Şikayet etmeyi seviyorum, söylenmeye bayılıyorum, suçlamaya doyamıyorum… Şikayet ettiğim, söylendiğim, suçladıklarım kötü de bir ben iyiyim zannediyorum. Ne komik… Benden başka herkes suçlu, herkes kötü… Bir ben iyiyim…Peki birader, bunca “kötülüğü” neden çektin hayatına diye sormazlar mı hayatına? Ben mi soktum diye yanıtlarım hemen. Peki kim soktu o zaman? Kader… Kaderi yazan kim peki? Hah işte, dışımda bir suçlu daha, bu sefer Yaradana kesiyorum hesabı, onu suçluyorum bu “kötü” insanları hayatıma soktuğu için…

Benim 5 yaşındaki oğlan Dünya yapıyor benzerini, bir yerleri kırıyor döküyor, sonra da ben yapmadım ablam yaptı diyor. Çünkü kızacağımızdan korkuyor. Hadi o 5 yaşında, ya ben 39 yaşındayım da 5 yaşındaki bilincimden çıkamıyorum. Daha da fenası sorumluluğu üzerime almaktan kaçıyorum böylece… Hayatımın hangi alanında, nasıl bir korkuya sahip oldum ki sürekli “ben yapmadım, onlar yaptı” diyen bir savunma mekanizmasına sahip oldum acaba ve acaba hayatımda var olan her şeyin, yaşadığım tüm olayların, hayatımda var olan tüm kişilerin, kısacası hayatıma dair her şeyin ama her şeyin sorumluluğunu üzerime alırsam -ki bu satırları aslında bu seçimi yaptığımı netleştirmek için yazıyorum- acaba hayatım neye benzerdi?

Evet, canım evren! Kabul ediyorum… Bugüne kadar yaşadığım tüm deneyimlerin, hayatımda yer alan her şeyin ve herkesin sorumlusu benim… Ben öyle olduğum için, böyle bir hayat yarattım ve yaşadım… Tüm sorumluluk bana aittir… Tüm seçtiklerimin, tüm seçmediklerimin; tüm olanların, tüm olmayanların; tüm acıların, tüm sevinçlerin; tüm başarılarımın, tüm başarısızlıklarımın… Her şeyin ama her şeyin sorumlusu benim… Kendi hayatımı ben yarattım ve ben yaşıyorum… Eğer bir suç varsa ve suçlanacak kişi, bu kimse değil, benim…

Bu gücü kabul ediyorum… Kendi hayatımı yaratabildiğimin gücünü… Bugüne kadar reddettiğim bu gücü… Çünkü bu satırları yazarken fark ettim ki sorumlulukla birlikte aslında hep bu gücü kabullenemedim… Hep bunu reddettim… İçsel bu gücümü kabul etmedim… Ondan kaçınmak için her şeyi yaptım…. Şimdi bunu kabullenme zamanı… Kafamı çevirsem de, görmek istemesem de bu güç zaten hep bendeydi, sadece kabul etmiyordum… Sorumluluk, gücün de farkına varmak demekmiş… Şimdi anlıyorum…

“May The Force be with You – Güç seninle olsun” diyordu ya “Star Wars”ta… “The Force is You – Güç sensin”miş olay… Bu, hepimizin sahip olduğu ve bununla tüm hayatımızı yarattığımız güçmüş, şimdi anlıyorum. Bunu ne kadar reddedersek reddedelim, tek gerçek bu… Güç biziz… Her birimiziz… Taa ki farkına varana ve kabul edene kadar…

Peki bu gücün farkında olarak nasıl bir hayat yaratabilirim? Henüz bilmiyorum, ama yapacağım ilk şeyi biliyorum… Tüm arzularımdan, hırslarımdan, isteklerimden, hedeflerimden, planlarımdan kendimi özgür bırakmak… Hep anlattığım kuyruğunu kovalayan kedi olmayı bırakıp, yoluna yürümek… Yakalasam o kuyruğu ne olacak ki hem? Hart diye ısıracam ve gene canım yanacak, ayrıca öylece kalıvermiş olacağım yerimde… İşte peşinde koştuğum her şeyin benim üzerimdeki etkisi bu. Ben yolumda yürüyeyim, zaten kuyruk peşimde… Bakalım böyle salıp, yürümeye başlayınca hayat neye benziyormuş… 🙂 Canım evren, artık sıra sende… Akışına salıyorum kendimi… Bakalım neleri deneyimleyeceğim böylece…

Son bir şey daha, gücü eline almak demek, gücün farkında olmak demek; böyle ben artık ne istersem yaratırım, süper kahramanım ben, elinde baltasıyla ayağa dikilmiş zebellah gibi bir savaşçıyım… demek değil. Bunlar egonun güce dair görselleri. 🙂 Bilakis Güç’ün farkında olup, Evrensel Güç’le, İlahi Güç’le bütünleşmek; daha doğrusu onunla bütün olduğunu kabullenmek, okyanusun kendisine katılmaktır Güç… Siz bir nehrin üzerindeki kanoda giderken, nehirden daha büyük bir güç olduğunuzu iddia edebilir misiniz? Hayır, nehrin akışının gücüne kendinizi bırakırsınız, o sizi götürür. Gereken yerlerde de küreğinizle dengenizi sağlarsınız veya yön verirsiniz ucundan kıyısındaki işte elinizdeki o kürek de seçim gücünüzdür… Siz nehrin üzerinde giden kayığı kullanan kişisiniz ve bu halinizle nehrin bütününün bir parçasısınız…

Bugüne kadar suçladığım, kızdığım, saydırdığım… herkese ve her şeye sonsuz teşekkürlerimle… Sizleri çok seviyorum… Sizlere sarılıyorum… Önünüzde saygıyla eğiliyorum ve lütfen beni affedin… 🙂

Bakalım hikayenin bundan sonrası nasıl gelişecek? 🙂

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...