Eskiden, dediğim dedik çaldığım düdük yöneticiler modaydı. Dediklerini bir şekilde yaptırtabilmek; bir güç göstergesiydi ve övünülecek bir şeydi. O da yetmezmiş gibi dediğini yaptıran bir lider başarılıydı. Diktatör, “altında çalışan elemanlarının” yanına gelmekten dahi çekindikleri bir yönetici; sözde başarılı yönetici. Sahi başarının kriteri neydi?

Dediğim gibi bu eskidendi. Şu anda dünya ile birlikte insanlar, ekonomi ve tüm sosyal yapı köklü bir değişim içindeyken, anlayışlar da kaçınılmaz olarak değişiyor. Profilini çizdiğimiz lider artık tarihin sularına gömülmek üzere. “Yok canım bu da nerden çıktı!”, “Bizim iş yerinde böyle olmayan bütün yöneticilerin ayağı kaydı, işsiz kaldılar.” diyebilirsiniz. Ancak dediğim gibi her şey bir dönüşüm ve değişim içinde…

Kendi koyduğumuz oyun kurallarını, şimdi zalimce bulup durumumuzdan yakıyoruz. En büyük zalimliği nesiller boyu kendimize yaptıktan sonra, şimdi değişimi talep ediyoruz. Her alanda olduğu gibi iş hayatında da yarattığımız ikilemler artık kapımıza dayandı. İkiliğin sıkıntılı sularında herkes boğulmaya başladı.

Bir olmak! Kainatların en önemli sırlarından biri olmasına rağmen, çoğu zaman gözümüzden kaçırdığımız en önemli evren yasası. İş ve özel hayat ayrımının, birliği değil ikiliği ortaya koyan düşünce sisteminin hayatımızı nasıl da zora soktuğuna daha önceki yazılarımda değinmiştim. İnsan nedense zor olan yolu kendine seçerek, acı çekmekten zevk duyar hale geldi. Oflaya puflaya gidilen işler, mutsuz çalışanlar, yöneticileri altında ezilen çalışanlar, yöneticileri ezen patronlar, krizler yaşayan şirketler… Bu zincir böyle uzayıp gider. Hep “Ama herkes böyle, ben dürüst olursam işsiz kalırım.”, “Böyle gelmiş böyle gider.” gibi mazeretlerimiz oldu. Aslında böyle gelmediği için böyle gitmediğini tüm dünya insanları olarak deney imliyoruz.

Para ve statünün mutluluk kaynağı olduğu düşünülen sistemin çöküşünü sahneleniyor. Etiğe uygun olmayan insan davranış modellerinin çöküşünü de izliyoruz. Kazanç kapısı sandığımız biricik işlerimizi kaybetmekten korkarak, her geçen gün özümüzden uzaklaşarak cehennemimizde yaşıyoruz. Ruhun ve evrenin yasalarını ret ederek akarsuya karşı kürek çekmemizin bir sonuç vermediğinin artık bilincindeyiz.

Şimdi her yerde konuşulduğu üzere bir değişim ve dönüşüm dönemindeyiz. Bu değişim iş modellerinden, lider anlayışına kadar her yerde yaşanıyor. İş hayatında insan yönetmenin iş yönetmekten daha zor olduğu herkes tarafından malumdur. Ast üst ilişkisi, emir komuta zinciri ile sıkı sıkıya birbirine bağlanmıştır. İnsan olmayı öğrenmeden, kendimizi bu süreç içinde var etmeden, başka bir şeyler olmaya çalışmak ve bu etiketin ağırlığı altında “yönetmek” ne zordur. Artık yöneticiler emreden değil, hizmet eden liderler haline dönüşüyorlar. Dönüşemeyenler yok oluyorlar.

İnsan, insan olma yolundaki seyri suluk halinde dünya üzerinde bir şeyler yapıp eder. Statüler, roller ve işler de bu hayatın değişmez parçaları ve öğretim araçlarıdır. “Mükemmel” ve “asla” hata yapmayan yönetici olmak,insan doğasına aykırı olduğu için devrini kapatıp yerini, ekibi ile birbirine ayna olan lider anlayışına bırakmaktadır.

Bir yönetme durumundan öte; bilgi, deneyim ve yetenekleri ile ekibe liderlik yapan hizmetkâr bir anlayış geçerliliğini ortaya koymaktadır. Lider hizmet edendir. Bunu öncelikle kendi tekâmülü için, sonrasında şirketin tekâmülü için ve tabii ki ektiğini biçmek olarak yaşar. Hizmet ettikçe, hizmet görür ve hizmet eden bir şirket var eder. Bu anlattıklarımda tüm işi kendi yapan bir liderden değil, her ruhun gönüllülük ve hizmet anlayışıyla işler yaptığı bir ekipten bahsediyorum. Hiyerarşi evrenin değişmez yasasıdır. Hepimizin bu dünyada belli bir rolü, sorumluluk ve yetenekleri varsa, bu şirketler için de aynı şekilde geçerlidir. Şirketlerin de bir ruhu olduğunu unutmamak gerekir.

Lider aynı zamanda nefsi ile mücadele ve arınma sürecinde yol gösterendir. Ayna olan ve ayna olunandır. Hem kendine hem de pozisyonu itibariyle ekibe. Eksiklerinin tamamlanmasında egosal rahatsızlık duymayan ve gerektiğinde eksikleri kapatan, iyiye doğru yol alandır. Her şeyi bilen ya da her şeye hakim olmak zorunda hisseden değil, her şeyle uyumlu olan ve akışın ritmini yakalayan ancak gerçek liderdir. Esas olan nefsini tatmin eden değil nefsini yıkan lider profilidir.

Hiyerarşinin üst katmanlarında olmak zordur. Ne de olsa “Allah dağına göre kar verir.” İş yeri hayattan ya da hayatın kurallarından bağımsız bir yer değildir. Sistemde herkesin rolü vardır ve bu rollerden hiçbiri diğerinden üstün değildir. Gerçek bir lider farklı ve dıştan bakan liderdir. Nehir akması gerektiği gibi yatağında akarken bunu izleyen ve gözlemleyendir. Gaflet ve delalete düşüldüğünde önce kendine, sonra yansıması olan ekibine ışık tutandır.

Lider, “Şimdi ne işler çeviriyor? Acaba yine ne dalavere peşinde!” diye arkasından düşünülen değil, kendinden emin olunan ve güvenilen kişidir. İnsan olmanın ilkelerini kendine amaç edinen, kendini değil insanı merkez alan bir anlayış anlam kazanacaktır.

Liderlik gönüllü olmak ile ilgilidir. Ancak, gönlün egemenliğindeki akıl işe yarar. Lider hem gönül veren hem de, kaçınılmaz olarak, gönül alan kişidir.

Şimdi “Nerde öyle bir şirket, böyle bir yer.” diye içimizden geçirebiliriz. Ne de olsa bin yılların şartlanmış beyinleri ile yaşıyoruz. Ancak her “Nerde?” sorusu gibi, bu nerde sorusunun yanıtı da kendi içimizde ve bize sandığımızdan daha yakındadır. İşe önce kendimizden başlamaya ne dersiniz…

Elif Oktav Erdemli