Okuduğum bir kitapta insanları en büyük büyücüler hatta kara büyücüler diye tanımlıyor. Bu kısım doğru bence de, bunu şundan söylüyor hani beynimize birçok iyiler kötüler tıkıştırıldı ya, bunu da sözle yaptılar hani hala da devam ediyorlar tıkıştırmaya. Sözün gücü, inandığınız an büyü etkisi yapar, kişi de mesela kendinizi en güzel hissettiğiniz anda birinin “ay ne kadar çirkin olmuşsun bugün” demesiyle omuzlarınızın çökmesi gibi. Haklı, haklı da yazar, sonra başlıyor ne yapmalıya. İşte benim koptuğum an! Ooooooo çok güzel maşallah, annem, babam beni büyütürken hata yaptı beynimi birçok yanlışlarla doldurdu sonra hayatıma giren herkes hata yaptı birçok ıvır zıvır doldurdu beynime bilinçaltıma, aferin bu kişi de bunları fark etmiş bana herkesin yaptığının yanlış, kendi dediğinin doğru olduğunu söylüyor. Eski düşünce tiplerini atalım arkadaşlar o büyülerin etkisinden kurtulalım ve bu kişinin büyüsünün altına girelim hım ne dersiniz?

Ben olsam böyle bir sorumluluk almazdım, kitaptaki meditasyonun, duanın doğru olduğunu kim söylüyor. Neden insanlar doya, doya yaşamasınlar hayatı? Neden acılarında şöyle içlerinden gele gele, böğüre, böğüre ağlamasınlar? Neden sevinçlerinde çocuklar gibi kıkırdamasınlar neden? Hem de Tanrı bizim aracılığımızla hayatı deneyimlerken, hım şimdi anladım ona kazık atacağız! Bir türlü hayatı deneyimleyemesin diye tam ağlayacağımız bir olay olduğunda bir dakika meditasyon çok ağlamak iyi değildir duyguları kontrol etmek gerekir, hatta nötr olmak gerekir, “aha işte öğrenemedi Tanrı da buradaki gerçek duygumu, nasıl kazık attım ama”, yok arkadaşlar, yok olmaz böyle yaşam geçip gidiyor siz bu hayata dair hiç bir duyguyu şöyle doya doya içinize çeke çeke yaşayamadan.

Öyle çok gülme!, yüksek sesle konuşulmaz, yolda yürürken ciddi ol kaşlarını çat ki yılışık olma! Arkadaşlar bizim geleneklerimizde Tanrı selamı vardır değil mi? Tanrı selamı kuldan esirgenmez değil mi? Mutlaka bir selam verilmesi gerekir, hayır öyle herkese sen verme selam. Koşup tutalım hayatı bir yerinden, atalarımızın öğrettiği çok doğruda esas yanlışlar sonradan öğretilenler, mesela neler var bir bakalım geleneklerimizde, Tanrı Selamı demiştik. Hanginiz ya da kaçınız belediye otobüs şoförüne binerken günaydın, iyi akşamlar inerken de teşekkür eder, neredeyse hiçbiriniz. Tabii o zaman şoför de sizin gibi insan o da kaşlarını çatar bu insanlar bundan anlar deyip “sıkış sıkış dedim kardeşim haydi bak orada bir iğne deliği yer kalmış” diye azarlar sizi. Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır’ı hatırlar mısınız? Yani bunun öz Türkçesi yediğin tabağa mıçmadır sen 40 yıl önce o kişiden bir kahve içmiştin unutma bunu, dek dur anlamına gelir. Bizim geleneklerimizde bir lokma ekmek paylaşılır, yolcuya su vermek sevaptır. Hani hangisini uygularız sizce bir de yanlış büyütülmüşüz hadi bakalım yanlış o zaman mı yapılmış? Şimdi mi?

Yıllar önce Avrupa’da yaşarken çok ağrıma gitmişti, yolda yürürken gözün dalar, bir şey düşünüyor olursun da boş boş birinin gözünün içine bakarsın fark etmeden ya hemen karşıdan gelen kişi büyük bir saygıyla daldığınızı anlar çünkü fesat değildir. Ya bir içten günaydın der ya da selamlar böylece, günaydın diye cevaplarken karşıdakini toplarsın da kendini.

Bizde böyle bir şey nasıl olur acaba bir bakalım? “Ay manyak mı ne? Öyle bön bön bakıyor” ya da “yiyecek misin beni”, ya da “Hoppppppp açıkta bir şey mi gördün”, ya da “terbiyesiz” denilir geçilir, çünkü biz geleneklerinde Tanrı selamı olan kişileriz. Diyelim ki siz de selam vermek istiyorsunuz ve de yoldan geçen birine “Günaydın” deyip geçtiniz vay halinize, kişi durur omzundan tutar seni çevirir “bir yerden mi tanışıyoruz kardeş” der “yok sadece selam verdim” desen ayrı bir bela, niye? Ne isteyeceksin, yürü kardeşim beni kendine bulaştırma gibi saçma sapan şeyler yaşarız mutlaka.

Bugünlerde birçok bilgenin sıkıntı içinde olduğunu, bilgeliklerinin farkında olmadıkları içinde bunu hak ettiklerini düşündüklerini hissediyorum. Kim bilir belki de bu yazı tam zamanında ulaşacaktır ulaşması gereken yüreklere, akıllara, bedenlere ve ruhlara iyi ki varsınız, hayat, yaşam sizinle çok güzel.

Bilge sizi, özgür bırakandır, zorla o öyledir bu da böyle diyen bilge olamaz, bilge iyi, kötü, güzel, çirkin, doğru yanlış ayırımı yapmaz çünkü bilge bilir ki her şey olması gerektiği gibi ve olduğu haliyle güzeldir. O yüzden onda eleştirme kınama yoktur.

Aslında bu tür yazarları grup ve dernek başkanlarını da anlıyorum, çünkü bilgelik herkesin içinde olmasına rağmen herkes bunu görev olarak seçmez. Bu kişilerin pek çoğu uyarıcı ve uyuyan insanları uyandırıcı görevi görür, ancak işin kötü kısmı kendilerini bilge sanırlar, evet bilgi sahibidirler birçok konuda ve bunların bir kısmını da yaşamlarına da geçirmişlerdir ama bilgede kınama yoktur, siz özgür varlıklarsınız derken aba altından sopa göstererek aman dikkat et demez.

Şimdi bilgeyi, bilgeliği anlayabilmek, gerçek bilgenin kim olduğunu bilebilmek için bir giriş yapalım:

Bizler kendini tanıma yolunda birçok aşamalardan farkında olarak ya da olmayarak geçtik bunlardan en önemlisi ve en zorlandığımız ego kazandırılmasıydı. Şimdi birçoğunuz çok şaşırdınız değil mi?
Sanıyordunuz ki egolarımız törpülendi yok edilmeye çalışıldı değil mi?
Hayır, ben diyorum ki bize ego kazandırılmaya çalışıldı, bizler “benim”, “bu işte ben de varım”, “en iyi ben yaparım” demekten acizdik. Bizler topluma saygılı, her zaman tevazu içinde olmamız gerektiği öğretilerek büyütüldük. Son kalan yemeği “ben sevdim” deyip yiyemeyen insanlardık, “isteyen var mı paylaşalım mı?” diyerek büyüdük, kendimiz için bir şey istemesini bilmiyorduk, bizler istedik mi tüm aile, toplum insanlık için isterdik.

Bencillik çok ayıptı. Bize ilk öğrettikleri kendimizi sevme oldu, ego edindirdiler kendimi seviyorum, ben varımlarla ezik, silik kişilikleri kişilik sahibi yapmaya çalıştılar (bazıları bu işin gözünü çıkardıysa da). Daha sonra ben tanrıdan oldum öyleyse ondan benim içimde bir nefes varlara geldik, demiyor mu size nefesimden üfledim diye, demiyor mu size şah damarınızdan daha yakın diye. Peki bunu niye yaptılar dersiniz. “YA ÖZGÜRLÜK, YA DA ESARET” adına insan sahip olmadığı bir şeyden özgür olamaz. Mesela maddeye sahip olup maddeyi aşmak gerekir zaten sahip olmadığım bir şeyden özgür değilimdir sadece YOKSUNUMDUR bu da beni, sizi bütünlemez, tamamlamaz.

Mesela ev istiyorsunuz ama evin esiri olamazsınız, eviniz olur, orada kalıp, kalmamayı tercih etmek sizin özgürlüğünüzdür. Ama yok olan bir şeyden “özgürlüğü seçtim” diyemezsiniz. Bu yüzden önce BEN demeyi öğrendik, mesela bu duyguyu annelikte görebilirsiniz o kadar güçlü bir duygudur ki bu tüm demeyeceğim ama hemen hemen bütün anneler çocukları dururken BEN diyemezler. Oysaki kişisel gelişim tek kişiliktir. Talepler tek kişi için karşılanır çünkü bu anne bile olsa çoğu zaman çocuğunun gerçek ihtiyacını çocuğu bilir.
Ben kendim için istediğimde artık biliyorum ki bu çocuklarımı da, arkadaşlarımı da hatta tüm evreni kapsıyor çünkü ben biliyorum ki, kılıflar farklı olsa da herkes ben, ben herkes.

Hint fakirlerini bilirsiniz yokluk açlık içinde, bunlara bilge, ermiş falan da denir. Peki soruyorum size tanrıdan olan bizler onun bilgeliğine sahip isek, Tanrı yoksun olur mu? Tanrı hak ettiği, layık olduğu güzellikleri yaşayamıyorsa bir şeyler yanlış değil midir? Çünkü o güzelliklerin kaynağı ve güzellikleri hak edendir.

Verici olmak bilgelik midir? Ben çok verici bir insanımdır vermeyi gerçekten çok severim hem de yürekten yaparım bunu çok güzel bir meziyet gibi görünen bu davranış aslında çok büyük hatadır. İnsanlığın bilinci yükselmedikçe yukarıda bahsettiğim uyaran, uyandıranlar çoğalıp insanlara farkındalık kazandıramadıkça, bu kadar verici olmak yokluk getirir. Gerçekten de Tanrı bunu erdem değil israftan sayar. Çünkü vermek Tanrının bir lütfüdür ve hak ettiği değeri bulamayacağı kişilere sunulduğunda, Tanrının lütfünü boşa harcıyorsunuz, ama alan aldığının değerini bildiği sürece vermek çok güzel. Zaten o zaman o vermek değil paylaşmak oluyor. Bilge bunu da bilendir, ihtiyacı olana ihtiyacı kadar verendir.

Kimimiz çok zorlanırız yardım isteme konusunda ve zaman zamanda istemenin erdem olduğunu düşünürüz, aslında erdem, isteyecek duruma düşmemektir. Öyle bir zaman gelmeli ki herkes her şeye koşuyor olmalı yani ne karşındaki istemeli ne diğeri vermemeli, herkes herkes için tek, BİR gibi yaşamalı siz istemeden yapmalı karşınızdaki ihtiyacı bilerek siz de aynısını yapmalısınız karşınızdakine zaten bilmelisiniz ihtiyacını.

İşte bu dünya henüz bu seviye de değilken, sonuna kadar ilüzyonu gerçek, gerçek yaşarken, insanlardaki Tanrı enerjisi sadece dünya bilinciyle (şu an için) değer bulacakken, bugünkü ölçü her ne ise onunla tüm insanlığa sağlanmalı. İşte bu yüzden Bilge yoksunluk içinde değildir.

Tanrı suretinden yarattı deriz değil mi İnsan’ı. O halde insanlar bir diğerine baktığında onu görmeli, eylemlerinde ah işte bu tanrının eli, tanrının işi demeli, işte bu varlıklar da böyle güzel değerlendirildi, koşul ne olursa olsun o enerji sağlandı denebilsin.

Tanrı kendini bizde görsün tanısın diye geldiysek eğer ve hala etrafta üzünülecek insanlar varsa, bu taşınan enerji bugün neyle değer bulacaksa onunla alınması gerekir. İşte bu yüzden bilge yoksunluk içinde değildir.

Sizdeki enerjiyi nasıl kullanacağınız size kalmış, ister onunla kavga eder, sürekli bir şeylerle boğuşursunuz ya da onu kabul eder ve yaşamı tüm kısıtlamalardan arınarak ama toplumla birlikte çok eller tutarak yaşarsınız. Bilgeler bunu kabul etmiş yaşamla barışık olanlardır.

Bilgeler ya da onlara adaylar demek daha doğru bir dönem insanlık çok gecikiyor diye telaş ettiler başarısızlıkları için üzüldüler. Evrende ne kadar enerji varsa dünyaya yığdılar ki bir şeyler düzelir mi acaba diye. Hiçbir şeyi ispata çalışmadılar “ben biliyorum görürsün” dediler, liyakati hak ettiklerini bilenler bile azdı içlerinde. Oysa hak ettiklerini bilip bunun bilinmesini sağlamalıydılar. İnancı sağlama dönemleriydi o, evet hem bilecekler, hem yansıtacaklar, hem de kabulünü sağlayacaklardı. Enerjiyi aşağlatmıyacakları bir dönemdi o. Bu kişiler bilge olduklarının farkında bile değildiler, yoksa korkak bilge olur mu? Bilge olsa korkacağı bir şey kalır mı? İçlerinde bir yerde bir şeyleri hissediyorlar ama kendilerini tanımıyorlardı, Eğer bu enerji burada değerini bulamazsa defalarca yaptığı gibi yeni dünyalar yaratır da yine de kendini aşalatmazdı, bu arada Tanrı hiç zarar veriyorum diye düşünür mü? Hayır, çünkü o bizim kendi olduğumuzu biliyor ve sadece yenileniyorum diye düşünüyor.

Evet, evet şimdi konuya giriyorum. Şu an sıkıntı içinde olan sevgi demetleri, sevgi buketleri, kendi değerinizin farkına varın, kimseye ve bir şeye ihtiyacınız yok sadece paylaşmak aradığınız ama ihtiyaçmış gibi davranıyorsunuz. Şu an sıkıntıdasınız geçecek. Belki aşağıda yazdıklarımın bir faydası olur kendinizi tanımanıza.

Evet, geldik Bilgeye, Bilge, BİLMEKTİR. Nedenleri, niyeleri ve nasıl olması gerektiğini bilendir bilge.

İhtiyaçları karşılar, yani bazen olmaması gerektiği gibi davranandır, çünkü o özgürdür ve gerçekte tam anlamıyla özgürleşmiş olandır. Şimdi uçuk kaçık havada kalan konuşmalar gibi yazdıklarımı izah etmeye çalışayım.

Size küçük bir örnek, kendini tanıma yolundan bilgeliğe doğru adım atan birçok kişi, doğru enerjileri çekebilmek için gıda diyetleri yaparlar, kimileri hatta bunu önerirler de. Mesela Hintliler ciddi açlık oruçları falan tutarlar. Ama bilge, bunlardan özgür olandır. O bedenin ihtiyacını bilir ve ona uyar. Alkol almadığını düşünün bilgenin, ama bulunduğu ortam alkol almasını gerektirirse bunda da katı değildir, ortama uyar.

Tabii unutmayın ben zamanın, bugünün bilgesinden bahsediyorum, geçmişte durum çok daha farklı. Bugün toplumun değer yargıları ve gelişmesi farklılaştı, eskiden sesiz duran ağzından cımbızla laf alınan, öyle vara yoğa enerjisini harcamayan kişilerdi bilgeler hatta bu yüzden “ağır ol da molla desinler” derdik. Kamil insan, kasım kasım kasılırdı hata yapmamak uğruna, kim bilir belki toplumda onların söylediklerini anlayabilecekler de yoktu, böyle gerekiyordu ve öyle davranıyorlardı aksi takdirde belki de sayılmayacaklardı. Şimdi, günümüzde ağır olursan aptalsın, kültürsüzsün demektir, söylecek sözün yok demektir. Saygı görmekten çok bilgisini aktarmak derdindedir bilge, gerçi mutlaka hak ettiği saygıyı da görür ama densizin biri aşağılasa da buna hayıflanarak harcayacak ne zamanı ne de enerjisi vardır. Kısaca umurunda değildir. Günümüz bilgesi, kavga etmez. Günümüz bilgesi ben bilgeyim diye ortaya çıkmaz. Çünkü toplum bilge aramıyor, bilgeyim diyen günümüzde eşittir enelhak demekle bir tutulur deli damgası yer, günümüz bilgesi tüm kısıtlamalardan özgür ama gerçeği ve olması gerekeni bilen ihtiyacı anlayan akıllara göre konuşandır. Mesela sizin istediğiniz ev ise size o konuda fikirler verebilecek, benim düşüncem paraysa bana o konuda konuşa bilecek ve bu arada da çaktırmadan bir gerçeği de verebiliyorsa işte bilge tam budur.

Bilgenin maddi, sıkıntısı yoktur, çünkü o parayı taşıdığı enerji onu yansıttığı için sever. Bilgenin sevilmeye ihtiyacı yoktur o sevgidir, sevgi alır, sevgi verir ve sevgiyle kuşatılmıştır.

Bilge neye inandığını bilen ve inandığını yaşamına sokabilendir. Paylaşacağı varsa sizinle paylaşır ama almak istemeyene zorla vermeye de kalkmaz.

Bilgenin endişesi yoktur. Endişe ve korkulardan da özgürdür bilge. Buna rağmen, bilge böyle iken, bilgeye saldırılmaz mı? Belki de böyle bir durumu örnek olmak için kendi de yaradır, bu durumda bilge ne yapar sizce susar ve senin ona saldırmanı mı seyreder? Hayır, öyle bir şey yapar ki bilge seninle kavga etmez, basit alelade sokaktaki insanın seni cevaplayacağı şekilde seni cevaplamaz, öyle bir şey söyler ki bilge hem karşısındaki yaptığından pişman olur hem de bir şeyler öğrenir, hem de bunu öğrenmeyi istediğini kendi bile bilmezken, şöyle bir yüreciğine oturu verir ki, bilgenin sözü adeta kazınır istese de o kişi bundan kurtulamaz onun parçası olur.

Bilgelik çok keyifli bir bilinçtir.

Yaşar bilge hem de keyif ala ala yaşar bu hayatı. Onun aldığı zevk, keyif bir kelime aktara bildiği insanın yüreğinden gelir ona, onun değerleri aslında çok farklıyken kısıtlamaları, kıstasları yokken, herkes gibi yaşıyor görünür hayatı, hiç bir şey onu hayrete düşürmezken çok şaşırmış gibi yapar bazen.

Bilge keyifle kendini kabul edendir. Keyifle bunu yaşayandır.

Sırf akıllara, bilinçlere göre davrandığı için O tanrısını, tanrı onu bilir. Aslında Tanrı o ne yaparsa yapsın nedenini bildiği gibi o da tanrısıyla yaşar aslında.

Evet, gerçekten bilgelik özenilecek bir şeydir, ama herkesin amacı bu değildir tabii ama bilgelerin nasıl yaşamdan keyif aldıklarını bilseler, insanlar bilge olmaya soyunurdu, hepsi hem de bedeli oruçsa oruç, yokluksa yokluğa razı olarak.

Bilge özgürdür tüm kısıtlamaları aşandır, o yorgun değildir, o kederli değildir, o sevinçli de değildir, bilir ki her şey bir rüya, her şey bir oyundur, olayla olay olmayandır o, isyan etmeden yaşar gerçeği, huzur ve güven içinde o sadece yoluna devam edendir.

Bilgelik yanağını dönüp, bir de şuradan vur demek değildir, bilgelik dağların zirvesinde değildir, bilgelik senin, benim, ufacık bebeklerin, herkesin yüreğindedir.

Bilgelik o ilk tokadı yememektir.

Tokat yedikten sonra tabii artık diğer yanağa da vurulsa bir şey değişmez, eğer şamar yiyen bir bilge görürseniz bilin ki o anlık bir gaflet yaşamıştır ve bu yüzden size diğer yanağını dönmüştür ki bunu asla unutmasın diye. Saldıranın niye saldırdığını bilir o, bizim gibi bu insanlarda neyimi kıskanır, neyimi çekemez diye hayretler içinde kalmaz.

O, yüreğinden kendinden yansıyan o güzelliğe o enerjiye öylesine hayrandır ki, o onu tanımasa, o enerjiyi sevmese, o da ne olduğunu anlamadığı bu güzelliği kıskanacağını bilir.

O yalnızlıkta birdir, bütündür. Herkesledir, her şeydir.

İnzivada bilge kalmak, inzivada doğayla bir olmak onu her yerde görmek öylesine kolaydır ki, taş binalar arasında tek bir çiçeği görebilmek ve o taş binadaki emeği görebilen gerçek bilgedir.

Bilgenin varlığı şifadır ama bazen herkes gibi onunda teyide ihtiyacı olur o zaman konuşur buna hiç gerek olmadığını bilse de.

Figen Danışman