Pek meşhur olan “What the Bleep” filminin bir yerinde boşluktan söz ediyordu. Hiçbir şey hiçbir şeye değmiyor bile. İki atom birbirine yaklaştığında değmeden birbirlerini itiyorlarmış güya. Bir de en temel parçacık olarak geçen atomun bile çoğunluğu boşluktan oluşuyormuş. Artık onun da parçalara ayrılabilmesine rağmen uzunca bir süre en küçük birim olarak geçen atom çekirdeğinin bir tenis topu ölçeğinde olduğunu düşünürsek etrafındaki elektronların ufukta takılıyor olacağını anlatan bir anestezist vardı. Filmin sonunda mesleğini ve bu işlere merak salma nedenini insanları uyuturken nereye gittiklerini merak ettiği olarak açıklamıştı. Kaldı ki çekirdeğin içinin içi olduğu da artık ortaya çıkmış, parçalanması kıtaları yerle bir eden atomun içinin de pek dolu olmadığı anlaşılmış durumda.

Elektronlar pozitronlar birbirini ağırlar…

Şu an bilimin çözemediği bir tek fotonlar kaldı sanırım. Hangi elementin ne kadar elektronu olduğunu, elektronları stimüle ya da provoke ederek neler yapıldığını ve eksi yüklü olduklarını hiçe sayıp bir de artı yüklülerini yaptıklarını, marifetmiş gibi bunlara bir de pozitron adını verdikleri sabah haberleriyle ayağımıza gelmese bile biraz araştırıp öğrenme imkanımız var. Fakat fotonlar öyle mi? Ne zaman nasıl davrandıklarını çözebilene aşk olsun! Bu durumda nasıl davranacaklarını onların bile bilmediği uzak bir varsayım mı? Şu ajan Temeli işkenceyle konuşturma fıkrasında olduğu gibi. Hani temeli konuşturmak için her türlü işkenceyi uygulamışlar da tek kelime alamamışlar ağzından. Artık ölmesin diye durup hücreye atıp gizlice gözlediklerinde temelin kafasını duvarlara vura vura hatırla hatırla diye çırpındığını görmüşler! Belki fotonlar da öyledir, ne zaman ne yapacaklarını onlar bile bilmiyorlardır… Heisenberg amca belirsizlik ilkesini boşuna mı bulmuş, hem?!

Hayal ettiğin kadar varsın!

İnsanın gönlü zengin olsun…

Normalde hayal gücünün sınırsız olduğu söylenir. Teoride doğru olabilir. Ancak kendimden biliyorum, insan bazen bazı şeyleri hayal bile edemiyor. Üstelik bu hayal edemedikleri genellikle güzel şeyler oluyor. Bir şekilde aklımıza olumsuz bir düşünce getirdiğimizde kolaylıkla kendimizi o durum içinde hayal edebilirken, haydi, hayal değil mi, kur bakalım en güzeli nasıl olur diye hayal kurmaya oturduğumuzda şu anki durumumuzdan daha iyi bir fiziksel durum, hayal edemiyor. Sürekli endişe, güvensizlik, tehlike mesajlarıyla bombardımana uğrayan dimağımız koşullanıyor. Sürekli negatifi düşünüyor, öyle düşündüğü için negatif gerçekleşiyor, böylece bu şekilde düşünmekte haklı olduğuna ikna olup aynı düşünce paternini bir ömür boyu tekrarlıyor.

Hâlbuki “The Secret” de ne diyordu. Bilinçaltımız alaaddinin cini gibi bizim dileklerimizi gerçekleştirir. Biz bir şey istersek onu bize vermek için süreç başlar. Biz sabırsızlık gösterip kararsızlığa düşersek ya da ilk isteğimizle çelişen mesajlar gönderirsek bizi sorgulamaz. Dediğimizi kelime anlamıyla gerçekleştirir. Geçmişe bakınca kendi hayatım için tıpa tıp geçerli olduğunu görüyorum. Beyan ettiğim, farkında olduğum ya da olmadığım tüm dileklerim realiteye dönüşmüş. Tabii ki hayatım tatlı cadınınki gibi burnumu oynatmayla bir anda gerçekleşen mucizelerle dolu olmadı. Ben de herkes gibi normal bir okul bitirip normal bir işe girip normal koşullarda çalışıp normal insanlarla arkadaşlık ederek geçti. Sevindiğim ya da üzüldüğüm olaylar oldu. Bu kuralın tıpa tıp işlediğini istediğim şeyleri sonradan istemekten vazgeçtiğimi ya da bir şeyi ister görünüp kendimi buna layık görmediğimi veya bir şeyi isteyip gizliden gizliye bunun mümkün olmayacağına dair güçlü bir inanç beslediğimi fark ettikçe söyleyebiliyorum. İstemekte istikrar gösterdiklerim ise en geç iki yıl içinde ve benim hiçbir şekilde tahmin edemeyeceğim şekillerde gerçekleşmiş.

Geçen geçmiş olsun, bundan sonrasına bakalım… Yakın gelecekte (mayıs 2007) yaşadığım evi değiştirmem söz konusu. Ve ben her normal insan gibi bu değişimin aynı zamanda bir miktar belirsizlik anlamına geldiğinin farkındayım. Ve şu anki bilincimin önderliğinde bunun tadını çıkarmayı ve bunu normalde hiç düşünmediğim bir konuda sıçrama yapabileceğim bir fırsat olarak görmeyi tercih ediyorum.

Ne diyordu, bir şey dilerken onun nasıl olacağına kafa yormayın, evren bir yolunu bulur. Siz ne istediğinize konsantre olun ve olabilecek en detaylı şekilde onu tanımlayın. Bilinçli düşünmeye sanırım ilk kez 8 yıl önce devam ettiğim yoga derslerinin etkisiyle başlamıştım. Kabıma sığamayan bünyem kendi düzenini kurmayı her şeyden çok istiyordu. Bir yıl sonrasında bir şehir değişikliği ile bunun gerçekleşeceği belli oldu, ikinci yıl sonunda koşulları oluşmaya başladı. Üçüncü yılın içinde benim dilediğimden de uygun bir şekilde dileğim gerçekleşti. Şu an içinde bulunduğum belirsizlik o zaman da vardı ve her şey havalanıp arkamdan esen rüzgârla yeni yerlerine konduğunda bıraktığımdan çok daha iyi bir konumdaydım.

Olanlar olacakların garantisidir!

Konut değişimim beni daha iyi bir konuma taşıyacak bir fırsat olabilir. Çünkü öğrendiklerimin ışığında hiç olur mu demeden gayet yüksekten uçmayı tercih ediyorum. Birbiriyle çelişmediği gibi; hayatımın, yaşadığım yer, yuvam dışındaki alanlarını da pozitif etkileyecek şekilde düşüncelerimi oluşturuyorum ve evrene iletiyorum. O kadar kira ödedikten sonra düşüncelerimi dünyevi konulara harcamaktansa kökten çözmeyi ve evimin sahibi olmayı diliyorum. Sahibi olmayı dilediğim ev de az bir şey değil hani, yerden ısıtması, jakuzisi, manzarası, güneş alması, havadarlığı, muhiti, mahallesiyle hayal edebileceğimin en iyisi diyeyim kısaca, siz anlayın. Eğer şu anki işimle finanse edemiyorsam, evren bana bunu finanse edebileceğim yeni ve daha iyi bir iş verir, daha bile iyi olur… Kaynaklar sınırsızken beni hayal etmekten kim alıkoyar, değil mi?

Verileri göz önüne aldığımızda iki aylık bir süre olduğunu görüyoruz. Dikkat ederseniz az ya da çok demiyorum, tam tamına iki ay. Bu süreye takılacak kuşkucular için küçük bir not:Hazır olduğunda, değişim, bir an’da olur.

Bir de kuantum çorbasından bahsediyordu ak saçlı ak sakallı dede. Biz bir şeyi gözlemlerken orada, gözlemlemezken tamamen bir bilinmez. Bütün atomlar birbirine karışıp maddeden tekrar olasılık moduna geçiyorlar. Biz gözümüzü onlara diktiğimizde, hop, tekrar madde oluveriyorlar. Böyle düşününce, hem bizim madde sandığımız şeyler boyutsuz alanlar, yetmezmiş gibi bir hareketliler, sormayın gitsin. Senin bakmadığın an kuantum çorbası, baktığın an her şey bıraktığın gibi. Bir kez olsun şaşırır, kibrit kutusundaki bir kibrit çöpü ters gelir mesela, değil mi? Yok, o da yok! Şaşırtma adına tek yaptıkları şey, bazen ortadan kaybolmak bazen de aynı anda iki farklı yerde olmak. Bizim dünya dediğimiz şeyin çivisi çıkmışken bile diyemiyorum, çıkacak bir çivisi bile yokken, üstelik belki dünya diye bir şey bile hepimizin ortak yanılgısı olan bir hologramdan ibaretken, bir görünüp bir kaybolmak, aman ne orijinal! Buna sebep olan şey, bilinç, yaratıcı, her ne ise artık, eğlenedursun, ben kimim, neredeyim diye kafa yoran bilinçcikler de kendisini paralasın…

Yine boşluk konusuna dönecek olursak. Madem bizim materyalist dünya olarak nitelendirdiğimiz şey bir boşluk. Diğer yandan bize biçilmiş ömür boyunca buralarda takılmak durumundayız. Aslında iş sadece bütün fiyatları ödeyebilecek kadar zengin olduğumuzu fark etmekte. Sonuçta ödeyebileceğinden emin olduğunda bir insan alışveriş yaparken fiyat etiketine bakar mı? Bakmaz, onun yerine alacağı şeyin özelliklerine bakar. İhtiyacımı karşılıyor mu, bana uygun mu, bunu ister miyim diye düşünür, kaçaymış diye sormadan önce. Benimki de o hesap, madem hesabı evren baba ödüyor bari ben içinde yaşayacağım ev, gün boyu yapacağım iş, ayağıma giyeceğim ayakkabı ya da öğlen yiyeceğim yemek olsun, beni en mutlu edecek, en çok seveceğim şeyler neler, ona karar vereyim diyorum…

Nihayetinde çoğunluğu boşluktan oluşan atomlardan oluşan moleküllerden oluşan materyallerden yapılmış bir çift çizmenin bir yerinde prada yazması ile yazmaması arasındaki fark benim yüzümde oluşan bir gülücükse, tabii ki gülücük oluşturanı tercih etmek daha mantıklı. Amaç o gülücüğü yaşamaksa bunu bir şeye bağlamadan yaşamak da mantıklı tabi. (buda modeli) Ayakları sıcak tutacak başka bir çözüm bulmak ve içinde “ama” geçmeyen cümleler kurmak da mümkün. (bir lokma bir hırka modeli) Bana sorarsanız, hepsinin boşluktan oluştuğunun bilincinde olarak naylon balıkçı çizmesi yerine prada çizmelerle mutlu olmak, sıcak tutulması gereken ve yürümeye, koşmaya, dans etmeye yarayan ayaklara sahip olduğu için mutlu olmaktan sonra gelen en naif, en saf, en güzel ikinci sevinme nedenidir ve bunu akıl edenlerin sağlıklı ayaklara ek olarak en klasından bir çift prada çizme artı çantayla ödüllendirilmesi gerekir! Çünkü evren o kadar cömerttir ki her zaman istediğimizden fazlasını verir. Sevgili yaratan, evren, bilinçaltım, bütün olanların kaynağı, her neredeysen sana sesleniyorum!!! Şu benim evle birlikte hallediverirsin artık…

Uçağımın direksiyonunu biraz daha kaldırıyorum, beni adam yerine koyar mısınız demeyip daha yüksek irtifada seyre dalıyorum. Sizin sözlüğünüzde yeri var mıdır bilemiyorum. Benim ailemde, yetiştiğim çevrede ‘varlığı yetmek’ diye bir kavram vardır. Cümle içinde kullanmak gerekirse, birisi diyelim ki spontane olarak –eskiden cep telefonları yokken böyle şeyler daha çok olurdu tabi- bir başkasına uğruyor ve orada şans eseri başka misafirler var ve onlar haberli geldikleri için mükellef bir sofra kurulmuş, güzel güzel yemek yiyecekler. Spontan misafirimiz kültürümüzde kabul görmüş bir adet olarak eli boş geldiği için mahcup olup bunu ifade ettiğinde evsahibi onu sofraya buyur ederek ‘varlığın yeter!’ der. Birine iyilik yaptığında, iyilik bile değil görevini yaptığında buna bir bedel ödemesi gerektiği hissine kapılan herkese de kullanıldığını duymuşumdur: varlığın yeter güzelim!

Yani bu sofraya oturmak için bir şey yapman, bir bedel ödemen, katkıda bulunman gerekmez. Daha önce haber vermen bile gerekmez. Senin var olman yeter. Hatta bütün bu eğlenceye anlam katan biricik şeylerden birisin sen de. Lütfen mahçup olma, evren en güzel en bereketli sofraları hazır tutmakta. Ya sen olmasaydın, bu sofradan karnını doyuracak kimse olmasaydı, asıl o zaman ne anlamı kalırdı onca bolluğun? O nedenle, evrenin sana sunduğu tüm güzelliklerin tadını çıkarman için varlığın gerekli ve yeterli. Evrenin hiçbir zorluk ya da darlık yaşamadan sunduğu o sofraya otur, karnını doyur, tadını çıkar! Bunu fark ettiğimden beri ben öyle yapıyorum. Hedonistliğimin ardında sağlam nedenler var yani. Şu an abartıp bir de hayalimdeki evde Mayıs 2007 de oturuyor olma siparişi veriyorum. Bakalım, hazırım bekliyorum…

Pınar Derinbay