Küçüğüz ama çocuk olamıyoruz. Büyüğüz ama yetişkin olamıyoruz. Çocuk sahibiyiz ama anne ya da baba olamıyoruz. Cinsiyetlerimiz var ama kadın ya da erkek olmayı bilemiyoruz. Öğrenci, öğretmen, doktor gibi ünvanlarımız var ama öğrenci, öğretmen, doktor olamıyoruz. Arkadaşlarımız var ama dost olmayı bilemiyoruz. Kelimeleri kullanıyor ama iletişim kuramıyoruz. Sadece şu anda yaşayabiliyor ama şimdide kalamıyoruz.

Bir şey ile sınırlanmak istemiyor her şey olmaya çalışıyor ama hiçbir şey olamıyoruz. İşte o zaman varsayımlara sığınıyoruz. Güzel kelimeleri doğru kelimeler, sahte tevazuyu mütevazilik sanıyoruz; başımızı çevirirsek sorunların yok olacağını, iyi dileklerde bulunursak dünyanın iyi bir yer olacağını, inanca sığınırsak her şeyin yoluna gireceğini sanıyoruz. Çabalamadan elde edebileceğimizi, olanak tanınsa başaracağımızı, anlaşılsak beğenileceğimizi, adalet olsa mutlu olacağımızı, paramız olsa güvenliğimiz olacağını, yakınırsak ilgi göreceğimizi sanıyoruz. Kısacası sanrılar içinde yaşıyoruz.

Yapmamız gereken şey sanrılardan kurtulmak ve egomuzu gerçekleştirmek. Ego’nun aşılması ilk olarak onun gerçekleştirilmesi ile mümkündür. Bu tıpkı rallici olmadan önce otomobil kullanmayı öğrenmeye, yazar olmadan önce okuma yazma öğrenmeye, öğretmen olmadan önce öğrenci olmaya, yetişkin olmadan önce çocuk olmaya benzer. Bu sebeple de egoyu aşmak için ilk olarak egomuzu gerçekleştirmek lazımdır. Ego bizim “özgülüğümüz”dür. Yani —e özgü olma durumumuzdur. Ne tür bir —e olma halimiz olduğunu öğrenmeden bunu aşmaya kalkmak mümkün değildir.

Bir ralliciye özgü yetenekleri olan bir insan aşçı, dansçı olmaya özgü yetenekleri olan bir insan bankacı, şifacı olmaya özgü nitelikleri olan bir insan mühendis olmak durumunda kalırsa nasıl mutsuz olur ve ne yapsa bu mutsuzluğunu geçiremez, kendini ifade edemezse aynı şekilde biz de egomuzu gerçekleştiremeden kendimizi gerçekleştiremeyiz. Kendini gerçekleştiremeyen bir insanın kendini aşması çok güçtür.

Bu sebeple bırakın varsayımları ve ilk olarak egonuzu tanıyın. Onu gerçekleştirin. Onu aşmanın başka bir yolu olmadığını göreceksiniz.

 

Cem Şen

1968 yılında doğdu. 1981 yılında savaş sanatları eğitimi almaya başladı. 1987 yılında Zen Budizm’in Türkiye’deki temsilcisi olan İlhan Güngören ile tanıştı ve 1987-1990 yılları arasında Güngören’in asistanlığını yaptı. Bir yandan Güngören’i Zen çalışmalarında ve Tai Chi Ch’uan derslerinde destekleyen Cem Şen aynı zamanda Namık Ekin, Mustafa Aygün gibi eğitmenlerle savaş sanatları eğitimini sürdürdü. 1990 yılında ilk çeviri eseri yayınlandı. Aynı yıl çalışmalarını tümüyle Taocu çalışmalara yönlendirdi. Sırasıyla Mantak Chia, Master Wang, Master Wu, Eric Steven Yudelove gibi ustalardan eğitim alan Cem Şen aynı zamanda bu ustalardan farklı Taocu sistemleri öğretme yetkisi de aldı. Halen ustalar ile çalışmalarını ve dünyanın farklı yerlerinde bulunan yaşayan büyük bilgelerle iletişimini ve arayışlarını sürdürmektedir. 1991 yılında Dharma Yayınları’nı ve ardından 2003 yılında bu yayınevinden ayrılarak Klan Yayınları’nı kurmuş olan Cem Şen’in içlerinde “Enerjinin Dansı: T’ai Chi Ch’uan” ve “Dolmuşa Binme ve Dolmuştan İnme Sanatında Zen” adlı kitaplarının da bulunduğu 8 kitabı ve yaklaşık 40’a yakın çeviri eseri bulunmaktadır.