Erkek cinsinden olanlar iki niteliğe sahipler. Biri “erk” öteki de “ek”. Haz alma eylemi söz konusu olduğunda ne yazık ki, “erk” tarafları dişinin sonsuz gücü karşısında sönüp kalıyor. Eh! Ne yapsınlar? Onlar da çareyi “ek” taraflarını olduğundan daha önemli, daha kıymetli göstermeye çaba harcamakta buluyorlar.

EKLİLER / DELİKLİLER

“Benim ek tarafım senin kapındaki deliğe uygun tek anahtardır, bu durumda, bu deliğe başka kimsenin ek tarafı girmemelidir. Ne benden önce ve ne de benden sonra…. anlaşıldı mı?”

Herhalde cinselliğin tabulaştırılmaya başlaması bu (benzeri de olabilir) tümcenin ilk kullanılmasından sonra ortaya çıkmıştır.

Cinsel yönden sonsuz erke sahip olan alıcı taraf, ne yazık ki, fiziksel güç olarak aynı erke sahip değildir. Belki dövülmekte, belki öldürülmekle tehdit edilmektedir. Ölümün bir yanılsama olduğunu da unutmuştur artık. Ona göre ölüm bir sondur ve yaşam da son derece önemli, kıymetlidir. Dövüldüğünde karşı koymaya gücü yetmiyordur çoğu kez. Ölümü göze alsa bile, bu lanet olası son da öyle hemen gelmiyor ki. Yüzü gözü şişmiş, etleri morarmıştır ve canı yanmaktadır. “Kaçayım gideyim” der belki. Ama “ekli” olan, “erksizliğini” yenmeyi kafaya koymuştur bir kez. Yeni bir kural gelir. Yaşamak için para (değiş tokuş da olabilir) gereklidir. Bir kişinin bu görevi üstlenmesi yeterlidir. Delikli olan, fiziksel olarak güçsüzdür ve bu işi mutlaka “ekli” olan yapmalıdır.

“Delikli” direnir. “Hayır” der, “ben de bunu başarabilirim”. “Hodri meydan, dene bakalım” der öbürü. O zaten diğer “ekli” olanlarla çoktan yapmıştır sessiz anlaşmasını. “Delikli” dışarı çıkar, kapı kapı dolaşır, iş ister. İşi verecek olanlar arasında “delikli” kalmamıştır pek fazla. Çoğu korkutulup sindirilmiş, iş yaşamından eli eteği çekilmiştir. Bir başka bölüm “delikli” de çalışmamanın daha kolay olduğuna karar vermiştir. “Ekli” olanlar ise ona iş vermemeye karar vermişlerdir bir kere. Günlerce dolaşır, nafile. İş yoktur ona göre. Döner gelir başı önde ve çok daha önceden bunu kader sanma gafletine düşen hemcinsleri gibi eve kapanır, sökük çorap dikmeye, yemek pişirip, ortalık toplamaya razı gelmekten başka seçeneği kalmamıştır artık.

Gel zaman git zaman, “ekli” olan bakar ki, “delikli” hala istediği ölçüde güçlü kalabilmektedir. Oysa o yavaş yavaş eski gücünü yitirmekte ve “ek” tarafını eskisi gibi kullanamamaktadır. Ödü patlar “delikli” isyan edecek diye. Daha fazla baskı, daha fazla zulüm başlar. Ya onun “deliklisi” başka “ekliye” giderse. Derken saçma egosu, yeni bir korku türü yaratır. “Kıskançlık” derler bu korkunun adına.

Minare-kılıf meselesi. Kıskançlığa haklı bir sebep bulunur. Benim “deliklimsin” sen. Başkasının sana el değmesine dayanamam. Kıyamam sana. Ya sana hoyrat davranır, seni üzerse… “deliklinin” hoşuna gider bu yaklaşım. Ne de olsa onun “eklisi” ona değer vermektedir. Onu öyle sevmektedir ki, kimseyle paylaşamamaktadır.

“Ben de” der. “Ben de dayanamam başkasının sana dokunmasına”. Artık o da korkmaktadır. Ya başka bir “delikli” çıkar da ondan üstün olduğunu kanıtlarsa… ya öbür “delikli” daha güzel olursa veya daha anlayışlı ya da her neyse…

Her biri kendi köşesinde korkmaktadır. Düşüncelerinin ne denli güçlü olduğunun ayrımında değildirler. Her korktuklarında diğeri bu düşünceyi onun derin arzusu sanmaktadır bilinç altı yoluyla. Artık düşünceler, harekete geçmiştir bir kere. Daha çok korkanın korkusu daha önce gerçekleşmektedir ama, onlar bunun farkına varamayacak ölçüde kör olmuşlardır artık korkudan. Bir gün beklenen olur ve “ekli” kendi “deliklisini” başka bir korkakla birlikte bulur. İşte yıllarca korkulan son gerçeğe dönmüştür.

Artık kıskanılacak bir “delikli” yerine, başka bir kıskanılacak delikli aranmalıdır.

Ekli delikliyi terk eder. Yollara düşüp, feryat figan eder. İçinden ağlamak gelir ama, o “eklidir” ve ağlamak “delikli” işidir. Yeni bir delikli girer yaşamına. Ona da sahip çıkmalıdır. Yeni delikli bunalana dek sürer bu sahne, sonra?

Sonrası ne? Bu oyun sonsuza dek böyle sürecekmiş gibi gelir insana.

Delikli terk edilmiştir. Diğer ekliyle devam eder yoluna. Onun da kaderi aynıdır. Bir delikli, bir daha ve bir daha, ta ki ““benim ek tarafım senin kapındaki deliğe uygun tek anahtardır, bu durumda, bu deliğe başka kimsenin ek tarafı girmemelidir. Ne benden önce ve ne de benden sonra…. anlaşıldı mı?” tümcesinden korkmamayı, kendi seçimine doğru emin ve güçlü adımlarla ilerlemeyi sürdürene dek.

Kıssadan hisse… Önemli olan seçen olmaktır, seçilmek değil. Seven olmaktır, kıskanan değil. Sevilen olmaktır, korkulan değil….

Seçen olursan korkmadan
veeeeeeee
koşulsuzca severek,
ister ekli ol
ister delikli,
ilişkin öğretici olmaz belki
ammaaaaaa
çok tamamlayıcı olacaktır bil ki…

Zeynep Alan Sevil Güven