Dört ay önce Polat Alemdar için yaptığı “Rambo-Çatlı karması kofti bir kahraman” benzetmesi nedeniyle, Gazi Üniversitesi’nde muştalı saldırıya uğrayan Metin Uca, neşesinden ve muhalifliğinden hiçbir şey yitirmeden inadına gülümsemeye ve lafını esirgememeye devam ediyor. O, saldırıya uğrama sebebi olan sivri dilini, daha sert şekilde kullanmaya devam edecek.

Gazeteci Metin Uca, bir panel için gittiği Gazi Üniversitesi’nde kendini bilmez birinin muştalı saldırısına uğrayarak yaralanınca bir kere daha gördük ki, Türkiye’de hazımsız bir takım cahiller hâlâ düşünce ve ifade özgürlüğünün, kirli geçmişlerinin birileri tarafından açık edilmesinin, kendi fikirleri dışında fikirlerin yazılıp söylenmesinin karşısında kimi zaman silahla, kimi zaman satırlarla, kimi zaman muştalarla durmaya ne yazık ki devam ediyor. Sözü muştayla, gerçeği silahla kesip atacaklarını ve kendi fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirebileceklerini sananlara en güzel yanıt, Metin Uca’ya yapılan saldırının ardından toplumun gösterdiği tepkilerle verildi. Ancak düşünce, geçmişte “zor”la yok edilemediği gibi Metin Uca’nın kahkahası ve muhalifliği de muştayla susmayacak. Metin Uca’nın dediği gibi: “Muştayı bu sefer taşa vurdular!”

Size neden saldırdılar?

 

Ben de merak ediyorum neden saldırdıklarını. Artık garip bir terör dünyasında yaşıyoruz. Kime, ne zaman, nereden saldırı geleceği hiç belli olmuyor. İnsanlar, faşist Mussolini döneminde olduğu gibi “kafalarını açacağız ve çekiçle düşüncelerimizi içine yerleştireceğiz” yaklaşımı içerisinde. “Ben sana karşı hukuk mücadelesini kaybediyorum, benim sana karşı söyleyebilecek hiçbir şeyim yok, senin söylediklerin doğru ama ben de sana bunun hesabını sorarım” mantığı çok tehlikeli bir biçimde yükseltiliyor. Ben 18 yıllık gazeteciyim. Bana yönelik saldırının nedenleri, karşı durduğum her şey ve herkes olabilir. Son dönemde yaptığım işlerde kimlerle sürtüşmede olduğum da meydanda, ama “bunlar suçludur” diyemem. Öyle neden-sonuç ilişkisi kuran birisi değilim zaten artı buna hakkım da yok. Saldırgan her kimse, gündem olmayı amaçlıyordu, o kadar. Bunu başardı. Korku ve yılgınlık yaratmayı amaçlıyordu, ama bu kez muştayı sert bir yere vurdu, muştayı taşa vurdu. Ben zaten bir muştayla sözünden dönecek adam değilim. Belki bir başka amacı; Gazi Üniversitesi’nin kamuoyunda var olan imajını pekiştirmekti ki bunun kime ne yararı olur onu bilemiyorum. Ama ben, Gazi Üniversitesi’nin öğrencilerine sonsuz güveniyorum. Ülkücü öğrencilere de güveniyorum. Gelenin, ülkücü bir öğrenci olduğuna inanmıyorum. Gelen kişi; mafya artığı, kıt, yobaz din kültürüyle yoğrulduğu için düşünme özelliği olmayan, tuhaf bir canlı türü. Profesyonel olduğuna eminim. Vuruş biçiminden, yaptığına kadar. Tabii bu olayın özünden çok, yaratmaya çalıştığı etki önemli. Ama herkesin üzerinde düşünmesi gereken şey; şiddetin her an, her yerde karşımıza çıkabileceği ve bizi vurabileceği. Bu açıdan baktığımda, saldırıyı daha çok önemsiyorum.

 

Yakalanamadı değil mi henüz?

Tabii ki yakalanamadı. Seçtiği yer, benim arabaya binme noktasında olduğum ve güvenlik görevlilerin olmadığı noktaydı. Toplantının bittiğinin ve oradan çıkış yaptığımızın haberi kendisine bir şekilde ulaştırılmış. Olayın bir de komik tarafları var: Anneler gününde Atatürk Kültür Merkezi’nde muşta satılan bir ülkede, anneye hediye olarak alınacak eşyalar arasında muşta ve çakı bulunan bir ülkede, insanlara güzel şeyler söylemek yerine muştalanmak trajikomik bir olay. Ama bu beni yıldırmaz. Tam iki gün sonra, şiş yüzle gösteriye çıktım. Türkiye’nin en çirkin ve en yamuk yüzlü şovmeni oldum, ama yine de işimi yaptım.

Kimin işi olduğu hakkında bir tahmininiz var mı?

Onu bilemem. Ben bunu ülkücülerin işi olarak görmüyorum. Baktığınızda, saldırdığı nokta çene kemiği, göz, özellikle de yüz sinirleri. Yani benim için en önemli olan organlardan birini, ekmek teknemi, kazanç kapımı ortadan kaldırmaya yönelik bir girişim. O yüzden “profesyonel” diyorum. Bu açılardan baktığınızda da, pek çok dersi bir arada barındırıyor. Ama bu dersler benim söylediklerimin hiçbirinden vazgeçmeme neden olmuyor. Hâlâ aynı şeyi tekrarlıyorum: “Ağzına alma” dedi, o yüzden Abdullah Çatlı’yı değil, Abdullah Çapsız’ları, yani Abdullah Çatlı ile ilgili söylediğimi anlayamayan Abdullah Çapsız’ları artık daha çok önemsiyor ve gündeme getiriyorum. Katil her yerde katildir, sadist her yerde sadisttir. Hangi düşünceden olursa olsun.

Son zamanlarda liselerdeki şiddet olayları çok arttı. Onlarca genç öldü. Toplum çok mu geriliyor?

Ben bir televizyon dizisiyle ve onların yapımcılarıyla sürtüşme yaşarken, haksız çıkmayı çok isterdim. Keşke bunun maddi bir bedeli olsaydı da ben ödeseydim ama o çocuklar ölmeseydi. Televizyoncu olarak bir sorumluluğumuz var; olumsuz bir yapıyı veya olguyu şiirselleştirmemek, destansılaştırmamak ve bir yaşam biçimiymiş gibi insanlara dayatmamak. Televizyon, Türkiye’de çok etkili. 16 yaşından küçük çocuklara bir sınıflama uygulanması gerektiğini söylerken bunun altını çiziyordum. Ne yazık ki ben haklı çıktım. Şimdi iki ulusal televizyon kanalı birden, Show TV ve Kanal D ve onun saygın yöneticileri kendi çocuklarına izlettiremeyeceklerini anladıkları ve tehlikesini gördükleri bir şeyi yayınlamama kararı aldı. Hem de RTÜK’ün çok yoğun bir baskısı olmadan. Bu, çok önemli bir adımdır. Ama o süreç içerisinde acılar yaşanmış ve genç kardeşlerimiz ölmüştür.

Siz yaşanan şiddet olaylarını bu diziye mi bağlıyorsunuz?

Hayır. Bakın, bunu da çok net söylüyorum. Türkiye’de yaşanan şiddetin tek nedeni bir televizyon dizisi olamaz. Ama bu şiddetin akla uygun bir insan davranışıymış gibi algılanmasında, ne yazık ki olumsuz etkisi olmuştur. Bunu da kimse göz ardı etmesin. Ama tek neden değildir, hiçbir zaman da tek neden olduğunu söylemedim. Üstelik yasal olarak karşılıklı davalar açıldı ve ben bunlardan aklandım. Geldiğim noktada da söylediğim şu: “Bir televizyon programı her şeyin nedeni olamaz, ama bir televizyon programı pek çok şeyin nedeni olabilir.” Yapımcıların, böylesine hormonlu bir büyümeyle televizyonların yöneticilerini ve televizyonları oynatır hale getirmek, bir kanaldan öbürüne geçmek gibi hakları olmamalı. Çünkü sonuçta bunlar birer dizi. Başladıkları gibi bitecek. Bu kadar abartmamak, bunu bu kadar toplumsal olay haline getirmemek gerekiyordu. Ama ne yazık ki bunu bir pazarlama taktiği olmaktan çıkarıp, bir toplumsal konummuş gibi değerlendirme noktasına geldiler. Bunu da kazanç uğruna yaptılar. Bana geçmiş olsun dileyenler arasında olan, çok sevdiğim, çok değer verdiğim bir sinemacı televizyoncu İlker İnanoğlu dedi ki: “Bu olayda, gözünü sadece hırs ve para bürümüş yapımcılar kadar, onların her dediğine evet diyen televizyoncular da, televizyon yöneticileri de suçludur.” Ben bunu yüksek sesle dile getiren birisiydim. Bunun bedeli olamaz. Ben bir bedel ödediğimi düşünmüyorum. Bu son yaşadığım saldırıyı da bununla bağdaştırmak istemiyorum.

Koruma kullanmaya başlamışsınız…

Evet, beni korumayla yaşar hale getirdiler. O ünlülerden biri oldum ister istemez. Bundan sonra da hayatımda olacaktır yakın koruma. Çünkü bu cümleyi üç buçuk ay sonra bile anlamayacak buna benzer biriyle karşılaşma ihtimalim ne yazık ki, Türkiye’deki biraz önce anlattığım tarzdaki insanlar nedeniyle, çok fazla. Ben de buna karşı en azından önlemimi almak zorundayım.

Sizin gibi bir gazetecinin korumayla dolaşmak zorunda kalması Türkiye için çok üzücü. İnsanları güldüren, eğlendiren bir televizyoncusunuz…

Tuhaf aynı zamanda… Bu olayın en komik yanı; tuvalete birkaç kişi gitmek zorunda kalmam. Hayatımda küçük yaşlardan sonra ilk defa yeniden tuvalete birileriyle gidiyorum. Bu bana çok garip geliyor. Öncelikle bunu söyleyeyim. Hayatımı korumak ve kollamak anlamında bana yardımcı olacak arkadaşlara bundan sonra bir süre veya sürekli olarak ihtiyacım olacak.

Çevrenizden nasıl tepkiler aldınız saldırıdan sonra?

Emin olun, saldırıdan sonra iki tane telefon aldım. İkisi de kilitlendi. Tanıdığım tanımadığım, abartmıyorum size, binlerce insan bu konuda aklınıza gelmeyecek kadar akılcı, serinkanlı, normal tepkiler veriyor. Türkiye insanı hakkında umut besleyecek mutluyum. Çok geniş bir yelpazede, herkes bu olayın karşısında durdu. Çünkü akıl böyle gerektiriyordu. Bu tip saldırılar, beraberinde korkuyu getirirse, aynı zamanda yılgınlığı ve geri çekilmeyi de getirir. Benim korktuğum nokta budur. Yoksa insanlar her şeyin farkında, tepkilerini bir noktaya kadar veriyorlar, ondan sonrası, “Aman benim başım belaya girmesin.” İnsanlar haklı! Kendi adıma bir şeyleri üstlendiğimi düşünüyorum. Beni arkadan kimse itmedi. Bunu bilerek, isteyerek yaptım.

İki ay kadar önce de “Pişti” programından ayrıldınız…

Dün mesela benim için sembolik bir şey oldu. “Pişt”‘de bütün arkadaşlarım ayağa kalkıp, dakikalarca alkışlayarak bana destek verdi. Benim önerdiğim bir programda, bana yönelik bir destek beni çok etkiledi, ağrılarımı geçirdi. Yanlış yapmadığımı, birbirinden farklı görüşlerde olan doğru insanlarla çalıştığımı düşündürdü bana. Benim Reha Muhtar’la fikir ayrılığı yaşamam son derece normaldir. Reha Muhtar meslek dayanışmasının en güzel örneğini sergilemiştir dün. Beni yanıltmamıştır bu anlamda. Televizyonda şöyle iş yapar, böyle iş yapar diyerek eleştirebilirsiniz, ama gazetecilik etiği anlamında doğru bir adamdır. Çünkü o dört arkadaşım da tavırlarını net bir biçimde ortaya koydu. Benim için önemli olan da budur.

Peki getirdiğiniz programda şu an olmamak sizi üzüyor mu?

Hayır; şu anda iş kötü gitmiyor. “Keşke Beyaz daha önce gelseymiş” diyeceğim kadar da başarılı. Zaten bizim düşüncelerimiz arasında Beyaz da vardı. Fakat başka televizyonda iş yaptığı için gelemeyeceğini düşündük. Sadece, gülmece dozunu biraz daha yükseltecek tipler ağırlıkta olabilirdi. O zaman bir “soğuk komiğin” sunuculuğunda, soğuk komik derken burada kendimden söz ediyorum, daha farklı olabilirdi. İstediğini yapamayınca da ayrıldım doğal olarak. Ekranlara yine yarışmayla döneceğim. Haziran’ın ilk haftasında yarışmamız başlıyor.

Estetik ameliyat olacak mısınız?

Estetik ameliyat zaten oldum. Bir estetik operasyon yapıldı. Önümüzdeki hafta bir tane daha yapılıp yapılmayacağına karar verilecek.

Siz daha önce de, ATV’de “Büyüklere Masallar” programını yapıyordunuz. Oradan ayrılırken de, kendinizi istediğiniz gibi ifade edemediğinizi söylemiştiniz. Aynı şey “Pişti”de de oldu. Birileri size bir elbise biçiyor ama o elbise size uymuyor galiba?

Hayır, akıllı televizyoncular zaten bana elbise biçmez. Benim elbisem bir yere yakışırsa, beni oraya almak isterler. Hep böyle yapıldı. Ben hep akıllı televizyoncularla çalıştım. Ben katı değilim, ama bana uymayacak değişiklikleri de hissettiğimde bünyem reddediyor. Çok iyi teklif geldiğinde sinema da yapacağım. Üstünde çalıştığım çok önemli bir iki iş var.

Size saldıran kişiyle bir araya gelseniz ona ne söylersiniz?

Abdullah Çatlı’yı ne kadar tanıdığını sorardım. Çünkü ben iyi tanıyorum. O benzetmeyi yaparken, bir sinema karakterini, biri yaşayan ve biri de oyun karakteri olan birinin harmanlaması olarak tanımlarken, tanımlamayı yaptığım kişiye hakaret ettiğimi nasıl düşünebildiğini sorardım. Tabii bunları önce düşünebilmesi lazım. Çünkü düşünmemenin verdiği büyük rahatlık var. Benim hep soru işaretlerim oldu. Bundan rahatsız olmadım, sadece arayışlarım arttı, ilgi alanlarımı geliştirdi, bakışımı şekillendirdi. En yetkili etkilimizin ağzından çıkıveren bir sözcük var. Dedi ki, “Bizimle aynı tezgâhtan geçmiş, ne olur yani?” İşte eğitimi bir tezgâh olarak görürseniz, olayı da tezgâha getirirsiniz. Tezgâhlanınca da ortaya bunlar çıkar. Zaten şu an yaratılmaya çalışılanda bu. Çünkü itaatkâr bir toplum, itaatkâr bir dış politika, itaatkâr bir ekonomi ve bütün bu ezilmenin altında gelen sağlıksız bir ulusalcılık. Ben ulusalcıyım. O benden daha mı çok mu seviyor bu ülkeyi? Onun ulusal duyguları benden daha mı ileride? Bunu belirleyecek bir kurum yok ki. Dünyanın her ülkesinde devlet erki, değişik dönemlerde, değişik ulusal çıkarlar için bir dönem iti, kopuğu, uğursuzu, katili, hırsızı kullanmıştır. Ancak, özellikle Türkiye’de devlet, kullandığı insanlar işleyişe yönelik bir tehdit oluşturmaya ve kendi küçük devletçikleri gibi denetlenemeyen yapılar kurmaya başladıkları zamanda da o it, kopuk, uğursuz mafya artıklarını temizlemiştir. Kimi zaman bunu bir kamyon kazasıyla yapmıştır, kimi zaman başka türlü yapmıştır. Ama hep olmuştur. O yüzden ben tanıyorum diyorsam, o ne kadar tanıdığını anlatmak zorunda. Bir yavuz kurdun ardından kırk tane uyuz it havlamadıkça, o kurda kurt denmez. Bak madem kurtlar üzerine konuşuyoruz, ben de kurtlarla dans etmiş olayım.

Medya iktidar ilişkilerinin daha değişik olduğu bir ortamda ben haber bülteni sunacağım. Ben iyi bir ‘anchorman’ olacağım. Bu, biri. Bunu yapacağım, göreceksiniz. Konuşmuştuk dersiniz.

(İlk Yayın: Esquire)

Konuk Yazar