Yıllarca süren kendini tanıma, gerçek insan olma ve kendini gerçekleştire bilme eğitimlerinden sonra hala kendimizdeki eksiklikleri tamamlıyabilmek için çaba gösterirken bile bilgi birikimlerimi sizlerle olabildiğince sadeleştirerek paylaşmak istedim. Bu yollda henüz çalışan veya bu konuda birşeyler duymuş her yola çekilebilecek iyi niyetli insanlara anladığımca ve işin derinine fazlaca inmeden, aklınızı karıştırmadan yolunuza bir ışıkta ben tuta bilirsem sizlere hizmetin hazzını yaşıyacağım.

Şu günlerde fazlaca moda olan yeni çağ akımı nedir? Teknoloji çağının getirdiği tüketici toplum yaratma hareketlerinin yeni bir numarasımıdır? Düşünmeden uygula, sana verilenle yetin, uyumlu ol, Sorgulama toplumu geliştirmenin yeni uyutmacaları mıdır?

Doğuyoruz, süremizi doldurup ölüyoruz, çoğu zaman nefes aldığımızı bile fark etmiyoruz. Bu arada gerçekten unuttuğumuz acaba yaşıyormuyuz? Doya doya tad alıyormuyuz yaşamdan? Gerçekten insan gibi yaşıyormuyuz? Yaşamak ne demek?
İnsan olmak ne demek? Gerçekten biliyormuyuz? Yaşamın aslında bir sanat olduğunun idrakindemiyiz? İnsan soyundan dünyaya geldiğimiz, İnsan diye anılan iki ayaklı düşünen varlıklarla aynı tür bedene sahip olduğumuz bir gerçek. Ama bizi insan yapan sıfat sadece bedensel şeklimiz mi? Ara sırada olsa eğer bu da İnsan sa İnsan olmaktan utanıyorum denildiğine şahit olmuşsunuzdur. O halde İnsan olmanın sırları nelerdir? Hoşnut olmadığımız bir ortama ayak uydurmalı ve gelecek nesillerede bunu mu öğütlemeliyiz?

Eminim ki bu soruları defalarca kendinize sordunuz ve cevaplarıda neredeyse dilinizin ucunda yada gerçekten biliyorsunuz ama bunu nasıl uygulayacaksınız? işte asıl problem bu. Belkide sırf bu yüzden bu kitap elinizde aslında hem çok kolay hemde çok zor olan bu sorulara cevap arayan insanlarla birlikte YENİ ÇAĞ diye anılan bir çağ’a girdik bazılarımızda biraz sonun dan yakaladı bu çağ’ı, bende mümkün olduğu kadar sadeleştirerek, insan olmak ve yaşlandığımızda ah keşkelerle dolu bir yaşam geçirmemek için bildiğim,öğrendiğim ve uygulamaya çalıştıklarımla size ışık 
tutmak istedim.

YENİ ÇAĞ NEREDEN ORTAYA ÇIKTI?

Sanayi toplumuyla birlikte ekonomi tüm hayatımızı etkiler oldu.Parasız huzurlu bir yaşam sürmek hemen hemen olanaksız hale geldi, her türlü maddesel güzellik sanayinin gittikçe gelişmesiyle birlikte adeta al beni, al beni diye sergilenmeye başlandı, insanlar çok güzel sanarak aldıkları eşyalarının bir hafta sonra daha moderninin piyasaya çıkmasıyla mutsuz tatminsiz bir şekilde alıma yöneltildi, tabi ekonomiye dayanan güzellikler aynı ekonomik değerle yani para ile satın alına bilen sevgisiz saygısız insani değerlerden uzak toplumlar yarattı.

Tabi satın alınabilen tüm değerli insani kavramlarını yitirmeye başlayan düşünen varlık insanlar arasında bir grup insan bir süre sonra tüm maddesel güzelliklere sahip olunduğu halde neden hala mutsuz olunduğunu niye tatmin olunamadığını düşünmeye başladı eksik olan neydi?

Bu konuda yapılan binlerce araştırmalar, kitaplar,makaleler ile topluma ulaşmaya onlarıda düşündürmeye başladı ve nihayet insanların gözleri ve egosal ihtiyaçları dışında insanların ruhsal yanlarınında doyurulması gerektiği kavramı insanı bir bütün olarak görmek gerektiği aksi taktirde mutsuz savaşan hırslı her an kavgaya hazır toplum yaratılacağı insanın öz benliğinden uzaklaştıkça, değerlerini yitirmeye başladıkça sapkın ilişkiler kurduğu görüldü. Bu kavram iletişimin sadece pazarlama amaçlı değil birbirini anlayan toplum yaratmak için ne kadar gerekli olduğunu da ortaya çıkardı ve üniversitelerde iletişim dersleri bir bilim dalı olarak konuldu. Mutsuz olan insanlar mutsuz aileler kurdular.

Batı toplumlarında ortaya çıkan poligami bu tür bir arayışın ifadesiydi. Mutsuz kendine güveni olmayan, kendini kendi olduğu için sevemeyen insanlar, ihtiyaç duydukları güvenlerini ve sevgilerini başkalarından aramaya başladılar. Bu da aynı sanayi toplumunun oluşturduğu piyasada ki bir malı alırken acaba felanca firma yarın hangi malı veya hangi üst modeli çıkaracak endişesi yaşayan insanlar, ilişkilerindede aynı bilinci sürdürmeye başladılar. Bugün bu kızla veya oğlanla çıkıyorum ama acaba oralarda bir yerde bana daha güzel bir şeyler yaşatacak birini yitiriyor muyum? anlayışı insanın maddeye olan bakış açısının aynısıydı. Ancak zavallı insanlık, bunun farkına bile varamadan kopuk aileler, mutsuz ve sevgisiz çocuklar, erdemlerin yitirildiği bir toplumun parçası olmaya başladı. İnsanlar ideolojilerin piyonları olmaya başladı.Kendi fikrini savunamayan tek bildiği sevgisizliği sergileyen vuran kıran ve bunun doğruluğuna inan bir toplum yaratılmaya başlandı. Oysa insanlık çeşitliliği nedeniyle güzeldi. Farklı fikirleri, farklı inançları nedeniyle tüm yaşamın çeşitliliğini sergiliyordu. Renklerinin farklılığıyla bile çeşitliliğin monoton olmayan bir yaşamın güzelliğini sergiliyordu. Ancak rekabetin getirdiği acımasızlık tüm yaşamda kendini göstermeye başladı. Güçlü olan kazanacaktı ve merhamet sahibi insanlarda hep ezilmeye mahkumdu. İnsanlığın mutsuzluğunu, arayış içerisinde olduğunu farkeden farklı sanayi kolları oluşmaya başladı. Bunlar insanlığa mutluluk ve huzur vaddeden siyasi gruplar ve din istismarcılarıydı. Bunlar insanların manevi yanlarınında doyurulması gerektiğinin farkına varan ve bunu kendi amaçları için kullanmak isteyen insani değerleri kullanan ve insanları bölük bölük parçalara ayıran bir birlerine düşüren ayrı bir sanayi koluydu. Sanayi diyorum çünkü aynı zihniyetle hareket ediyorlardı onların piyasaya sürdükleri malları insanlardı. Bu insanlar bu fikirlerin peşinden mutluluk ve huzur için koşuyorlardı. Artık en önemli özelliği olan düşünme yeteneğini neredeyse tamamen yitirmeye başlamış herşeyin hap gibi kendisine sunulmasına alışmış insanlık,kendince güçlü gördüğü kişilerin peşinden koşmakta ve hatta canını vermekteydi. Üstelik başkalarının amaçları için, mutlu olacağını sanarak ölmekteydi.

Kısaca birşeyler ters gidiyordu, maddeyle mutlu olacağı vadedilen insanlar mutlu olamıyorlardı. Seksle mutluluğu,sevgiyi bulabileceğini sanan insan önüne gelen herkesle bunu yaşamaya başlamış bunun özgürlük olduğunu sanmış ama mutluluğu bir türlü bulamadığı gibi, mutsuz, haplarda, diskolarda,sokaklarda mutluluğu arayan gençliğin oluşumunada katkıda bulunmuştu. İdeolojisi için ölmüş, öldürmüş ama hala inançlarını paylaşabileceği küçük gruplar dışına çıkamıyordu. Kendine hala güvenmiyor, hala kendini, yaptıklarını sevemiyor dolayısıylada mutlu olamıyordu.

Dini de denemişti dinler sevgiden, birlikten, affedicilikten bahsetmesine rağmen, bir dini inanç bir türlü diğer inanca saygı gösteremiyor, insanları siyasi görüşleriyle ayıran toplum gibi dini inançlarıyla veya inançsızlıklarıyla ayırıyordu. İnsanlık hala mutsuz hala gerçekleştiremedikleri mutluluk ve barışı arıyordu. İşte insanları birleştirmek ve barışı oluşturabilmek amacıyla insan psikolojisi üzerinde uzman kişilerin araştırmaları doğrultusunda yeni çağ anlayışı denilen,insanları evrensel değerlerle birleştirmeyi hedefleyen insanın kendini tanımasına dayalı anlayış ortaya çıktı. Bu anlayış insana insan olduğu için değer veren ideolojileri ve inançlarıyla ayırmayan bir anlayıştı. Ancak bunun ütopik bir varsayım olmasını engelliyecek tek gerçek, gerçekten insanın kendini tanımladığı fiziksel görüntüsünün ötesinde ne olduğunu bilmesi,anlamasıydı.

Bunlar yeni çağ akımının ortaya çıkışının en önemli sebepleriydi diğer taraftan, okullarda neredeyse tanrısal güç olarak öğretilen fen’in, pozitif bilim diye sarıldığı bilmin sürekli değiştiği, değişmez sandığı doğrularının yarın tamemen yanlış olduğunu görmesi, açıklıyamadığı bir çok gerçeği araştırmaya yönelti insanları. Diğer taraftan sosyal bilgiler dersleri ile kutsal varlıkların yerini alan insanlardı. Günlük yaşantıda ise arabalar, ve yıkama makinaları, bütünlenme ve değerin göstergesiydi. Yeni çağ, nihayet insanlığı araştıran anlatan ve bir yandanda anlıya bilme çalışmalarını sürdüren madde den çok insana değer verilmesini öneren bir anlayıştır.
Zeki insanların dinsel inanca ihtiyacının olmadığı bir toplum hayatında, hala bir şeylere inanmaya ihtiyaç duyan düşünce yapısının tanrıyı arayışlarıdır.


YENİ ÇAĞIN GETİRDİKLERİ

Yeni çağ, sanayi çağı ve nükleer çağ ile aynı zaman dilimini paylaşmaktadır. Aslında Doğu uygarlıklarında yüzlerce binlerce yıllar önce filozoflarının yakaladığı dünyanın ruhuyla bir olmak gerçeğini zaten bilen, topraklarında nice filozofları da yetiştiren Doğu ile Batı uygarlığının arasında kalmış bizim toplumumuz içinse ancak bu gerçekleri yeni, yeni keşfetmeye çalışan ve doğu ülkelerine yeni değer veren batı ülkelerinin düşünce tarzındaki yenilik ile bu anlayışın gerçeğini araştımaya başlamıştır. Halen bu konuyu çok fazla araştıran bir kesimin ülkemizde varlığından söz edilememesi nedeniyle malesef bu tür yazıları batı ülkelerinin kitaplarından ve makalelerinden anlamaya çalışan ülkemiz insanlarınıda çok fazla tehlikeler beklemektedir. Malesef dememin sebebi, çünkü bu konunun batı toplumu için çok yeni bir farkındalık olmasından ve sanayinin sömürücü zihniyeti ile fazlaca bütünlenmiş olan bu toplumların bu şahane bilgileride sömürü amacına çok çabuk uydurabilme yeteneklerinden dolayı. Yoksa toplumları doğu ve batı olarak ayırmanın en çok karşısında olan,insanı ve her türlü varlığı sonsuz seven ve herkese herşeye değer verilmesini ve sevilmesini savunan kişilerden biriyim. Ancak yeni çağ farkındalık çağıdır, ayakları yere sıkı sıkı basan ne yaptığını, niye yaptığını bilen kendini tanıyan her türlü sorunun farkında olan bunlara çözüm getirmeye çalışan, uyuyan insanları uyandırmayı hedefleyen düşünce birliğidir.

Ancak sizinde takdir edeceğiniz gibi henüz araştıma safhasında bulunan aydınlanmamış kişiler yaptıkları araştırmaları yazarken toplumlarada gerçek buymuş gibi yön vermeleri ve zarar vermek istemezken zarar vermeleri pek mümkündür. Ampul de aydınlatır mumda ancak mum ışığında çalışmanın nasıl göze zarar verdiğini biliriz, mum seviyesinde ışıkla aydınlanarak, eylemlerde özgürleşmek mümkün değildir.

Nazım hikmetin de dediği gibi yaşamak bir ağaç gibi tek ve özgür bir orman gibi kardeşcesine. Birey olarak özgürleşemedikçe tüm dünya bireyleriyle orman gibi kardeş olmaktanda bahsedemeyiz. Evet batı toplumu bu çağı tekrar açarken tam farkındalıkla faydalı olmaya çalışan bu işe gönül vermiş bir çok iyi niyetli kişiler, insanları aydınlatma çabasıyla yazılar yazmış konferanslar vermiştir. Her zaman tanıdığımız süistimalci bu işten çıkar sağlamaya çalışan kişiler de ortaya çıkmış insanların inançlarını kullanarak sömürmeye çalışmaktadır.Bu bizim toplumumuzdada çok yakından tanıdığımız inanç istismarıdır.İçimizdeki karanlıktan farksız olarak yeni çağın en büyük kötülüğü, en iyiyi, mükemelli çarpıtmasıdır.

Bu çarpıtmalar sayesinde sonderece erdemli olan insan haklarının uygulanmasını ve bireysel olarak uygulamayı kendine görev edinen, sadece kendi ülkelerinde değil dünya barışının savunucusu olan bu düşünce tarzı medyayı ve bir çok kişiyi karşınına almıştır. Bunun sebebi tarihi redederek,içide bulunduğumuz zamana kara çalan, yeni çağ düşünceleriymiş gibi gösterilen düşüncelerdir. Bu çağın sevgi, seviç, hoş görü, saygı, ve barış çağı demek olduğunu gerçektende piyasaya çıkarılan çekici,ancak gerçeklere dayandırılamıyan kitaplardanda anlamak zaman zaman benim için bile mümkün olmamakta. Bu bilgileri piyasadan takip eden bir çok kişiler gibi medyada bunun ütopik varsayımlardan öteye geçmeyen düşünceler olduğunu sanarak yeni çağı lanetlemekte, yeni çağ edebiyatı ve dilini muhteşem bir çöplüğe benzeterek idealizmin, (özseverlik) narsizim ile yok olduğunu söylemektedir. Bu tabiki gerçeği bilen, insan hakları (bunun içinde kadın hakları, çocuk hakları, yaşlıların hakları bunlar her ne demek ise,bana bu ayırım herzaman tuaf geldi ve cinsiyeti,dili, dini,seks -Lezbiyem,Homoseksüel -anlayışı veya yaş durumu ne olursa olsun insan katagorisine girdiğine inandığımdan kitabın her tarafında bahsetmem gerektiğinde insan hakları olarak bahsedeceğim), çevre,doğal hayatı korumak, silahsızlanma gibi savaş karşıtı hareketlerde, çalışan aynı zamanda kendini tanıyarak yaşamın anlamını araştıran topluma ve kendine saygılı yeni çağ düşünürlerini üzmektedir. Çünkü onlar sakıngan kişiler olarak yeni çağ kritiklerini dikkate alırlar.

Yeni çağ düşünürleri açık zihinli realistlerdir,gizemli yollarda septikliğe varan şüphecilikleri vardır. Bu onları beklenmeyen bilgilere açık tutar, hatta insanların en küçük düşsel isteklerine bile.

Bu yüzden bu kritikleri değerlendirmek gerekmektedir bu bilgileri alıken çok dikkatli ve şüpheci olmalısınız kime güveneceğinizi henüz anlıyamadığınız zamanlarda bu insanları ruhsal varlığın abidesi bile sanabilirsiniz.

Buna örnek olarak Omega Entitüsü kurucularından Elizabeth Lesserin bir makalesinden alıntı yapmak istiyorum. Bayan Lesser Yerli Amerikalıların ruhsallığını öğrenmek için bulundu bir grupta dersi veren hocasını şöyle tarif etmekte “Bataniyeye sarılıydı,toprak, adaçayı, ve sigara kokuyordu hoca kesinlikle işini biliyor gözüküyordu çatlak bir sesle bize batıya doğru dua edeceğimizi söyledi.Bu yönün başlangıç yönü olduğunu, güneş buradan doğup beyaz ışıklarını bu yönden yaymaya başladığını söyledi. Bir elinde davul tutuyor bir eliyle de elimi yutuyordu.

Daha sonra beni kendine doğru çekerek kulağıma Hey! Batı ne taraf? diye sordu.”

Bu gibi bir çok örnekle karşılaşmak mümkün, yine Bayan Lesserin yeni çağ öğretisi için Omega enstitüsünde terapistlerin hastalarına geçmiş yaşamlarını ortaya çıkararak yardım etmeyi öğretikleri, bir sınıfta yaşadıkları verilebilir. Kendisinin reenkarnasyonla ilgili şüphelerini bir tarafa bırakarak oturuyor. Hocanın trans haline sokmaktaki mükemmel uzmanlığını izlerken transtaki katılımcı güney aksanıyla konuşmaya başlıyor.

Talimatı veren “söyle bize ne giyiyorsun diye soruyor”

“Uzun kıyafetler içindeyim. Yırtık. Kirli. Ondan utanıyorum.” Diyor kadın

“Bize adını söyliyebilirmisin?”

“Evet” diyor kadın yumuşak bir sesle “Scarlett O’Hara”

Bayan Lesser bu rezaleti sınıfın farketmesi için susuyor,ve kendi ifadesiyle ”Hey o olamaz roman karakterinden tekrar doğamaz”demek istediğini ama demediğini ve sınıftan herhangi birinin bir zamanlar Tarzan veya Jane olması mümkünmüş gibi devam ettiklerini belirterek, geçmişe dönme terapisi sınıfını tekrar oluşturmak için güvenilebilecek birini bulmalarının yıllar aldığını söylüyor

Bayan Lesser ; Yeni çağ madenlerinde kanarya olarak geçirdiğim yirmi yıldan sonra, sahte öğretmenlerine, rahatsız edici paradokslara, ve genel aptallıklara rağmen – güzelliğine, iyiliğine, ve tarihin bu anındaki önemine her zamankinden daha çok inandığını, Yeni Çağ teknolojisinin ve yaşam tarzının insanların hayatını nasıl olumlu değiştirdiğini deneyimlerle gördüğünü ifade ediyor.

Daima çalışarak, sabırla, bize nezaket ve içsel barış yerine miras ve ana değer olarak öğretilen kültürel farklılıkları yarabiliriz ve bu dönüşümün ilişkilerimizdeki etkilerini hissedebiliriz. Herşeyden önemlisi Yeni çağ bize Yaşamın güzelliğine daha çok saygı duymayı,ve ölümün gizeminden daha az korkmayı öğretiyor.

Geçmişte, bir öğrencisi Buddha’ya soruyor “Gerçeği nasıl bileceğim?”

Buddha “Çünkü işe yarar “ diye cevap veriyor.

Bizim işimiz Yeni çağın işe yarar, saygın ve koruyucu kısmıyla olmalı.

Bunu yapabilmek içinde abur cubur yiyecekler gibi geçici tatmin veren bilgilere aldırmamalıyız.

Evet, Yeni Çağ bilgilerinide içimizde ki dualite gibi iyi ve kötü olarak kullanılabiliyor.
Nereden?, ne öğrenebilirim? insanlığa ve özelliklede kendime nasıl faydalı olabilirim 
sorusunu kendine samimi olarak sormayan insanlar için Yeni Çağ güzel bir çıkar bilgileri olabilir,yada herzaman herşeyi çarpıtmaya ve kafasını kuma gömmeye alışık olan biz insanlar için yeni bir oyun sahası. Yeni çağ şüphesiz gerçeklikle iki yüzlülük arasında sallanan ilk ruhsal eğlem değil. Burada hemen confcius’ un güzel sözünü 
hatırlamamak mümkün değil.

Confucius “Hatalar erdemi yaratmak içindir,hatalar öğrendiklerimi sınamak ve çözümlemek içindir, Yol gösterildikten sonra doğru yöne doğru ilerliyememek, hatalarımı düzeltememe yeteneksizliğim – bunlar üzüntümün nedenleridir.

Sırf bu güzelim bilgiler çarptırılıyor diye, alabileceğimiz zevkten, hazdan vazgeçemeyiz. Eğer böyle yaparsak İngilizcede ki değim gibi bu “Bebekle birlikte banyo suyunu atmaya” benzer. Öyleyse uyanık olmalıyız,Bu tehlikeli yanıltmacalarla
dolu yolda ilerlerken uydurma söylentilerine ve inanç sistemlerine kapılmamak için espri yeteneğinizi koruyun, kalpinizi ve aklınızı açık tutun, ve Bayan lesser’in l dediği gibi, her sabah evden çıkmadan önce rusal dedektörünüzün saçmalıklara karşı çalışıp çalışmadığını kontrol edin.

Yeni çağ bizden ; kendi sağlığımızın ve gelişimimizin sorumluluğunu almamızı, dünya daki farklılıkları kutlamayı, birbirimizi siper olmamızı ve evrendeki gizi ortaya çıkarmamızı bekliyor.

Yeni çağ bilgileri bizi gerçek olana götürdüğü için mucizevidir.Bu yüzden yeni çağın gerçek rehberleri daima bize bu yolu işaret eder. Bu yüzden şimdiki inanç sistemimizle açıklanıyamıyacak olaylar yaşarız.


Kısım 1

Bulunduğumuz dönem Yeni Çağ öğretileri adı altında insanların ruhsal yönünü geliştirmeye yönelik bir çok öğretini ortalarda dolaştığı dönem olması itibariyle şöyle birkaç örnekle Yeni Çağ nedir ve nereden ortaya çıkmış olduğuna bir göz gezdirdik.
Şimdi Yeni Çağ bilgilerini bir yana bırakıp Kitabımızın amacına yönelelim. Kitabımız insan doğmakla değil,insan olmakla ilgili. Gül yetiştirmek,insan yetiştirmek kadar itina ister, hastalıklarla mücadele gerektirir. Aynı insanların sivri dilleri, hareketleri nasıl acı verirse gül dikenleri de batar acı verir. Onları ve Kendimizi nasıl acı vermeyecek gibi yetiştiririz ne yaparsak toplum sağlıklı toplum olur. Kendimizi tanıyor muyuz?Değişik, değişik renklerimizle gök kuşağı gibi güzel uyumlu gül gibi hoş görülü herkese kucak açıyor, mis kokuyor muyuz?

İnsan doğmak, evet gerçektende tüm bebekler insan olarak doğar ama yaşam koşulları, gördükleri, veya göremedikleri, eğitimleri ve yaşadıkları veya yaşayamadıkları ile insan olmaktan çok ama hem de çok uzaklaşırlar ondan sonra ne mi olur?İşte Yaşadığımız topluma bir bakalım; sadece ülkemiz insanlarından bahsetmiyorum, tüm dünya insanları emin olun farklı, farklı şekillerde benzer şeyler yaşamaktadırlar ancak elbette ki benim en çok gözlem yapabilme imkanımın olduğu yer olan kendi vatanımdan örnekler vereceğim. Gerçekten böyle bir toplumda yaşamaktan yüzde yüz memnun olanınız var mı?Evet biliyorum, bir çoğumuz gerçekten ben bunları hak ettim mi? Böyle bir toplum, böyle bir dünyada yaşamaktan gerçekten memnun muyum diye bile kendine sormuyor. Kendimizi bir yaşam “gailesine” her ne demekse öyle kaptırmışız toplumun bize öğrettikleriyle iş, ev, aile ihtiyaçları şeklinde sürüklenip gidiyor ve bu sürüklenmede hayatımızın sonunu hazırladığımızı fark bile edemiyoruz. Hatta siz, yanlışlıkla bu soruyu onlara sorarsanız “Hiç böyle boş şeylerle uğraşacak vakitleri olmadığını, çok meşgul olduklarını, işlerinin çok yoğun olduğunu söyleyeceklerdir”. Oysa boş ama bomboş olan yaşamlarının kendisidir. Ot gibi bitki gibi yaşamları var tabirini kullanmayı oldum olası hiç tercih etmemişimdir. Çünkü bizlerin Ot, bitki değip küçümsediğimiz canlılar yaşam dolu varlıklardır. Hissederler sevgiden anlarlar, onlara sevgi sunulduğunda daha da coşarak açarlar, büyürler vitaminlerini, suyunu yeteri kadar verirsek, ihtiyacı kadar toprağını koyup temizlersek hele de güneşin ışıklarını tüm bedenlerinde hissederlerse mutluluklarına diyecek yoktur. Arzu ettiğimiz gibi sağlıklı ve capcanlı büyüyerek memnuniyetlerini mutlaka bize belli ederler.
Ya biz? Biz hisseder miyiz? Sunulan sevgiyi fark eder miyiz? Kendimizi fark eder miyiz? Hasta olduğumuzu bile çok sonra, çoğu zaman iş işten geçtikten sonra far ederiz. Akıllı varlıklar olarak bizler, öyle koşturur öyle işlerle hemhal oluruz ki yerde miyiz, gökte mi onu bile bilemeyiz, yaptığımız işe de bir faydamız olamaz aslında.

Yaşadığımız dünyayı bile göremeyiz, hissedemeyiz. Dünya bizden ne ister acaba? Biz dünyanın çiçek bahçeleri miyiz? Onun istediği gibi büyüyüp, kök salıp, ölüyor muyuz? Kim bilir? Bu bizim sorunumuz değildir çünkü bizim yapılacak çok booş işlerimiz vardır. Bu işler ne midir? Dedik ya hayat koşulları zor bizden çok çalışmak bekler çoluk çocuk yemek ister. Hele de eşimiz bunca koşuşturduğumuz yetmezmiş gibi işte kimlerle boğuştuğumuzu bir lokma ekmek için nasıl kavga verdiğimizi hiç ama hiç anlamaz sanki bize kimse veriyormuş gibi sevgi beklerler, hem bu eşler çalışıyor bile olsa, herhalde bütün eşlerin işi çok rahattır anlamak mümkün değil.

Çoğunuzun sen hiç aç kaldın mı? hiç başının üstünde çatı olmadığı oldu mu? Bunları yaşamadıysan tabi bunları yazarsın dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Burada konu ben olmamakla birlikte, evet çok sıkıntılar çektim hatta bir çoğunuzun katlanamayacağı sıkıntılar çektim, ama her zaman başımın üstünde bir çatı ve bir lokma ekmeğim oldu. Ben sorunların sorun olduğunu idrak edebilmek için ille de o sorunu kendi yaşaması, hatta ve hatta defalarca yaşayıp her defasında burnunu duvarlara vurması gerekenlerden değilim. Ben başkaların acılarını da yüreğinde hissede bilenlerdenim.

Ben size sormak isterdim; O başınızın üzerinde ki çatının hiç farkına vardınız mı? Hiç yediğiniz bir lokma ekmeğin tadını çıkarıp zevkine vardınız mı? Oysa siz bunlar için çalışıyordunuz değil mi? Bunlar için koşuşturuyordunuz. Genellikle yaşlanınca eğer yaşlana bilirsek bir gün bunların farkına varmayı ümit ederiz. Ama büyük olasılıkla bu kadar kendini ihmal eden bu kadar yaşadığı dünyanın farkına varamayan bizler aynı şekilde de öleceğizdir. Yaşamımız bize bunları açık, açık bağırıyor.

Ayrıca, daha iyimser olanlarımız da var;
Onlarda, gece gündüz kendilerinin ve çocuklarının sağlıkları yerinde olduğu için dua edip memnun olmaya çalışırlar. Çünkü kendileri için dünya dört duvar arasını kadardır. Dünyadan memnunlar mıdır? Hamd olsun Rablerine hatta çok şükür onlara kiralarını zar zor ödeye bilecekleri bir ev vermiştir. epeyce de borçları vardır, hele o dört duvarın dışına çıktıklarımda onlardan kaynaklanmasa bile sataşanlar zorla kavga etmek isteyenler vardır hiç o dört duvardan çıkmak istemezler ama olsun çok şükür hatta hamd olsun Rablerine sağlıkları yerindedir. Çocuklar istedikleri gibi eğitim alamazlar, eğitmen olması gereken öğretmenleri de onlara doğru dürüst eğitim veremiyordur çünkü ya nasıl verileceğini bilmiyordur yada onun da hayat koşulları zordur olsun zaten bunları talep etmeninde hakları olduğunu da bilmezler, zaten bilseler de canım hoca şimdi çocuğa takar burnundan getirir fala……çok şükür yaşar giderler. Zaten kazandıkları parayla zar zor karınlarını Allah ne verdiyse doyurmaktadırlar, sağlık için doktora nasıl para versinler ya fark ettikleri hastalıklarını görmezden gelirler yada zaten fark edemezler, hem şimdi özel doktora gidecek paraları yoktur, devlet hastanelerinin de durumu mağlum, sağlıklı giren hasta çıkar vallaha!!!! hatta geçenlerde böbrek yerine birinin kolunu kesmişler ama çok şükür ve hatta hamd olsun Rablerine sağlıkları yerindedir. En önemli şeyde hayata sağlıktır zaten yoksa nasıl karınlarını doyururlar? Nasıl kira öderler? Hem zaten birde patronları vardır hastalığa çok sinirlenir, O öyle affedersiniz “it” gibi çalışmasa çoktan kapının önüne oturtur. Ne yaparlar o zaman çoluk çocuk sersefil ama Hamd olsun Rablerine hatta çok şükür sağlıkları yerindedir.

Ama ne zamana kadar? diye soracak olanız ; şimdi hiç bunu düşünemezler etrafta o kadar fakir fukara varken çok şükür onların bir işi vardır. Peyki o fakirler için ne yapalım? derseniz Ben bilmem abi, zaten sahip olduklarıma şükrederek yaşayıp gidiyorum (eğer bu da yaşamaksa), herhalde Allah onların rıskını verir ve zaten o kadar zengin varken bana mı? düştü onlara ne olacağını düşünmek derler. Aslında benim nasıl bir dünyada yaşamak istediğimi bile düşünecek halim yok, Allah aşkına birileri benim için düşünsün çünkü ben şükretmekten bunlara vakit bulamıyorum demektedirler.

Bir kısmımız da şükretmek ne kelime her dakika küfretmekle meşgullerdir. Hatta hayata geldiği güne, dakikaya küfreder elinden gelse takvimden o günü saatinden de o dakikayı silecektir. Neden bu anlamsız lanet olasıca dünyaya doğmuştur ki. Annesi ve Babasını hiç anlamaz b… mu? vardı da onu dünyaya getirmişlerdir, hayır diyelim ki vardı da o niye bunun farkına varamaz yada o b… ekliye bilecek bir katkısı da olamaz. Dünyanın gidişi b.. tandır! Şu gençliğe bak!! hepsinin kıçına bir tekme atsa, böyle gençlik olmaz olsun. Meclisi fark ettiniz mi? Şu salak millet vekillerini insanlar nereden bulur bunları onlar mı? bu b..tan dünyayı yada ülkeyi düzeltecek, zaten düzeltmeyede niyetleri yoktur oturur maaşlarını alırlar. Ya sen diye sakın sorma onlara, onlar çok çalışır küfür haznelerini geliştirmek için. Hatta yeni, yeni kelimeler de eklerler. Dil Kurumuna katkıları büyüktür mesela “Dangilimanyo” dangalak manyak, “Salomanyo” ise salak manyak demenin kibarcasıdır sanki espiri yapar gibi söylenir. Hayır hatta bir b..un değişeceğini bilseler “Kendilerini kasacaklardır açıklaması çok çalışacaklardır ama nafile bu dünya için parmak oynatmaya değmez. Hem zaten sayın Milletvekilleri orada oturup dururken o niye çalışsın ki? Hatta, hatta mümkünse defacet bile etmek istemezler lağıma bir katkıları olur diye. Hem biliyormusunuz o da ne fena çalışıyordur da Patron geri zekalısı onun değerinin hiç farkına varmıyordur. O zaten dünya da kapladığı yere lanet olsun küsmüştür bir kere Patrona çalışmaz. Ama şu mecliste oturanlar yok mu? Onun on katı maaş almasını bilirler. Annesi, Babası sadece doğurmakla kalmamış birde Allah kahretsin evlendirip çoluk çocuk sahibide yapmışlardır onu. Hani sanısınız ki evlendirmek için boğazına bıçak dayamışlar,çocuklarda gökten zembille ini vermişler. Peyki o zaman aklın neredeydi? tatile falan mı çıkmıştı diye hiç sormayın çok dertlidir; Ne bileyim abi ben de bir şey var sanmıştım ama maalesef yokmuş aslında bu dünyada düzgün giden bir şey mi var ki o olsun. Hep Annesini babasının kabahatidir işte. Bir sigara yakar ve başlar konuşmaya şu hava kirliliğini ne yapacağız millet bununda içine s.. batırdı ozon tabakasını da deldiler sonunda zaten şu ahmak millet olmasa yok canım yok yok bu millet adam olmaz çok odun kafalılar hatta kütük (çok farklı şeylerdir). Konuyu değiştirelim abi canım sıkılıyor, neyse dün futbol maçını seyrettin mi? Fatih ( Fatih Terimdir arkadaşta herhalde ebesi) o arada nasılda Hakan’ı oyuna soktu ne büyük hataydı ama ben olsan asla onu oyuna sokmam hatta yedek kulübesinde bile oturtmam, lan bunlar adam olmaz anlaşıldı Türk hocayı s..tir edicen bu işi öğrenemediler. Zaten futbolcuların hepsini de atacaksın abi anca para almayı biliyorlar hiç birinin kıçını kıpırdatmaya niyeti yok, bir sıra dayağı vallaha bizim millet ancak bundan anlar. Hele milli takım yine Mustafa (bu arkadaşta Mustafa Denizli oluyor galiba) yüz kere denediler olmuyor abi o adam zaten…….. böyle saatlerce konuşur, nerede mi? tabi ki iş’te o çok çalışıyor da kendini satamıyordur, pazarlama sıfır bizi dürüst yetiştirmişler bir kere biz öyle şeyler yapamıyoruz abi. Hele patronlar bir b.. bilmezler Eş……..bangır, bangır bağırır bir doğru dürüst konuşmasını bilmez, Abi şimdi sana çay söylerdim ama çaycı salağı iki saatte gelmez illa bağıracaksın, ineğin anladığı dil bu.

Bugün de bitti şimdi akşam eve git kadının suratını çek ıspanak pişirmiş yine o kal… yüz kere söyledim ıspanak sevmem diye, ne yapalım onu almışsın diyor bak şerefsize!! pazarda bir şey vardı da ben almadım sanki. Çocuklar kalem ister, harçlık ister, yazında tatil isterler b.. yesinler vur abalıya şurada köpek gibi çalışıyoruz anlamaz hayvanlar, diye sürer gider yol da şöför’e çatar o bu işi bilmiyordur, eline kalem alan gazeteci olmuştur, biz zaten spordan anlayan millet değilizdir,çoluk çocuk sanatçı olup çıkıyordur, ahçılar yemek yapmasını bilmez vs.vs.vs. Arkadaş her şeyden anlarda bir başa geçse o zaman göreceksin onu!!(Maazallah) ama ille de şu milletvekilleri birde Patron köklerine kibrit suyu!! Tamam abi doğrusunda ne yapalım? nasıl yapalım? diye sorma sakın o neyi nasılı iyi bilirde hatta dünyayı da kurtarır ama bu si..b..tan dünya değmez ve böyle lağım gibi bir dünyada yaşar gider. Nereye mi gider?? Kim bilir?!!

Daha nice çeşit, çeşit insanlar hırsızı katili hep ezik büzük yaşayanı ama hep mutsuz hep eksik hemen, hemen hiç kimse yaşadığı hayattan tam anlamıyla memnun değildir ve sürekli bu yaşam tarzı için savunmalar üretir.

Kendini tanımak bize ne getirecektir: Sorumluluk

Sorunlardan Özgürleşmek ve birilerinin bize daima soru yaratığı fikrinden kurtulup kendi sorumluluğunu almak. Kendini tanıyan, insan olarak kendini tam anlamıyla ifade edebilen kişi; yaptığı her işin sorumluluğunu alır, suçlamayı kaldırarak bağımlılıklarından kurtulup özgürleşir.
Özgürleşmek zincirden boşanır gibi davranmak demek değildir. Özgürleşmek sorun diye tanımlanan olayların bile sorumlusunun biz olduğumuzun farkına varıp bağımlılıklarımızdan kurtulmaktır. Çevremizde yüzleşmekte olduğumuz her türlü sorun ondan, bundan değil bizzat bizden kaynaklanmaktadır. Bunu bilmek ve düzeltme yönünde her atılan adım bilgiyi kullanmak yani bilge olmaktır. Hani bir söz vardır ya “ÇÖZÜMÜN PARÇASI DEĞİLSEN SORUNUN PARÇASISINDIR” eğer kişi çözüm üretemiyorsa a zaman var olan sorunda onun da büyük rolü var demektir.
İnsanlar sorumluluklarından kurtulmak ve başlarına gelecek her olayda suçlayabilecek birilerini bulmak için çeşitli guruplar ve komisyonlar kurmuş (TBMM, UNICEF, UN, UNESCO gibi)ve bu gruplara korkunç sorumluluklar yüklemişlerdir.
Bu kurumlar insanların özlemlerini keşfetmek, duyurmak, ve kanun haline getirmek zorundadırlar. Aynı zamanda bu gruplar kurucuları olan insanlara baskı yaparak kanunlara uyulmasını sağlamalı, kanunlara uyulup uyulmadığını kontrol etmeli ve uyulmaması halinde cezalandırmalıdırlar. İnsanlar böylece iki sorumluluktan birden kurtulacaklarını zannetmişlerdir. Birincisi ne istediğini kendi bilmek zorunda değildir, bunun için bir grup kurmuştur. İkincisi bilse bile uygulamak veya oluşturmak için bir adım bile atmak zorunda değildir çünkü yine bu gruplar aralarımdaki görev taksimlerine göre uygulatmak zorundadır. Eğer toplum yargılarına göre uygun olmayan bir hareketin cezası yoksa yine bu gruplar ceza koymamıştır veya fark edemiyordur. Savaşların bitmesi için hep birileri bir şeyler devreye girmelidir. Savaşanların hepsi birilerinden yardım bekler. Savaşın dışındaki toplumlarda hep birilerini suçlar, çünkü suçlayabileceği kurumlar kurmuşlardır.

Daha önceki sayfalarda ters giden şeyleri herkesin gördüğünü ve bu ters giden olaylarda herkesin alim kesildiğini ve bakış açılarını birkaç hikaye ile tasvir etmiştim örneğin başarısız bir futbol karşılaşması sonrasında iş yerlerinde ki Fatih Terimleri Mustafa Denizlileri anlatmıştım. Bunlar kitaba konu olsun diye abartılmış hikayeler olmayıp bilakis konuya çabucak geçebilmek için özet olarak verdiğim gerçeklerdir, zaten pek çoğunuz buna tanık olmuştur.

Gerçekten hayatta bir sorun var mıdır? Bir gün biri çıkıp da size hayır hayatta hiçbir sorun yoktur her şey mükemmel ve yerli yerinedir derse, bir çoğunuzun hadi canım oradan diyeceğinizi bu da polyanacılık oynuyor diyeceğinizi duyar gibiyim, ama gerçek budur. Gerçek sizin olaylara bakış açınızdır. Esas konu işte bu; kendini tanımak ve ifade edilebilir bir farkındalığa ulaşabilmek böyle bir bakış açısına nasıl sahip olacağımızın cevabıdır.

Şimdi görevini yapamayan futbolculara geri dönelim; o gün yenildilerse ne olmuş, sonuç ta bir müsabakada bir kazanan ve bir kaybeden olacağını baştan beri biliyoruz, bir ton milli servet bu insanlara akıtılmış ve aldıkları parayı hak etmemişlerse ne olmuş üstelik her karşılaşmada %50’lik kazanma şansları olduğunu hepimiz biliyoruz çünkü rakip takımda aynı koşullarda sahaya çıkar. Ya siz 8 veya 9 saatlik mesai saatinizi bunu tartışmak için harcamadınız mı?veya mesai saatinizin çalışmadığınız kısmını ben bunu hak etmedim diyerek geri mi?verdiniz. Yok canım zaten aldığım üç kuruş, hiçbir zaman devlet veya iş veren hakkımı vermedi ki kendileri hamuduyla götürür bu paraya biz çok bile çalışıyoruz diyeceksiniz. Bu defa o üç kuruş için kaç binlerce kişinin hatta yüz binler veya milyonların kapılara da olduğunu biliyorsunuz değil mi?üstelik iş veren size %50 lik hak tanımamıştı sizin %100 o işi yapacağınızı düşünüyordu ama iş ‘e girerken böyle bir söz vermiştiniz ama yine de lak, lak la mesainizi boşa harcarken sizi döner bıçaklarıyla kovalamaz değil mi?

En çok hedef olan Milletvekillerine gelelim ; onlar zaten kendi maaş artışlarını bir saniyede çıkarırlarda bize geldi mi aylarca toplanırlar nihayette %10 luk bir artış yaparlar değil mi? Evet bu doğru ama öyleyse ne olmuş siz aynısını yapmaz mıydınız? Hiçbir zaman emin olamazsınız asla eminim diyemezsiniz. Çünkü bilemezsiniz. Ayrıca siz kendiniz den emin olsanız da her hangi bir akraba,hemşehri, komşu yada tanıdığınızın sizin adınızı kullanarak gıyabınızda yolsuzluk, hırsızlık yapmayacağını bilemezsiniz. Ben bu isimlerin basit bir trafik cezası için bile kullanıldığını gördüm. Ayrıca size sorarım hiç fakir Milletvekili gördünüz mü? Fakirler Milletvekili olabilir mi? Hayır çünkü Milletvekilleri, Milletvekili olana kadar ne kadar insan doyurmaları gerekir bilir misiniz? Evet bilirsiniz yosa oy alamazlar. Yoksa aldıkları maaşla zengin olmuş değillerdir. Böyle koyu bir Milletvekili savunucusu olduğuma bakmayın. Ben de herkes gibi böyle yönetilmek istemiyorum, tabi ki hırsızlıkları, üç kağıtları görmek istemiyorum. Her dakika fedakarlık yapması gerekenin sadece halk olduğuna inanmıyorum, eğer fedakarlık gerekiyorsa ben biliyor ve inanıyorum ki toplum bunu yapmaktan hiçbir zaman hatta tarihler boyu kaçmadı yine de kaçmaz, çünkü bu yurdun bir avuç toprağı için savaşlarda yitirilenler onların, bizim evlatlarımızdı ama hep birlikte yönetenlerde, yönetilenler de hep birlikte olduktan sonra. Ama bu anlattıklarım da bir gerçek ben böyle yönetilmeyi hak etmeye bilirim ama toplumun aynası olan Meclisimiz görevini çok mükemmel yapıp toplumumuzu aynen temsil etmekteler. Yoo öyle hemen kızmayın bir birleriyle tekmeleşiyorlarsa ne olmuş, siz her fırsatta her yerde aynısını yapmıyor musunuz? Yine de böyle yönetimi böyle olayları ben hak etmiyorum ben her zaman herkese ve kanunlara saygılı oldum diye bilirsiniz. Belki de hak etmiyorsunuzdur ama siz toplumun geneli misiniz? Siz toplumu, hak etmeyen siz gibi yapmak için bir şeyler yaptınız mı? yoksa sadece cık,cık zavalıcıklar deyip geçtiniz mi? İşte bu yüzden bu toplumun bir parçası olan ben,” ben bunu hak etmedim “ diyemiyorum.Çünkü ben. Sen ve bizim mükemmellikleri hak ettiğimizi ancak bunu fark etmeyen çoğunluğumuzun olduğunu biliyorum. Siz toplum için ne yaptınız derken hemen herkes yada bizim aydın dediğimiz kesim çok şeyler yapmaya çalıştığını ama bırakmadıklarını yada gerçekten bir şeyler yaptığını söyleyecektir ne mi? belli bir takım ideolojilerde ne tür bir ideoloji değil fakat bir kesimin inandığı savunduğu ideolojilerde insanları toplama çoğalma çabalarından öteye bir şey olmayacak anlattıkları oysa ben burada inancı ne olursa olsun toplumu doğrularla aydınlatmaktan bütünlemekten bizim ideolojimize inanmayanlara da sevgi gösterebilecek bir aydınlanmadan bahsetmekteyim. Bu toplum ve tüm insanlık inançları ne olursa olsun mükemmelliği hak etmektedirler. Bizim gibi düşünmüyor diye nasıl birini öldüre biliriz? Tek tanrıya inanan dinlerde bile farklı mesajcılar ve peygamberlerden dolayı insanlara işkenceler yapıp evlerin altına gömebiliriz. Sevgisiz sapık zihniyetler suçlular kim biz, bir şeylerin farkında olduğunu sanan bizler. Kendini bir nebze olsun aydınlanmış sananlar. Açık oturumları izleyin karşı fikirden kişilerin hiç insana ve insanlığa yaraşır tartıştıklarını izlediniz mi? ben görmedim. Benim gördüklerim birbirlerini tahrikti hiç kimse bir diğerini dinleme nezaketinde bulunmaz sadece doğru sandığı fikri ağızları köpüre, köpüre anlatır ve taraf bulmaya bir diğerini komik ve küçük göstermeye çalışırlar. Edebiyatı kuvvetli olan ağzı laf yapanda açık oturumun galibidir. Aslında sorun galibiyet veya malubiyet değil anlamak en azından bizim inanmadığımız ve asla kabul edemeyeceğimiz düşünceleri bile apaçık şeylerin çarpıtılmasını bile insanların nasıl böyle görebildiklerini anlayabilmek için dinlemeliyiz. Hani bir slogan vardır ya “Konuşan toplum istiyoruz” diye, ben dinleyen, anlayan, anlamaya çalışan,çözüm getiren toplum istiyorum. Hepimiz biliyoruz ki biz konuşan toplumuz,hep konuşuyoruz ama boş konuşuyoruz. Arkadan konuşuyoruz, gerekmediği yerde konuşuyoruz hak aramak içinse sadece bağırıyoruz. Ben istiyorum dediği gibi olan ve yapan toplum istediğimden zaten bildiğinizi düşündüğüm, belki de göz ardı edip fark etmediğiniz şeylere dikkatinizi çekmek istedim. Suçlular deyip geçtiğimiz kimler biz ve bizim çocuklarımız. birini sevmek ancak onu anlamakla olur eğer kızan, nefret eden toplum yetiştirdiysek eğer o kişilere kendimizi, fikrimizi anlatamadıysak bu bizim suçumuz. Düşünün bir kere aydın dediğimiz kişiler kimler? Kendi aydınlanmış olanlar mı? Oysa aydın karalığı aydınlatır karalığa kızmaz ve kızdırmaz akıllara göre konuşur doğru bildiklerini herkesin anlayabileceği gibi ifade eder, yakın bir örnek olarak Ahmet Mete Işıkara’yı ele alalım branşında iyi bir Prof olduğu kesin değil mi? ama herkesin anlayabileceği gibi konuşuyor hatta ilkokul öğrencilerine de toplantılar düzenleyip hitap edebiliyor hatta, hatta son çıkan çizgi romanı belki de Anaokullarına bile hitap edebilecek işte akıllara göre konuşmaktan kastım bu yoksa yalancılıktan bahsetmiyorum. Ampulü düşünün eğer karanlığa kızsaydı evlerde yangın çıkardı herhalde. Aydın dediğimiz ampul gibi olmalı girdiği her toplumda etrafa bilgileriyle ışık saçmalı.

Atatürk bu konuda bakınız ne diyor;
“Aydınların vazifesi gayet büyüktür. Hiçbir millet yoktur ki ahlak esaslarına dayanmadan yükselsin. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.Beni benimsemek isteyenler akıl ve ilim rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar. Hakiki İnkilapçılar onlardır ki;ilerleme ve yenileşme inkilabına yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki gerçek eğilime sızmasını bilirler. Zihinlerde mevcut uydurma hikayeler çıkarılmadıkça, dimağa gerçek nurlarını yerleştirmek imkansızdır. Bu yolda her şeyin üstüne çıkarak hedefimize yürümekte asla tereddüt etmeyiz. Fertler düşünür olmadıkça, hukukunu müdrik bulunmadıkça, kütleler istenilen istikamete, herkes tarafından iyi ve fena istikametlere sevk olunabilir. Türkiye’yi ’öyle yanlış yollarla batma ve yok olma vadisine sevk edenlerin elinden kurtarmak lazımdır, bunun için bulunmuş bir hakikat vardır. Ona uyacağız. O hakikat şudur; Türkiye’nin düşünen kafalarını büsbütün yeni imanla donatmak bütün bir millete taze maneviyat vermek”
Bugün hala Atatürk’e kızan bir toplum varsa bu kimin suçu tabi ki bizim Atatürk’ü DİN karşıtı sananlar varsa bu tabi ki bizim suçumuz.

Atatürk diyor ki ;
“Din luzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası vardır ki din, Allah ile kul arasındadır.

Vah tüh’lerle yaşam yolculuğunuzu tamamlamanızı istemedim ve bu yüzden yazıyorum, belki de ihtiyacı olanlara tam zamanında ulaşacaktır………………….vs

Figen Danışman