Dünyanın hala çatışmalarla, öfkeyle, özellikle Amerika’daki medya müptelalığı gibi tatsız etkinliklerdeki artışla dolu olduğunu görmek için etrafımıza kısa bir bakış atmamız yeterlidir. Howard Stern, Amerikan Güreşi veya Tutku Adası gibi ukala tavırlı ve karşı cinsin zayıf olduğunu savunan küstah zihniyetli şovlar, ilk başlarda bizi şok etmek için özel olarak dizayn edilmişlerken, artık radyoyu, televizyonu, sporu, filmleri ve kitapları etkileyen ve her yere yayılmakta olan yeni bir stil ve ruh halini aldı.

Sadece radyoyu açınca, prime timeda televizyona göz atınca ya da yanlış bir filme gidince, 50’lerin, zorbalığa açık bir hayranlık besleyerek kendisininkinden başka her gruba mağrur bir duyarsızlıkla yaklaşan – ki en azından 50’lerde bazı nezaket kuralları çerçevesinde yapılan – mantalitesine rastlamak mümkündür. Günümüzde bu tip inhibitörler yok artık. Spiritüel eğilimi olanlarımız, 70 ve 80’lerdeki insan etkileşimine ve çokkültürelliğe yaptığı kazançların yanında gerileyen trendden endişe duyarken, yıllarca bu problemden yakındılar.

Fakat kim düşünürdü ki bu gibi bayağılıklar tekrardan neredeyse insan kültürünün yerini alır gibi gözükecek ve bizi kabalığın, sokaktaki öfkenin, kadın düşmanlığının, politikacı ve reklamcıların bariz yalanlarının ve diğer tüm kontrolsüz ve yabani davranışların mücadelesiz kabul edilebildiği bir dünyaya terkedecek? Bu, Blade Runner filminde çizilen fütüristik toplum portresini hatırlatıyor, tek farkı bunun hali hazırda gerçekleşmiş gibi gözükmesi.

Spiritüellik adına yakın zamanda kaydedilen aşamalardan bu günlerde oldukça uzak kalındığını düşünen ve bu “vahşi topluluklar” kendi başlarına bırakıldığında dünyanın hali ne olacak diye ağlayıp sızlayan, elini taşın altına koymaya hazır dünya etrafında pekçok insanın bulunduğunu hayal edebiliyorum.

Başka yerlerde de yazdığım gibi, kendimize her zaman hatırlatmalıyız ki olan biten yanlızca televizyon yayınlarını doldurmak ya da reklam sanatı değildir. Duyarlılık ve empatiye karşı olan küçük görme hislerinin iyileşmeden evvel daha kötüye gideceğinden şüphe duyuyorum; fakat bu, çöküşü değil, kültürel gerçeklikte genişleyen bir kutuplaşmayı tanımlıyor sadece.

Şu anda dışarıda gerçekten de 60’ların özgürlük hareketleriyle başlayan bir dizi değişim meydana gelmekte. Bundan evvel insan kültürü ve davranışları, bireye bir “dış kontrol mekanizması” tarafından empoze edilen katı davranış kuralları ile şekilleniyordu. “Vahşi topluluk” tavrı hala oradaydı fakat aklı başında vatandaşlar tarafından kontrol altında tutuluyordu. Maalesef ki biz bu birbirinin eksiğini kapatan koşullar altında büyüyemedik çünkü bu eski değişimde, kültürel olarak kabul edilenin çoğu, daha derin yaratıcı özgürlüğü kısıtlayan, yüzeysel spiritüelliğe yapışık, çevreye zarar veren ırkçı düşünceydi.

Bu yüzden özgürlük hareketleri oldu. Zenciler, kadınlar, eşcinseller, sanatçılar, tüm arayış içinde olanlar ve çevreciler kendilerini duyurmak ve kabul ettirmek için savaşmak zorunda kaldılar. Tabii ki sonunda kaçınılmazlık kazandı ve “dış kontrol mekanizması” balonu patlatıldı. Daha çok özgürlük geldi, ama eski kültürel kurgunun yıkılmasıyla, günlük ve spiritüel davranışlarımızı koruma sorumluluğunun ağır yükü, komşularımızdan bireysel özlerimize kaydı. Kültürün şekillenmesi “dış”tan “iç”e kaydı, en derin hayallerimizin peşine düşecek ve alay konusu olmadan spiritüellik gerçeği hakkında açıkça konuşacak kadar daha özgür kıldı bizleri, fakat bu aynı zamanda “vahşi topluluğun” da özgürlüğünü farklı bir yönde kullanmasına neden oldu: şu anda yakındığımız uygarlaşmamışlığa doğru… Kutsal kitap deyişiyle “Satan” dünyada serbest kaldı.

Bu vahşi trendi savunanlar birer şeytan değiller, sadece mutlak olmayan dünyada birazcık olsun eğlence ve dikkat dağıtacak şeyler arayan sıradan insanlar. Etrafımızdaki tüm bu ilkellik suçu, huzuru bulamamış, hayatlarında birşeylerin eksik olduğunu bilen ve delilik mertebesine varacak şekilde sıradışı şeyler yaparak kendilerini canlı tutmaya çalışan insanlar tarafından işleniyor.

Mücadelemiz tüm bunları bakış açımız içerisinde tutabilmek. Mutluluğun ve gerçek spiritüel deneyimlerin ciddi olarak peşinden gidecek kadar özgürüz artık, ki bu, insanın hayatındaki eksiklik duygusunun ve huzursuzluğun tek gerçek tedavisidir ve bu sayede yeni ve daha gelişmiş bir spiritüel dünya görüşü oluşmaktadır. Ancak oluşurken, bu spiritüel görüşü takip eden ve yaşayanlarla, eski saf materyalist hayata tutunmaya çabalayan ve bu hayatı çok farklı doğrultulara yönelten insanlar arasında bir kutuplaşma olması kaçınılmazdır. Her zaman hatırlamalıyız ki sımsıkı bir öfkeyle dikkatini dağıtma yolunu seçen en yabancılaşmış insan bile sonunda gerçekten aradığı noktaya gelecek. Eğer biz, bilenler olarak vizyonumuzu korursak yeni bir spiritüel dünya görüşü insan kültürünü tekrardan yönlendirecek.

O yüzden yolumuzda kalmamız, kendimizi herkese spiritüel bir şekilde ifade etmemiz, inancımızı mertçe savunmamız çok önemlidir. Vazgeçmeyen vizyon sonunda zafere ulaşır.

Konuk Yazar