Kuantum fiziğinde “gözlemci” vardır. Bu gözlemci, dikkatini nereye yönlendirirse orayı etkiler, bununla ilgili deneyler de yapılmıştır. Aslında o “gözlemci” biziz, yani biz dikkatimizi nereye yönlendirir, gözlerimizi nereye dikersek, o enerjiyi etkileriz. Dünyayı yönetenler bunu iyi bilirler ve insanlığın dikkatini dağıtırlar sürekli. Dağıtırlar ki bir araya gelmesin bu enerji, kendileri için yıkıcı olur bu çünkü. Bunun en basit örneğini evde çocuğunuzun elinden bir şeyi alırken yaparız bizler de mesela, “aaa bak kuş geçiyor” dersiniz ve o saf saf bakarken, elinden almak istediğiniz ne varsa alırsınız. Ama tabii bu numara çocuk büyüdükçe yememeye başlar. Daha gelişkin taktikler uygularsınız. Mesela illüzyonistler bunu meslek edinirler ve dikkatlerimizi başka yerlere çekerek, numaralarını yaparlar. İşte kitlesel algı yöneticileri de bunu yapmaya çalışırlar. Tıpkı İspanyol diktator Franco’nun “Fado, Futbol, Fiesta” modeli gibi. Halka ver coşkuyu, acılı müziği ve futbolu, sonra istediğin gibi at oynat…

Benzer süreçten biz de geçiyoruz. Algılarımızla sürekli oynanmaya çalışılıyor. Tüm dünya tek bir adam ve onun arzuları çevresine kurulmaya çalışılıyor. Tüm evrenimiz bundan ibaretmiş gibi yaratılıyor. Bundan başka gerçek yokmuş gibi kurgulanıyor her şey. Bu aslında bize hep yapıldı. Baştakiler nasıl algılamamızı istedilerse, öyle algılatıldı dünya. Gerçi hoş başka türlüsünü de bilinmiyordu ki hani. Herkes bildiği dili konuşur. Sen Japonca bilmiyorsan, Japonca konuşamazsın. Sen sevgi diliyle büyümemişsen, sevgiden bahsedemezsin. Şu anda yönetici pozisyonunda olup da bu dili bilen var mı? Ya da diyelim çok özgür bir rahat bir dünyada yaşıyoruz. Medya patronları, editörleri bu dili biliyorlar mı? Bununla ilgili haber yaparlar mı?

“Haberin doğası” diye bir kavram vardır. “Haberin doğası”, 100 tane güzel şey olsa da, sen iki boktan olayı haber yaparsın, çünkü o satar demek. Sokakta elinde çiçekle dolaşıp herkese sunan bir adam, “mahallenin delisi sevgi saçtı” diyerek anca gazete eklerinde yer bulur. Ama bir tanesi çekip bıçağı tüm sülalesini doğrasın, ana gazetede manşetten girer. Şimdi böyle medyası olan bir dünyada da insanların algılarını toplu halde nasıl iyiliğe, güzelliğe, aydınlığa, sevgiye, barışa yönlendirebilirsiniz ki? Zaten medya patronunun işine de gelmez bu. İnsanların serbest, özgür düşünceli, sorgulayan yapıda olduğu bir toplumda nasıl trilyonları götürebilirler ki?

Elbette ki istisnalar oluyor da bir şeyleri öğrenebiliyoruz arada. Mesela Sonar Yalçın yazmış bugün, bu haberi medyada okuyamazsınız diye. İsviçre ve Lüksemburg’taki off shore hesaplarındaki paralar, 3-4 trilyon dolar civarındaymış. Yani bu paralar kaçırılmış, insanlara bir faydası yok. Sadece o zenginin kişisel serveti demek bu. Bizlerin algılarını yöneterek, sıkın dişinizi denerek, bak bu senin düşmanın onu yok et, kahrolsun diğer halklar… denerek, bizleri birbirimize kırdırtarak, kendi zenginliklerini arttırma derdindeler olan biten bu aslında…

Biz halen o bu şu diye birbirimizi yiyip duralım. Zaten istenilen bu. Tüm algılarımızın, dikkatimizin birbirimizden korktuğumuz, birbirimizden nefret ettiğimiz bir düzeyde olması. Böylece birbirimizi yerken kafamızı onlara doğru çevirmiyoruz. Ne yapıyorsunuz kardeşim, koydunuz insanlığın canına, gezegeni mahvettiniz… demiyoruz. Bir sınıfa 10 tane elma geliyor da sınıf başkanı 9’unu kendine alıyor. Bir tanesini kalan sınıfa atıyor, paylaşın bunu diye. Sonra diyor ki “Ayşe senin hakkında şunu dedi Fatma. Dursun, Mehmet senin için şerefsiz dedi…” diyerek birbirine düşürüyor sınıfı. Ya da “Hobaaa hadi maça, sonra da kantinde coşmaya. Hadi ne duruyorsunuz…” deyip gazlıyor ki kimse dikkat etmesin o 9 elmaya… İşte bu gezegende şu anda deneyimlediğimizin bundan hiçbir farkı yok.

Benim artık bu oyunlara verecek ne enerjim var, ne de dikkatimi algı oyunlarına yönlendirme niyetim. Bizler çok daha büyük bütünün parçalarıyız. Aynı zamanda sınıfa gelen o 10 elmada da hepimizin eşit hakkı var. Başlamışım Van Persie’ye de, Gomez’e de, Podolski’ye de… Beni diğerini düşman etmeye çalışanlara da… Bu gezegende herkes benim kardeşimdir (elbette bazılarıyla daha yakın iletişimim olsa da…) Herkes hakkını hakkıyla almalıdır. Bunu da yaşadığımız dünyanın canına okumadan yapmayı öğreneceğiz. Barış içinde yaşamayı da öğrenebiliriz. Kimse kimseyi de birileri cebini dolduracak diye öldürmeyi seçmemeli artık. Evet, bugüne kadar bunu deneyimledik ve ne olmadığımızı gördük. Şimdi artık barışın, sevginin, şefkatin, paylaşmanın zamanı…

Benim bundan sonraki dikkatim buna yönelik olacak… Hamurumda bunun için gerekli her şey mevcut. Sadece bana o güzelim hamuru işlemesi ve pişirmesi kalıyor…

Dikkatim ve algılarım sadece ve sadece tek noktaya odaklı: Barışa, Sevgiye, Şefkate… Ve de OL’sun…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...