Bölüm 1: Enerji Nedir?

Var olan her şey, saf yaşamsal enerjinin farklı bir titreşim seviyesi nedeniyle form almış halinden başka bir şey değildir. Özellikle son yirmi yılda bu ve benzeri deyişleri ne kadar çok duyduk. Kimimiz kavradık söyleneni, kimimiz hala manasını çözmeye çalışıyoruz. Hele bir de işin içine pozitif/negatif, yüksek titreşim/düşük titreşim ve hele hele Yin/Yang gibi sözcükler girdi mi, gerçekten söyleneni anlıyor muyuz diye çok merak ettiğim bir gerçek.

Herkes bir enerji sözü edip duruyor. Peki! Ben de soruyorum. Enerji nedir?

Vikipedi’ye göre: “Enerji, iş yapabilme yeteneğidir. Gözle görülebilen her türlü maddeye etki edebilmektedir. Enerji, asla kaybolmaz. Başka enerji çeşitlerine dönüşebilir” tümcesiyle açıklanan bir şeymiş. Şeymiş diyorum çünkü tümceye derinlemesine baktığınızda enerjinin ne olduğu hakkında fazla da bir açıklama yok. Bunun bir yetenek olduğu söylenmiş. Yani herkeste olması öngörülmemiş bir şey olabilirmiş. O zaman nasıl oluyor da “var olan her şeyde” bulunuyor? (Yanıt DNA kayıtlarında aslında ancak bu başka bir yazının konusu bence.)

Ben anlatmak istediğim konuya girmeden önce enerji deyince ne anladığımı aktarmak isterim. Bana göre enerji, var olan her şeyin özünü oluşturan, her hareketi yapabilmek için gereksinme duyduğumuz ve her hareketi yaptığımızda yeniden ürettiğimiz bir titreşimdir. Ezelden başlamış ve ebede gidendir. Başlangıcı da sonu da yoktur. Hareket oldukça var olan ve olmaya devam edecek olandır.

İster canlı ister cansız olsun her varlık enerjiyle beslenir ve böylece varlığını sürdürür ve aynı zamanda atomlarının hareketi sonucunda çevresindeki enerjiyi hem besler hem dönüştürür. Bence Vikipedi’nin açıklamasından öte, sadece gözle görülebilen her maddeye değil, var olan her şeye etki edebilir ve aynı zamanda var olan her şeyden de etkilenir. Bu etkileşim hali varoluşu ve dolayısıyla enerjiyi sonsuz kılar.

Basit fizik bize “ışık ve ısı olarak algılayabildiğimiz titreşim kendi içinde iki ayrı ve birbirini hem tamamlayan hem tüketerek dönüştüren kutuptan ibarettir” diyor. Pozitif enerji, aktif olan ve merkezden dışarıya doğru hareket eden bir türdür. Negatif ise, pasif olan ve dışarıdan merkeze doğru hareket eden zıt bir türdür. Bu iki enerji ne kadar güçlü olursa olsun, kendi başlarına olduklarında çok da işlevsel değildirler. Isı ve ışık yani işlevsel enerji ancak iki karşıt kutup birbirlerine değerek etkileştiklerinde ortaya çıkabilir.

Bölüm 2: Yin ve Yang

Bu yazıda ağırlıklı olarak bu iki kutuptan negatif eğilimli olan üzerinde konuşacağız. Uzakdoğu öğretileri açısından negatif titreşimli enerjiye yin diyoruz ve ama buradaki negatif “olumsuz” anlamına gelen bir sözcük değil. Yin sözcüğü, daha çok yang, yani daha aktif olana göre, daha az aktif olandan başlayarak en pasif olana kadar tüm yelpazeyi kapsayan bir kavramı açıklıyor.

Yin enerji doğası gereği dışarıdan merkeze doğru hareket eden, ürediğinde bulunduğu çevreyi destekleyen ve sakinleştiren bir titreşim türüdür. Dünyanın ve toprağın yin ile ilişkilendirilmesi bir rastlantı değildir. Dünya hiç kesintisiz sürdürdüğü dönüş hareketi ile yerçekimi enerjisini yaratarak bizi ve ürettiklerimizi üzerinde durabilecek şekilde destekler. Toprak ise gerek doğrudan gerek dolaylı yollardan beslenmemizi sağlayan her şeyi bize sunarak yaşamımızı aralıksız olarak destekler.

İnsanın hareket etmenin dışında, enerji üretimi için kullandığı ikinci araç da düşüncelerdir. Kişi ister farkındalıkla düşünsün ister düşünceleri otomatik olsun, mutlaka bir biyokimyasal tepkime ortaya çıkar. Biyokimyasal tepkime bir harekettir ve her hareket gibi o da bir enerji üretir. Bu açıdan olaya bakınca düşünce etkin yani yang enerji ile ilişkilidir. Bu düşünceye bedenin verdiği biyokimyasal tepkiye hormon diyoruz. Hormon salgısının ruh alanı üzerinde yarattığı etki kendiliğinden oluşur ve biz bu etkiye duygu diyoruz. (Yüksek titreşimli duygular ruhsal alanda kabarmalara ve düşük titreşimli duygular ruhsal alanda çökmelere neden olur. Alan ise homojen, düzgün ve akışkan olmalıdır. Üzerinde ister tepecik olsun ister çukurcuk, bunlar varlıklarını sürdürdükçe enerjinin akışkanlığı sekteye uğrar. Bu nedenle her duygu sonuna dek yaşanmalı ve etkisi dönüştürülerek ruhsal alandaki akışkanlık devam ettirilmelidir.)

Yukarıdaki açıklamalara göre bir değerlendirme yapacak olursak, düşünceler yang ve duygular yin titreşimlerden oluşur demek uygun görünüyor.

Düşünce yang olduğu için merkezden dışarı doğru hareket eden ve açılan bir titreşim oluşturur. Birikmez ve biz düşünmeye devam ettikçe beslenerek gelişmeye, genişlemeye devam eder. Yani zihnin genişlemesi öğrendiklerimizin değil, öğrendiklerimizi kullanarak düşünmeye başlamamızın bir sonucudur aslında. İşin doğrusunu isterseniz zihin o kadar dar ve kapalıdır ki, onun açısından bakınca her konudaki tüm yeni öğrendiklerimiz hemen kabul edilmemesi gereken, mümkünse zihin alanının dışında tutulması uygun olan yeniliklerdir. Bu yüzden yeni öğrendiğimiz her bilgiyi sindirmek için zamana gereksinme duymaktayız.

Duygu ise yin olduğu için, dışarıda etkileşimin ilk olduğu noktadaki bir sınırdan başlayarak kendi içine doğru dönerek hareket eder ve alanın tamamını içeriden kat edebilir. Duygu hangi türde olursa olsun titreşimi yindir ve akmasına izin verildiğinde mutlaka destek sağlar. Üzüntü, keder, sevinç, neşe ya da başka bir şey olması onun destek sağlayıcı özelliğini hiç değiştirmez. Bu özelliği değiştiren tek şey yine o duygu hakkındaki düşüncelerdir.

Üzüntüyü zayıflık, sevinci şımarıklık gören toplumlarda kimse duygularını tam olarak yaşayamaz ve enerjinin akmasına da izin vermez. Yaşanmayan duygu içine dönen ve tamamlanmış olsa da kullanılamayan bir enerji spirali olarak ilgili kişinin enerji alanında bir yerde kalakalır.

Bölüm 3: Acı Çemberi

Yaşanmayan duygunun titreşimi zamanla acıya dönüşür. Acı hiçbir zaman kendiliğinden ortaya çıkan bir duygu değildir. Acı, oluşmuş duygunun akmasına, değerlendirilmesine ve titreşimsel olarak kullanılarak dönüştürülmesine gösterilen direncin sonucudur. Duygulardan oluşması nedeniyle doğası gereği yindir ve içine doğru dolarak yoğunlaşır. Bu takılmış ve hareketi düşünceler yoluyla engellenmiş, içine dönerek yoğunlaşmış spirallere biz acı çemberi adını veriyoruz.

Eh! artık herkes duydu. Evrende benzer enerjiler birbirlerine çekilirler yasası (çekim yasası) vardır. Bir kez bir acı çemberi oluşturduğumuzda, aynı tür titreşime sahip tüm yeni oluşacak duyguların enerjileri otomatik olarak o çembere ulaşır. Çember içindeki titreşimin daha da çok kendi içine dönmesine ve giderek yoğunlaşmasına neden olur.

Aynı duygu ne kadar ürer ve yaşanmasına izin verilmezse çemberin içinde o kadar çok enerji birikir. Sonunda bir acı çemberi fiziksel olarak görülebilecek kadar yoğunlaşabilir. Biz bu yoğunluktaki acı çemberlerine kist, polip, tümör gibi isimler veriyoruz. İster yağ bezesi olsun ister kanserli tümör tüm kistler aslında yaşanmaktan imtina edilmiş, bastırılmış duyguların artık gözle görülür hale gelmiş olanından başka bir şey değildir.

Bir insanın yaşamı dediğimizde akla olsa olsa 80 – 90 yıllık bir süre geliyor. Oysa bir insanın yaşamı tüm atalarının tamamlanmamış işlerini de içeren bir DNA kayıtları bütünüdür. Ebeveynlerden çocuklara aktarılan kayıtlarda, bitirilmemiş işler gibi yaşanmamış duygular da söz konusudur.

“Bir enerji bir kez üremişse asla kaybolmaz ancak form değiştirebilir” diyordu Vikipedi’deki açıklama. Acı çemberleri de asla kaybolmazlar. Onlar bir şekilde yeniden gündeme getirilip içine bakılarak, uygun bir yaklaşımla atıl katı maddeden akışkan kullanılabilir enerjiye dönüştürülebilirler, ancak yok edilemezler.

Diyelim ki bir dede eşini genç yaşta kaybetti ve bu duruma çok üzüldü. Bulunduğu toplum onu bu üzüntüyü yaşamaktan men ettiyse dede ne yapsın? Duyguyu bastıracak ve içine gömecek. İçe gömülen duygu bastırıla bastırıla kistik bir spirale yani bir acı çemberine dönüşecek. Çember bir kez oluştu mu çaresiz enerji alanında bir yerlerde askıda kalacak.

Çok üzüntülü olduysa başka bir örnek verelim ve biraz da şaşıralım.

Diyelim ki dede beş kız çocuktan sonra bir erkek evlat sahibi oldu, çok sevindi, mutlu oldu ancak bulunduğu çevre itibarıyla sevinç gösterisi yapmak hoş karşılanmıyor. Dede ne yapacak, üreyen bu sevinç duygusunu bastıracak. Bastırınca yine bir duygu çemberi oluşacak ve baskı söz konusu olduğundan doğası acı çemberi ile aynı olacak: Duygusal kist. Bu acı çemberi de dedenin enerji alanında bir yerlerde askıda kalacak.

Yıllar geçecek dede de ömrünü tamamlayacak ve bu dünyadan göçecek. Peki o acı çemberlerine ne olacak? Hiç! onlar bu dünyaya ait olduklarından dedenin enerji alanından çıkıp atmosferde benzer enerjilerin bulunduğu bir yerlere çekilerek sürüklenecek. Dededen önce yaşamış insanların bıraktığı diğer acı çemberlerine katılıp, kendisine en uygun olan, en kolay rezone olabildiği bir tanesine yapışarak onu güçlendirecek.

Bölüm 4: Zaman Bölgeleri

Burada biraz da zaman bölgelerinden söz etmek istiyorum. Pek çok defa zamanın lineer olmadığını duyuyoruz. Bilim adamları zamanın bir algıdan ibaret olduğunu ve gerçek olmadığını kabul ediyorlar açıkça. Açıklamaya göre her şey adına zaman denen ucu bucağı belirsiz bir büyük alanda ve tam da aynı zamanda oluyor. Ancak biz bu aynı anda olan şeyleri algımızın dar kapasitesiyle, ancak olan şeyin alanda bulunduğu bölgeye yaklaştığımızda görebilir, duyabilir, dokunabilir ya da tadabilir hale geliyoruz. Biz yaklaşınca fark ettikse de onlar orada hep vardı diyorlar.

Elbette 3 boyutlu algıya alışkın olan zihinlerimiz için bunu kavramak çok da kolay değil, ancak çok büyük bir alanın bir yerinde durduğunuzu düşünün. Sizden 37 km. ileride bir traktör duruyor olsun. Siz traktörü bulunduğunuz yerden göremezseniz de o oradadır ve ona yaklaşınca varlığını fark edersiniz.

Doğrusal olmayan zaman da böyle bir şeymiş işte. Şimdilerde zamanın sadece alansal olmadığını, aynı alan üzerinde bir de spiraller çizen yollar olduğunu ve yolların üzerinde zaman bölgeleri olduğunu da söylüyorlar. Ben de yüzde yüz algılamıyorum ancak mesela 1998 yılı olarak adlandırdığımız dönem bu alanda bir zaman bölgesi olarak adlandırılıyor diyelim. Biz o alanda gezerken 1998 zaman bölgesine yaklaştığımızda, oradan daha önce de geçmiş (belki de atamız geçmişti ve bizde de kaydı var sadece veya yakında geçeceğimiz bir yer de olabilir) birilerinin titreşimleri içimizdeki oraya ait bilgilerle rezone olduğunda orada yaşananları hissedebiliyor hatta net bir dille betimleyebiliyormuşuz.

Bu durumda, söz konusu dedenin deneyimi onun fiziksel olarak yaşadığı o zaman bölgesindeki bir yerde bir acı çemberi olarak takılı kalıyor demektir. Ya da gelecekteki kendimizin… Bir başka kişi o zaman bölgesine girip acı çemberine yaklaştığında kendi içindeki anı harekete geçiyor ve onu etkisi altına alıyor olabilir bu durumda.

Bölüm 5: Acı Çemberlerinin Etkileri

Şimdi gelelim asıl konuya. Diyelim ki siz de benzer bir acı çemberi ürettiniz ya da DNA yoluyla miras aldınız. Sizin çemberiniz, sizin alanınızda bir yerde uykuda. Varlığını hiç bilmiyorsunuz veya çoktan unuttunuz. Yaşam içinde ilerliyor, dünyada çeşitli yerlere gidip geliyor, farklı bir sürü deneyimin içinden geçiyorsunuz. Nerede, hangi zaman bölgesi var? Hangi alanda/zaman bölgesinde ne tür titreşimler var? Siz o tür titreşimlerle karşılaştığınızda neler olabilir? Bu konularda en ufak bir fikriniz bile yok çünkü siz sübtil enerjileri görme yeteneğine sahip bir psişik değilsiniz.

Tatil için bir yere gidiyorsunuz ve birden bire kendinizi anlamsız bir keder duygusu içinde buluyorsunuz. Film izlemek, kitap okumak, yüzmek, ata binmek, serbest paraşüt, bungee jumping, rafting, partnerinizle söyleşmek/sevişmek ya da ne varsa çevrede sizi rahatlatabilecek hepsine takılıp huzuru geri almaya gayret ediyorsunuz ve nafile. O size yapışan keder duygusundan bir türlü kurtulamıyorsunuz.

Belki de DNA sarmalınızda atalarınızdan veya sizin kendi deneyimlerinizden kalma bir acı çemberi vardır ve orada, o yerin içindeki, o zaman bölgesinde havada asılı başkalarına ait bir titreşimsel acı çemberinin içindeki kayıtla sizinki benzediğinden rezone olmuşlardır. Siz de bu rezone olarak aktif hale gelmiş acı çemberinin etkisini yeniden deneyimliyorsunuz. Bir de anlamlandırmadığınız için daha da bastırıp içindeki acıyı daha da güçlendiriyorsanız…

Özetlemek gerekirse: Üzüntü ya da sevinç, hiç fark etmez, her türlü duygu serbestçe yaşanamaz ve içe destek enerjisi olarak aktarılmazsa mutlaka öfkeye dönüşür, Öfke bastırıldığında bir acı çemberinin oluşması kaçınılmazdır.

Kim bilir hangimizin alanında kaç tane acı çemberimiz var ve bizim kendisi ile ilgilenip içindeki duyguyu tam olarak yaşayarak dönüştürmemizi bekliyor. Bunun sayısını bilmesek de bizi daha çok üzen, kıran, öfkelendiren konuları tanıyabiliriz.

Bölüm 6: Acı Çemberlerini Şifalandırmak

Bu konuda uzun zamandır yaptığım araştırmalar ve denemeler sonucu insanların hepsinde çok sayıda çember olduğunu gördüm. Epey alınteri döküp emekler verdikten sonra bu çemberlerin içindeki enerjiyi yaşayıp deneyimleyerek atıldan yararlıya dönüştürmek için de bir yol keşfettim. Şimdi hazır olun, bu yolu size anlatıyorum:

Kendinize zaman ayırabileceğiniz bir dönemde, sakin ve mümkün olduğunca sessiz bir yere geçin. Her şeyden önce, yaklaşık 3 m. çapında bir daire oluşturabilecek uzunlukta bir sicim hazırlayın ve onunla yerde bir daire oluşturun. Odaklanma sorunu olmayanlar aynı şeyi imgeleme yoluyla da yapabilirler.

Dairenin dışında kalın. İster oturarak ister uzanarak kendi etkili merkezinize odaklanın: Sezgileri güçlü olanlar için karın merkezi, duyguları güçlü olanlar için kalp merkezi uygundur. (Karın merkezi Dantien adını verdiğimiz göbekten 3 parmak kadar altta ve bedenin içine doğru 3/2 oranında girildiğinde fark edilen bir yerdir.

Kalp merkezi ise yaklaşık olarak, iman tahtasının ortasında bulunan timus bezinden içeriye doğru 3/1 oranında ilerlendiğinde ulaşılan yerdedir.)

Nefesinize odaklanın ve zihninizi dinginleştirin. Kafanıza ve düşüncelerinize hiç takılmayın. Aklınıza gelen düşünceleri bırakın gelsinler ve geçsinler. Kendinizi hazır hissedip ilgili merkezinize tam olarak odaklandığınızda çalışmaya başlayabilirsiniz.

“Yüce Yaratan’ın izni ve ismiyle acı çemberlerimi deneyimlemeye niyet ediyorum. Şimdi ve burada tüm zaman bölgelerinde, tüm atalarımdan ve kendi deneyimlerimden kalmış olan ve kendi enerji alanımdakilerle tınılaşan aşk, para, cinsellik, yaratıcılık, terk edilme, değersizlik, yetersizlik (ya da her hangi başka bir tane, ancak her seferinde bir sübje) konusundaki acı çemberlerimle yüzleşmeye ve dönüştürmeye hazırım” diyerek tüm varlığınızla kendi etkili merkezinize odaklanın.

Karın ya da kalp bölgenizde her hangi bir hareket, his ya da algı oluştuğu zaman en azından bir acı çemberi yüzeye yaklaşmış ve kendini gösterir hale gelmiş demektir. Hazırladığınız dairenin içine girin.

“Şimdi ve burada bu acı çemberini oluşturan yaşanamamış tüm duyguları yaşamaya izinliyim” diyerek kendinizi içinizden gelen hale bırakın. Çemberin içinde oturabilir, ayakta durabilir hatta uzanabilirsiniz. İçinizden ağlama, gülme, şımarma, öfke ya da başka her hangi bir duygu ya da davranış isteği yükseldiğinde bunu durdurmayın. Bırakın o gelen her neyse tamamen yaşanana ve dönüşene dek sizinle olsun. O duygu, istek ya da hareket tam da zamanında izin verilmediği, bastırıldığı için acıya dönüşen titreşimin ta kendisidir ve onu yaşamaya izinli olmanız sıkışıklığın kapısını açacak olan anahtardır.

Bir duygu tamamlandığında hemen dışarı çıkabilirsiniz ancak ben bunu yapmanızı pek önermiyorum. Çemberin içinde kalın ve kendinize zaman verin. Çemberler genellikle çok sayıda bastırılmış duygunun sıkışarak kristalize olmuş düğümlerinden oluştuğundan kendinize yeteri kadar zaman vererek aynı çemberi oluşturan birkaç düğümü bir çalışmada çözme olasılığı yakalayabilirsiniz. Özellikle imgeleme yoluyla çalışmayı yeğleyenler o günkü çalışmanın bittiğine inandıklarında kendi ürettikleri o imgesel çemberin ışığa dönüşerek yavaşça yok olduğunu fark edebilirler. Bu söylediğim şey bende çalışmanın gerçekten tamamlandığını gösteren bir içsel araç olarak işe yarıyor. Kim bilir belki sizde de aynı şey olur.

Çemberle o gün için işinizin bitmiş olması ilgili konuda tüm acıların yaşanmış ve çözülmüş olduğu anlamına gelmez. Aynı çalışmayı ta ki çember içindeyken hiçbir şey hissetmeyene kadar yinelemeniz yararlı olabilir.

Çemberden çıktığınızda kendinizi çok enerjik ya da tam tersine çok yorgun veya bitkin hissedebilirsiniz. Bu tür duygular çalışmanın işe yaradığının birer göstergesi olup, hemen iki en fazla üç gün içinde çok daha iyi hissedeceğinize inanıyorum.

Çalışma basit gibi görünse de oldukça derinlerde uyuyan, size veya atalarınıza (inananlar için geçmiş yaşamlarınıza) ait çok büyük acıların anılarını arındırmaya yaradığından “aman bugün yine yapayım, hatta yarın da yaparım ve öbür gün de eksik kalmasın” gibi aceleci bir yaklaşımınız olmasa işiniz daha kolay olur diye düşünüyorum. Binlerce yıldır var olan bu acıların ve anıların hepsini mesela bir ay gibi kısa bir zamanda çözmeniz gerekmez .

İşinize yaramasını diliyorum.

Zeynep Alan Sevil Güven