Eğer bu sayıda en ilginç on fetiş listesi olsaydı, benim önerim filanca bölgede yetişen erkek midillilerin boyun kıllarından örülen bir sicimin ayak bileğine bağlanmasıyla tahrik olabilen adam olurdu. Bu size karmaşık geldiyse, Şibumi’de Nicholai Hel ve profesyonel sevgilisinin birbirlerinin vücutlarına yaptıkları jilet masajı da en az o kadar sofistike

Cinselliğe ve erotizme bu kadar detaylı ve karmaşık yaklaşan insanlar, açlıklarını çoktan duyurmuş olan cinsellik gurmeleri mi, yoksa kısa yoldan, sadece sapıklar mı?

Neyin erotik olduğu, norm ve standartlardan bağımsız. Zaman ve coğrafya koordinatları, ait olunan cinsiyet, yaş grubu, kültür, medeni durum, cinsel birikim düzeyi gibi bir çok değişkenin etkileyebileceği; genellikle bilinç yerine bilinçaltında şekillenen ve bu nedenle tutarsız ve irrasyonel olabilen; tamamen kişisel algılara bağlı bir kavram erotizm.

Erotizmin incelenmesi, kategorize edilmesi ve felsefe ve sanatının yapılması hep yüksek ve rafine kültürlerin meşgalesi olmuş. Cinselliğin temeli olan güdü hep kaba ve ilkel bulunmuş. Oysa üreme güdüsü son derece “Temel” bir “İçgüdü”. Ve cinselliğin en temel ve primitif kökenlerini incelemezsek, erotizmi hem anlayamayız, hem de üzerinde konuşurken bir çok hata yapabiliriz.

Cinsel arzularımız, çoğalma arzumuzun türevi. Çoğalma arzularımız, kıtlık-bolluk ve savaş-barış dönemleri, iklim ve çevre koşulları gibi bir çok değişkenden etkilense de, doğal seleksiyon ve hayatta kalabilme güdüleri burada en önemli faktörler.

Evrim teorisi ya da yaşanan zor koşullarda soyunu sürdürememe güdüsü, ya da sadece bencilce bir dünyaya imzasını atabilme güdüsü nedeniyle insanlar kendi genlerinin kendilerinden sonra yaşamasını, yaşayabilmesini çok önemserler. Kendi genlerini taşıyan halefler, dünyaya kendi çaplarını aşan katkılarda bulunduklarında, bir tür Titan-saadet zinciri yoluyla kredi toplayacaklarını mı zannederler, hayatın amacının çocuk doğurmaya ve büyütmeye indirgeyen kapalı toplum kültürlerinin etkisiyle mi, yoksa bluğ çağında çalmaya başlayan alarm zillerinin belli bir yaşta susacağı korkusuyla mı, bilinmez, insanlar hep üremeyi, ve çocuklarının kendilerinden daha üstün olmasını isterler.

Üreme güdüsü, kadın ve erkekte farklı tezahür eder. Bu da son derece anlaşılır bir şey. Çünkü üremeyle ilgili olarak erkek milyonlarca spermle ve sadece bir an, ama kadın sadece tek bir yumurtayla ve hayat boyu görev alıyorlar. Erkeklerin bütün tafralarına rağmen üremedeki tek görevleri sperm vermek. Ama kadın üremenin zor ve meşakkatli tarafında. Aylarca süren hamilelik, bir çok risk taşıyan doğum ve lohusalık ve sonra hayat boyu bitmeyen yavru koruma güdüsü, kadınların üremeyle ilgili hislerinin farklılığını açıklayabilir.
Aslında bu yazının bütün mesajını sperm-ovül sembolizmasına indirgemek mümkün. Erkeğin temel güdüsü, spermler gibi, olabildiğince çok sayıda yumurtaya ulaşarak, genlerini olabildiğince çok yavruya aktarmak. Ama kadının bir tek ovülü var, ve doğum zor bir süreç. Bu yüzden kadın, doğacak yavrunun her zaman hayatta kalabilmesi için, en yüksek genlere sahip spermi istiyor.
Bu kadar basit.
Erkeklerin ve kadınların cinselliğe bakışları sadece bu yüzden farklı.
Erkeklerin, birlikte olacakları kadının kalitesini, zekasını, sosyal birikimini, ya da espritüelliğini önemsemeleri, her kadına tohum saçılacak tarla, fethedilecek kale psikolojisiyle bakabilmelerinin sırrı, sperm psikolojisinde… Bu yüzden Gülriz Sururi’nin tanımıyla, “bir erkek için en güzel kadın, yeni kadın”. Bu yüzden kümese gelen yeni tavuk için horoz, ahıra gelen yeni inek için boğa daha fazla sperm ayırıyor. Bu yüzden Cindy Crawford bile aldatılıyor. Bu yüzden monogami ve bugünkü anlamıyla evlilik erkeklerin yaratılışına uygun değil. Erkek her zaman bir sperm salaklığıyla bütün ovüllerin peşinden gitmek, içlerine girmek isteyecek. Hiçbir kıstasları yok değil erkeklerin. Örneğin daha doğurgan oldukları bilinen geniş kalçalı ve ince belli kadınları, doğum sırasında ve daha sonrasında dayanıklı olan uzun bacaklı kadınları, çocuklarını iyi besleyebilecek büyük göğüslü kadınları, sağlıklı genlerin göstergeleri olarak sağlıklı ve uzun saçlı, diri ve gergin ciltli kadınları, bir de bütün bunlarla beraber zeki genlere sahip kadınları tercih ettikleri de bir gerçek. Ama erkekler için her zaman miktar kaliteden önemli…

Kadınlar ise ovül. Erkekler gibi çok atımlık değil, sadece bir atımlık barutları var. Bu yüzden çok seçiciler. Öyle bir sperm girmeli ki içlerine, o sperm en üstün genlere sahip olan sperm olmalı. Beden ölçüleriyle dayanıklı çocuklar için, sperm uzun boylu, geniş omuzlu ve atletik olmalı. Ekolojik, ekonomik ya da siyasi değişimlere kolay intibak edebilmeli, bu yüzden zeki ve akıllı olmalı. En zor koşullarda, olaylara ters açıdan bakabilip çıkış yolu bulabilecek çocuklar için, aykırı ve esprili olmalı. Ve en önemlisi, hamilelik döneminde ve doğurduktan sonra kadına bakabilecek, asgari bir refahı garanti edebilecek kadar başarılı ve zengin olmalı. Burada ilginç olan, evlenirkenki kıstaslardan değil, cinsel çekicilik kriterlerinden bahsediyor olmam. Bu kriterler evlilik öncesi cinsel ilişkinin olmadığı topluluklarda bile geçerli. Yani kadınlar için, bir erkeğin çocuklarının babası olarak çekiciliği, cinsel çekiciliği, duygusal çekiciliği, hep aynı kriterlere bağlı: genlere… Bu yüzden kadınlar sosyo-kültürel olarak nerede olurlarsa olsunlar, bu asıl kriterlere uygun bir sperm-partner bulduklarında derhal monogam oluyorlar, derhal bu uygun gen kaynağını kendi tekellerine almak istiyorlar. Neme lazım, ya bu adamın genlerini aktaracağı diğer kadınlardan doğacak çocuklar, kendi çocuklarından daha üstün ya da eşit olurlarsa? O zaman adam derhal monogam, sadık, ve daha iyisi evli olmalı… Yani aslında kadın monogamisi sadece doğru adamı bulduktan sonra.

Kadınların partnerleriyle yatma sebeplerinin birincisi, “erkek başka kadınlarla yatmasın” diye. Yani kendileri için bir şey istemiyorlar, asıl sorun, partnerleriyle başka kadınlar arasında bir şey yaşanmasını istememeleri. Bu üreme ve “doğru genli sperm” hissi kadın için o kadar güçlü ki, yeterince doğru genli çocuk doğurduktan sonra cinselliğe ilgileri, eğer bitmiyorsa, çok azalıyor. Ya da partnerlerini terk ediyorlar.

Şimdiye kadarki fotoğraf, antropolojik bir tespit. Ama artık, Çetin Altan’a göre şiiri bitiren doğum kontrol hapları ve elbette diğer metotlar, kadınların cinsellik yaşarken çekindikleri hamilelik ve doğum risklerini minimize ediyorlar.
1960’larda başlayan cinsel özgürlük çağı, aslında kadının cinsel özgürlüğüyle ilgili. Kadın üremeyle ilgili bilinçaltı kodlarından bağımsız yaşayabilmeye başladı. Cinsel kimliğini keşfetti, cinselliğin arz tarafından talep tarafına geçti. Miktar ve daha önemlisi, kaliteyle ilgili ciddi talepleri var. Tabii bu erkekleri de etkiledi. Erkekler artık “bulabiliyor”. Ovül kapalılığı ve seçiciliği azaldığı için, erkekler miktar konusunda rahatlamış durumdalar. Kadınları kalite beklentisi bir stres yaratsa da, erkekler, nispeten daha az hareketli spermlere dönüştüler. Belki de bu yüzden nüfus artış hızında ciddi bir azalma var.

Doğurganlığın kontrol edilebilmesi, cinselliğin temelindeki güdü ve duyguları değiştiriyor. Kadınların çok büyük bir çoğunluğu, partner ararken, hala aynı stereotipi arasa da, modernleşen kadın, içindeki kadınla daha barışık, daha Tarkan-vari adamları beğenmeye başladı. Gerçi bence hala, gelmekte olan yeni uygarlıkta başarılı olacak genlere eğilim nedeniyle, ama olsun.

En azından cinsellik söz konusu olduğunda en beşeri güdülerimizin baskılarını aşıp, daha insani bir yaşam sürmek, kutupluluktan birliğe geçmek çok büyük bir aşama. Bu daha sürecek bir proses, ve sonuçta insanlık cinselliği bir zorunluluk olarak değil, tıpkı yazının başındaki sofistike tercihlerin ön plana alındığı bir gurme menüsünün keyifli detayları olarak yaşayacak.

Peki bu mudur?
Tabii ki değil. İnsanoğlu evrimleştikçe, basite dönüyor. Aslında sembolizma yine aynı. Ancak burada ovül ve spermden değil, birleştiklerinde oluşturdukları o tek hücreden bahsetmek gerek. Aslında cinsellik iki kutbun buluştuğu bir birlik denemesi. Düalite kendimizi kadın ve erkek formu dışında algılamamızı zorlaştırıyor. Cinsel rol modelleri, kendimizi sadece bir tarafta algılamamıza neden oluyor. Yani aslında, bizler sperm ve ovül değiliz. Aslında sperm ve ovül de yok, onların birleşiminden doğan, o doğurgan ve tanrısal çekirdek hücre var. Eğer bilinç ve bilinçaltından oluşan zihnimizi şifalandırabilirsek, eğer cinselliğin, bize Yüce Yaradanı yad etmek, onu bir kez daha anlamak için verilmiş bir ders olduğunu algılayabilirsek, partnerimizin içindeki Tanrı ve Tanrıçaya saygı ve hizmette kusur etmeden, ama onun da bize aynı hürmet ve adanmışlıkla davranmasını bekleyerek, cinselliği, bir ve bütün olanı deneyimlemek amacıyla yaşarsak, sanırım ancak o zaman, insanlık cinsellik konusunda bir bütün olarak tekamül edebilecek.

Dilerim, öyle olsun…

Ali Korkut Keskiner