Nasıl yaratılır, nasıl genişletilir, ne yapılmalı, nasıl yokluk alanı yarattık… Gerçek (truth) olandır, gerçeklik (reality) olanı nasıl algıladığımızdır. Hayat gerçektir, hayatımız gerçekliğimizdir yaani…
Eckardt Baba’nın (Şimdinin Gücü kitabında) benim bi valfimi açan bi lafı vardı. Var’lık diyorsunuz, Mevcudiyet diyorsunuz da nedir bunlar? Ne kastediyorsunuz ki?? sorusuna cevaben :

>>”Su?? O da nedir?… Neyi kastetiğinizi anlamıyorum..?” Bir balığa su hakkında soru sorsanız böyle diyecektir…

Daha devam ediyo açıklama ama bu yetti, vurdu işte beni! İçinde yaşadığımız, taa dokularımızı oluşturan, ortalama dk’da bilmem kaç kere ciğerlerimize çektiğimiz, tenimizde hissettiğimiz şeyin farkında mıyız?… Birbirimizin gözlerine baktığımızda kim kimi görüyor?… Parmaklarım klavyenin üzerinde gezerken kim kime dokunuyor?… Bir yaz sabahı Ege’nin Altınovası’nda tazeleyici veya bir kış akşamı Ankara’nın Kızılay’ında kömürlü-egsozlu havada nefes aldığımda kim kimin içine giriyor?…

Gerçek bu… Olan bu…

Bundan ayrı, bir de realitemiz var. O apayrı bir mucize! Gerçek’ten bağımsız bir realite bile oluşturabilme hak ve gücümüz var. Ve tek gerçek yaratıcı kuvvet var : niyet… onun da mekanizması yok! taklit edilebilir değil… Ama sadece varolmaktan gelen bir güç kendisi… yani hepimizde var. Öyle muntazam işliyor ki üstelik “Niyet ettim allah rızası için niyet hakkı ve gücü gerçeğini görmezden gelmeye” veya “farklı isimler vereceğim herşey birbirinden farklı ve ayrı ola” dediğimizde bile cevap aynı : ve de öyledir…

Yokluk diye bir şey yoktur, tıpkı incelik olmadığı gibi… 🙂 Bolluk-yokluk ekseni ve onun neresinde yer almak istediğimiz vardır. Yer almak bile yanlış bi tabir oldu. O eksenin kendi başına bir gerçekliği yok. İlgi, dikkat, odak ona gerçeklik veriyor ve ilgi/dikkat/odak da sadece BEN’im elimde olan bir şey — belki de BEN’im olduğum bir şey. Yani bolluk-yokluk ekseninin neresine odaklanırsak orası realite haline geliyor.

Basit di mi?… Nah basit!… Tamam basit ama kolay değil!!! 🙂 Ben bilmiyorum en azından metodunu — varsa tabi.

Gezegensel yokluk alanı dediğimiz şey ise kitle obsesyondan öte değil bence. Yani, bir odada oturup sürekli tavanda bir köşeye bakan adama tez zamanda arkadan bağlı göyneği giydiriyoz ama bir bina dolusu adam hepsi oturup bi köşeye sabit bakınca adı normal oluyo… İstatistik denen yalanı bile bu temellere kurmuşuz. Bir olasılık dağılımının “normal”i dediğimiz nokta, yapılan gözlemlerin en büyük çoğunluğu hangi değeri vermişse o değere
deniyo…!

Bolluk alanı, yaratılacak bir şey de değil  (hazır yaratılmışı var! 🙂 ) içine adım atılacak bir şey… Eksen orada… ilgi/dikkat/odak da BEN’de… gerisi iyilik güzellik…

Gerçi süreçle işliyor burada düzen. Her niyet beyanatına anında gelmiyor “ve de öyledir” cevabı… emin misin? son kararın mı? geliyo önce 🙂 Gerçi bu zaman aralığı da gitgide kısalmakta çünkü artık kendimizi kendimizden korumamıza eskisi kadar ihtiyacımız yok. Daha bilerek niyet ediyor/yaratıyoruz. Gerçekliğimiz, Gerçekle daha paralel hale gelmekte…

Ama yine de süreç var ve bir anda dilenciden kalantora dönmemiz söz konusu değil… Aslında bir anda dönmüş oluyoruz da etkilerini görmek zaman alıyor 🙂 Ve tabi her an tekrar soruluyor “emin misin?” Evet de desek hayır da desek aldığımız cevap aynı : ve de öyledir…

Bu süreç mekanizması yüzünden bolluk alanını genişletmek diye bir şey de söz konusu hale geliyor. Adım adım, yavaş yavaş yani… Ve yalnızca daha fazlasına niyet etmekle başlıyor. Sınır koymadan ama. Yol yöntem belirtmeden. Ve gerçekten samimiysek. Laf olsun diye “allahım allahım noolur bana kazı kazandan bi sefer de kol değil para çıksın!” demek, sisteme “ben boş konuşuyorum siz takılmanıza bakın ağalar” demekten öte değil… Şöylesi
daha bi doğru mesela :

“Hayatımın şu anki durumunda para/aşk/sex/zihin açıklığı/şefkat/ilgi/cömertlik/hoşgörü/ durugörü/günlük enerji/höndök/göndök konusunda kendimi rahat hissettirmeyen, hareket edişimi zorlaştıran dar elbiseler giyiyor durumdayım. Doğal büyümem sonucu artık bana olmayan bu elbiselerin mevcut ölçülerime en uygun yeni bir entariyle değiştirilmesini ilgilerinize arz ederim. İmza BEN”

Murat Öz