Keyifli bir günündeymiş kral. Bir yandan ballı ekmeğinin tadını çıkarıyor, diğer yandan da bayram münasebetiyle halka açılan saray bahçesinde gezinti yapan tebasını seyrediyormuş. Oturmaktan sıkılınca, elindeki ekmeği ile balkonun trabzanına yaslanmış. Tam bu sırada, “Hayırlı sabahlar efendim,” diyerek yanına gelen baş danışmanına cevap vermeye hazırlanırken, ekmeğinden süzülen bal aşağıdaki terasa damlamış…

Bunu gören danışman telaşla temizlikçileri çağırmaya yeltendiğinde, kral umursamaz bir tavırla onu durdurmuş. Yayılan tatlı kokuyu anında alan sinekler balı emmek için üşüştüklerinde, pusuda bekleyen bir kertenkele de sineklere hücum etmiş. Derken, nereden çıktığı belli olmayan bir kedi, kertenkelenin kuyruğuna atlamış. Bu sırada sahibiyle gezinen köpek de kediye saldırmış. Kedisinin canhıraş miyavlamasına koşan adam köpeğin sahibinin yakasına yapışmış.

Manzaranın vehametini kavrayan danışman tedirgin bir sesle, “Efendim, acaba muhafızları çağırsak mı?” sorusunu tamamlayamadan, bahçedeki halk birbirine girmiş. Kavgayı bastırmaya gelen saray muhafızları da işe karışınca, kargaşa bir iç savaşa dönüşerek, ilk önce şehre, sonra da ülkeye yayılmış…

Asayiş tekrar sağlanmış ama, ülke bir daha eski görkemini geri kazanamamış. Ancak; atlatılan bu korkunç yıkım, büyük bir irfanın doğmasına neden olmuş. O ülkenin bilgeleri şöyle der: Her birimiz yaptığımız her eylemden sorumluyuz. Dikkat edilmeyen küçük hareketler, büyük sorunlara; baş edilmesi güç zorluklara dönüşebilir ve koskoca krallık bir damla bal yüzünden yıkılabilir…

Aldığım duyumlara çok şaşırdığımı söyleyemem. Anlatılanlara göre, tüm dini uyarılara rağmen büyü yapmak ve yaptırtmak toplumumuzun hala vazgeçemediği alışkanlıkların başında geliyormuş. Dahası, kısmet kapatma ve aşk adına yapılan büyüler tahmin edemeyeceğimiz kadar yaygınmış. Bulunduğum yad ellerde de pek revaçta olan vahim bir konudur bu.

İyiye nam kazandıran, onu uyarıp ortaya çıkartan kötülüktür. Karanlığın gölgesi üstümüze çökmeseydi, aydınlığın ulviyetini, ışığın hürriyetini, güzelliğin kutsiyetini asla anlayamayacaktık. Kutuplar arasındaki tezat ve sürtüşmenin yeteneklerimizi geliştirdiğini, titreşimimizi yükselttiğini, aşkla beraber ‘bir’liği bu bedende tattırıp yuvaya dönüşü garantilediğini öğrenemeyecektik. Kısacası düalite, evrimin çeşitli senaryolarına anlam ve şekil veren; her ahval ve şeraitte özgür iradenin bize ait olduğunu gösteren ilahi bir yasadır. öyleyse hangisini seçiyoruz Sevgili Dostlarım; iyiyi mi, kötüyü mü?…

Cevabınızın, “Tabii ki iyiyi seçiyoruz!” olduğunu biliyorum. Ama; fark etmeden kötülük edebileceğimizi, masumane hareketlerin bile çok üzücü olaylara yol açıp bir değil, binlerce insanın yaşam akışını etkileyebileceğini, cehaletten doğan marazın habisleşip kollektifi zehirleyeceğini hatırlatmak isterim. Amacı ne olursa olsun, kişinin büyü veya salt düşünceyle başka bir insanın hür iradesine tesir etmesi; üstelik de bunu yapmakta hiç bir beis görmemesi, ÇOK AĞIR bir karmanın yaratılması demektir. Böyle bir vebali yüklenmek, ruhun uzun süre cebelleşeceği kaçınılmaz bir sebep-sonuç ilişkisidir. Büyünün bilerek, isteyerek tekrarlanması neredeyse insan öldürmekle eş değerdir. Karanlığın sihrine kapılan, ondan elde ettiği suni güçle efsunlanan, dolayısıyla da bu gücün mutlak olduğuna inanan alt benlik, ruhunu korkunç bir acz ve acıya mahküm eder.

Ettiğinin yanına kar kalacağını düşünen varsa, yanıtı bir atasözümüz versin: “Etme bulursun, inleme ölürsün.” İlahi yasa gereği lanse edilen tüm enerjiler dengelenmeye, kefeler eninde sonunda eşitlenmeye mecburdur. Büyünün kişiye geri dönüşü son derece merhametsizdir. özellikle de, ilahi bilgiler kişisel bir tatmine aracı olarak kullanılmışsa. Konunun uzmanları, büyü yapanların yaptıklarının bedelini büyük yıkımlarla, çeresiz hastalıklarla ödediklerini; evrenin ahengini bozdukları için gelecek enkarnasyonlarda çok zor temizlenecek bir karma yarattıklarını söylüyorlar. Neden derseniz, o zararsız addedilen aşk büyüsü bile sadece hedef alınan kişiyi ve ona bağlı olanların yaşamını etkilemekle kalmaz; kurbanın hücrelerine sirayet ederek kalıtım yoluyla nesilden nesle geçecek bir ‘program’ haline dönüşür.

İmajında yaratıldığımız Tanrı’nın bizi hep sevip, hiç yargılamadığını; düzenin iyi-kötü ayırımı yapmayan tarafsız yasalarca sağlandığını; taciz edenle edilenin aralarındaki oyunun karmik kontratlarla bağlandığını bu köşede defalarca yazdım. L‚kin; hep beraber uyanarak, ruhlarımızı Tanrı’nın göğsüne yaslamaya hazırlandığımız bu kavranılmaz süreçte, negatif olguları tolere edecek ne gücümüz, ne zamanımız, ne de ihtiyacımız kaldı.

Hicap duyanlara; ezan, çan, hazan demeden insanlığı tek ruh olarak kabullenmek isteyen tüm dünyalılara, Bhagavad-Gita’dan şöyle sesleniyor Yaradan: “Bütün günahkarların en günahkarı olsan bile, yalnızca bilgi salı ile bütün kötülükleri aşarsın.”

Konuk Yazar