şefkatin, merhametin veya bilgeliğin karşılığının gözetilememesi gibi, aynı durum meditasyon için de söz konusudur.

Düzenli meditasyon zihni eğitecek ve bu sayede varlığımızın bilince yönelebilmesine olanak sağlayan ortamı oluşturacaktır.

Size çok çeşitli, hattâ ‘kolaylaştırılmış’ meditasyon tekniklerinden sözedenler, onları kıyaslayanlar, kategorize edip birini diğerinden üstün tutarak çeşitli tavsiyelerde bulunanlar olabilir. Oysa ki önemli olan tekniğin kendisi değil, başlangıçta herhangi bir uygulamanın ‘size uygunluğu’dur. Genel doğrular; çakraların ve kundalininin işlevlerini doğru yapabilmesi için yeterince dik ve doğru oturma, düzenli nefes, başlangıç için odaklanma, sükûnet, düşüncelerin önce serbest sonra da umursanmayarak kendi hallerine bırakılması, nihayetinde tüm düşüncelerden kurtulma, zihnin tamamen aşılması ve ‘tam bir tanık olma durumuna erişebilme’dir. Bu süreçte hiçbir şey ‘görmeye’ ya da ‘duymaya’ koşullanılmaması, hiçbir şeyin ‘beklenmeme’si yeterlidir. Sonrası…, sonrası tamamıyle gelişmenize ve farkındalığınıza bağlıdır.

Meditasyon sırasındaki kişisel deneyimlerin farklılığına da hazır olunmalıdır. Ama zamanla bütün farklılıklar ya kaybolacak ya da önemini yitirecektir. Sadece şu bilinmelidir, bir kez meditasyona oturduktan sonra şüphenin de korkunun da anlamı kalmaz. Öylesi bir ‘hâl’e erişmede mesafe alındıkça fiziksel bedenin bizce bilinebilen algı sınırlarının aşıldığı, bütün o kısıtlamaların ötesinde bir başka evrenin ya da boyutun daha mevcut olduğu farkedilecektir.

Zihinlerinin aşırı koşullanmışlığı ve içine düşürüldükleri derin korkular nedeniyle, hiçbir dinsel ya da ruhçu, gerçek meditasyon deneyimi yaşayamaz. Böyle birşey onlar için kesinlikle olanaksız olup, onlar ancak ve ancak konsantrasyon aşamasında takılıp kalabilirler. ‘Transandantal Meditasyon’cularla ‘Sahaja Yoga’cılar da aynı şekilde kendilerini hem ara hedeflere hem de sonuca koşullamış olduklarından gerçek bir meditasyon deneyimi yaşayamazlar; ve ancak başka bir şeye ya da şeylere, veya ‘biçimsel pratiğin kendisine’ yanlışlıkla onun adını vermekle yetinebilirler.

Gerçek bir meditasyon deneyimi yaşayabilenler zihinsel, ruhsal, eterik, astral… bedenlerinin fiziksel bedenle nasıl ve ne güçte bağlantılı olduğunu; fiziksel bedenlerindeki enerji yoğunlaşmalarını; kundalini ve nadi türündeki diger kanallarının ve enerji merkezlerinin varlığını; ve yavaş yavaş bilinçlenerek aydınlandıklarını farkedeceklerdir. Her farklı bedenin ve onlarla ilgili bağlantıların anlaşılmasıyla sonraki veya daha üst boyutlarla ilişkilerinin de anlaşılabilir hâle gelmesi, kaçınılmaz olarak o bedenler ve o boyutlar ile ilgili algılarının gelişmesini, bu sayede daha doğru ve gerçekçi iletişimler kurulmasını sağlamış olacaktır. Her çakra, her yoğunlaşma noktası, enerji kanallarının işlem kapasiteleri ve birbirleriyle ilişkileri, enerji akımlarının şiddeti; gelinen aşamaya, sürecin ne denli doğru işlediğine ve daha üst farkındalıkların algılanabilmelerine bağlıdır. Bu bir bakıma fiziksel bedenin de ‘şuurlanması’ demektir.

Meditasyonun amaçları arasında sayılmasalar bile (ki aslında belirli bir amaç yoktur), yan ürünleri de son derece önemli kazanımlar olarak ortaya çıkmaktadırlar. Bunlar, stresten uzaklaşma ve giderek kurtulma, gevşeyip rahatlama, özgüvende ve yaratıcılıkta artış, bazı psişik güçlerde kendiliğinden gelişme, sosyal ilişkilerde kolayca gelişim ve uyum sağlama, hattâ şifacılık… gibi kazanımlardır. Çünkü doğru meditasyon sadece zihinsel, ruhsal, eterik, astral… merkezleri değil, onların hem herbirinin kendi içindeki iletişimi ve farkındalığını hem de birbirleriyle ilişkisini düzene koyabilecek bir süreçtir.

Meditasyon çabalarınızın (ki yukarıda da belirttiğimiz gibi aslında çabasızlıktır) ardından neler hissettiğiniz, nasıl bir ‘mod’a girdiğiniz son derece önemlidir. Eğer çok daha dingin, hoşgörülü ve sevecen olabilmiş iseniz doğru yoldasınızdır. Hiçbir şey değişmemişse, örneğin hâlâ sabırsız ve telaşlı iseniz, yine kolayca öfkeleniyorsanız, eski korkularınız aynen duruyorsa; kısacası kendinizle ve çevrenizle olan ilişkilerinizde herhangi olumlu bir değişme ya da iyiye doğru bir farklılık oluşmamışsa; edimleriniz, çabanız, yönteminiz eksik ve bu nedenle yararsız olmuştur. Aksine daha da sinirli, tedirgin veya hoşgörüsüz olmuşsanız, ya da egonuzun güçlendiğine dair bir izlenim almış iseniz, bu defa da yaptığınız şey tamamen yanlış, ters etkileşimli, hattâ zararlı olmuş demektir. Yani o zaman yapmakta olduğunuz başka birşeydir, meditasyon olmamıştır. Zaten sıkça belirttiğimiz gibi, meditasyon ‘yapılacak’ birşey de değildir.

Israrla ‘pratik uygulama’ soran dostlarımıza şöyle bir ‘derin düşünme’ egzersizi önerebiliriz:

Meditasyona geçiş’ten önce, yoğunlaşma’dan hemen sonra, yani ‘derin düşünme’ aşamasında ‘Bön’ geleneğinde sıkça uygulanan ilginç bir ‘tibetan’ çalışma vardır. Önce en sevdiğiniz ama aranızdan ayrılmış, size çok yakın olan varlıklardan biri üzerinde derin ve ayrıntılı biçimde düşünmek…; sonra hâlen yaşayan ve çok sevdiğiniz ‘sizden’ bir yakınınızın artık hayatta olmadığını…; en sonunda ise kendinizin de hayatta olmadığınızı… Bütün bunları sırasıyla ve cesaretle deneyin, derin ve ayrıntısıyla düşünün, özgürce düşünün!… Dünyanın sevdikleriniz ve hattâ siz olmadan da nasıl dönmeye devam ettiğini; güneşin aynı şekilde doğup battığını; bitkilerin ve hayvanların büyüyüp serpildiğini; bütün canlıların gelip gitmeye devam ettiklerini ve bu arada günlerin, ayların ve yılların yine birbirini kovaladığını; yağmurların yağıp mevsimlerin her zamanki gibi değiştiğini; şehrin sokaklarında artık başkalarının dolaştığını; sizin çalıştığınız ya da tatil yaptığınız yerlerde artık başkalarının bulunduğunu; evrenin sevdikleriniz, siz ya da başkaları olmaksızın da bütün coşkusuyla değişip gelişerek evrimini sürdürmeye devam ettiğini düşünün…, düşünün…, tekrar tekrar düşünün…

Ama lütfen bütün bunlara duygusallıktan olabildiğince arınmış olarak yaklaşıp, salt mantıkla irdelemeye çalışınız. Birkaç denemeden sonra şefkatiniz ve merhametinizdeki artışı, belki biraz hayretle de olsa, olanca gerçekliği ile izleme fırsatını bulabileceksiniz.

Meditasyona geçişte kullanılan tüm objeler, mantralar, kokular, müzik, ışık… sadece başlangıç aşaması olan konsantrasyonu kolaylaştırma; daha sonra kendilerinden kurtulması gerekli olan zihni ve düşünceyi önce toplama amacına yöneliktir. Ancak öyle görülüyor ki pek çok kimse, atelye ya da aşram veya topluluklarda, tıpkı dinsel tören ve ibadetlerin şekilsel uygulamaları gibi, mediyasyon denildiğinde bu dışsal kolaylaştırıcılara takılıp kalmakta ve bir tür hazırlık aşaması sayılması gereken şeyleri meditasyonun koşulu ve belki de kendisi sayma yanılgısına kapılmaktadırlar.

Bizim meditasyondan kastettiğimiz öncelikle zihni sakinleştirip dönüştürebilecek ve gerektiğinde onu kolayca aşabilecek tekâmüle erişmektir. Bu başarıldığında zaten ruhsal gelişime de, ıstırapla başa çıkabilmeye de, içsel enerjinin çevrimine de ve bütün bunlar için gerekli olan huzur ve sükûnete de erişilmiş olunacaktır. Prensip şudur: Meditasyon hâlinde iken tüm yanılgılardan, yabancılaşmalardan, zihindeki tozlar ve kirlerden arınılır ve her defasında bir miktar tekâmül ve farkındalık artışı sağlanır. Ancak düzenli tekrarlarla arınmanın boyutu büyüyebilir; zamanla erdem ve bigelik yolunda tam arınma ve gelişme sağlanabilir.

Bir yerden sonra genel tavsiyeler arasında sayılan; gözlerin kapalı mı açık mı olacağının, ellerin konumunun, nefes alma biçiminin, mantra/zikir kullanılıp kullanılmayacağının, yoğunlaşma sürecinde koan mı mandala mı kullanılacağının, ses ve ışık gibi yardımcı ayrıntıların hiçbir önemi kalmayacaktır.

Doğu’nun çeşitli kadim gelenekleri dahi meditasyonu farklı yorumlamış ve farklı biçimlerde uygulamıştır. Ama sonuçta taoist ‘Büyük Sükûnet’, budist gelenekteki ‘Nirvana’ ve ‘Samadhi’, veya Zen izdeşlerinin ‘Yüksek Şuur’unun tümü de sonunda aynı kapıya çıkar… Yani bir bakıma tümü de özgür ve koşulsuz tanıklık içerisinde Varoluş’u hissetmeyle başlar, tekbaşınalığın ve varolmanın farkındalığıyla sürer; herşeyin kaynağı ve varoluş nedeni olan boşluk’la ilişkiye geçmeye, nihayetinde de en yüksek aşamada onunla ‘bir olma’ya erişilmiş olunur.

Meditasyonda ilerleyip deneyim kazandıkça hiçbir nesneye gerek kalmadığı görülecektir. Hattâ meditasyonu kolaylaştırıp sürecin olgunlaşmasına ve niteliğinin artırılmasında yardımcı olan inzivalar, perhizler… gibi zihni ve nefsi ıslah eden uygulamalar da terkedilecek ve o artık günlük yaşamın olağan bir parçası haline gelmiş olacaktır. Ama hangi tarz, yol veya yöntem seçilmiş olunursa olunsun, meditasyon sürecini kolaylaştırarak etkinleştirecek en temel unsur ve neredeyse onun vazgeçilmezi olan yöntem ‘yoga’dır.

Bilemeyenler ve deneyimlememiş olanlar çoğu kez basit ‘dikkat’i farkındalıkla karıştırırlar. Ama farkındalık, düşüncenin işin içine karıştırılmadığı, tek boyutlu zamanın ve onun etkilerinin ötesindeki bir idrak boyutuna geçerek daha üst anlayış ve varoluşun kavranması hâlidir. Bu meditatif hâlin de en etkili ve pratik hazırlayıcı unsuru yine ‘yoga’dır… Daha sonra dilerseniz ‘aktif meditasyonlar’ı deneyimleyebilir, uygulamanızı çeşitlendirebilirsiniz.

Dikkat ve sabırla uygulandığında yoganın, özellikle ileri aşamalarındaki fiziksel teknik ve eylemleriyle, bir bakıma tensel ve ruhsal tekâmülü bütünleştiren bir yöntem olduğu görülecektir. Yogadaki dışsal ya da görsel olan eylemler, içsel yaşamın düzene konulabilmesi için bir bakıma hazırlıktır, ama arınmanın olmazsa olmazı olan başlangıç aşamasıdır. Bu tür çalışmalar zihinsel dönüşüm için gerekli olan enerji üretimini ve kullanımını düzenler ve onlardan en üst düzeyde yararlanabilmek için gereken ortamı hazırlar. Tasavvuftaki ‘zikir’, ‘sema’, ‘murakabe’, ‘rabıta’ gibi uygulamalar, adına her ne kadar ‘tasavvufî meditasyon’ denmiş olsa da bilinen yedi aşamalı ideal meditasyonun ikinci ve üçüncü aşamalarına kadar olan seyri izler. Sonrasında zihinden tam anlamıyla kurtulma hedeflenmemiş olduğu için eksik kalır.

Buradan sakın sufî meditasyonunu küçümsediğimiz gibi bir anlam çıkarılmasın. Sufîlerin ‘âşikâr’ ettikleri, kendi meditasyonlarının biçimsel yönüdür; yani tıpkı Mevlânâ haftalarındaki semâ gösterilerinde olduğu gibi… Ama hepsi o kadar mıdır? Kesinlikle hayır. Sonrası için aralarına katılmak, onlardan birisi olmak, deneyimlerini paylaşabilmek gerekir. Namaz (salâh) da dıştan bakıldığında şekilsel bir ibadettir; ama onu yerine getirenin içinde neler oluştuğunu ya da o kişinin nelere vâkıf olduğunu bilemezsiniz. Esasında Hallâc’ın şu sözü çok şey anlatıyor da, anlayana… Tabii bunları kendi inancının kısıtlı ve zorunlu terminolojisiyle dile getirmiş olduğunu, o nedenle olabildiğince nesnel bir yaklaşımla değerlendirmeniz gerektiğini hatırlatarak aktarıyoruz: “İnsan, tanrıyı iki rekât namazla da bulabilir; yeter ki abdestini kanıyla alabilmiş olsun!”. Ya da Rabbanî’nin, daha öğrenci iken, kendisine hediye olarak kuru bir yaprak getirdiğinde, hocasının sorusu üzerine, “Hocam, diğerleri yaşıyordu ve hepsi de zikr’ediyorlardı!” deyişindeki anlamı kavrayamazlar… Çünkü bu aynı zamanda doğayla ve tüm yaratılmışlarla ‘bir olma’, ‘Varoluşa katılma’, birlikte hürmet duyup hep beraber ‘şükr’etme’ hâlidir.

Bunlar, klasik dinlerin kutsal kitaplarında rastlayabileceğiniz şeyler değil, ancak herkesin kendi başına erişebileceği erdem ve bilgelik hallerinin tezahürleridir… Zaten tasavvuf ehli de resmî söylemlerinde bir yere kadar gelip oranın ötesini ‘açmamış’lar, uluorta konuşmaktan kaçınmışlar, duygu ve düşüncelerini sadece en yakınları ile paylaşmakla yetinmişlerdir. Bu sınırı biraz olsun aşanlar dahi şer’î kuralları ihlâl etmiş sayıldıklarından tepki görmüşler, suçlanmış, tamamen biçimsel ve dışsal olan şeriat hükümlerine göre mahkûm edilmişlerdir (örneğin, Hallâc-ı Mansur, Ferideddin-i Attâr… ve daha pek çok tasavvuf ehli gibi). Yani dinsel şeriat bir yerden sonraki özgürleşmeye ve farkındalığa izin vermemiş, tekâmülü sınırlamış, önceden konulmuş esaslar ve katı hükümlerle çelişen ‘erişmişliğe’ engel olmuş ve pek çok sufîyi şeriat mahkemelerinde yargılayarak (ölüm cezası dahil) mahkûm etmişlerdir. Oysa ki hiçbir Doğu geleneğinde, inanç farklılıkları nedeniyle insan hayatına son verilebileceğine dair bir hüküm veya dinsel kural mevcut olmamıştır. Yani tasavvuf ehlinin tekkelere kapanması, tarikatlerin ardına sığınması, hattâ bazılarının ‘yeraltına’ çekilerek gizem perdesi ardına saklanmaları; Uzakdoğu’dakilerin aksine kendilerini gizleyip takibat ve cezalandırılmadan kurtulmak istemeleri nedeniyledir. Tabii bu durum zamanla kaçınılmaz olarak istismara müsait hâle gelmiş, bir kısım önemli ve yaygın dinsel cemaatlerin kimi zaman özgürlük, ama çoğu kez çıkar amaçlı olarak siyasal iktidarları etkileme, devlet yönetiminde daha çok söz sahibi olma çabalarına dönüşmüştür.

Yoga ve meditasyonun kısa zamanda gözlemlenebilecek olumlu etkileri fiziksel bedenimizle birlikte zihinsel ve ruhsal yapımızı da daha dengeli ve daha güçlü hâle getirmesidir. Düzenli yoga pratikleri ve meditasyon kişinin önce kendisine özen ve şefkat göstermesi demek olduğundan çevresi ve başkalarıyla ilişki ve iletişimini de kuşkusuz daha olumlu hâle getirecektir. Bu olumluluğun yardımseverlik, merhamet ve sevgi ile sürmesi doğaldır. Ama hep söylemişizdir, bütün bunlar sadece kitaptan okumayla ya da kendi kendine yapılacak pratiklerle başarılamaz. Mutlaka bir yere kadar yetkin bir ustanın rehberlik ve yolgöstericiliğine ihtiyaç kaçınılmazdır.

Meditasyon pratiklerine başlar başlamaz düşüncelerinizi zihninizden uzaklaştırmaya çalışmanın hiçbir yararı olmayacaktır. Bu durumda yapılması gereken şeyler; önce sükûnet, düzenli nefes alıp verme ve düşünceleri ‘izleme’ olmalıdır. Bunların herhangi birisine aşırı bir biçimde ve dikkatle önem vermek ve onlar üzerinde gereksiz biçimde yoğunlaşmak, arzu edilenin aksine düşüncelerin zihninize üşüşmesine neden olacaktır. Bu da üzerinizdeki baskıyı artırmaktan başka bir işe yaramaz. Ustaların meditasyon öğütlerini alıp dilimize çeviriyorlar; ama onlar genellikle meditasyonda mesafe almış, yani ilk aşamaları çoktan geçmiş olanlar içindir. Ayrıca dinsel bir ritüel gibi her gün aynı yer ve saatte, aynı giysiler ve aynı yardımcı aksesuarlarla, daha da önemlisi tanrı buyruğu gibi kendini mecbur hissederek meditasyona oturmanın, meseleyi törenselleştirmek gibi bir riski vardır. Bunlar ancak yeni başlayanların disiplinle çalışabilmelerini temin bakımından yararlı tavsiyeler olabilir. Yoksa, otobüste, trende, uçakta,… otelde veya tatilde de meditasyonu başarabilirsiniz. Üstelik törensellikten uzak olmanın rahatlığı ve doğallığı ile daha da başarılı olmanız mümkündür; ama tabii bir miktar ilerleyip beceri kazandıktan sonra… O tür yayınlarda tavsiye edilen meditasyondan, o metni yazanın dinsel inancına göre olması ve o sıklıkla yinelenmesi gereken meditasyon anlaşılmalıdır. Genellikle hindu veya budist dinadamlarının önerdiği meditasyon türleri veya sufîliğin başlangıç dönemleri için önerilen ve bir tür ‘mantra meditasyonu’ demek olan ‘zikir’ler de yine herkese uygun olmayabilir. İzlenecek yollardan size en uygun olanına ustanızla birlikte karar vermeniz gerekecektir. Tabii ustanızın da yukarıda sayılan inançlardan herhangi birisinin bağnaz veya tutucu bir izdeşi olmaması koşuluyla. Önerimiz; kesinlikle özgür ve tarafsız, size hiçbir din veya inanç sisteminin kalıplaşmış ve koşullu yötemlerini dayatmayacak olan bir usta ile çalışmanızdır. Eğer böyle birisine ulaşamıyorsanız Krishnamurti’nin, onun önerileri zor geliyorsa Osho’nun veya Roy Eugene Davis’in meditasyon konusundaki tavsiyeleriyle başlamanız uygun olacaktır. Hattâ ‘biraz hindu tarzından zarar gelmez, ben onları ayıklarım’ derseniz Saraswati’yi; sufî esaslı meditasyon deneyimlerini yeğlerseniz İnayet Han’ı önerebilirim…

Periyodik meditasyon ‘başlangıç’, sürekli meditasyon ise ‘inziva’ dönemlerinin yoğunluğu sırasında gerekli olabilir. Toplumsal, çevresel, ailevi ve mesleki sorumluluklarımız elverdiği ölçüde günün belirli saatlerinde meditasyon ya da meditatif bir hâle yönelmek kuşkusuz son derece yararlıdır. Ancak kendimize ayırabileceğimiz zamanlarda ve ibadete dönüştürülmediği sürece…

Meditasyonu bozabilecek pek çok şey olabilir. Örneğin gizli gevşeklik sıklıkla meditasyon sanılabilir. Zihniniz dağınıksa öncelikle toparlanması gerekir; nedeni, anılarınızın ve düşüncelerinizin meditasyon hâline erişmeye engel olması, dikkati dağıtıp zihni meşgul halde tutmasıdır. Aynı şekilde aşırı heyecan ve gereksiz coşku durumu da duyguları öne çıkarıp başka düşünceleri davet edecektir.

Doğru seçilmiş ve yeteri sıklıkta uygulanmakta olan bir yoga programının dikkat, hafıza, öğrenme kolaylığı, bilince yönelme… gibi süreçleri olumlu etkilediği, farklı beyin dalgalarının frekans sıklığı ile birlikte şiddet ve etkisini de artırdığı (ki bu da farkındalığın yolunu açan önemli bir etkendir) tıbbi ve fiziksel deneylerle kanıtlanmıştır. Bu da zaten ‘doğrudan kavrama potansiyelindeki artış’tan başka birşey değildir. Daha da önemlisi bu araştırmalar sonucunda üst düzey yogilerin (alfa, beta, gama, teta dahil) beyin dalgalarını kontrol edebildiklerinin ortaya çıkmış olmasıdır.

Özetle meditasyonun herkes için uygun ve doğru olabilecek bir formülü ya da hazır reçetesi yoktur ve işe birdenbire, hiçbir ön hazırlık yapılmaksızın medyatik, ‘kolay’ ya da sıradan meditasyon tekniklerini öğrenerek başlanmamalıdır. Böylesi yöntemlerle hiçbir yarar veya gelişme sağlanamayacağı gibi, ileride o âna kadar izlediğiniz formüller hakkında da meditasyonun kendisi hakkında da, olumsuz kanıya varmanıza; nihayetinde doğanın size verebileceği böylesine büyük ve önemli bir armağan üzerinde olumsuz kanaate vararak aksine ondan uzaklaşmanıza yol açabilecektir.

O nedenle önerimiz, bir an önce meditasyon hâline erişmeye çalışmak yerine, en azından başlangıç için bir süre ve bunların hiçbirisinin gerçek meditasyon olmadıklarını bilerek temel meditatif durum egzersizleri (dikkatin toplanması, duruş ve oturuşun düzeltilmesi, yoğunlaşma, derin düşünme, nefes ve mantra çalışmaları…) yapmak ve her birini yavaş yavaş geliştirerek, çalışmanın kalitesini tedricen artırmak olmalıdır. Yoksa farklı gelişim, erşim ve farkındalık aşamasındaki kişilerin aşramlarda topluca ‘meditasyona oturmaları’nın, zararlı olacağı söylenmese bile yararlı olduğunun kabul edilebilmesi de hayli güçtür. Kesin olan bir başka gerçek de yeni başlayanların eğitmenlere ya da ustalara ‘öykünmeleri’nin yararsızlığıdır. Çünkü o yolu herkes ‘tekbaşına’ yürüyecektir.

Gözleriniz kapalı veya yarı açık, elleriniz yanda veya önde, parmaklarınız temas halinde veya avuç içinde olabileceği gibi, dizleriniz veya bacaklarınızın konumu da sizi hem rahatsız etmemesi hem de rehavete kaptırmaması koşuluyla pekalâ farklı olabilir. Hiçbir şekilselliği tanrı buyruğu imiş gibi izlemenin mantığı da yararı da yoktur. Yani bu, hiç kimsenin kalkıp da ‘en iyi meditasyon yöntemi ve biçimi benimkidir’ diyemeyeceği bir bilince, varoluşun kaynağına yolculuk hâlidir.

Bütün bu açıklamalarımıza rağmen yine de “meditasyonun neleri içerdiği” sorulursa, herkes için farklı olmakla birlikte, genel süreci irdelediğimizde şunları sayabiliriz:

. Rahatlama, gevşeme

. Çabasızlık

. Yoğunlaşma

. Düşünmeme, sükûnet, dinginlik ve çabasızlık

. Doğru nefes alıp verme

. Zihni ‘düşüncesiz’ bırakabilmenin sürdürülmesi

. Bu süreçte zihnin giderek arınması ve zamanla düşünmenin de zihnin de ‘aşılması’

. Aşılan zihnin ‘bilince yönelerek’ olgunlaşması

. Arınma ve idrakin gelişimiyle oluşan “ân’da düşüncesiz-saf-farkındalık” durumu

. Doğal şefkat

. Feragat

. Erdem ve bilgelik

. Aydınlanma…

‘Aydınlanma’ zamana bağlı ya da zamanla ölçülebilir bir süreç değildir. Hele reçetesi aslâ yoktur. Bazen (eski bir haiku’da denildiği gibi) “Fuji Dağı’na yavaş yavaş tırmanan salyangoz misâli sürer”, bazen de “âniden çakan bir şimşek gibi belirir”. Yeter ki aydınlanmaya koşullanılmamış olunsun. Yani her ikisi de mümkündür.

Bütün bunlarla birlikte, pratikte daha ileri düzeylere erişildiğinde, zaten kundalininiz beşinci çakradan altıncıya taşınabildiğinde düşüncelerin yavaşlatılması çok daha kolaylaşacak ve nihayetinde duracaktır. O nedenle kadim öğretilerde Ajna Çakra’nın açılması meditasyonda en önemli aşama kabul edilmiştir. Nitekim başlangıç uygulamalarında çağdaş yöntem birinci ve altıncı çakraların birlikte harekete geçirilmesini gözetir.

Meditasyon, gerçekte ne olduğumuzu keşfedebileceğimiz olağandışı, daha doğrusu sıradışı bir araçtır. Oysa ki aslında ne kadar da doğal ve olağandır, ya da öyle olmalıdır… Çünkü o, sonsuz bir yaşamın parçası olduğumuzun anlaşılmasıdır; ve hiç kimse bunu kendi varlığının, gerçek-öz’ünün derinliklerine ulaşmaksızın farkedemez.

Nesnelerden, daha doğrusu onların üzerimizdeki etkilerinden, bilincimiz üzerinde bıraktıkları gölgelerinden kurtulmadıkça nesnel olabilmek mümkün değildir, başarılamaz.

Meditasyon, yaşamın bütünselliğinin kavranmasıdır. Herkes, içsel gelişimine bağlı olarak evrensel bilincin kendisindeki yansıması olan o kişisel özüne farklı erişim aşamalarında bulunur. Ayrıca herkesin ‘toplam karma’sı ve edimleri farklı olduğundan, özellikle başlangıçta meditasyonunun diğerlerinden nitelik bakımından bir hayli farklı olması kaçınılmazdır. Bu yolda ustalaştıkça farklılıklar da giderek azalır, ama hiçbir zaman kaybolmaz. Çünkü herkesinki de gelişir, değişiklikler gösterir; ve yukarıda da belirttiğimiz gibi her insan her zaman farklıdır, bir eşi veya düşünsel-davranışsal bakımdan tamamen bir benzeri yoktur.

Son olarak ifade etmemiz gereken şey, gündelik yaşamda meditasyonla kıyaslanabilecek, ona en yakın sürecin gerçek bir ‘aşk hâli’ olabileceğidir. Öyle bir hâl içinde iseniz yaşamınız değer ve anlam kazanmış demektir. O bakımdan önemli olan neye âşık olduğunuz, ya da olduğunuzu sanmış olmanız değil, aşkın kendisidir.

Aşkta bazen abartı olabilir; ama gerçek aşkta herşeye rağmen yalan, riya, kıskançlık, buyurganlık ve sahiplenme olmaz; eğer bunlar varsa zaten o aşk değildir, başka bir duygudur (doyum arzusu, tutku, mülkiyet hırsı, bir anlık susuzluk, idealler… vb). O nedenledir ki gerçek aşk bir tür meditasyondur; veya bir ölçüde, en alt düzeyde olanları dahi en azından meditatif bir durumdur. Gerçekten âşıksanız, ya da daha doğru bir ifade ile ‘aşk hâli içinde’ iseniz, biçimsel görünümlü başlangıç meditasyonuna gerek duymazsınız. Çünkü o vakit bütün yaşamınız meditasyon olmuş demektir.

Meditasyon, buradaki yaşamınızda başınıza gelebilecek en güzel ve en anlamlı şeydir. Ve o sadece meditasyona, Zazen’e oturarak gerçekleşemez..

Sevgi ve farkındalıkla kalınız.

A. Kerim Soley