Bugün çok ağladım.
Çocuğum yaşındaki polislere de ağladım.
Takside ölen, aslan gibi ama masum tıp öğrencisine de, kızımın üniversitesinde okuyan yakışıklıya da.
Kırmızı ışıkta durduğu için ölen, ve “kimse ölmesin” paylaşımları yapan Diyarbakırlı dolmuş şoförüne de ağladım.

Ağladım, çünkü yakınlarıyla empati yaptım.
Ölenlerin ardından ağlamadım, ölenlerin ardından ağlayanlara ağladım.

Bilgim “bunlar kollektif seçimler” diyor.
“Ölenler, onayları olmadan ölmezler” diyor.
Zaten, “hiç bir şey ölmez, her şey yaşar” diyor.

Bu yüzden ölüme de ağlamam, ölenlere de.
Bilirim ki, sadece oyunu bıraktılar.
Eve döndüler.
Ama kalanlara ağlarım.

Kalanlar, ölümün bir son olmadığını biliyor bile olsalar, canlarından ve kanlarından bir parça, çok sevdikleri o bedendeki can ve kan, bitti.
Bebekliklerinden itibaren, sütler-mamalar-yemekler, sözcükler-dokunmalar-öpücükler, ve destekler-motivasyonlar-dualarla büyüttükleri o bedenler, artık yaşamıyor.

Lanetlemek, küfretmek, isyan etmek artık bana çok uzak.
Hem bana, hem bütüne, hiç bir faydası yok ve çok zararı var.

Ama bugün ve yarın, neşeli olanlar ve olabilenlerle de sorunum yok.
Ve kimse, onları da suçlamamalı.
Onlar belki ölümün bir son olmadığını biliyorlar, ya da bilmiyor, ve ölümden korkularını neşeye saklanarak gizliyorlar.
Onlar da bütünün parçası.

Üstelik, bugün çok ağladım, ama güldüm de.
Kalanlar için ağladım, ama gidenler vuslatta kavuştukları için, güldüm.
Sonra, hem kalanların, hem gidenlerin gitme anı olmadan önceki planlarına da, hem ağladım, hem güldüm.

Gitme anı belirsiz, öncesinde, özgürce ağlayıp, özgürce gülelim.
Ağlayabilmenin ve gülebilmenin cesaretinde buluşalım…

Ali Korkut Keskiner