Son yıllarda gözlemlemeye başladığım yeni bir bağımlılık türü var. Bu spiritüel konulara ilgi duyanlardagörülüyor; adı da “enerji çalışmaları bağımlılığı”. Bu bağımlılığa sahip kişi sürekli olarak her çıkan yeni enerji çalışmasına katılıyor. Bir süre sonra ondan bunu aldım, bundan bunu şeklinde say say bitiremiyor. Ama esasında tüm bağımlılıklarda olduğu gibi temelde yatan şey aynı… Ne mi o?

*****

Yaklaşık iki hafta önce muhteşem “People vs. State of Illusion” belgeselinde, varolan tüm bağımlılıklara bakışımı değiştiren bir sahne izledim. O güne kadar bağımlılıklara yargılayan gözlerle bakardım işin açığı: “Alkolikmiş bu ıyyyy, ayyaşın teki; esrarkeş bu, serseri; seksomanyak, tüm parasını karıya kıza yediriyor pis zampara; kumarbaz, çoluğunun çocuğunun rızkını yatırmış boyu devrilesice…” Anne babalarımızdan, çevremizden, toplumdan, filmlerimizden öğrendiğimiz tipik yargılar bunlar ve çoğumuzun içinde de olması muhtemeldir. Aynı zamanda tüm bağımlılıklar kötüdür ve yapılmamalıdır düşüncesiyle yetiştirilmişizdir: “İçmeyeceksin demedim mi boyu devrilesice…”, “Gene gitmiş kumara…” ve daha sayısız şekilde bağımlılığa sahip kişileri yargılarız, manipüle etmeye çalışırız, yapma etme diye engellemeye çalışırız, karşımızdakine sözler verdiririz; ama asla engel olamayız… Çünkü şunu sormak hiç aklımıza gelmez: Tamam da niye yapıyor?

Ben de çok yargılardım da bunu sormak aklıma hiç gelmemişti. Toplum bize bu alışkanlıkların “kötü” olduğunu ve yapılmamasını gerektiğini söylerken, bir yandan da bunları yapan kişileri de damgalamayı ve dışlamayı öğretmiştir. Sevdiğiniz ve hatta en yakınınız olduğunda ise bu kişi sevginizle, damgalamanız arasında kalırsınız ve canınız yanar kısaca.

İşte belgeseldeki o sahne bende ani bir aydınlanma yarattı. Aaron hapiste ve önceleri anlaşamadığı bir gardiyan var. Sonradan adamımız ruhsal açıdan gelişmeye başlıyor ve gardiyanla da arası düzeliyor. Gardiyan bir gün ona gelip diyor ki “Bana yardım eder misin? Benim alkol problemim var ve işimden atılmak üzereyim, karım da beni terk etti, ne yapacağımı bilemiyorum…” Bizimkisi de ilk başta nasıl yardım edebileceğini bilmiyor ama sonrasında, kendisine yardımcı olmuş, bilge hapishane hademesine soruyor ve sizlere konuşmalarını olduğu gibi yapıştırıyorum buraya:

(Aaron: Hapisteki adamımız.)

Aaron: İyi ki geldin, sana bir şey sormam lazım. Birisi sana içki problemiyle gelse, ona nasıl yardımcı olurdun?

Hademe: Bir alkolik olmanın güzel tarafını ona göstererek ona yardımcı olurdum.

Aaron: Bir alkolik olmanın nesi güzel olabilir ki?

Hademe: Tıpkı seni ilk gördüğümde, bu hücrede güzel olabilecek ne vardı ki demen gibi bir şey bu. Olay her zaman, nasıl baktığında yatar. Çok içen birisi, kendisini bütün olarak mı algılar?

Aaron: Tabii ki hayır.

Hademe:  O zaman şu fikir üzerine yoğunlaşarak ona yardımcı ol: Sende yanlış giden ne acaba?

Aaron:  Onlara, bakış açılarını değiştirerek yardımcı olmaya çalışırdım. Çünkü kendilerini Bütün olarak görebilen insanlar, hayatlarına bu tarz dramaları çekmezler.

Hademe:  Onlara aşırı içmenin nesinin iyi olduğunu sorardım.

Aaron: Hiçbir şey.

Hademe: Her zaman vardır. Sarhoş olduğunda aklına ne gelirdi?

Aaron: Sadece, iyi hissederdim işte.

Hademe:  Kesinlikle. Geçmişe dair bir düşüncen olmazdı, geleceğe dair de. Sadece Şimdi’de olurdun. Bağımlı varlığını arzular. Zaman zaman hepimizden daha çok.

Aaron: Bu iyi bir şeydir. Varlığı, meditasyon, okuma, sporla da hissedebiliriz.

Hademe:  Yani ben onun problemine de odaklanabilirim veya onun Şimdi’de olma arzusuna odaklanırım. Ve ona varlığa ulaşmak için farklı yollar bulmasına yardımcı olmaya çalışırdım.

Aaron:  Keşke bunu açıklayabilecek yolum olsa.

Hademe:  Var ama. İlk buluştuğumuzdan beri ona sahiptin sen.

Aaron:  Nasıl yani.

Hademe:  İlk buluştuğumuzda sana verdiğim resmi saklıyor musun?

Aaron:  Her gece yatağımda saklıyorum.

Hademe: Sana onu verirken ne söylediğimi hatırlıyor musun?

Aaron:  Biraz dramatik şekilde, onun hayatımı değiştirecek gücü taşıdığını söylemiştin.

Hademe: Peki o resme gerçekten baktın mı?

Aaron:  Tabii ki. Defalarca.

Hademe:  Peki ne gördün?

Aaron:  Güzel bir kadın.

Hademe: Başka bir şey görmedin mi?

Aaron:  Cam ve taş parçalarından bir araya getirilmişti.

Hademe:  Doğru. O bir mozaik. Mozaikten parçaları çıkartırsan, onlara teker teker bakarsan, ne görürsün?

Aaron:  Birbirinden farklı bir sürü parça. Kimisi kara, kimisi çatlak ve kirli, kimisi yumuşak ve düzgün.

Hademe: Peki bu parçalardan bir resim nasıl ortaya çıkıyor?

Aaron:  Yerleştirmeden ve kontrasttan… Yakından bakınca veya parça parça halde bir şeye benzemiyor, ama başka bir bakış açısıyla bakıp bütünü görünce, bir sanat eseri haline geliyor.

Hayatımızda karanlık, kırık veya kirli parçalarımızın olması o kadar da sorun değildir. Tanrı bilir ki hepimizde var bunlar.

Önemli olan, bizim onlara nasıl baktığımız ve onları nasıl yerleştirdiğimizdir. Başka deyişle, süreç nasıldı ve nasıl bir hikaye çıktı ortaya…

Her gün, kendimizin kim olduğuna dair yepyeni bir resim yapabilmek kapasitesiyle uyanırız.

Geçmişimiz ise o resmi yapabilmek için ihtiyacımız olan malzemedir sadece.

*****

“Bağımlı varlığını arzular.” Kilit bu sözde saklı. (Sahnenin devamında, harika başka bir örnek daha var ki bu da önemli kilitlerden olduğu için koydum yazıya.) Fakat öncelikle bağımlılığın temelindeki duruma bu şekilde bakabilmek bende farklı bir bakış ortaya çıkardı.

Her birimiz, Tanrısal mozaiğin bir parçasıyız ve mozaiğin taşları gibiyiz. Her birimizin kendi yapısı var ve hepimiz bir araya gelip o bütünlüğü oluşturuyoruz. Tıpkı Tanrısal mozaik olduğu gibi, kendi içsel mozaiğimizde var. Beyaz taşlar, camlar, siyah taşlar, kırıklar ve daha nice farklı özelliklerden oluşan… Hepsi bir bütün halde bizi oluşturuyor. Fakat yaşadığımız senaryoların içinde, bizler kendimizin Tanrısal mozaikteki yerini unutuyoruz. O BEN’den uzak kaldığımızı hissediyoruz ve bu noktada da kendimizi iyi hissetmek, zihnimizi durdurabilmek ve o BEN’i yaşayabilmek adına alkolden, uyuşturucudan, kumardan, seksten, adrenalinden vs. medet ummaya başlıyoruz. Fakat sıkıntı şu noktada çıkıyor ki bedendeki alıcı hücrelerin algılayıcılığı mesela her uyuşturucu kullanımıyla birlikte daha uyuşuyor ve bu noktada onları uyarmak için sürekli daha fazla uyarana ihtiyaç duyuluyor. Bu yüzden de sürekli olarak daha fazlasını istiyor ve arıyor bünye. Bu da zaman içinde hem bedenimize, hem kendimize, hem de çevremize zarar vermeye başlıyor. Bu noktada filmde de önerilen meditasyon, okuma, yoga, spor vb. gibi etkinliklerle de varlığı hissetmenin yollarını bulabilmek mümkün. Tabii ki dengeyi korumayı göz ardı etmeyerek, yoksa spor yapacağım diye gidip bir vücut salonuna sürekli kilo basıp, bir de üzerine steroidleri almak da bağımlılığın bir başka türü…

*****

Tam da bu noktada, yazıya girişimdeki “enerji çalışması bağımlılığı”na geri dönmek istiyorum. Elbette ki enerji çalışmaları da, varlığı keşfetmede çok güzel yollar açabilirler. Ama sürekli olarak o çalışma, bu çalışma peşinde koşarak; “bak bu daha iyiymiş, daha güçlüymüş, daha etkiliymiş” şeklinde her gördüğüne atlayarak; her hoca oldum ben diyenin ardına düşerek hareket etmek de aslında bir bağımlılık. Evet, o anda rahatlatıyor, ama sonrasında aynı tatmini hissetmek için hep daha ötesini arıyorsun. Ama esasında birileri gelsin rahatlatsın da sen de varlığını hissedebil diye koşuşturup dururken, bir yandan da bir şeylerden kaçıyorsun. Bunun farkına vardığında ise kaçtığın her neyse durup onunla yüzleşme gücünü kendinde bulabilirsin. Onunla yüzleştiğinde ve sonrasında kucaklaştığında da zaten artık bir şeylerin peşinde koşmana ihtiyacın kalmaz. Evet, yine birçok üstadla, teknikle çalışabilirsin; ama artık varlığını hissetmeyi onlara borçlu olduğun için değil, onlardan aldıklarında yaşam deneyimlerini zenginleştirebildiğin için…

*****

Okyanustaki balıklar gibiyiz aslında. Okyanusu arayıp duruyoruz, bulacağız diye yüzüp duruyoruz da onun içinde olduğumuzun farkında değiliz. İşte varlığımız da aynen buna benziyor. İhtiyacımız olan tek şey, durup neyin içinde var olduğumuzu fark edebilmemiz… O zaman “bağımlılıklarımıza ne kadar bağımlıyız?” sorusu yanıt buluyor: Varlığımızın ne kadar farkındaysak, o kadar az ve hatta hiç…

Tüm bağımlılıklara, bağımlılıklarıma, bağımlı kardeşlerimize ve kendime ve de elbette ki hepimizin sonsuz varlığına sonsuz sevgilerimle…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...