Evren bolluğu da, bereketi de, maddî ve manevî alanda yaptıklarımıza göre gönderip duruyor. Günümüzde, mangır (para) denen değişim aracını elde etmek için çalışıp çabalıyoruz. Şu anda konuyu ele alış açım bu olmadığı için, dünyanın ve Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik durumlara hiç değinmek istemiyorum. Yoksa gelişim politikaları, küreselleşme, savaş ekonomisi ve çokuluslu şirketlere girersek ayrı bir yazı daha yazmak gerekecek. Böyle bir yazının sonuçlarını da herkes az çok biliyor ve yaşıyor zaten.

 

Şimdi bu bizim mangırı elde etmek için bir şekilde, çalışıyoruz ve iş güç peşinde koşturuyoruz ya, bu sırada tepemizden aşağı mangır yağma ihtimali olmasa bile, bereket yağma ihtimalinin her zaman olduğunu bir şekilde unutuyoruz ya da bundan haberimiz bile yok. Bir sistem tutturmuşuz, zaten bize ait olanlara ulaşmak için anlamsız bir stres topu haline dönüşüyoruz.

 

Bizler hayatın içinde dalmış giderken, gelmeyen mailler, kilitlenen bilgisayarlar, sıkışan trafik, bozulan araçlar… hepsi ama hepsi daha fazla stres yükü altında yaşamamıza neden oluyor. Tabii bunun yanı sıra, şehrin süregelen uğultusundan ve o kaostan hiç bahsetmiyorum. Tüm bu şartlar yetmezmiş gibi, bir de üzerine kurumsal sorunlar, insan ilişkileri ekleniyor. Bunları okurken dayanılmaz hayatınızı hatırladıysanız eğer ve söylediklerime içinizden evet diyorsanız hayat gerçekten çekilmez noktaya ulaşmış demektir. Yaşamdan zevk almayı hem de her anından, zevk almayı bir şekilde ıskalıyoruz. Modern iş hayatında hep göz ardı edilen ufak bir detay var. İnsan hayatı mesai saatleri dışında kalan zaman değildir. İnsan hayatı bir bütündür. İşte tüm bu şizoid yaşam şekli ve anlayış her geçen gün biraz daha açmaza girerek hayatı hem kendimiz hem de çevremizdekiler için çekilmez hale getiriyor.

 

Oysa ki, her anımızın kutsanmışlığını fark etsek, karşılaştığımız sorunlara, bizleri düşünmeye sevk eden, ders araçları olarak baksak, çok daha mı stresli oluruz… Sorunların çözümü için hırs, istikrar ve sabır gereklidir. Burada bir pesimizmden bahsetmiyoruz. Söz konusu olan, yaklaşım açımızı değiştirmek sadece. Yaşadığımız her sorunda aslında deneyimlerimize bir yenisini daha ekliyoruz. O anda ders alınması gereken bu durumu “ızdırap” olarak algılıyor, yaşıyor ve devam ediyoruz. Eğer çözümsüz bırakmışsak, hayatımızın bir yerinde bir döneminde benzer bir durumla tekrar karşılaşıyoruz. Hayatımız geçemediğimiz derslerin tekrarından oluşmaya başlıyor. İşte bir evren yasası daha. Ve demeye başlıyoruz, “bu neden hep benim başıma geliyor?”Aslında yanıt basit bir eğitim ilkesi: Bu dersten geçemediğiniz için tekrar ediyorsunuz.

 

İster strese girelim, ister girmeyelim, bu durumu mutlaka ama mutlaka yaşıyoruz. Her yeni derse girerken kendimizi ne kadar yıpratarak değil ne kadar geliştirerek çıktığımız önemli. Elbette çoğu zaman yeni şeyler öğrenmek sancılı dönemleri beraberinde getirmiştir; ama kim dedi ki, insan olmak kolay diye…

 

Yaşamımızın büyük bir kısmının ekmek kavgasında geçtiği bu dönemde her anın kutsallığı ve güzelliğini bir an için bile aklımızdan çıkarmadan yaşadığımızda, her şeyin ne kadar farklı olacağını bir düşünün. Her anınızda evrenle birliğinizi bütünlüğünüzü fark ettiğinizi düşünün. Bu o kadar da imkânsız, yoğun iş hayatına aykırı bir şey değil. Birliği zamansız ve mekânsız olarak yakaladığımızda hayatlarımızda nelerin değişeceğini tahmin dahi edemeyiz. Her şeyden önce varlığının farkında olarak, koca bir evreni anlamak, bizlere nasıl bir vizyon getirir bir düşünsenize. Tabii geniş bir vizyon sahibi olmanın iş hayatındaki etkilerini de.

 

İş hayatımız, başkasına ait bir hayat değil. Bizim hayatımız. İç huzuru, dengeyi ve başarıyı arıyorsak, mesai saatleri bitiminde meditasyon ve yoga yaparak değil, iş yaşamımızda da benliğimizle var olarak, yakalayabiliriz. Aman bu cümleden yanlış anlaşmalar çıkmasın. Evrenin kuralları sizin nerede ne ile uğraştığınızla değil, ne düşünüp ne hissettiğinizle ilgilenir. Farkındalıkla dopdolu huzurlu günler geçirmek dileğiyle…

Elif Oktav Erdemli