ZİHNİ YEREL VE GÜNCEL OLANDAN VE “YANLIŞ”TAN TEMİZLEMEK

Tek kurallı bir din. Başka bir kural yok. Ama bu kurala her zaman ve her şartta uyabilmek çok zor. Bu nedenle, aslında uyulması gereken kural sadece bir tane olsa da, bu kuralı uygulayabilir hale gelebilmek için uzun, derin ve ciddi bir mesai gerekiyor.

En büyük düşmanımız aklımız. Tanrı’nın bizim deneyimlerimizden öğrenebilmesi için, özgür seçimler yaparak çeşitliliği arttırmamız gerekiyor, bunun için de akla ihtiyacımız var. Ama akıl hep sınırlı. Çünkü aklımız, insan yapısı. Sadece öğrendiklerimizden oluşuyor.

Evrensel olabilmek için, güncel ve yerel olan aklımızı da aşmamız lazım. Bu belki de Tanrı’sal akla ulaşabilmenin tek ve çok zor yolu. Binlerce yıldır, bir çok öğreti insanlara bunu öğretmeye çalışıyor. İnsanın aklından arınarak, kendi içindeki özü, ve aslında onu yaratan bütünü, yani Tanrı’yı bulabilmesi için, bir çok teknik, sistem ve metot var. Ama amaçları aynı, insanı güncellikte ve yerellikten kurtarmak, evrenselleştirmek…

Belli bir aşamada insanın kendisine aklının nasıl oluştuğunu sorması gerek. Düşünelim, aynı beden ve ruhla bile olsa, eğer doğduğumuz ülkede değil, Avrupa’da, Afrika’da ya da Pasifik’te başka bir ülkede doğsaydık, bambaşka bir insan olacaktık. Başka bir kültür tarafından şekillendirilen bambaşka bir zihnimiz olacaktı. Başka yemekleri ve içecekleri sevecek, başka şarkılarda hüzünlenip, diğer başka şarkılarda dans etmek isteyecek, başka fiziksel özellikleri çekici bulacak, ya da başka doğa manzaralarını beğenecektik. Daha da ilginç olarak, siyasete, devlet yönetimine, hukuka, evliliğe, cinselliğe, ve Tanrı’ya bambaşka açılardan bakacaktık. Yani aynı beden ve ruha rağmen, zihnimiz başka bir ülkede şekillendiği için tamamen farklı bir insan olacaktık. Buradan sonra sadece akıl sözcüğünü değil, akla zekânın da eklenmesiyle oluşan zihin sözcüğünü kullanacağım.

Başka bir ülkeyi bırakalım, kendi ülkemizin en merkezi veya en uzak noktalarında doğsaydık da çok farklı olacaktık. Hatta şehrimizin farklı semtlerinde, hatta yan evde doğsaydık bile, farklı bir zihnimiz olacaktı. Başka bir açıdan bakarsak, aynı evde ve aynı ailede, ama 15 yıl önce, ya da 15 yıl sonra doğsaydık, yine farklı bir zihnimiz olacaktı. Ufkumuz farklı olacaktı, hayatımızın en büyük kararlarını farklı bir şekilde alacaktık.

Bu yüzden öncelikle zihnimizin, doğduğumuz ve büyüdüğümüz zaman ve ortamın ürünü olduğunu anlamamız lazım. Bildiğimiz değer yargıları, doğrular ve yanlışlar, aslında sadece bizi şekillendiren zaman ve ortamın ürünü. Elbette bu, çeşitlilik amacına çok uygun, ve bizi birbirinden çok farklı oyunculara dönüştürüyor, ve Tanrı’nın kendisini daha iyi tanımasını sağlıyor. Ama bu oyunda bizim amacımız, kendi içimizdeki Tanrı’yı bulmak ve keşfetmek, bütüne yeniden kavuşmak. Ve tabii, tek kurala uyum sağlayabilmek. Bunu ancak zihnimizi, güncel ve yerel olan her şeyden temizleyerek yapabiliriz.

Bu temizlik, sevdiklerimizi, zevklerimizi, keyiflerimizi, kültürümüzü değiştirmez. Bu temizliğin amacı, diğerlerini yargılamayacak, yadırgamayacak ve reddetmeyecek bir hale gelebilmektir. Siz yine siz kalırsınız, ama diğerlerini de bütünün diğer parçaları olarak görmeye başlarsınız.

Çünkü, zihin aksini iddia etse de, “doğru” ve “yanlış” yoktur. Sadece Tanrı’nın diğer parçalarının yaptığı farklı seçimler vardır. Biz, doğduğumuz mekân ve zamanın norm ve standartlarıyla şekillenirken, “doğrular ve yanlışlar” öğreniriz. Sorun kendi yerel ve güncel “doğru” ve “yanlış”larımızı, dünyanın hatta evrenin anayasası zannetmeye başladığımız andır. Sanırız ki, sadece bizim için değil, herkes için “doğru” ve “yanlış”lar aynı. Herkes bizim güncel ve yerel değerlerimize göre yaşamalı. Ona göre seçimler yapmalı. Zihnimiz şartlanmıştır, diğerlerinin, en az bizim kadar aziz ve bizimkinden farklı seçimleri olabileceğini, hatta kesinlikle olacağını bir türlü kabul edemez.

O zaman amacımız doğrusuz ve yanlışsız olmak mı? Hayır, sadece “yanlış” bölümünden kurtulmak yeterli, hatta “doğru” bölümünü muhafaza etmek de lazım. Zaman içinde değişen “doğru”larımız bizi farklı yapan deneyimlerin anahtarıdır. Deney ve amaç için, diğerlerinden farklı, ve Tanrı’nın özgün bir parçası olmamız gerekir. Bu yüzden sizin seçimleriniz de muhakkak olmalıdır.

Doğu’da anlaşıldığı şekliyle tekâmül, hiçleşmek, ölmeden önce ölmek, aynadaki görüntüyü yok etmektir. Bu bazılarını, tamamen pasif ve edilgen bir rıza ve teslimiyete götürür. Hiçleştiğinizde “yanlış”lardan kurtulmak mümkündür, ama “doğru”larınızı da kurban etmeniz gerekir. Oysa deneyim zenginliği ve çeşitliliği için nefs de denen egonuzu yok etmeniz istenmez, sadece terbiye etmeniz yeterlidir.

Yani “doğru”larınızı kurban etmek yerine, onları başkalarından da beklemekten, ve diğerlerinin de sizin gibi olmalarını istemekten vazgeçmek, ama “yanlış” olmadığını, sadece farklı seçimler olduğunu kabul etmek gerekir.

Çünkü büyük amaç, deneyim zenginliği ve çeşitliliğini gerektirdiği için, hiç ya da yok olmak değil, diğer parçaları reddetmeden, yargılamadan ve yadırgamadan, kendi yolumuzda ilerlemek, bireysel amacımız için tek yoldur.

Tanrı’nın büyük okyanusunda bir damla olmak, pasif bir bekleme, iradesizce razı olmak demek değildir, okyanusu hareketlendiren dalgaların, akıntıların hepsinde damlacıkların bilfiil rol aldıklarını unutmamak demektir.

Pekiyi ama zihnimizi bu “yanlış”lar bölümünden, insanları ve kendimizi yargılamamıza neden olan kalıplardan nasıl temizleyeceğiz? Başkalarını ve kendimizi sürekli yargılıyoruz, bazen zihnimizde onlara ve kendimize en ağır cezaları veriyoruz. Kendimize çocuğumuzmuşuz gibi davranmak, kendimizi yargılamaktan kurtulmayı da içerdiği için, bu temizleme daha da önemli.

Modern bilim zihni incelerken bilinç ve bilinçdışı olarak iki farklı bölüme ayırır. Bilinç bildiğimiz ve farkında olduğumuz alandır, bilinçdışı ise farkında olmadığımız alan. Ancak bilinçdışı sözcüğü, bu temizleme aşamasında yetersizdir. Spiritüel açıdan bakarsak, bilinçdışını da iki bölüme ayırmak gerekir. Biri bildiğimizi bilmediğimiz alan, ki buna bilinçaltı diyoruz, ikincisi, bilmediğimizi bilir hale geldiğimiz alan, buna aşkın ya da üst bilinç diyoruz.

Bilinçli olduğumuz alanı temizlemek nispeten kolaydır. Modern bilim de, bir çok farklı zihin bazlı teknik de, telkinler gibi metotlar da, bizi sarmala alan, bir şeylerin yanlış olduğunu zannetmemize neden olan kalıplardan kurtulmamızı sağlayabilirler.

Oysa bilinçaltını temizlemek çok daha zordur. Çünkü bilinçaltında, bildiğimiz halde, bildiğimizin farkında olmadığımız alanda, hem sorunların teşhisi, hem de çözümü belirsizliklerle doludur. Üstelik, bilinçaltı, bir çok farklı katmandan oluşur.

Bildiğimizi bilmediğimiz alanda, öncelikle bu hayatımızda yaşadığımız, ama bilinçli olduğumuz alana kaydetmediğimiz veriler mevcuttur. Bir kokunun, anısı bilinçaltımıza kayıtlı olduğu için, neden olduğunu anlayamadığımız şekilde duygularımızı etkilemesi gibi… İkinci grup bilgi, yine bu hayatta yaşadığımız, ama daha çok travmatik ve psikolojik sebeplerle, unutmaya çalışıp, bilinçaltına gönderdiğimiz bilgilerdir. Bunlar ruhumuzda ve zihnimizde büyük sorunlara yol açmıştır, ve bilinç bunları bildiğini unutmaya çalışıp, bilinçaltına göndermiştir. Üçüncü grup bilgi, ailemizden gelen genetik bilgilerdir. Bugün bir çok modern çalışmada, bizden önceki nesillerin yaşadığı travma ve duyguların, bizim hayatlarımızı da etkilediği tespit edilmiştir. “Kader tekrarları” nedeniyle, bilinçaltındaki bilgilerin yönlendirdiği birçok insan ve aile, eski nesillerin deneyimlerinin, duygularının etkisiyle, bilinçleriyle yapmayacakları seçimler yapabilmektedir. Dördüncü grup bilgi ise, geçmiş hayatlarımızdan gelen bilgilerdir. Geçmiş hayatlarımızdaki bilinçler, yani bildiğimizi bildiğimiz alanlar, bu hayatta da bilinçaltımızda, açılmayı bekleyen dosyalar olarak mevcuttur, ve bu hayatımızı etkilemektedirler. Son olarak, eğer ruhumuz, sadece bu realite boyutunda ve dünyada değil de, başka yerlerde de Tanrı’nın deneyimini zenginleştirmek için başka bilinçli bir hayat ya da hayatlar sürüyorsa, o zaman bilinçaltı bu deneyimlerin bilgilerini de taşır.

Burada bu farklı katmanları temizlemek için teknikler önermeyeceğim. Çünkü hem çok teknik var, hem de önce temel bilgileri konuşmak lazım. Ama bilinçaltı temizlenmeden, bir insanın, sadece bilincini temizlemesi yeterli olmaz.

Bir çok insan olumlu düşüncenin sırrı gibi konularla, hayatlarını değiştirmeye çalışırlarken, aslında bilinçten çok daha büyük, ve aktif bir alan olan bilinçaltının frenlerinden habersizler. Para, hayırlı bir kısmet, ya da sadece huzur isteseniz bile, eğer bilinçaltınızda bunları engelleyen düşünce ve kalıplar varsa, bilinçaltı temizlenmeden, bilinçaltı olumsuz düşünmeyi bırakmadan, istediğiniz kadar bilinçle olumlu düşünün, isteklerinize ulaşmanız mümkün olmaz.

Zaten bilinçaltı temizlendiğinde, aslında istediğinizin ne olduğunu, materyal ve somut hedeflerin, aslında hangi temel ihtiyacınızı sembolize ettiği de netleşir. Ancak bu kolay değildir. Bilinçaltı temizliğinin şart ve zor olduğunu bilmek aslında yeterlidir, herkes bunun için kendisine en uygun yolları bulabilir. Ancak, bilinçaltının 4 bölümü de ayrı ayrı temizlenmelidir, son bölüm daha ileri bir aşamadır.

Üst bilinç, eğer bilinç ve bilinçaltı temizlenirse, kendiliğinden açılacaktır. Bu yüzden zihnin üst bilinç bölümü için ayrı bir çalışma gerekmez. Ancak yapılan en büyük hatalardan biri, özellikle bilinçaltı temizlenmeden, üst bilinç çalışmalarına başlanmasıdır. Çünkü bildiğinizi bilmediğiniz alan temizlenmeden, bilmediğinizi bilme çalışmalarına girerseniz, bilinçaltı size büyük oyunlar oynayabilir, kendinizi aradığınız hakikatten çok uzakta bulabilirsiniz…

Zihin bu şekilde temizlenirse, “yanlış”lar olduğu bilgilerinden tamamen kurtulabiliriz. Bizi farklılaştıran “doğru”larımızdan vazgeçmeden, bütüne yeniden kavuşabilmek için, kendi yolumuzda ilerlerken, başta kendimiz olmak üzere, kimsenin deneyimlerini durdurmaz, kimseyle çatışmaz, yargılamaz, yadırgamaz, ve reddetmeyiz.

Tek kuralı da ancak bu şekilde uygulayabilir hale gelebiliriz.

ZİHNİN ÖZGÜRLÜĞÜ

Zihin temizlendiğinde özgürlük başlar. Güncel ve yerel olanı aşabilmeye başlarız. Düşüncelerimiz ve duygularımız değişir. Bütünün parçası olduğumuzu bilme aşamasına geçeriz. Kendi doğrularımızı muhafaza ettiğimiz için, bireyselliğimizi korurken, ve deneyimlerimizin bileşkesinden öğrenen Tanrı’ya hizmetimiz devam ederken, yanlış olarak algıladıklarımızdan kurtulduğumuz için, Tanrı’nın başkalarının deneyimlerinden öğrenmesini de engellememiş oluruz.

Özgür bir zihin, cevaplara ulaşmaktan çok, daha çok soru sorabilmek demektir. Gerçeğe daha fazla açıdan, daha çok perspektifle bakabilmek demektir. Ancak zihnin özgürleşmesi, algıladıklarımızı ve farkında olduklarımızı değiştirirken, eski bilgilerimiz, alışkanlıklarımız, bağlılık ve bağımlılıklarımızı terk etmek gibi, sosyal açıdan büyük maliyeti olan bir dönüşüm yaratır.

Vazgeçmek çok zordur. Çünkü aslında mutsuz olsak bile, bildiğimiz sorunlar tarafından çevrelenmiş, güvenli bir alanımız vardır. Burası bizim güvenli hapishanemizdir. Dışarıda özgürlük, mutluluk ihtimalleri olsa da, anahtarı cebimizde olan hapishaneden çıkmaktan korkarız. Çünkü dışarıda yeni sorunlar, uyum sağlama çabası içinde yorulacağımız yeni bir dünya, ve ayrıca, mutsuzluk ihtimalleri vardır. Dertsiz başımıza dert açmayı, maddi olarak daha iyi bir standart vadetmeyen, maceralı bir değişimi, ve zaten hayatta zorlanırken, ilave yükleri istemeyiz.

İkinci önemli konu, özgürlüğün korkutucu olmasıdır. Bir çoğumuzun içinde, aslında içinde bulunduğu hayattan çok farklı, çok serbest, hatta sorumsuz karakterler de mevcuttur. Ancak mevcut sosyal rolümüz, sorumluluklar, görevler nedeniyle, o serseri yanımızı bir limanda bağlı tutarız. Eğer zihnimiz özgürleşirse, limansız, çıpasız kalırsak, bastırdığımız, baskıladığımız yanlarımızın, bizi tamamen ele geçireceğini, yönsüz, amaçsız bir hayat yaşayacağımızı zanneder, ve korkarız. Bir diğer önemli nokta, bilinçaltımızdaki engellerdir, bunlar geçmiş hayatlar, ya da genetik bilgilerden gelir, ve  büyük çoğunluğu “aydınlanma korkusu”dur.

Aslında yönümüz ve amacımız, deneyimler yaşamak, gelişmek ve öğrenmek, ve bizim deneyimlerimizden öğrenen Tanrı’ya hizmettir. Ve baskıladığımız her karakter, deneyim kapasitemizi düşürür. Dünyaya gelirken, çok daha geniş olasılıklar varken, yerel ve güncel olanın cazibesiyle, güvenli hapishanede gün doldurmak, aslında Yaratan’a ve yaratılış amacımıza saygısızlıktır.

Özgür bir zihin, sorumsuz ve serseri olmak zorunda değildir, hatta olmamalıdır. Kendimizin çocuğu olmak örneği, içimizdeki çocuğu serbest bırakmak değildir. Kendimizin çocuğu olduğumuz kadar, ebeveyni de olmazsak, o zaman sürekli oyun peşinde, bütüne ulaşabilmek, Tanrı’ya kavuşabilmek gibi amaçları unutmuş, bütüne katkı sağlamamak bir yana, bütünün kaynaklarını sorumsuzca tüketen biri olma ihtimalimiz artar. Aslolan dengeyi koruyabilmektir. Çocuğumuzu korur ve sevindirirken, deneyimlerden öğrenmesini, hataları tekrarlamamasını, ve sorumlu olmayı öğrenmesini isteriz. Ve bunun için, kurallar ve dersler öğretiriz. Bütüne, Tanrı’ya ve hakikate geri dönebilmek için, gelişmek, gelişmek için, değişmek, değişmek için, çaba gerekirken, disiplinsiz ve sorumsuz bir hayat bizi en iyi ihtimalle nötr bir hale dönüştürür. Oysa bizden istenen özgürlük bu değildir.

Özgür zihinle ilgili bir başka nokta ise, uygarlığımızın bugüne kadar biriktirdiği bilgi dağarcığını reddetmek ve aklımıza gelen her fikri, hayran olduğumuz özgür zihnin olağanüstü bir ürünü sayma hatasıdır. Özgür zihin sadece çok soru sorar, yanıtları kesinleştirmez. Sürekli kendisinden şüphe duymayan, bulabilmiş olduğu yanıtları uygarlığın bilgi düzeyiyle test etmeyen, ve başta kendi fikirleri olmak üzere, bütün bilgilerin bir gün yanlışlanabileceğini unutan bir zihin, özgür değil, en iyi ihtimalle bağımsız olabilir. Bağımsız bir zihin de iyidir, ama özgür değildir.

Güvenli hapishaneden çıkabilmek için, zihnin tamamen arınması gerekmez. Gerçek özgürlük, ancak özgürlüğü deneyimledikten, bedelini ödedikten sonra elde edilir. Ama zihnin özgürleşmeye başlaması, daha çok soruya sahip olma arzusu, aslında yolculuğun tamamı olan o ilk adımı atmamızı sağlar. Bebek adımlarıyla ve güvenle ilerlemek mümkündür, ve aslında bazıları koşmak istese de kesinlikle daha güvenlidir. Unuttuğumuz özgürlük yollarında yürürken, birçok sorun da yaşayabiliriz. Hatta düşebiliriz. Böyle bir durumda doğrusu, ilerlemeye devam etmektir, dinlenmek de kabul edilse bile, asla güvenli hapishaneye geri dönmemek gerekir. Çünkü o zaman, özgürlük korkusu bizi hapishanemize prangayla bağlar.

Ali Korkut Keskiner