Çözülme yaşadığım zamanlarda, benden uzak durulması herkesin hayrınadır, bilen bilir. Belirtiler çok tanıdıktır, o yüzden daha ayak seslerini duyar duymaz yaklaştığını anlarım, gölgesinden tanırım onu. Ne kadar sinsice yanaşmaya kalksa da beceremez, gümbür gümbür gelir. Gelir gelmesine de, bütün belirtilere ve deneyimime rağmen, ben her zaman kaçmayı başaramam. Yani kaçabilsem kaçacağım elbet, bende yalan yok, kaçamayınca da “Çözülmenin kaçmadan, mertçe yüzleşileni makbuldür.” diyerek kendimi avuturum her şey olup bittikten sonra…

Eğer bir konuda, üst üste benzer olaylar geliyorsa ve bunlar yargılarım, kalıplarımla ilgili bombardımana başlayıp beni kışkırtıyorsa, bu ilk işarettir, hatta masum bir uyarı atışı görünümünde olsa da, alenen bir savaş başlangıcıdır. Sonra enerjim aşırı yükselir, espriler yapar, boşa doluya konuşur dururum. Tazmanya Canavarı gibi kendi etrafında döner, tozu dumana katar, kendime diş geçiremeyince, bu defa başkalarını dürtüklemeye başlarım. Bu durum günlerce sürebilir.

Bendeki hatalı kodlar için bana ayna tutan o anki zavallının vay haline! Karşımdakine söylediğim herşeyin, aslında iğne çuvaldız ilişkisi çerçevesinde daha iricesinin bana batacağını bile bile, bu espri ardına saklanmış saldırgan halimden bir türlü çıkamam. Küçük bir tetikleyici ile süreç harekete geçmiş, minik kartopu artık ilk atıldığı andaki masumiyetini kaybetmiş, bir ürkütücü çığ halinde üstüme gelmektedir artık.

Bu evreyi, kaçınılmaz olarak enerjimin aşırı düştüğü ve elimi kolumu kaldıramadığım, çoğunlukla ciddi fiziksel rahatsızlıklar bile geçirdiğim tükenmişlik hali izler. Konuşacak, o didiklediğim kişilerle iletişime geçecek halim kalmamıştır. Kah sessiz kalarak, kah huysuz bir şekilde çevremdekilerle ilişkilerimi askıya alarak, iç dünyamın karanlık ve dipsiz dehlizlerine savrulurum. Dar gelen yerinden çıkıp, yeni bir kabuk aramakta olan bir yumuşakça kadar korunmasız kaldığım geçiş evresidir bu da. Uyur gezerlerin aniden uyandırılması ne kadar tehlikeliyse, benim gibi çözülür gezerlere de bu devrede ani müdahale risklidir.

Gerçi şimdiye kadar yazdıklarıma bakınca, bu enerji yükselmesi, aşırı neşe halini takip eden enerji düşüklüğü ve tükenmişlik duygularına, tıpta manik depresyon da diyenler olabilir.Zaten biz spritüel insanlar olarak, dışarıdan bakıldığında obsesif, manik depresif, paranoyak ve hatta şizofrenlere sadece bir kıl payı uzakta görünürüz. Tek farkımız, belki de resmi raporlarımızın olmaması. Ya da psikologlar tarafından ne normal ne de anormal olarak kategorize edilemememiz. İşte bu yüzden yeni dönem psikologlar bile artık bize “spritüel” deyip geçiyorlar.

Konuyu toparlamak gerekirse, bu çözülmelerde yaşadığım ruh haline beni sokan, evrenin aslında kendi içimde yüzeye çıkmak üzere bekleyen bir şeyleri, çevredeki herhangi bir kişiyi, olayı, okunan bir cümleyi veya anı araç olarak kullanma yeteneğinden başka birşey değil.

Örneğin, bir arkadaşımın başına gelen ve duyduğumda beni kızdıran bir olay, aslında kendi içimde yüzleşemediğim ve bende aynıyla mevcut başka bir bastırılmış duyguya veya düşünceye ayna tutar. “Başına bunlar geldiğinde nasıl böyle davranırsın?” sorusunu soruyorsam, benzer olaylarda kendimin neden öyle davrandığı sorusuna da cevap arıyorum demektir aslında. Bu soruyu sorma aşamasına gelene kadar, o anda farkında olmasam bile, mutlaka ama mutlaka aynı tema çevremde başka başka kişiler üzerinde tekrarlanmış, ben rahatsız olmuş ama tepki vermemiş, görmezden gelmiş olabilirim. Fazlaca üstümegeldiğinde ise espriyle, kendimi olayın dışında tutmaya çalışarak eşzamanlılığın ayak oyunlarını savuşturmaya çabalarım. Hala taarruz devam ediyorsa, bu artık yüzleşilmesi gereken bir konu çözülmek üzere azmetmiş, ne kadar itelersem iteleyeyim, dönüp dolaşıp ısrarla gelecek demektir. İşte bu örnekteki gibi sorunun tarafımdan sorulduğu an ise, yüzleşmeden kaçarken evrenin çelme takması neticesi, iki seksen yere uzandığım andır.

Patlama, kısa ama şiddetli olur genelde. Yere yapıştığımda ise, artık bakış açım değişmiştir. Yerden bakmaktayımdır her şeyden önce dünyaya, perspektif farklıdır fiziksel olarak. Ruhsal bakış açısı değişikliğinin bunu izleyeceği devre ise, işte o enerjinin düştüğü anla başlar. Zihin şalteri kapatır ve içeride işlemler başlar. Dışarıdan bakıldığımda “Cumaya gittim gelicem”, “Tadilat sebebiyle kapalıyız” “Çevreye verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü özür dileriz” yazıları asılmış gibi duran fiziksel bedenim görülürken, içeride harala gürele kodların baştan yazılması veya silinmesi, beyin nöronlarım arasındaki bağlantıların değişimi, bilinçaltında halı altına süpürülmüş duygu ve düşüncelere bahar temizliği operasyonları devam etmektedir.

Sonuç olarak çözülme ve dönüşümlerin sonuçlarının bana hayrı dokunur kabul, ancak öncesinin çevreme mümkün olan en az tahribatı yapması için bir orta yol bulmak, çözülme alışkanlığımı acilen değiştirmek şarttır. Ben çözüleceğim diye helak ve telef oluyor millet!

Gelelim son iki çözülmemde dipten çıkarttığım derslere:

Birinci ders: Kendimizi yargılamaktan kaçtığımızda, başkasını yargılıyoruz. Kendimizi eleştiremediğimizde, başkasını eleştiriyoruz. Kendimize kızamadığımızda, başkasına kızıyoruz. Tüm eleştiri, yargı, kırgınlık ve kızgınlıkların merkezinde kendi kodlarımız yatıyor. Eğer bunun farkında olmazsak veya birisi bunu yaptığımız için tepki verir ya da kısıtlama getirirse bu defa aynı okları başkasına çeviriyoruz. Ta ki kendimize yönelmeyi becerecek farkındalığa ulaşana kadar, evren temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önümüze aynı yemeği koyuyor. Kendimizi görene kadar aynalara bakıp duruyoruz. Oğlumun, akvaryumun önüne ayna koyduğunda kendini görüp, solungaçlarını kalkan gibi kabartan beta balığı gibi yansıyan aksimize dikleniyoruz. Beta ile aramızdaki tek fark, o saldırıp da ulaşamadığı “rakibi” ile didişmekten “öğrenilmiş başarısızlık” sonucu vazgeçiyor zamanla. Bizim ise, aynadakinin kendi aksimiz olduğunu keşfetme şansımız her zaman var.

Dolayısı ile düzelmesi gereken benim, başkalarının bana yaptıkları değil. Onlar sadece benim bu dersi almam için, şu anda hatırlamasalar da bu oyunda rol almayı kabul ettiler. Şimdi de benim dersimi almamla düğümler çözülüyor, çözülmeyenlerin ise ipleri gevşiyor. Farkındalığım arttıkça düğümler çözülmekle kalmayacak, herkes ipinin serbest kalan ucundan sarıp yumaklarını toplayacak. Topladığım yumaklarla, iki kazak bir yelek örebilme potansiyelim mevcut. Henüz çözülmeyenlerden ise rahat bir battaniye ve üç hırka çıkar!

İkinci ders: Ben kimsenin öğretmeni değilim. İsteyen benden öğrenebilir. Karşımdaki tüm kişiler de aynen benim gizli öğretmenlerimdir ve istediğim kadar onlardan öğrenebilirim. Ancak onlar benim öğretmenim olmak zorunda değiller. Öğretmenlik kendi seçimimiz olamaz, sadece öğrenciyiz hepimiz ve seçebileceğimiz tek şey öğretmenlerimizdir. Bu herkes için geçerlidir. Kimse bize öğrenmeye niyetlendiğimizden bir zırnık fazlasını öğretemez, aynı şekilde biz de kimseye zorla bir şey öğretemeyiz.

Öğretmen, birileri tarafından fark edilip edilmediği endişesi taşımadan ışığını çevresine saçar, ancak gözümüz kapalıysa görmeyiz. Öğretmen, birileri tarafından içselleştirilip edilmediğine takılmadan çevreye bilgi saçar, ancak kulaklarımız tıkalıysa duymayız.Öğretme işi edilgendir, sanılanın aksine ne kadar kontrolün elimizde olduğunu düşünsek de, senaryo icabı rol bellidir: Öğretmen, sonucu değiştiren kişi değildir. Etken olan ve sonucu değiştiren öğrenme işini üstlenmektir. Her öğretmenin de başkasından öğrenen bir öğrenci olduğunu hatırladığımız sürece kendimizden başlattığımız gelişim, kolektif bilinçte toplanacaktır. Benim de yıllar içinde öğretmenlerimin saçıp durduğu bilgilerden toparlayabildiklerimiküçük haznemde biriktirmişliğim ve bu kolektif bilinç denen havuza aktarmadan önce yeterince dolduğunu zannettiğim kendi kovama balıklama atlamışlığım ve kafamı yarmışlığım da vardır ama olsun. Serde kova sabırsızlığı da var ama, öğreniyorum deneye yanıla işte.

Herkes şu soruyu zaman zaman kendine sorar: “Peki neden durduk yerde bu çözülme yaşama deneyimleri ile uğraşıyorsun hayatında?” Sonra da kendince cevaplar: Hepimizin bireysel bir “kendine yolculuğu” var. Ben de kendimce naçizane bu yolun yolcusuysam, kendime ulaşana kadar, çözülmesi gerekenlerle yüzleşmek durumundayım.

Şahsi meselem yani, kendimle kavga halinde bile olsam araya girmeye kalkmayın. Bir karı koca arasına, bir de görünen ben ile görünmeyen ben arasına girilmez.Yarın öbür gün barışırlar, anlaşır koklaşırlar aralarında, sonra araya girenler kötü olur ben’den söylemesi.

Müjde Apay

1969 yılında İstanbul’da doğdu.Şişli Terakki Lisesi’nin ardından, İstanbul Üniversitesi Turizm ve Otel Yönetimi Bölümünden mezundur. Alison University Psycology Diploma ve Biology and Behavior of Psycology Sertifika, Psikiyatri Derneği Temel Psikoloji programlarını tamamlamıştır. 2009 yılına kadar Turizm ve Bilişim Sektörlerinde çalıştıktan sonra spritüel gelişim alanında çalışmak ve hizmet vermek üzere kurumsal hayata veda etme kararı almıştır. Müjde Apay, Klasik Sistem Usui Reiki Master’ıdır ve Reiki eğitimlerini destekleyen Işık Köprüsü, Çakra-Aura eğitimlerini almıştır. Eğitim ve uygulamalarından edindiği bilgi ve tecrübeleri, hem şifa uygulamalarında hem de Reiki eğitimlerinde etkili bir şekilde kullanmaktadır.