Bir önceki yazımda “astral nedir, nerelerde bulunur” başlığından yola çıkarak bir çok konuya kısa kısa değinmiştim. Konu içerik itibariyle bir çok alt başlığa sahip, her başlık kendi özelliklerine göre önemlidir. Bu yazımda ise astral seyahat denemelerinde bulunan hemen her insanın en başta sorduğu soruyu ele almak istiyorum:

Astral seyahat tehlikeli midir?

Herhangi bir konuda araştırma yürütürken, edinilen bilgileri harmanlayıp kendimizce doğrular çıkarabiliriz. Önemli olan varsayımlarla deneyimlenmiş gerçekleri ayırt ederek insanlara en doğru bilgiyi verebilmektir.

Astral Boyut ve boyutsal hiyerarşi içerisinde direk olarak ayrılmanın güvenilirliğini, yada belli başlı tehlikelerini aramak yanlıştır. Daha da ileri gidecek olursak “abesle iştigal” de diyebiliriz. Astral boyutta tehlikeli bir pozisyona düşmek için öncelikle negatif enerji yüklü olarak bu boyuta geçebilmiş, yada bu boyuttayken enerjimizi negatife çevirmiş olmamız gerekir. Pozitif yüklü bir insanın hem astral ayrılmayı yaşaması kolaylaşacak, hem de astral boyutta kalma süresi daha uzun olacaktır. Negatif enerji yüklü bir şahsiyetin en başta ayrılmayı yaşama ihtimali çok zordur. Ama vatanım evlatları bazı konularda o kadar istekli ve inatçı oluyorlar ki, bunu bile delerek, yarım yamalak topladıkları enerjilerle astrale dalış yapabiliyorlar. Böyle bir insanın astral boyutta görebileceği herhangi bir zararı o boyuta yüklemenin ne kadar doğru olduğu ise alenen tartışılabilir. Bilinç düzeylerine göre hata yapma oranı değişebileceği gibi, astral boyutta bulunan bir varlığın da tehlikeye girip girmeyeceği aynı oranda bilinciyle bağlantılıdır. Bu konuya şöyle bir örnek verebiliriz:

Kayınvalidezede olarak adlandırabileceğimiz ve büyü sanatıyla yakından alakalı olarak tanımlayabileceğimiz biri, kendince karmasına büyü enerjisiyle zarar verdiği mantığıyla hareket eder ama yinede astral boyuta geçip, en karasından bir büyü yaparsa, negatif enerjilerin odağı olacak ve babalara gelecektir, ama aynı davranışı gayet güllük gülistanlık modda “Ben bütünün bir parçasıyım, ne yaparsam evren dengede kalacaktır, yapsam da farketmez” diyerek hareket eden bir şahıs, kendince pozitif enerjiler üreterek bunu yapacak, ve herhangi bir zarar görmeyecektir. Bu örnekte en büyük zararı, hem tırsıp hem de kendini kandıran, ikinci moddaymış gibi davranarak bildiği haltı yiyenler görecektir. Böyle bir durumda pozitif enerji yaymaya çalışırken aynı zamanda daha fazla negatif üreteceğinden terli terli buzdolabından kan kana su içip, annesinin “Allah cezanı vermesin, içme şu suyu, hönk hönk öksürüp gebereceksin” lafını dinlememiş, aklı bir karış havada evlat moduna girmesi kaçınılmazdır. Burada astral ayrılmayı neden yaptığımızın bizim içimizdeki gerekliliğinin önemi ortaya çıkıyor. Fakat bu şekilde görebileceğimiz zararı da astral boyuta bağlayamayacağımız da ortada.

Bazen yeterli enerjiyi toplayıp, en rahatından astrale geçebiliriz, teknik olarak pozitif enerjiden bir kalkanımız oluşmuştur ve bazılarının varsaydığı düşük frekanstaki varlılarla karşılaşılsa bile, çevremizdeki enerji alanı ve kendi frekansımız bu varlıkların bize ulaşmasını engelleyecektir, böylelikle olası bir tehlikeden uzaklaşmış olacağız. Bu noktada insanoğlunun her şeyi çamura bulayan özel teknikleri devreye girmedikçe de aksi bir durum meydana gelmeyecektir. Şöyle düşünelim, binbir zorluklarla bedeninizden ayrıldınız ve astral boyuta gidiş dönüş bir bilet aldınız ama, “şimdi bir şey olur da dönüveririm” korkusuyla ürkek gözlerle etrafınıza bakıp karanlığın aydınlanmasını bekliyorsunuz, bir diğer taraftan da bilinçaltınızda ne var ne yok ayaklanmak için çaba gösteriyor, istediğiniz kadar bastırın ama bir şekilde hepsi sahneye atlayacak diye de bekliyorsunuz. Uzakta nokta halinde bir ışık beliriyor, bir taraftan bilinçaltına yaptığınız baskı sebebiyle duyduğunuz sıkıntı enerjilerinizi negatife çevirirken, diğer taraftan da uzaktaki nokta ışığın ne olabileceği hakkında aklınızdan geçenlerin etkisi daha korkutucu boyutlara varmaya doğru gidiyor. Burada sanki bir internet sitesinin ana sayfasındaymışız da, karşımızda bir çok alt seçeneği olan hiyerarşik bir menü duruyormuş hissini yaşarız. Menünün ilk seçeneği “Uzakta Görünen Bir Işık Noktası”, ilk alt menüsü “Cin”, ikincisi “Rehber Varlık”, üçüncüsü Tren… Hatta bu menü daha fazla da uzayabiliyor.

“Bu ışık da neyin nesi?” diye düşünüyorsunuz… “Cin olmasın sakın?” nede olsa enerji varlık, parıldaya parıldaya geliyordur belki. “Amaan bu nerden çıktı şimdi, çok mu lazımdı, adama astralde bile rahat yok mu kardeşim?” diye düşünüyorsunuz. Diğer taraftan da “fazla erkeklik etmesem iyi olur, nede olsa onun bölgesi, çarpılmayalım yok yere” diye düşünerek bir fikir karmaşası içerisinde buluyorsunuz kendinizi. “Yok yok bu olsa olsa rehber falandır, nede olsa cinin titreşimleri düşüktür diye biliriz, bu kadar parlamaz… Yani parlamıyordur… Yani umarım…”. Bir kaç saniye içerisinde bu kadar düşünce beyninizden geçtiğinde otomatik olarak frekansınız düşmüş, hareket alanınız daralmış olacaktır. Astral ayrılma teknikleri sırasında binbir çabayla topladığınız enerjiyi bu kadar kısa sürede harcamanızın da mutlaka bir karşılığı olacaktır, bu da bilinçaltınızın size yapacaklarıyla sınırlıdır. Olabilecek en iyi şey kısa sürede hızla bedene geri çekilmektir.

Peki ışık kaynağının “Tren” olma ihtimali var mıdır? Aslında hiç de küçümsenmeyecek bir ihtimal, nede olsa astral boyuttayız, düşünceler bedenlenip karşımıza dikiliveriyor, yada şu an biri aklından tren falan geçiriyordur da onun düşünce bölgesine girmişizdir… Neden olmasın? Eskiden bir filmde izlemiştim, tünelin ucundan trenin ışığı aynı bu şekilde görünüyordu, Salavat getirmeye başlasam mı acaba diye de düşünebilirsiniz. Bu noktada daha da alt seçenekler ortaya çıkabiliyor. Salavat = Ulviyet = Sonsuz Huzur = Nalları dikmek, 2.80 uzanmak = Mezarlık.

“Eyvah eyvah, bak korktuğum başıma gelecek şimdi, kendimi Belediye mezarlığının yüce selvileri altında bulucam” korkusu, akabinde muhtemelen aynen düşünüldüğü gibi bir mezarlığın yarı loş, konforlu ortamını oluşturacak ve sizi “aslında gitmek istediğiniz” noktaya konduracaktır. Ardından gelsin paranoya, gelsin şizofreni. Ayrıca, hala neden mezarlıktan korkulduğuyla ilgili sorularıma cevap bulabilmiş değilim. Canlısıyla 7/24 vakit geçirip korkmazken cansızından bu denli korkmayı hiç anlayamadım.

Sevgili ışık noktamıza –hala bir hatayla bedene geri dönmediysek- yaklaşıyoruz, ortam açılmaya başlıyor, ama ne aydınlık ne karanlık. Ortada toprak kaplı bir yol, sağ tarafı sık ve yemyeşil ağaçlarla kaplı, ağaçlar o kadar sık ki arkasında ne olduğu görülmüyor. Yeşil her zaman hayra yorulmuştur, burada aklımızdan başka düşünceler geçiyor, “ağaçlar bu kadar sıksa arkasında acaba ne var?” Alın size bol alt menülü başka bir paranoya, o ağaçlar öyle uzun ve sık ki arkasından dinozor bile çıkabilir.

Herhangi bir astral seyahat sırasında bir ışık noktası ve ağaçlardan bu kadar rahatsızlık duyabilecek bilinçte birinin karşılaşacağı diğer tehlikeleri sıralamayacağım, çünkü bunlar astral boyutta yaşansa da aslında kişinin tamamen bilinçaltında kalmış korkuların oluşturduğu tehlikelerdir. Bunları “Astral Seyahat Sırasında Yaşanabilecek Tehlikeler” diye kategorize etmek tamamen yanlış olur.

Gelelim gerçek astral seyahat tehlikelerine…

Astral bedeni yönetebilmek başlarda oldukça zordur, sık sık deneyim yaşayarak bir nevi astral beden kullanma kursuna gitmiş sayılırız, nasıl ehliyetsiz araba kullanıldığında bir yere toslama ihtimali yüksek ise, seyahat sırasında da bedenin tam kontrolünü sağlayamazsak istediğimizden farklı manevralar yaparak gereksiz sıkıntılar sebebiyle hızlı geri dönüşler yaşayabiliriz. Bu, sonucu sadece fiziki bedende uyanmaya varan bir tehlikedir ki “sorun” olarak adlandırmak daha yerinde olacaktır.

Bir diğer varsayılan tehlikelerden biri de gümüş kordonla alakalıdır. Her ne kadar fiziki bedenle astral beden arasında bir çekim olsa da bunun gerçekte varolan bir kordonla olduğunu düşünmüyorum. Varsayalım ki böyle bir kordon var, bana sorulan bir soruda bu kordon kopar mı denmişti, hatta daha ileri gidip kopan kimseyi tanıyor musunuz diye sormuşlardı, arada bir “abi ben astralden yazıyorum, kordonum koptu geri dönemedim, aileme haber versene” tarzında eblek mailler almıyor değilim, ama buna rağmen hala bir kordon kopması yada boğaza dolanma ihtimalini kabul etmiyorum, en azından astral seyahatler sırasında bu tarz insanlarla karşılaşanları duymadım. Bu tür kordon kopma sorularını “kurgu” olduğunu düşündüğüm “Lobsang Rampa”nın “İkinci Beden” kitabından etkilenerek sorulmuş sorular olarak kabul ediyorum.

Yeterli ve deneyimlenmiş gerçek bilgi, konu hakkında yazılmış kaynakların iyi kavranması, bilinçaltındaki bazı korkuları özel çalışmalarla yenmek yada onları kabullenip, astral seyahat sırasında bunlar su yüzüne çıktığında, kaynağını bilerek durumuna göre davranmayla, “tehlike”den ziyade “sorun” olarak adlandırabileceğimiz bir çok astral seyahat problemini kolaylıkla lehimize çevirebiliriz.

Mehmet Aslan